TSK’ye Saldırmanın Cazibesi...

TraFoo

Banned
Katılım
3 Ağu 2009
Mesajlar
2,032
Reaction score
0
Puanları
0
pic.php

TSK’ye
Saldırmanın Cazibesi...


TSK’ye yönelik bu saldırılar acaba sadece iç politika odaklı mıdır? Yoksa, Kuzey Irak, Afganistan ve Pakistan’da TSK’ye ihtiyaç duyan dış güçlerin bir planlamasıyla karşı karşıya mıyız? TSK’yi içeride zor durumda bırakarak kendi istemlerine doğru yöneltmek mi istiyorlar?

Cumhuriyetin 86. yıldönümü nedeniyle geçen hafta bu sayfada yayımlanan yazımda, Cumhuriyetin temel felsefesine saldıranlar için şunları yazmıştım:

“Türkiye’de din devleti kurmak isteyenler, Türkiye’de ayrımcılık yapıp ülkeyi bölmek isteyenler, İkinci Cumhuriyetçiler, dönekler vardır ve bunlar Atatürk’e saldırmanın dayanılmaz cazibesi içindedirler. Atatürkçü, laik Cumhuriyeti kemirmek, Atatürk’ün ulus devlet düşüncesine saldırmak, Türkiye’yi ümmetçiliğin karanlığına çekmek istemektedirler.

Bu saldırılar, sadece Cumhuriyetin temel felsefesine, sadece Atatürk’e dönük değildir. Atatürk’ün Cumhuriyet ilkelerini, Atatürk’ün aydınlanma devrimlerini korumak ve kollamak konusunda en duyarlı bir kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni de (TSK) yıpratmak ve her vesile ile ona saldırmak bir âdet haline geldi...

Oysa etrafımıza bir baktığımızda Ortadoğu’nun çok netameli (tekin olmayan) bir coğrafya olduğu kolaylıkla görülür.

Tarihsel gerçek

Tarihsel bir gerçek vardır. Bu coğrafyada gücünü sürdürebilen, ayakta kalabilen uluslar daima güçlü bir orduya sahip olmuşlardır. Orduları zayıflayınca da yıkılıp gitmişlerdir. İşte Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu, işte Selçuklu Devleti, işte Osmanlı İmparatorluğu. Bu coğrafyada güçlü Türkiye Cumhuriyeti’nin devamlılığı, ekonomi, toplumsal düzen ve daha birçok unsurun yanında güçlü Türk ordusunun ayakta kalışı ile olanaklıdır.

Gerçekten komşularımıza baktığımızda, Ortadoğu’nun bu “netameli” durumu açıkça görülüyor; işte kısa bir tablo:

• İsrail ile Arap dünyası arasındaki çatışma ve çelişkiler sürüyor.

• Suriye-İsrail, Irak-İsrail, İran-İsrail arasında sorunlar vardır.

• Demokrasi getirileceği vaadiyle ABD’nin işgaline uğrayan Irak başlı başına bir kaos ortamındadır. Saldırılar, patlamalar nedeniyle ölüm haberlerinin arkası alınamıyor. 2010’da ABD işgal kuvvetleri Irak’tan çekilince Irak’ın ne olacağı hakkında kesin bir yorum yapmak olanaklı değil; hatta Irak’ın üniter yapısını koruyup koruyamayacağı belli değildir...

• ABD ve İsrail’in ciddi koruma ve kollamasıyla özerklik kazanan Kuzey Irak’taki yönetimin de bir yandan kendi iç çelişkileri, öte yandan da Doğu’dan İran, Batı’dan Sünni Araplar ve Güney’den Şii Araplar tarafından tehdit altında olduğu bilinmektedir. Aslında “Kürt açılımı” adı verilen açılımın Kuzey Irak’taki durumun sürmesi amacıyla hızlandırıldığı, dünyadaki yansız yorumcular tarafından kabul edilmektedir.

• Bu coğrafyada İran başlı başına sorunlara açıktır... Nükleer güç oluşturduğu, bunu uluslararası denetime açmak istemediği biliniyor. Ayrıca İran’ın iç toplumsal dinamikleri her an patlamaya hazır görünüyor.

• Türkiye’nin kuzeydoğusunda yer alan Kafkaslar coğrafyası da sorunludur. Azerbaycan-Ermenistan arasında ciddi sorunlar var... Bu sorunların bir ucunda kaçınılmaz olarak Türkiye vardır. Çünkü Ermenistan’ın Türkiye’den “soykırımı” tanıması ve Doğu Anadolu’dan toprak istekleri var... Son aylarda aceleci ve iyi planlanmayan açılım hareketleri Kafkaslar’da “Bir millet iki devlet” ilkesiyle birlikte olduğumuz Azerbaycan’la sürtüşmeler yaratmıştır. Ermenistan ile hazırlanan protokollerin ulusal meclislerden geçmesinin çok güç olduğunu tarafsız gözlemciler de belirtiyorlar.

• Kafkaslar bölgesinin önemli bir koridoru olan Gürcistan’da geçen yıl ABD - Rusya arasında güç gösterisi ve çıkar çatışmasının silahlı bir platforma dönüştüğü unutulmamalıdır.

Türkiye’nin ekonomisi

Pakistan ve Afganistan’ın bizim coğrafyamızın özellikle dini etkenler nedeniyle doğal uzantısı olduğunu söylemek hiç de yanıltıcı değildir. Türkiye her iki ülkede de etkindir ve saygı duyulmaktadır. Ancak o bölgede çok şiddetli bir terör hareketi sürüp gitmektedir. Türkiye’nin o bölgede silahlı kuvvetler açısından daha etkin rol alması istenmektedir.

Türkiye, yandaş yazarların iddia ettiği gibi ekonomisi güçlü bir ülke değildir. Tersine, büyük bir dış borcu, büyük bir cari açığı vardır ve işsizlikte dünyanın ilk beş ülkesi içerisine girmektedir. Dünya ekonomik krizinin teğet geçeceği söylenen ülkemizde, kriz delip geçmiş bulunmaktadır. Son dört çeyrektir büyüme hızı durmuş ve eksiye geçmiştir. Bu çizdiğimiz dış-iç ve ekonomik tablo bize neyi dikte ettiriyor?

Ortadoğu’nun istikrarı için Türkiye’nin toplumsal ve siyasal istikrarına ve güçlü bir Türkiye’ye gereksinim vardır. Bu coğrafyada güçlü Türkiye’nin en önemli unsuru da güçlü bir ordusunun bulunmasıdır, koşullar da bunu dayatıyor.

Ancak özellikle son beş yıldır, TSK’ye her noktadan saldırılar giderek yükselen bir grafik halinde sürmektedir.

TSK, iki yıl kadar önce Kuzey Irak’ta teröre karşı bir gece operasyonu yaptı. Bu operasyon bütün dünyada genelkurmaylar ve askeri otoriteler tarafından izlendi. Böylesi etkin bir gece operasyonunu, ancak birkaç ordunun başarabileceği bütün dünyada yazıldı. Bu etkin gece operasyonu dünyadaki bütün siyasal ve askeri yorumcuların dikkatinden kaçmadı. Ancak bunlara karşın TSK giderek şiddetlenen psikolojik bir asimetrik savaşın hedefi haline geldi. Bugün Türkiye’de tek amacı her vesile ile TSK’ye saldırmak olan özel bir gazete var...

Yandaş basın adı verilen ve kimisi dinsel ağırlıklı, kimisi çıkar ilişkileriyle hükümete bağlı basın ve TV’ler de bu saldırı orkestrasına katılıyorlar. Belge konusu ısıtılarak yeniden gündeme getiriliyor ve belli kesim koro halinde bağırıyor:

• TSK suçludur.

• Genelkurmay Başkanı istifa etmelidir.

• Hemen ardından; bu da yetmez, TSK tamamen ortadan kaldırılmalı ve bugünkü siyasal zihniyete uygun, Osmanlı’daki gibi bir “Nizamıcedid” kurulmalıdır, diyecek kadar akıllarını yitirdiler... Kuşkusuz yeni kurulacak ordunun komutanları da İmam-Hatip Lisesi’nden diploma aldıktan sonra Harbiye’yi bitirenlerden olmalı...

Daha neler duyacağız?.. Daha neler göreceğiz?..

TSK’ye yönelik bu saldırılar acaba sadece iç politika odaklı mıdır? Yoksa, Kuzey Irak, Afganistan ve Pakistan’da TSK’ye ihtiyaç duyan dış güçlerin bir planlamasıyla karşı karşıya mıyız?

TSK’yi içeride zor durumda bırakarak kendi istemlerine doğru yöneltmek mi istiyorlar? Saldırılar ne kadar planlı ve yoğun olursa olsun, TSK’nin bu hareketlerden moral bozukluğuna uğramadan çıkacağı ve bilinçli olarak görevini sürdüreceği kuşkusuzdur.

İzmir suikastı girişimi sonrasında Mustafa Kemal ne diyordu:

“...Temeli, büyük Türk ulusu ve onun kahraman çocuklarından oluşan büyük ordumuzun vicdanında, aklında ve bilincinde kurulmuş olan Cumhuriyetimizin ve ulusun ruhundan esinlenmiş ilkelerimizin, bir bedenin yok edilmesiyle ortadan kaldırılabileceğine inananlar, çok akılsız ve kötü niyetlidirler.” (26 Haziran 1926)


Dr. Alev COŞKUN TSK’ye @ Kuvayi Milliye Haber Detay
 
türkiyede oynanan oyunlar her zaman büyük olacaktır, ve her zaman sadece iç değil," ırak-iran-israil-afganistan-ingiltere-rusya-almanya ve amerka" birini mutlaka içermektedir. şahsi fikrim.
 
MaΨèŔcİķ;4767046' Alıntı:
türkiyede oynanan oyunlar her zaman büyük olacaktır, ve her zaman sadece iç değil," ırak-iran-israil-afganistan-ingiltere-rusya-almanya ve amerka" birini mutlaka içermektedir. şahsi fikrim.

Türk Devletlerinin hep içten yıkıldığını bilmekte fayda var.

İçimizdeki hainlere tepkisiz kalmamızın sebebi bağışıklığımızın zayıf kalması nedeni iledir.Virüsler vücudumuzu zayıf güçsüz hale getirdi, bunun ilacı bellidir ATATÜRKÇÜLÜK .

Atatürkçülük hainlik virüsüne yobazlık virüsüne emperyalizim virüsüne karşı çok etkilidir.

Virüslerin Atatürkten ve Atatürkçülükten nefret etmelerinin nedeni budur.
 
Mustafa Kemal Atatürk’ün, 31 Temmuz 1920 tarihinde, Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yaptığı konuşmanın tam metni:


‘Millet, bağımsızlığını ordudan bekler’


Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil Eden subaylardan bekler. Işte subayların yüce olan vazifesi budur.

Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır.

Efendiler !

Eski silah arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdani zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz; müsait yer de yok. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle İle mülahaza etmekle yetineceğim.
Arkadaşlar!
İngilizler ve yardımcıları, milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir.

Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete, hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerin tabiatında en yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvede, mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.


Dünyada hayat için, insanca yaşamak için, bağımsızlık lâzımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için, kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder. Kuvvet ordudur.

Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir Eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdanı imanıdır.

İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzeti nefsini yok etmeye gayret ettiler.

Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de, izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla, milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu.

Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır.
Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta, engeller ve müşkülat kalmaz.

Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.


Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim ile karar vermiştir. Zaman zaman, şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması, hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vurmayacaktır. Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak ki, milletin vicdanı-imanıdır, mevcuttur.

Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; “ordunun ruhu subaylardadır.”

O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve, ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.


Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil Eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.

Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır.


Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle, giriştiğimiz Bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler.


Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.


Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür.


Onları aşağılar ve hor görürler.


Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz.


Onun yaşamak için bir çaresi vardır. Şerefini korumak!
Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına atmaktır.
Dolayısıyla subay için “ya istiklâl, ya ölüm” vardır.


Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!’


Mustafa Kemal
 
“Türkiye’de din devleti kurmak isteyenler, Türkiye’de ayrımcılık yapıp ülkeyi bölmek isteyenler, İkinci Cumhuriyetçiler, dönekler vardır ve bunlar Atatürk’e saldırmanın dayanılmaz cazibesi içindedirler. Atatürkçü, laik Cumhuriyeti kemirmek, Atatürk’ün ulus devlet düşüncesine saldırmak, Türkiye’yi ümmetçiliğin karanlığına çekmek istemektedirler.

Bu saldırılar, sadece Cumhuriyetin temel felsefesine, sadece Atatürk’e dönük değildir. Atatürk’ün Cumhuriyet ilkelerini, Atatürk’ün aydınlanma devrimlerini korumak ve kollamak konusunda en duyarlı bir kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni de (TSK) yıpratmak ve her vesile ile ona saldırmak bir âdet haline geldi...


TEŞEKKÜRLER TraFoo.

:thumbup::clap:thumbup::clap
 
bu yazılarla insanı güldürme tırafo..
kimsenin askeriyeye dil uzatmaya hakkı yok...
ama askeriyenin içinde ,,askerinde istemediği birileri var..
bunu sen benden daha ii biliyorsun..
ayrıyetten asker siyasete karışıp kendi ,,kendisine yıpranmayı ve gene kendisi oluşturmaktadır..
o yüzden yanlı yazılan yazıları sevmem..dobra olmasını tercih ederim...
 
Geri
Üst