Vatanı ve Ulusu Savunmak Bir Refleksdir

64general1

New member
Katılım
14 Haz 2007
Mesajlar
1,720
Reaction score
0
Puanları
0
Vatanı ve Ulusu Savunmak Bir Refleksdir

Prof. Dr. A.M.Celal Şengör - Türk Politika

Hurriyet gazetesi yazari Ahmet Hakan Bey, emekli generallerimize hitaben bir yazi yazarak, emekli olduktan sonra vatan kurtarma isleriyle artik ilgilenmemelerini, bunu gorevdeki orduya birakmalarini tavsiye etmis, gorevdeki ordunun buna yetecegini
hatirlatmis.

Gorevdeki ordumuzun, yurdumuzu ve ulusumuzu korumaya yeteceginden ne kendisinin ne de herhangi bir baskasinin en kucuk bir suphesi olmamalidir. Turk Silahli Kuvvetleri gercekten dunyanin en iyi birkac ordusundan biridir.

Bu iyilik sirf techizatinin mukemmelligi veya asker sayisinda degil, onun uyelerinin vatan ve ulus sevgisi, gorev anlayisi, askerlik bilgisi ve yuksek karakterinde kendini gosterir. En silahsiz zamaninda dunyanin en guclu ordularini dize getirebilecegini gosteren Turk ordusu, ulusuna sirf emniyet degil, giderek gelisen bir yasam standardi da hediye etmistir.

Ulkemizde bilimden sanata pek cok konunun oncusu Turk ordusunun mensuplari oldugu gibi, simdiki demokratik devletimizin kurucusu da Turk ordusudur.

Kendi eserini ulusuna hediye eden bu yuce ordu, o eser her tehlikeye girdiginde onun karsiliksiz korumaciligini da en iyi sekilde yapmistir ve hic kuskusuz yapmaya devam edecektir.

Sayin Ahmet Hakan Bey'in bilmedigi ince bir nokta var gibi geliyor bana.

Turk ordusunun mensuplari sadece maas bordrolarinda memur olarak gozukurler. Gercekte ise asker olmak bir ruh hali, bir yasam tarzi, bir terbiye bicimi, bir varolus nedenidir. Asker, vatanini ve ulusunu korumayi refleks haline getiren kisidir.

Uniforma, devlet memuriyeti bitince, yani emekli olununca, cikar.
Ancak o uniforma ile bedene giyilen ruh, asla cikmaz! O, askerle
beraber mezara gider .

Hatta bazen, Ataturk 'unku gibi, mezarda da sonlanmaz, ulusunun icinde yasamaya devam eder.

Askerin bu refleksi, onu dunyanin en durust insani yapar : Korumaya
calistigi, ugruna yasamini verecegine yemin ettigi insani soyan,
aldatan kisi, sonra onun eline silah verip arkasindan gelmesini
bekleyebilir mi?

Askerin bu refleksi, onu dunyanin en bilgili kisisi olmaya zorlar :
Korumaya calistigi insana kimin, hangi guclerle ve nereden
saldiracagini onceden bilebilir mi ve dostun ve dusmanin hangi
sartlarda nasil davranacagini inceleyip ogrenmeden kestirmeye
kalkisabilir mi?

Askerin bu refleksi, onu dunyanin en sefkatli kisisi yapar: Her
savasta olen ve yaralananlarin kendi arkadaslari, kardesleri, hatta
bizzat kendisi, colugu, cocugu olabilecegi bir an aklindan cikmaz.
Atese bizzat atlamaya yemin etmis insan, o atesi yakar mi?

Askerin bu refleksi onu dunyanin en serefli kisisi yapar: Elinde
insan oldurme yetkisi olan kisi, serefinden en kucuk bir taviz
verse, bu yetkisini yalnizca ulusu ve vatani bir olum-kalim savasi
verirken ve o da ancak en son noktada kullanacagi konusunda kimi
inandirabilir ve elinde bu yetkiyle insan cemiyetinde nasil
yasayabilir?

Askerin bu refleksi onu ozgurluk savunucusu yapar: Ozgurluklerin
olmadigi toplumlarda her turlu fenaligin gizli gizli mayalandigini,
istihbarat egitimi almis bir insan bilmez mi ve tum fesatin ve onun
cocugu olan kanli catismalarin o mayalanan fenaliklardan turedigini
dusunmez mi?

Bu refleks askerin o yuksek karakterini olusturur. Uniforma sirttan ciksa bile, bu refleks onunla birlikte yasaminin sonuna dek kalir, onun her adimini nasil atacagini tayin eder.

Bir de vatani ve ulusu koruma refleksinin tersine sahip kisiler vardir her toplumda: Kendilerine yapilmasini asla istemeyecekleri her seyi her firsatta baskalarina yapan, cahil, zalim, serefsiz, despot varliklar.

İste asker dusmani onlar arasindan cikar. Onlar askerin yuceligini anlayamazlar. İnsan cemiyetinin her turlu bozguncu hareketinde onlar vardir. Menfaat, deger ve duygu
somurusuyle insanlari surekli birbirine dusurmek tek yasam kaynaklaridir.

En gereksiz catismalari, en kanli harpleri onlar cikarirlar, cemiyeti en kisa yoldan onlar soyarlar. İnsanin yarattigi yuce eserlerle alay ederek kendi basarisizliklarini imrenilecek bir ozellik gibi satmaya cabalarlar. Ozgurluk adi altinda, kendi varliklarinin surdurulmesine ve menfaatlerinin genislemesine hizmet edecek sistemlere en koyu itaati onlar bekler.

Beyinsiz bir kulluk isteyen her sistemin arkasinda ve mutlaka bordrosundadirlar. Ates
bacayi sardigi zaman ise hemen askere siginirlar. Ama askerin yaptigini, hic kendi tatli canlarini uzmeden, buyuk sehirlerin emniyetli kafe koselerinden izlerler.

Ve kurtulustan sonra baska koselere yerlesip askere kufretmeyi, rezil karakterlerini saklamanin tek yolu olarak gorurler.

Bu nedenle, baris zamaninda bunlari goren, ulusunun icten kemirildigini hisseden her asker, muvazzaf da olsa, emekli de olsa , refleksinin geregini yapar, yapmak zorundadir. Ve bekler ki, kendisiyle ayni aziz vatani paylasan, bir zamanlar ayni kazana kasik atmis her vatandasi da ayni reflekse sahip olarak kendisiyle omuz omuza olsun, durustlugu, onuru, insan sevgisini, bilgiyi, ozgurluğu, gerekirse kendi yasami pahasina korusun.

O refleksin kaybolmamasi, hepimizin emniyetinin yegâne garantisidir.

Bunu asla unutmayalim.

Ne mutlu bize ki, Turk askeri "parali asker" degildir!...

Sirtindan uniforma cikti mi, bordrodan adi silindi mi, ruhunu cikarmaz, gorev
bilincini silmez ve icimizden bazi insan musveddeleri ona ne kadar
kufretse de bizleri koruma refleksini kaybetmez.

TARIH, O REFLEKSI KAYBETMIS TOPLUMLARIN MEZARLIKLARI HALINDEDIR!...
******************************************************************************************************
Türk Subayı Saklanmaz

Orhan Tunç
Bugün malum medyada bazı haberler yer aldı. İnsanın kanını donduracak şekilde, yalan cümlelerle kaleme alınan bu satırlar, hem olayın vahametini, hemde bu satılık kalemlerin ne kadar ileri gittiğini görmek açısından önemli idi.

Bu satılık kalemler ve malum medya, Dağlıca baskınında güya çapulculardan korunmak için, kayaların arkasına saklanan ve karşı koymayan bir üsteğmeni acımasızca eleştiriyorlardı. O satırları utanarak ve sıkılarak okudum. Bu kadar haysiyetsiz ve bu kadar gaddarca bir yazı inanın bu yaşıma kadar okumadım.

Kahramanlıkları asırlardır efsane olmuş, Türk Subayını karalamak ve halkı askerlikten soğutmak için yazılan bu satırlar, bir hainlik göstergesidir. Bu zavallı ve bir o kadarda alçak olan bu kalemler, Türk Subayını ve Türk Askerini, maalesef hain göstererek hedeflerine ulaşmayı arzu etmektedirler.

Türk Ordusunu ve Komutanlarını karalayarak, ülkedeki hain emellerine ulaşmayı düşünen bu alçaklar bilmelidir ki;

Binlerce yıldan beri, Kahraman Türk Milletinin bağrından çıkan, TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ ebediyen yaşayacak ve bu alçakların kâbusu olmaya devam edecektir. Bu malum medya nafile uğraşlarla asla bu Kahraman kuruma zarar veremeyecektir.

Dağdan inip düz ovada siyaset yapan, milletvekili bile olabilen bazı ahmaklar, mecliste esip gürlemektedirler. Demokrasiyi en iyi şekilde kullanan, bizde bile olmayan haklara kavuşan bazı soytarılar televizyon ekranlarına çıkıp;

Türkiye'de demokrasi ve insan hakları yok diyebiliyorsa, haklarımız bize verilmiyor diyebiliyorsa, Demokrasiyi kullanıp, demokrasi dışına çıkabiliyorsa,

Ne diyeyim;

Allah'ınızdan bulun diyorum.
 
komutanım bunların korkusu belli emekli generallar toplumda hatırı sayılır kişilerya aman ha uyandırmasınlar milleti!

eee nede olsa emeklisiniz size ne ülkeden size ne milletten anlayışı...
 
Mehmetçiğin Gücü, Milletin Gücüdür

Ali İhsan Gürcihan




PKK denen terör örgütünün kalleş saldırılarının arttığı veya bazı yetkililerin görevinin değiştiği dönemlerde ,her nedense Mehmetçiğin eğitim seviyesini ve özel tim konusunu gündeme getirip bir nevi sebep-sonuç ilişkisi mantığı ile aynı şeyleri yeniden tartışmak alışkanlık ve de marifet haline gelmiştir.

Mücadele esasları ve yöntemlerini geliştirme konusunda sürekli düşünülmesi ,tartışılması ve tedbirler geliştirilmesi elbette çok doğaldır ve olması gereken de budur.

Ancak her 3-4 yılda bir değişen yeni kadroların,olumsuz gelişmelerin müsebbibi olarak bir şekilde geçmiş dönemleri sorumlu tutarcasına yaptıkları açıklamalar ile kendi dönemlerinde daha doğru işler yapılacakmış anlamındaki dolaylı söylem ve yaklaşımları terörle mücadeleye güç kazandırmak yerine tam tersine mücadelede güç kaybına neden olmaktadır.

Aynı özelliğe sahip bazı kişilerin görevi bırakınca da;

"ben sorumlu iken şunu yaptık, şöyle attık ,böyle vurduk"

diye, değişen şartları dikkate almadan bugünü dolaylı bir şekilde eleştiren hamasi söylemleri de birçok durumda olumsuz etkiler yaratmakta,istikrar,süreklilik ve sadakat ilkelerinin hakim olması gereken Devlet olma anlayışını da yıpratmaktadır.

Kısacası; hizmette iken geçmişi ,kendisi hizmeti bırakınca ise bugünü eleştirel anlamda sorumlu tutan ve esas olarak kendini ön plana çıkarmak isteyen bir kısım kişisel yaklaşım tarzları ,maalesef olayın en başından beri karşılaştığımız sorunların büyük kısmının aynen devam etmesine neden olmuş,köklü çözümleri de önemli ölçüde engellemiştir.

Kalleş eylemlerin tırmandığı bu son dönemde de; Mehmetçiğin eğitim seviyesinin yeterlilik durumu ve özel timlerin kurulması hakkında bir defa daha gündeme getirilen sözüm ona yeni tespitler ,ortaya atılan çözüm önerileri ve bunların tartışma şekli; yukarıda belirtilen aynı hatalı anlayışın bir ürünü olarak terörle mücadelede gücümüzü yıpratan önemli konulardan biri olmaya devam etmektedir.

Özellikle ve öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, ‘Mehmetçik’ terörle mücadelenin her safhasında bu görevin asli ve de en vefalı unsurunu teşkil etmiştir.

Terörle mücadelede faaliyet alanının hem fiziki hem de psikolojik anlamda kontrol altına alınması önemli bir zorunluluktur.

Faaliyetin ana bölümünü ve en uzun kısmını kapsayan bu görev sırasında; bütün bölgeyi kontrol altına alıp,teröristi arayıp bulabilmek ve de onu dar alanda sıkıştırıp fiziki teması sağlayabilmek işin en zor ve cefalı safhasıdır. Bir başka deyişle çatışma anı ve ortamını kendi inisiyatifimiz altında gerçekleştirebilmek, işin liderlik gerektiren en önemli ama en zor kısmıdır.

Bunu gerçekleştirebilmek uzun süre ve sabırla dağda, tepede kalmayı,yağmurda çamurda yürümeyi, kar altında uyumayı yani cefa çekmeyi gerektirmektedir.

Bu zorluklar içerisinde görevini yerine getirirken eğer teröriste rastlayabilirsen ve de onları uygun şartlarda kıstırabilirsen silahlı çatışma denen olay;işte o an ve orada başlamakta, faaliyetin de en son,en önemli ve en kısa süren safhasını kapsamaktadır.

Özel tim veya benzeri seçkin timler, işte bu daraltılmış alanlarda ve çatışma anında Mehmetçiğe göre daha ustaca davranabilme becerisine sahip çok önemli bir güçtür.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de zayiatı azaltmak için bu tür imkan ve kabiliyetini her geçen gün arttırma ve geliştirme gayreti içerisinde olduğu geçmişten beri devam eden söylemlerden anlaşılmaktadır.

Özel timler veya benzeri timlerin nitelik ve sayılarının arttırılmasına ihtiyaç olmakla birlikte; binlerce kilometrekarelik geniş alanları sürekli ve etkin bir şekilde kontrol altına alabilmek için, Mehmetçiğin vazgeçilemez gücüne olan ihtiyacımız da geçmişte olduğu gibi bugünde fazlası ile devam etmektedir.

Onun yaratacağı fiziki ve manevi boşluğun hiçbir güç tarafından doldurulamayacağı asla unutulmamalıdır.

Bu bir vatan savunması ise onun da vazgeçilmez asli unsuru geçmişte olduğu gibi bugünde Mehmetçiktir. Çünkü O;

Milli duruşumuzun ve kararlılığımızın nöbet sırası gelmiş onurlu birer temsilcisidir.
Kutsal analarımızın canları ve ruhları ile besleyip,kına yakıp süsleyip gönderdikleri heyecan dolu ve zinde bir güçtür.
Ne sırtındaki yükten, ne karda yatmaktan, ne postal vurmasından,yeri geldiğinde ne de kuru ekmek yemekten dahi yakınmayan vefalı bir kahramandır.
Askerlik süresince anasını, evini, işini, sevdiklerini bir kenara koyup, hesapsız bir şekilde vatan borcunu ödemeye şartlandırılmış asil ruhlu bir cefakardır.
Özel timlerin ve profesyonel askerlerin seçkin nitelik ve üstünlükleri iftihar edilecek bir gerçek olmakla birlikte,Mehmetçiğin bitmez, tükenmez azim ve dayanıklılığının da bu Milletin bağrından çıkan çok önemli bir güç ve nitelik olduğu, hiçbir becerinin bu niteliğin yerini tutamayacağı da gözden kaçırılmaması gereken diğer önemli bir gerçektir.

Bu gerçeği vurgulamayan ve ön plana çıkarmayan söylemlerin ve tartışmaların, geçmişte Mehmetçik sayesinde elde edilen başarıları ve verilen mücadeleyi yıpratmaktan ve kafa karıştırmaktan öte bir işe yaramadığı da çok iyi bilinmelidir.

Kısacası ne söyleyecek ve ne yapacak olursak olalım işin özü ve esası;

profesyonelliğin zihni,tecrübi ve teknik üstünlükleri ile Mehmetçiğin bu ülke için vazgeçilemez niteliklerini birbirlerini tamamlayacak şekilde kullanabilmek ve bu durumdan Türk Milleti adına başarı elde etme becerisini gösterebilmektir.
 
Bİr Komandonun Kalemİnden....

.ili kırsalında teröristlerin dur ihtarına ateşle karşılık vermesi sonucu çıkan çatışmada.güvenli görevlisi şehit oldu.
Ya da ......ilinde devriye görevini yerine getiren ..aracına açılan ateş sonucu..güvenlik görevlisi şehit oldu.
Ya da ......ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu.asker yaralandı..
Bu nasıl başlar biliyor musunuz?
Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının buharlaşıp uçtuğunu düşünürsünüz. Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından geriye kalan tuzlar yüzünüzün ve hatta elbisenizin her yanını kaplamıştır. Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay kurumadığı için elinizdeki tüfeğinizin metal kısmı avucunuzun içinde vıcık, vıcık oynar. Ter ile ıslanan çeliğin kokusu avucunuzun içine ve elinizi sürdüğünüz her yere siner. Önünüzde yürüyen adamın, ayağının kuru toprakla her temas edişinde çıkan toz, ağzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes almanıza sebep olur.
Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden omuzlarınızı hissetmezsiniz.Kült ağrıları ancak çantayı sırtınızdan çıkardığınızda fark edersiniz. Bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir ayağınızın kaplayabildiği her yeryüzü parçasından çıkan sesi duyarsınız. Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin sesini, dallardaki kuşları, yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye uçuşları yapan arıların kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir yerinizdeki küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin vızıltılarını, ayağınızı bastığınız yerden havalanan yeşil çekirgenin küçücük cüssesine rağmen çıkardığı tok kanat sesini en ince ayrıntısına kadar duyarsınız.
Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki arkadaşınızın ve arkanızdaki arkadaşınızın teçhizatlarının çıkardığı düzensiz seslerin her birini ayrı ayrı duyarsınız. Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes alışlarını duyarsınız, öksürmesini ve hapşırmasını da duyarsınız. Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her biri ayrı ayrı katılır bu senfoniye. Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur, postalın içindeki tüm ayağınızı kaplamıştır, çoraplar önce su toplayıp sonra patlayan yerlere adeta bir deri gibi yapışmıştır. En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı yıkayıp, çoraplarınızı değiştirmektir.
Ama bu çok büyük bir lükstür o anda. Çünkü...Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın arkasında sizi beklediğini bilmediğiniz ihaneti arayıp bulmanız ve yok etmeniz gerekmektedir. Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet diye, öğretmenler bayrak direğine asılmasın diye, kundaktaki bebekler kurşunlanmasın diye, binlerce yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği ve ihaneti yok etmeniz gerekmektedir. Çünkü bunun için bayrağın, silahın, namusun ve şerefin üzerine yemin etmişsinizdir. Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz, bayrağınız ve onurunuzdur. İşte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap değiştirmek. İşte bu yüzden senfoniye dönüşmüştür bütün o düzensiz sesler güruhu. Sonra!..Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı kestiği gibi, makasın kâğıdı, pensenin bir hoparlör kablosunu kestiği gibi...
Bir anda... Kuşların sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları, çekirgenin kanat sesleri hepsi bir anda biter.Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı değil, gökyüzünü görürsünüz, yere düşmüş olduğunuzu anlamanız birkaç saniye sürer. Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et kokusudur, yüzünüzün toprak parçalarıyla kaplandığını fark edersiniz, temizlemek için çalışmazsınız. Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür ama kulağınızdaki çınlama ve uğultudan seslerini duyamazsınız. Sesleri yavaş yavaş duymaya başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama başaramazsınız. Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın sesleri arasında 'mayın' kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda ayağınızdaki yoğun ağrıyı fark edersiniz. Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını hissedersiniz.Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise parçalanmış pantolonunuzun ve kopmuş ayağınızın farkına varırsınız. İşte her şey o anda başlar. Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız.
Sonra, nefesiniz biter. Sonra, yeniden nefes alırsınız ve yeniden bağırmaya başlarsınız. Sonra yine nefesiniz biter ve yeniden, yeniden ve yine... Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, 'fazla bir şey yok, sadece küçük bir yara' gibi telkinlerde bulunur. Ama siz arkadaşınız konuşurken de, helikopterle hastaneye götürülürken de artık bir ayağınızın olmadığını biliyorsunuzdur. Hep bir soru çınlar kafanızın içinde 'neden ben, neden ben, neden ben ?' Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde geçen yıllar sonunda, dizkapağınızın on iki santim altından takılı olan ve her akşam yatarken veya banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak artık bir uzvunuz olmuştur. Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız sayesinde vatan var olacaktır. Sizin bir bacağınızın ne önemi vardır ki!Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi havuza, denize giremeyecek olmanızın da hiç önemi yoktur. Vatan sağ olsun yeter. Sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle Fransız televizyonları nda, uğruna yarım kaldığınız vatan hudutlarını hiçe sayan programlara finans sağladığını okursunuz. Aynı dillerin bundan pişmanlık duymadıklarını söylediklerini de okursunuz. Pamuk'ları, Dink'leri, okursunuz, Bizans çocuğuyum diyenleri duyar, Ali Kemallere tanık olursunuz, 'koçlar gibi satanları'görürsü nüz. .
Türk Bayraklarının yakıldığını, görürsünüz. Başlarına çuvallar geçirilip aşağılanarak elleri arkalarından bağlanan Türk askerlerini görürsünüz. Bu aşağılanmaya cevap verecek tankların motor seslerini, helikopterlerin kanat seslerini, piyadelerin intikam yeminlerini duymayı beklersiniz ama duyamazsınız. Onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne örtülen çaputlara 'bayrak' diyenleri görürsünüz, 'uçaklarını çek', 'valiyi çek' diyen başkanları ve karşılarında kekeleyen riyaseti görürsünüz. Yok, yok bu da yetmez.
Askere, polise, öğretmene ateş eden, yol kesip soygun yapan, köy yakan, okul yıkan, mayın döşeyen teröristlerin sadece 'ben bir şey yapmadım' demelerinin esas kabul edilip, 'suçsuz' sıfatıyla serbest bırakıldığını görürsünüz. Susanları, konuşması gerektiği halde susanları görürsünüz, konuşanlar her konuştuğunda, kekeleyenler her kekelediğinde ve susanlar her sustuğunda siz yeniden vurulursunuz, yeniden ölürsünüz her defasında. Gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize akar, inandıklarınıza, uğrunda savaşarak kendi kanınızı akıtmak pahasına tertemiz tuttuğunuz değerlerinize akar.
Sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde aradığınız ihanet gelir aklınıza, o mayınları yerleştiren eller gelir. Sorgulamaya başlarsınız: 'Biz bu ihaneti doğru yerde mi aradık, kuyruğunda dolaştığımız yılanın başı, hep gözümüzün önünde miydi yoksa?'diye sorarsınız kendinize. Onlara verilen maaş'ın sizin vergilerinizden ödendiğini, içinize sindiremezsiniz, uykularınız kaçar, neden bu vatanı sizin kadar sevmediklerini düşünürsünüz. Bu vatan onların da vatanı değil mi? Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin üstüne yemin etmedi mi?diye sorarsınız kendi kendinize.
Sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, on beş yaşında bir askeri okul öğrencisi iken her adımda söylediğiniz, beyninize ve yüreğinize nakşettiğiniz sözler gelir aklınıza': VATAN, SANA CANIM FEDA' Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası, böyle başlayacak işte ve hayatınız böyle devam edecektir. Son nefesinize kadar savaşacaksınız ihanetle, her şeye ve herkese rağmen, bu yolda ölene ya da bu ihaneti bitirene kadar. Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen insanların neler yaşadığını, neler hissettiğini, size rağmen ve sizin için neler yaptıklarını, neler yapabileceklerini bilin istiyorum.
Okuduğunuz ya da televizyonda duyduğunuzdan daha fazladır yaşananlar. Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki, minicik karelerde okuduğunuz; '...ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu, bir güvenlik görevlisi yaralandı!' haberi aslında o kadar da kısa değildir. Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına geçerken unuttuğunuz, falanca mankenin otel odası maceralarına, ya da uyuşturucu komasından ölen oğluna 'şehit' deyip Türk bayrağı örten kadının haberine ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız bu küçük haber, birileri için bir ömür boyu sürecek ve asla unutulmayacaktı r.
Ve siz unuttuktan sonra da başka birileri, 'ne için?' dendiğinde 'vatan için' diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen yapmaya devam edeceklerdir. Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen, sizin rahatlığınıza, sizin vicdanlarınıza rağmen bu kahramanca fedakârlıklar ve bu ilk beş dakikalar yaşanmaya devam edecektir.
Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik örtüsünün payandası kopan bacaklar, bedeli ise size rağmen bu vatan için akan kanlar, feda edilen canlar, sıcak yuvalarını, babalarının yüzlerini unutan küçücük çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır.
Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizin umurunuzda mı bilmiyorum, ama birileri bunları yaşadı, birileri hala yaşıyor ve emin olun yaşlı dünya döndükçe, Türk vatanı ve Türk Bayrağı için birileri daha tüm bunları yaşayacak.
Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam biçimi bu. Masalarda oturup 'aydınca' sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi?Bir an için bile olsa kendinizi onların yerine koyasınız diye 'siz' diyerek yazdım, sizin onlardan biri olamayacağınızı biliyorum. 'Siz' kim misiniz?Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz!

Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz. 'Siz' de bilin ki biz asla unutmayacağız.

'VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN'
 
Geri
Üst