Trabzonspor'un Unutulmazları

lazzuri53

"LazigoL"
ALİ KEMAL DENİZCİ


Ali Kemal Denizci, 1952 Trabzon doğumlu. Trabzonspor, Fenerbahçe ve Beşiktaş'ta oynamış olan Türk futbolcudur.



Ali Kemal Denizci, Trabzonspor'un 70'li yıllardaki efsane kadrosunun baş aktörlerinden biridir. 17 yaşındayken futbolcu lisansını kaçak çıkarmıştır. İlk takımı Çarşıbaşı'dır. Bir sene sonra Trabzon Yolspor'a transfer olur. Ardından Rizespor'a geçer. Rizespor, o sıralar üçüncü ligdedir. Rize'de 2 sene kalır. Bu sırada gösterdiği performansla Kayserispor'dan teklif alır. Kayseri'de imza attıktan sonra ikinci ligdeki Trabzonspor'un ona teklif getirmesi üzerine sözleşmeyi iptal eder ve Trabzonspor'da oynamaya başlar.



Kadro kurulduktan sonra ilk yıl şampiyonluk averajla Kayserispor'a kaptırılır. İkinci yıl ise şampiyon olurlar. Birinci Lig'deki ilk sezonunda Trabzonspor ligi 9. bitirir ve kupada final oynar. İkinci sezonda ise Trabzonspor herkesi şaşırtarak Türkiye Liginin 4. Şampiyonu olur. Bu şampiyonluk Ali Kemal Denizci, Cemil Usta, Şenol Güneş, Necmi Perekli, Ali Yavuz, Bekir Barçın, Necati Özçağlayan gibi yıldızları yaratmış; sonraki 4 yılda Ali Kemal Denizci ve arkadaşları 3 şampiyonluk daha elde etmişlerdir.



Trabzonspor'un girdiği mali bunalım onu çok kulüpten ayırır ve 1978'de Fenerbahçe'ye transfer olur. Fenerbahçe'de mutlu ve başarılı olamadı ve teknik direktörü Friedel Rausch'u bizzat kendi ikna ederek 1981'de Beşiktaş'a transfer oldu. Beşiktaş'da uzun süren şampiyonluklardan uzak geçen seneler onun da katılımıyla sona erdi ve Beşiktaş'ta da şampiyonluğa ulaşır. 1984 yılında futbolu bıraktı.



Trabzonspor'un ilk milli futbolcusudur.



Nam-ı diğer "Fırtına Ali Kemal". Ondan bahsetmek, onu tanıyamayanlara onu anlatmak o kadar zor ki... O, Trabzonspor efsanesinin altın yıllarında şanlı formayı sırtına geçiren inanılmaz kanat oyuncusu; o, kolektif futbol anlayışıyla zirveye tırmanan Trabzonspor'a "yıldız futbolcu" kavramını getiren belki de ilk oyuncuydu.


Avni Aker'in müdavimlerinin gözleri yorulurdu onu takip ederken, ama o futbol yaşamı boyunca hiçbir zaman yorulmadı. Kendisine "fırtına" lakabını getiren müthiş deparları ve isabetli ortalarıyla takımımızın "erişilmez bir efsane" olmasında başrol oynayan isimlerden biriydi.


Dört dörtlük bir Trabzonsporlu'ydu Ali Kemal... Bir Fenerbahçe'ye satılacağını öğrendiği zaman gözyaşlarını saklamadan üzüntüsünden hüngür hüngür ağlayacak, ilk fırsatta Trabzonspor'una dönmek için çılgınlıklar yapacak kadar aşıktı formasına. Uzun saçları, şiir gibi futbolu, "adam gibi adam" karakteri, Trabzon'daki Liverpool zaferinde sahada oynadığı horonuyla Ali Kemal Denizci, Trabzonspor'umuzun asla unutulmayacak efsaneleri listesine adını altın harflerle yazdırdı.



Bir dönem Trabzonspor'da yardımcı hocalık da yapan Ali Kemal Denizci, bugün Futbol Federasyonu'nun Karadeniz Bölgesi sorumluluğunu yapmaktadır.




NECMİ PEREKLİ



Necmi Perekli, 1972-73 sezonunda Giresunspor, 1973-74 sezonunda Beşiktaş ve 1974-75 sezonunda Altay formalarını giymiştir. Futbol yaşamını noktaladıktan sonra Trabzonspor'umuzda menajerlik görevini de üstlenmiş, ulusal medyada spor yazarlığı yapmıştır. Bordo-Mavi efsanenin ilk yerli gol kralı olmanın haklı onuruna sahip olan Necmi Perekli'yi Bordo-Mavili taraftarlar, futbolculuk yaşantısındaki kıvrak çalımları, ceza alanı içerisindeki bitiriciliği, sert şutları ve şık golleriyle hatırlayacak.


1976-77 sezonunda attığı 18 golle gol kralı olan Necmi Perekli, kollektif futbol anlayışıyla zirveye yerleşen Trabzonspor'umuzun 1. lig tarihindeki gol kralından biridir. Hiç kuşkusuz ki Perekli, Trabzonspor efsanesini yaratan pırıl pırıl isimlerden biri olarak asla hafızalardan silinmeyecek.



ÖZKAN SÜMER



1937 yılında Trabzon'da doğan Özkan Sümer, futbola ilk adımını Trabzonspor'da attı. Bir süre Karabükspor ve Sebat Gençlik kulüplerinde de top koşturan Sümer, daha sonra tekrar Trabzonspor'a döndü ve futbolu burada bıraktı. Futbolu bıraktıktan sonra bir süre Futbol Federasyonu eğitim görevlisi olarak çalışan ve Trabzonspor Genç ve Amatör takımlarında antrenörlük yapan Sümer, Trabzonspor'un en parlak dönemlerinde teknik direktör olarak görev yaptı ve 2 şampiyonluk yaşadı. Teknik Direktörlük kariyerinde A Milli Futbol Takımı ve Galatasaray'ı da çalıştıran Sümer, çalıştırdığı kulüplere ve Milli Takıma çağdaş yenilikler getirdi.

Sümer daha sonra Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği'nde başkanlık görevini üstlendi. 2001 yılında Mehmet Ali Yılmaz'dan sonra Trabzonspor kulüp başkanlığına seçilen Sümer, bu görevini 2003 yılına kadar devam ettirdi. Sümer, 2003-2004 sezonunun ilk haftasında, Trabzonspor-Fenerbahçe maçında çıkan olaylar sonrasında, PFDK tarafından Fenerbahçe Spor Kulübü'ne verilen saha kapatma cezasının Tahkim Kurulu tarafından kaldırılması sonucu 5 Eylül 2003'de istifasını sundu. Özkan Sümer, futbolculuk, antrenörlük, genel menajerlik, teknik direktörlük ve son olarak da başkanlık yaptığı Trabzonspor'umuzun her kademesinde görev almasıyla da tarihimizde çok farklı bir yere sahiptir.



ŞENOL GÜNEŞ



Futbolculuk Kariyeri



Trabzonspor'umuzun en parlak yıldızlarından biri olan Şenol Güneş, 1952 yılında Trabzon'da dünyaya geldi, evli ve iki çocuk babasıdır. Fatih Eğitim Enstitüsü mezunu olan Güneş, futbola Erdoğdu Gençlik'te başladı. Daha sonra Trabzonspor amatör takımına katılan genç kaleci, buradan Sebat Gençlik'e transfer olarak profesyonel futbola ilk adımını attı. Trabzonspor'umuzun 1972 yılında kadrosuna kattığı Şenol Güneş, tam 15 yıl efsanemizin kalesini korudu. 35 yaşında, 1987 yılında, Beşiktaş-Trabzonspor maçıyla jübilesini yaparken, şampiyonluğu ilk kez Anadolu'ya taşıyan takımın kalecisi -ve kaptanı- olarak, künyesinde 6 lig şampiyonluğu, 5 Türkiye Kupası, 4 Başbakanlık, 7 Cumhurbaşkanlığı Kupası yer almaktadır. Şenol Güneş futbol oynadığı dönemde, Trabzonspor'daki bu başarılarının yanısıra 1975-1987 yılı arasında milli takımın formasını; 3 ümit, 31 (beşini kaptan olarak) A Milli olmak üzere toplamda 34 kez giydi.



Kulüp Takımlarındaki Kariyeri

Sonradan Trabzonspor'da antrenör oldu, Georges Leekens gibi teknik direktörlerin yardımcı antrenörü olmayı başardı. 1987-1988 Trabzonspor, 1988-1991 Boluspor, 1991-1992 İstanbulspor, 1992-1996 tekrar Trabzonspor, 1996-1997 Antalyaspor, 1997-1998 sezonunda da Sakaryaspor takımlarını çalıştırdı. Trabzonspor 2005'in Ocak ayında Şenol Güneşi üç buçuk yıllık bir anlaşmayla teknik direktörlüğe geri getirdi. Daha sonra bu görevden istifa etti.

Antrenörlük kariyerinde 1 Türkiye Kupası, 1 Başbakanlık Kupası, 1 Cumhurbaşkanlığı Kupası gördü. Türk Millî Takımına tarihinin en yüksek başarılarını yaşatan Teknik Direktördür.



Milli Takımdaki Kariyeri





16 Ağustos 2000 tarihinde Türk Milli Takımının başına getirildi ve millî takımın 48 yıl aradan sonra dünya kupasına katılmasında büyük pay sahibi oldu.



Millî Futbol Takımımız, Şenol Güneş'in teknik direktörlük yaptığı dönemde, 2002 FIFA Dünya Kupası'nda tarihe altın harflerle geçen bir üçüncülük kazandı. UEFA'nın resmî internet sitesinde düzenlenen ankette 2002'nin en iyi teknik adamı seçildi. 2003'ün Haziran ayında Fransa'da yapılan 2003 Konfederasyon Kupası'nda da oynattığı güzel futbolla yine Millî Futbol Takımını üçüncülüğe taşıdı. Ayrıca Millî Takım'ın başında en fazla galibiyet elde eden teknik adam oldu. Millî Takım bazında elde ettiği bu başarılar bu döneme kadar ulaşılan en yüksek başarılardır. Oynattığı futbolla ve aldığı derecelerle Türk Milli takımı bir anda tüm dünyanın sempatisini kazandı. Futbol alanında Dünyanın büyük çoğunluğu Türk futbolcularımızı tanıdı ve yurt dışına futbolcu transferlerimiz arttı.



Daha sonra millî takımın Letonyaya elenmesinin ardından, millî takımda ulaşılmaz başarılar yaşatan Şenol Güneş'e ikinci bir şans verilmeden Haluk Ulusoy tarafından görevine son verildi. Bunun gerçekleşmesinde en büyük paya sahip olanlar ise gerekli gereksiz onu defalarca ve acımasızca eleştiren spor yazarlarımıza aittir.



www.biyografi .net'ten bir alıntı:



"Karizma'yı bir tür "Beyaztürk cakası" sananların beklentilerinin aksine, bu geçmişin Şenol'a yüklediği bir "karizma" var. Şenol'un futbolculuk hayatında katkıda bulunduğu "Üç Büyükler"in hâkimiyetine son verilmesi hamlesi, kuşkusuz bir "kalkınma dinamiği" içeriyordu. Bu kalkınma dinamiğinin Türk futbolunu bugünlere taşıyan süreçte rolü olduğu da kesindir. ...Üç Büyükler'in o yıllardaki kısır egemenliğinin yıkılması... Türk futbolundaki yerli damarı vurgulayan bir kariyerin kahramanı olarak Şenol Güneş'in, Türk futbolundaki bugünlerin yükselişini taçlandıracak bir Dünya Kupası başarısına imza atması, sanki bir kader döngüsünün tamamlanması olacaktır. Bir ulusun futboldaki yükselişine endeksli bir futbolculuk ve teknik adamlık öyküsü... "Karizma" yaklaşık böyle bir şeydir..."



HASAN VEZİR



Aksiyon dergisiyle bir röportajı:



"Arafta Kalan Bir Yıldız"



O, Trabzonspor'un son şampiyonluğunda kadrodaydı. F.Bahçe'nin 103 gol attığı sezon ise Fener'de. G.Saray'ın kaçırarak renklerine bağladığı isimdi Hasan Vezir. Ama o, bu üç takımdan hiçbiriyle özdeşleşemedi.

Türk futbolunda ârafta kalan oyunculardan biridir Hasan Vezir. Trabzonspor, F.Bahçe ve G.Saray'da top oynayıp bu camialara mal olamamak gibi bir kadere sahiptir o. Aynı zamanda memleketi Rizespor'ludur. Trabzonspor'un son şampiyonluğuna şahit olan, F.Bahçe'nin 103 gol atarak rekor kırdığı sezon Sarı-Lacivertli formayla 19 gol kaydeden, G.Saray'ın kaçırarak renklerine bağladığı ve bu trajik transfer sebebiyle futbol hayatı zehir olan Hasan Vezir...

1962 doğumlu Hasan Vezir'in futbol topuyla ilk tanıştığı yer Rize'nin arka sokaklarıdır. Aslında genlerinde vardır futbolcu olmak. Babası da, abisi de amatör olarak top oynadıkları için kendisine ve iki küçük kardeşine örnek olmuşlardır. Babası, 1953'te kurulan Rizespor'un ilk kadrosunda da yer almıştır. Hasan'ın küçük kardeşleri Murat ve Muharrem de futbola profesyonel düzeyde hizmet edeceklerdir. Babası Mustafa Bey'in üzerindeki emeği oldukça fazladır. Çaykur genç takımında futbola başlayan oğlunu sabah namazından sonra bal, süt ve yumurta ile besler, arkadaşlarının baba korkusundan idmana gelemediği o günlerde.



Cılız Çocuğun Yükselişi

Profesyonellikte ilk imzayı attığı Rize'de daha ilk sezonunda mide kanaması geçirir. Hasan'ın yanı başında yine babası vardır: "Doktor 'artık futbol oynaman mümkün değil' dedi. Babamın bir ağlaması vardı o gün, gözümün önünden gitmez. Ben yıkılmıştım. Her şeye rağmen bana en büyük desteği o verdi. Teselli etti. Annemle birlikte 6 ay çok iyi baktılar. Anzer balı yedirdiler devamlı. 6 ay sonra Ankara'ya bir doktora gittim. Müjdeli haberi verdi. Futbola dönebilecektim."

Hasan, çocukluk yıllarında cılız; hatta kısa boyludur. İlk kez gittiği Rize'nin altyapı seçmelerine bu yüzden seçilemez. Ama 6 ay sonra Cevat Öztürk adlı Rize'nin altyapı hocası, onu katıldığı mahalle turnuvasında bu defa beğenir ve takımına alır. Amacı futbola başladığı At Meydanı'nda konuşulan gençlerden biri olmaktır. Rizespor'un İkinci lig'e düştüğü 1981'de ise A takımdadır: "Küme düşen takımdan 6 oyuncuyu üç büyükler aldı. Onlar gidince altyapıdaki bizlere gün doğdu. Benle beraber 11 arkadaşım A takıma yükseldi."

Artık kadronun değişmez elemanıdır. Onun performansı Trabzonspor'un hocası A.Suat Özyazıcı'nın kulağına gider. Suat hoca 'bir görelim bakalım nasıl futbolcu' diyerek Rize ile bir hazırlık maçı ayarlar. Trabzon'un fırtına olduğu zamanlardır. Maçı Rize 1-0 kazanır. Hasan iyi oynar. Ama Ahmet hoca tam ikna olmaz. Aradan birkaç ay daha geçer. Bir hazırlık maçı daha ayarlanır. Ancak Rize'nin hocası, Hasan'ı önemli bir lig maçı olduğu için yedek kulübesine oturtur. Devre arası Ahmet Suat hocanın ricasıyla Hasan oyuna dâhil olur. Ortaya koyduğu futbolla Suat hocanın kafasındaki kuşkuları giderir. Ve sezon sonu Trabzonspor'un yolunu tutar.

Mesut Yılmaz Devreye Girince...

Hasan'ın Trabzon'a gittiği yıl, takımın son şampiyonluğunu kazandığı 1983-84 sezonudur. İlk yarı takımın değişmez oyuncusu olan Hasan, ikinci yarı yine mide kanaması geçirir. Son iki ay forma giyemez. O ameliyat, Trabzon şampiyon olur. Trabzonspor'un son şampiyonluğunun tanıklarından Hasan Vezir'in o günlere dair anlatacağı çok şey var: "Takımda hiç yabancı yoktu. Bırakın yabancıyı bölgenin dışından bir tek İskender abi vardı. O da herkesten çok Trabzonluydu. Arkadaşlık bağları çok kuvvetliydi. Beni de hemen aralarına aldılar zaten. Öyle kampa falan girmezdik. Yemeği yerdik, maça çıkardık. Kendimize güvenimiz tamdı."

Trabzonspor'da 4 sene kalır. Ona göre, Bordo-Mavili ekibin sonraki yıllarda başarısını sürdürememesi dışa açılmasından kaynaklanıyor. "Bir sürü hoca geldi gitti. İlk Sunderman'ı aldılar. Sonra futbolcu Groh'u. Sunderman aslında iyi hocaydı. İyi oynuyorduk; ama skora yansımadı. Groh da basit oynayan; ama verimli bir oyuncuydu. Bugün her takımda ön libero oynar. Taraftarımız onda yıldız özellikleri aradı. Bulamayınca da sevemedi. Sonra Trabzon'a bir Ahmet Suat hoca, bir Özkan Sümer teknik direktör oldu. İstikrar elden gitti. Yanlış transferler yapıldı. Bu bugün bile sürüyor. Mesela Marcelinho ve Musamba bu takımın oyuncuları değil. Buraların iklim şartlarına göre oyuncular alınmalı."

O yıllar sözleşmeler iki yıllıktı. Hasan'ın ikinci sezonunda talipleri çoktu. Ancak Trabzon onu bırakmayacaktı. Hatta bonservisi için 100 milyon lira gibi rekor bir fiyat biçilmişti. İki sene bittikten sonra ise ayrılık vakti gelmişti. O sıra Rizespor da Birinci lig'e çıkmıştı. Hasan'ı çok istiyorlardı. Ama başta Beşiktaş olmak üzere İstanbul takımları da onun peşindeydi: "Seçim dönemiydi. Mesut Yılmaz'ın kardeşi Turgut Yılmaz Rize'nin başkanıydı. Beni istiyordu. Mesut Bey de ANAP'tan milletvekili adayıydı. Ben İstanbul'u kafama koymuştum. Trabzon ise tepki olur diye bırakmak istemiyordu. Kulüp Başkanı rahmetli Mazhar Afacan, Rize'ye giderek babama 'Hacı, oğlunu İstanbul'a gönderirsek zor duruma düşeriz.' dedi. Babam da ona 'Oraya gitmez, memleketine gelir.' diye cevap verdi. Ben o sırada karayoluyla İstanbul yolundayım. Üç büyüklerden biriyle anlaşacağım. Ama Ordu'da bir arkadaşın dinlenme tesislerine uğruyoruz. O arkadaş Mesut Yılmaz'ı arıyor. 'Hasan İstanbul'a gidiyor, Beşiktaş'a imza atabilir' diye. Mesut Bey 'gönderme' diyor. Öylece Rize'ye dönüyorum. Ve Rize'yle anlaşıyorum. Üstelik çok az paraya."

Trabzon gibi bir takımdan Rize'ye dönmek duygusal bir imzaydı Hasan için. Bugün bu kararına şaşırıyor. 2 yıllık anlaşma yaptığı Rize'de ilk sene zar zor ligde kalıyorlar. Hatta son haftalara doğru Sakarya ile oynadıkları maçı unutamıyor. Sakaryaspor'da Oğuz, Aykut, kaleci Engin vardı: "Türkiye Kupası'nı almışlardı. Deplasmandaydık. Sondan ikinci haftaydı, yenmemiz gerekiyor, yoksa düşeceğiz. İlk yarı 1-1 bitti. Bizim takımın golünü ben attım. Devre arası yalvarıyoruz onlara; ne olur oynamayın diye. Ama dinlemiyorlar. İkinci yarı başlıyor, 3-1 öne geçiyorlar. Bizim takımda kardeşim Muharrem de var. Stoper oynuyor. Ben kendisini forvete yanıma çağırıyorum. Çünkü o daha önce santrfor da oynamıştı. Forveti üçlüyoruz. Zaten yenilince düşeceğiz. Hocamız Alman'dı. O sırada yedek kulübesinden bağırıyor. 'Muharrem nayn, Muharrem nayn' diye. Ben kenara giderek hocaya, 'Ne naynı hoca küme düşüyoruz.' diye çıkıştım. Muharrem son 20 dakikada üç gol attı ve maçı 4-3 kazandık. Maçtan sonra tüm takım Muharrem'in üzerindeydi. Son hafta Bursa'yı yenerek ligde kaldık."

Veselinoviç Hasan'ı İstiyor

Hasan Vezir'in ikinci sezonunda Rize ilk hafta içeride F.Bahçe ile oynuyor. İlk yarı 0-0 biter. İkinci yarı Aykut oyuna dâhil olur ve 4 gol atar. Maçı F.Bahçe 5-0 kazanır. F.Bahçe'nin hocası Veselinoviç ise bu maçta ilk defa gördüğü Hasan'ın alınması için yönetime talimat verir. Rize sonraki maçlarında deplasmanda Bursa'yı 2-1, içeride de Altay'ı 2-0 yener. Gollerin hepsini de Hasan atar. F.Bahçe'nin Hasan'ı alma arzusu daha da depreşir. O sezonun 7. haftası bu transfer gerçekleşir. Rizespor Hasan'ı; Orhan, Önder, İskender, Bilal ve bir miktar para karşılığında F.Bahçe'ye satmaya razı olur. Daha takımla hiç antrenmana çıkmadan kampa dâhil olan Hasan, Karşıyaka deplasmanında 70 dakika sahada kalır. Hayatında ilk kez 70 bin kişinin huzurunda futbol oynadığı için oldukça heyecanlıdır. Bu ilk maçında F.Bahçe sahadan 2-1 galip ayrılır. F.Bahçe formasıyla ilk golünü ise bir hafta sonra Sakarya'ya karşı kaydeder.

O sene F.Bahçe 103 gol atarak tüm sezonların gol rekorunu kırar. Hasan'ın kaydettiği gol sayısı da 19'dur. Trabzon'un son şampiyonluğunda bulunan Hasan, bu tarihî kadro içinde yer alarak iyice ayrıcalıklı futbolcu olmayı başarır. O sezon G.Saray ile oynanan ve 4-3 kazanılan tarihî Türkiye Kupası maçının başrolünde de o vardır: "İlk maç Kadıköy'de 2-2 bitmişti. Ali Sami Yen'de ise devreyi 3-0 yenik kapattık. Ama iyi oynuyorduk. Onlar farktan sonra ise şov yapmaya başlamışlardı. İkinci yarı Veselinoviç bize 'Moralinizi bozmayın. İlk 5-10 dakika içinde bir gol bulursak bu maçı çeviririz.' dedi. Orta sahada oynayan Oğuz'u çıkardı. Şenol'u soktu. Müjdat'ı da orta sahaya çekti. İkinci yarının başında Aykut'la bir gol bulduk. Sonra ben arka arkaya 3 tane attım ve maçı 4-3 kazandık."

Ergun Gürsoy: Seni Kaçırıyoruz

F.Bahçe, Türkiye Kupası'nda finale yükselir. Ligde de şampiyonluk ilan edilir. Ve artık yeni sezon için futbolcularla görüşmeler başlar. Hasan da görüşülecek oyunculardan biridir. Çünkü anlaşması tek yıllıktır. G.Saray bu durumu bildiği için Hasan'a transfer teklifinde bulunur. O ise 'önce kulübümle görüşeyim' diyerek bu teklifi o an için rafa kaldırır. F.Bahçe Oğuz, Aykut ve Rıdvan'a 850 milyon lira veriyordur. F.Bahçe'de 35 milyona oynayan Hasan'a ise 550 milyon lira teklif edilir. Haliyle Hasan bu paraya itiraz eder: "Nişanlanmıştım. Düğün yapacak, ev alacaktım. Üstelik çok iyi bir sezon geçirmiştim. Artı G.Saray bana 1 milyarın üzerinde para öneriyordu. G.Saray Adası'nda da düğünümü yapacaklardı. Transfer görüşmelerini Metin (Aşık) abiyle yapıyorduk. Ona bunları anlattım. Sonra da 750 milyon lira istedim. Çünkü F.Bahçe'de devam etmek arzusundaydım."

Metin Aşık, Hasan'ı dinledikten sonra 650'ye çıkar. Ama o görüşmeden netice alınamaz. Bir sonraki buluşmada ise Metin Aşık, Hasan'a 'kararını verdin mi?' diye sorar. Hasan 'kararımı daha önce size söyledim.' diye cevap verir. Metin Aşık da 'Kim sana daha fazlasını veriyorsa oraya git.' diyerek görüşmeyi sona erdirir: "Bunu niye söyledi bilmiyorum. Belki benim gitmeyeceğimi düşündü. 'Siz bilirsiniz' diyerek yazıhaneden çıktım. Bir gün sonra Ergun Gürsoy ve Yurdaşen Karahasan ağabeyler bana haber gönderdi. 'Seni bekliyoruz' diye. Onlarla Küçükyalı'da buluştuk. Yanımda abim de var. Ona, 'sen buradan ayrıl, biz Hasan'ı eve bırakırız.' diyorlar. Bursa'ya doğru yola çıkıyoruz. Orada Özhan Canaydın'ın tekstil fabrikası vardı. Oraya gidiyoruz. 'Ergun abi' diyorum, 'Ne yapıyoruz? Benim kupa maçım var'. 'Yok bir şey olmaz.' diyor. 'Seni kaçırıyoruz biz. Artık dönüşü yok bunun.' Bursa'ya uğradık, oradan da Fethiye'ye tatil köyüne gittik."

İşkence Hayatı

Beşiktaş ile yapılacak finalin ikinci maçında Hasan oynayamaz. Dahası, maçtan üç gün sonra düğünü de vardır. Hasan, Ergun Gürsoy'a 'Abi izin verin maçta oynayayım.' dese de Gürsoy, her defasında 'Bir şey olmaz. Seni gönderirsek bu transfer yatabilir.' diyerek Hasan'ı ikna eder. Daha sonra başına geleceklerden habersiz tatil köyünde beklemeye başlar. Ertesi gün sarsılır. Gazeteler Hasan'ı 'hain'likle suçlayan başlıklar atmıştır çünkü. Bazıları 'kaçırıldığını' yazar: "Sıkıntıdan dudaklarım yara oldu. Üç gün Fethiye'de kaldım. İnsan düşünemiyor. Böyle olacağını bilemiyorsun. Sonuçta imzayı attım. Ama ondan sonra büyük sıkıntılar beraberinde geldi."

Sokağa çıkamaz Hasan. Bu imza öyle bir gün, iki gün değil neredeyse 3-4 sene sürecek bir işkencenin başlangıcıdır onun için. G.Saray'da 2 sene, sonra gittiği Bakırköy'de de 2 sene oynayacaktır. Ve her maçta ona tepki olacak, F.Bahçe seyircisi takım hangi rakiple oynarsa oynasın Hasan'a olumsuz tezahürat yapacaktır. Çünkü F.Bahçe taraftarı Hasan'ı çok sevmiştir ve bu sevgi büyük bir nefrete dönüşmüştür. İmzadan hemen sonra G.Saray Adası'nda gerçekleşen düğününde başlar tacizler. Adanın etrafında tekne kiralayarak tur atan F.Bahçe taraftarları, tezahüratlar yaparak Hasan'a sözlü sataşmalarda bulunur. Düğününe eski takımdan hiçbir arkadaşı gelmez. Hatta Rizeli olan Hakan Tecimer bile: "Çekindiler belki. F.Bahçe ile oynadığımız ilk maçta da F.Bahçeli arkadaşlarım bana 'merhaba' bile demedi. Tribünler o maçta 'Hasan'a merhaba diyen bizden değildir' şeklinde tezahürat yaptı. Kimse selam dahi vermedi. Dostluklarımız da eskisi gibi olmadı ilk başlarda. Çok sonraları F.Bahçeli futbolcular benimle konuşmaya başladı."

Ama asıl olay G.Saray'ın F.Bahçe'yi son dakikada Hasan'ın attığı golle 1-0 yendiği maçtan sonra yaşanır. Hasan o sırada Kozyatağı'nda oturmaktadır. Eşiyle akşam yemeğine çıkar. Eve döndüğünde karşısında kapıcının eşini ağlamaklı halde bulur. 15-20 tane F.Bahçe taraftarı siteye gelmiş, Hasan'ı aramış, 'Hasan evde yok' diyen kapıcıya inanmamış, kapıcıyı önce dövmüş sonra da falçatayla yaralayarak yakındaki konteynırın içine atmışlar. Bu olay Hasan'ı çok üzer; ama yapacak bir şey yoktur artık. Neyse ki kapıcı İrfan'a bir şey olmaz. Bu sıkıntılı günlerinde G.Saray Hasan'a sahip çıkar; lakin yine de mevcut durum Hasan'ın performansına olumsuz yansır. Zaten lig başında 3 maç ceza almıştır sezon bitmeden imza attığı için. Lig sonu geldiğinde ise G.Saray forması altında sadece 13 gol atar: "Yaşadığım sıkıntıları hiçbir futbolcu yaşamamıştır Türkiye'de. Sokağa çıkamıyordum. İdmandan eve, evden idmana. Florya'ya da taşınamadım bir türlü."

Denizli, Hasan'a Forma Vermiyor

İlk sene biter. G.Saray'daki ikinci senesinde takımın başına Mustafa Denizli gelir. Denizli, Hasan'ın F.Bahçe'de oynarken 3 gol attığı 4-3'lük maçta da G.Saray'ın hocasıydı. Denizli, Hasan'a pek forma vermez. Hasan bunu 'Belki o maçtan dolayı bana bir takıntısı olabilir.' şeklinde açıklıyor. Bir de kendisini transfer eden yönetimin yerine yeni yönetimin gelmesine bağlıyor. G.Saray taraftarı ise Hasan'ın gönderilmesini istemez. Ancak Alp Yalman yönetimi Hasan'la anlaşmaya yanaşmaz ve Hasan soluğu Bakırköy'de alır.

Orada da F.Bahçe taraftarlarının tepkisi sürer. Ciddi bir sakatlık geçirir. Menisküs ameliyatı olur. 'Bu saatten sonra nereye gideceğim' diyerek tedavisini ihmal eder. Tam iyileşmeden tekrar sahalara döner; ama eski performansını gösteremez. Haliyle Bakırköy'den ayrılır ve İkinci lig'de şampiyonluğu hedefleyen Karabük'ün yolunu tutar. Orada şampiyonluk yaşar ve takımın 1. lig'e çıkmasında başrol oynar. Derken Adana'ya transfer olur. Sonra Kartal'a gelir ve burada futbolu sessiz sedasız bırakır.

Futbolu bıraktıktan sonra meşin yuvarlağın yerini hiçbir şeyin alamadığını görür Hasan Vezir. İş hayatına atılır. Rize'de bir butiği vardır; ama çok uzun sürmeden orasını devreder. Sonra peyzaj firması kurar. Bu işte de zarar eder. Bu iki başarısız iş deneyiminden sonra antrenörlük yapması gerektiğini anlar.

Takımların Asansörü Gibiydi

Antrenörlük hayatına da ilk Karabük'te başlar. Orada oynadığı dönem çok iyi intibalar bıraktığı için Osman Nuri Bal adındaki yönetici kendisine takımı emanet eder. Sonuncu sırada aldığı Karabük'ü ilk 5'in içine sokar. İkinci sezon 11 hafta namağlup gider, takımı ilk sıradadır; ancak yönetim değişikliğinden sonra yaşadığı birkaç problem sebebiyle Karabük'ten ayrılır.

Yeni takımı 3.ig'deki Çorluspor'dur. Hasan burada ilk şampiyonluk deneyimini yaşar. Beklentileri artar. Çorlu'yu şampiyon yaptıktan sonra daha büyük takımlar alabilir miyim diye bekler. Hatta bazı teklifleri beğenmez; ama arzuladığı teklifi de almadığı için devre arasında Kasımpaşa'nın yolunu tutar. Orada 4 aylık bir macera yaşar. Kasımpaşa'yı bıraktıktan sonra Pazarspor'a gider. Bu takımı da üçten ikiye çıkartır. İkinci lig'de ise maddi imkansızlıklar sebebiyle başarılı olabilecek bir ekip kuramaz. Ve devre arası takımdan ayrılır. Kısa bir süre boşta bekleyen Hasan Vezir, bu sene devre arasında Kastamonu'nun başına getirilir: "İyi bir teklif vardı. Burada hedefler büyük. Ligde orta sıralardayız. İlk hedefimiz play-offlara katılmaktı."

Vezir'in bugün en çok yakındığı durum hiçbir camianın adamı olamaması: "Ayrı ayrı kulüplerde top oynadığım için hiçbir taraftanım. Bir takımda kaldığın zaman oranın adamı oluyorsun. Ben şu an hocalık yapıyorum. Lobim olsaydı şu an Birinci Lig'de takım çalıştırıyor olurdum. Yaptığım işler ortada. Başarılarım ortada. Trabzon'da top oynadım; ama oraya mal olamadım. Fener'e gittim; Fener'e mal olamadım. G.Saray'a gittim, oranın da adamı olamadım."

Bir yere ait olmamanın sıkıntılarını yaşayan Hasan pişman. "Bilseydim büyüklerden birinde oynar ve orada bırakırdım. Büyük takımda oynayıp futbolu bırakan arkadaşlarım var. Hepsi bir yerlere geliyor. Mesela, F.Bahçeli Rıdvan deniyor. Ama bana ne Trabzonlu Hasan, ne Fenerli Hasan ne de G.Saraylı Hasan deniyor." Peki Hasan'a memleketi Rize sahip çıkmış mıydı? "Maalesef. Sahip çıkmaları lazımdı. Bana şans verselerdi kimse abesle karşılamazdı. Bugün faal olarak çalışan ve bu kadar kariyer yapan Rizeli antrenör bir tek ben varım. Beni sahiplenmeliydiler. Bir sürü hoca çalıştı orada. Ama bana sen bizim evladımızsın diyen olmadı."

Pişmanlıkları var Hasan'ın; ama geçmişe dönüp baktığında sadece F.Bahçe'den G.Saray'a gittiğinde o son Beşiktaş maçını oynamamasını büyük bir hata olarak görüyor: "Bana zararı oldu, Fenerbahçe'ye zararı oldu. Benim gibi bir santrfor bulamadılar. Benden sonra Nielsen'i 2 milyara mal ettiler. Bana 750 milyonu çok gördüler."




SHOTA ARVELADZE



Shota için ne desek onu daha iyi anlatır acaba? O bir futbolcu muydu, yoksa bir sihirbaz mı, bir golcü müydü, yoksa bir illüzyonist mi? Asla tartışılmayacak tek bir gerçek vardı ki o da Shota Arveladze'nin ismini altın harflerle Trabzonspor taraftarının kalbine bir daha silinmemek üzere kazıdığı gerçeğiydi. 96 sezonunun gol kralı Shota, sahadaki muhteşem yeteneği, yıllar boyu hafızalardan silinmeyecek "kendine has" golleri ve saha dışındaki sıcakkanlılığıyla Trabzonsporlu'nun unutulmazlar listesine çoktan ismini yazdırdı.
Onu ve kardeşi Archil'i ilk olarak 93-94 sezonunda Sadri Şener tarafından Trabzonspor'a transfer edildiğinde tanımıştık. İlk bakışta ikiz olmaları ilgimizi çekmişti fakat ilgimizi tek çeken yön buydu. O güne kadar yapılan yabancı transferlerin başarısız olması, bize bu gelen ikizlerinde onlardan farklı olmayacağı fikrini vermişti... Ta ki, liglerin başlamasına kadar. Sanki futbol oynamıyor dans ediyorlardı topla. Şiir gibiydi futbolları.

O yıl Türkiye liglerinde fırtına estirmişlerdi. Fakat kiralık olarak alınmışlardı ve Dinamo Tiflis'in başkanı Merab Jordania onları istiyordu. İkizlerin son maçları, Fenerbahçe ile yapılan Başbakanlık Kupası'ydı. Bu maçta da Archil-Shota kardeşler döktürdüler ve kupayı Trabzonspor taraftarına hediye ettiler. Ama Trabzonspor taraftarı onlardan ayrılmak istemiyordu. Türkiye'de o kadar sevildiler ki onların Türkiye'de oynayabilmeleri için diplomatik kulisler bile yapıldı. Tarım Bakanı Refaiddin Şahin ve Meclis Başkanı Hikmet Çetin, Eduard Schevardnadze'den ikizlerin Türkiye'de oynayabilmeleri için izin istemişlerdi. Ve nihayet diplomatik gelişmeler meyvelerini verdi. Artık ikizler Türkiye'de oynayabileceklerdi.


İkizler, Türkiye de kaldıkları süre içinde Türk halkına kendilerini sevdirmişlerdi. Türk halkı onları artık kendilerinden biri gibi görüyordu. Hatta ikizlerin babası oğullarını ziyaret etmek için Trabzon'a geldiğinde taksici onun ikizlerin babası olduğunu öğrenince taksi parasını bile almadı.



Trabzon'da başlı başına bir fenomen haline gelen Shota, 95-96 sezonunda 25 gol atarak gol kralı oldu ve Trabzonspor'un tarihindeki 2. gol kralı olarak tarihe geçti. Ama bundan önemlisi Shota'nın hiç penaltı atmadan gol kralı olmasıydı. Bunu dünyada sadece Shota başarabildi. Unutulmaz yıldız Shota Arveladze, üstün performansından sonra Hollanda'nın güçlü takımlarından, genç yetenek avcısı AJAX'a, kardeşi Archil ise aynı ülkeden NAC Breda'ya transfer oldu. Ajax'tan sonra İskoç takımı Glasgow Rangers'a transfer olmuştur oradan da Hollanda'nın AZ Alkmaar takımına transfer olan Shota halen bu takımın formasını giymekte ve takım kaptanlığı yapmaktadır. Efsane yetenek Shota'nın inanılmaz golleri, ağır çekimle defalarca izlenecek kalitedeki çalımları, gol sonrasında attığı "kendine özgü" taklaları ve Avni Aker'de 4-1 kazandığımız Slovan Bratislava maçı sonrasında yaptığı tribün dansı asla unutulmayacak. Shota Arveladze, Trabzonspor taraftarının kalbinde artık ölümsüz bir yere sahip...





HAMİ MANDIRALI



Hami Mandırali, 20 Temmuz 1968'de Arsin'de doğan ve Trabzonspor tarihinin en başarılı ve istikrarlı futbolcularındandır. O son dönemin unutulmazlarından, Trabzonspor'umuzun efsane isimlerinden biri...



10 yaşında Trabzonspor'a katıldı ve kariyerinin nerdeyse tamamını (bir sezon hariç) bu takımda geçirdi. İlk profesyonel maçını 17 yaşındayken oynadı. Bitirici vuruşları ve mesafe tanımaksızın çektiği sert şutları ile tanındı ve döneminin en iyi forvetlerinden biri olarak millî takımın önemli oyuncularından biri oldu. Millî takımla oynadığı 40 maçta 8 gol attı. Avrupa Kupalarında ise 23 gol attı. Çok uzaklardan attığı birçok frikik golü unutulmazlar arasına girdi. Mesafe tanımayan bomba gibi şutlarıyla ünü Türkiye'yi aşan, Milli Takım formasıyla attığı bir frikik golünde topun kaleye gidiş hızı ünlü İtalyan televizyonu RAI tarafından bile özel olarak ölçülen Hami Mandıralı, serbest vuruşlardaki inanılmaz şutlarıyla rakip takımların kurduğu barajlarda zaman zaman sakatlanmalara dahi neden oldu. Ancak her zaman ligin en önemli oyunculardan biri olan Hami başarılı kariyerine Türkiye Ligi Şampiyonluğu ekleyemedi.



1998 yılında Bundesliga takımı Schalke 04'e transfer oldu. Ancak başarılı olamadı ve kısa sürede Trabzonspor'a dönerek takımının en golcü oyuncusu unvanını kulüpten ayrılana kadar sürdürdü. Jübilesini Trabzon'da yapamadan son senesinde ayrılmak zorunda kaldı ve Ankaragücü ile sözleşme imzaladı ancak orada da oynamayarak (8 hafta oynayabildi) futbolu bıraktı.



Yılların değişmez 10 numarası Hami Mandıralı, Trabzonspor tarihinin en golcü futbolcusu olmanın yanısıra takımımızın 200'ler kulübüne giren tek futbolcusu olmanın da onuruna sahip. 1. ligde kaydettiği tam 217 golle 200'ler kulübünün en değerli isimlerinden biri olan efsane golcümüz Hami Mandıralı, Türkiye 1. futbol liginin ebedi gol krallığında 240 gollü Tanju Çolak'ın ardından ikinci sırada.



Kariyerine ait bazı önemli rakamlar şu şekildedir:



Türkiye Liglerinde en çok atan 3. futbolcu (217 gol)

Avrupa Kupalarında atılan en çok gol (23 gol)

Türk Milli takımı ile 40 maçta 8 gol

Trabzonspor'da en fazla forma giyen oyuncu (558 maç)



Kariyeri



Hami Mandıralı Türkiye Liginde ve Avrupa'da gelmiş geçmiş en iyi frikikçisi ünvanını kazanmış ardından Türkiye'de 248 golle ikinci gol kralı ünvanını eline geçirmiştir. Hami bu dönem içinde attığı sayısız golle Trabzonspor'a ve Ülkemize büyük katkılarda bulunmuştur. Hami dünyanın en erken gol atan 4. futbolcusu ünvanına sahiptir (0.5 Saniye). Liglerde Haminin Gol krallığı bulunmuyor. Bu oyuncunun bir diğer başarısı fileleri delen ilk futbolcudur. Futbolu bıraktıktan sonra eğlence amaçlı katıldığı bir turnuva da Hami yine fileleri delmiştir (Galatasaray - Trabzonspor)



Hami Mandıralı 1990-1991 Sezonunda Gaziantepspor ile oynanan müsabakada bir futbolcunun beyin felci geçirmesine neden olduğundan dolayı 1 ay hapis yatmıştır.

Kuşkusuz, sadece golcülüğü ve eşsiz frikikleri değildi Hami Mandıralı'yı Trabzonspor taraftarının gönlünde bu kadar yücelten... Takımın kaptanlığını yaptığı yıllardaki mütevazı, bütünleştirici yönü, her zaman gülen yüzü ve sıcakkanlılığıyla Trabzonspor tarihine adını altın harflerle yazdırdı Hami. Uzun yıllar boyunca takımının hem kaptanı, hem de ağabeyi oldu unutulmaz futbolcu. Hami, ayrıca Trabzonspor'dan Avrupa'ya transfer olan ilk Türk futbolcu olma özelliğine de sahip.






OGÜN TEMİZKANOĞLU



Ogün Temizkanoğlu, 6 Ekim 1969 doğumlu Trabzonspor, Fenerbahçe ve Türk Milli Takımı'ın savunma oyuncusu. Boyu 1.81 cm. Forma numarası 3. Ogün futbolu 2005 sezonu sonunda Akçaabat Sebatspor'da bıraktı.1990 yılında İzmir'de İrlanda ile golsüz berabere kalınan A milli maçıyla ilk kez milli forma ile tanıştı. 76 defa A milli formayı, 5 defa da Ümit milli formayı giydi. Milli formayla 5 gol attı.



Almanya'da futbol oynamaya başlayan futbolcu, oradan Trabzonspor`a transfer oldu; 1989-1999 yılları arasında Trabzonspor, 1999-2003 yılları arasında Fenerbahçe, 2003-2004 sezonunda Konyaspor, 2004-2005 sezonunda Akçaabat Sebatspor formalarını giydi.

29 Eylül 2005 tarihinde Türkiye Futbol Federasyonu Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu (PFDK), 2004-2005 sezonundaki Akçaabat Sebatspor-Kayserispor maçında yaşanan yasa dışı bahis skandalına adı karışan futbolcuya 12 ay spordan men cezası verdi. Futbolcunun itirazı üzerine yapılan duruşmalı toplantı sonucu Tahkim Kurulu, 2 Aralık 2005 tarihinde cezayı suça iştiraki sabit olmadığından kaldırdı.



Ogün, Trabzonspor formasıyla bir lig maçında Hami'den sonra fileleri delen ikinci oyuncudur.





ABDULLAH ERCAN



Abdullah Ercan, 8 Aralık 1971, İstanbul doğumlu Türk futbolcu. 1.82 boyunda ve 76 kilo. İstanbul'un amatör takımlarından Yeniçarşı'da oynarken keşfedildi. 1990 yılında Trabzonspor'a transfer oldu. Kariyerinin en uzun ve önemli dönemini Trabzonspor'da geçirdi. Kurduğu kadroyla bir dönem millî takıma en çok futbolcu gönderen Trabzonspor, buna karşın lig şampiyonluğunu elde edemeyince bir dağılma sürecine girdi ve Abdullah 1999-2000 sezonunda Trabzonspor takımından Fenerbahçe'ye transfer edildi. Orta saha mevkiinde oynamaktadır. Fenerbahçe'deki ilk resmî maçı, 8 Ağustos 1999'da Fenerbahçe - Vanspor Türkiye 1.Lig maçıdır. Fenerbahçe formasıyla 1, toplamda 2 defa A millî takım kaptanlığı yapmıştır. 71 defa A, 23 defa Ümit, 4 Olimpik, 10 A Genç milli olmuştur.



19 Ekim 2002 tarihinde süresiz olarak kadro dışı bırakılmış, 15 Kasım 2002 tarihinde teknik yönetimin isteği ve de yönetim kurulunun onayıyla affedilmiş, tekrardan A takıma alınmıştır.

17 Mart 2003 tarihinde yönetim kurulu tarafından ikinci kez süresiz olarak kadro dışı bırakılmıştır. 18 Mart 2003 tarihinde kadro dışı bırakılmasının ardından takımın 2. kaptanlık görevini Ceyhun Eriş'e bıraktı. Fenerbahçe'deki son resmî maçı, 15 Mart 2003 tarihinde Elazığspor - Fenerbahçe süper lig maçıdır. 2003-2004 sezonu sonunda Galatasaray'a transfer olmuştur. 2004/05 sezonunda ise İstanbulspor'a transfer olmuştur.



Aksiyon dergisiyle yaptığı bir röportajdan bazı alıntılar:



Bir futbolcunun kolay kolay yaşayamayacağı sıra dışı bir spor hayatı oldu. Başarıdan da başarısızlıktan da daha fazlasını gördü. Yıllarca ülkenin en iyi sol kanat oyuncusu olarak yeşil çimlerde top peşinde koştu. Trabzonspor'da başlayan serüveni, F.Bahçe'de devam etti. 2002 Dünya Kupası'nda Uzakdoğu'ya giden milli takım kafilesinde forma giymeyen tek futbolcu olarak tarihe geçti. F.Bahçe'de kadro dışı kaldı. G.Saray'a gittiğinde amacı kendini ispatlamaktı. Sakatlıklar buna müsaade etmedi. Doktorlar "Artık futbol oynayamazsın" dediği anda kendini düşmemeye oynayan devletin takımı İstanbulspor'da buldu. İniş ve çıkışlarla dolu bir spor hayatı...

1995 yılında Türkiye Gazetesi onunla ilgili çarpıcı bir manşet atar: "Abdullah bir hafta içerisinde Avrupa yolcusu." Gazetenin Trabzonspor muhabiri Tahir Kum, manşetle yetinmez, alt başlıkta "Bu gazeteyi kesip saklayın" diye bir ifade kullanır. Bu manşeti hatırlattığımızda Abdullah Ercan o günleri şöyle özetliyor: "Evet, Tahir öyle bir haber yapmıştı. Hatırlıyorum. Doğruydu. Çünkü Deportivo La Coruna beni istemişti. Uçak biletlerimi gönderdiler. O zaman başkanımız Faruk Özak çok rica etti, gitmemem için. Çok sevdiğim bu insanları kıramadım. Aslında biraz da korku vardı. Şimdiki gibi Avrupa'ya giden futbolcu yoktu."



-Sonra Trabzonspor'da şampiyonluğu kaçırdınız...

Çok iyi oynuyorduk. F.Bahçe'yi eze eze yenip şampiyon olmak istemiştik. Nasip değilmiş. İki kere geldiler ve kazandılar. Eğer biz kazansaydık, birkaç takviye ile o yıllarda G.Saray'ın yaşadığı Avrupa başarısını elde edebilirdik. Hatta G.Saray'ın 4 yıl üst üste şampiyon olmasının önünü de kesebilirdik.

-Ardından F.Bahçe'ye gittin...



O yıllar bunu söyleyemedim. Ama şimdi rahatlıkla söylüyorum. Ogün ile ben F.Bahçe'ye gitmedik. Bizi başkanımız M.Ali Yılmaz 7 milyon dolara F.Bahçe'ye sattı. Bize de gidin siz ne kadar istiyorsunuz onun pazarlığını yapın dediler.



-Bir sezon sonra Denizli'nin görevine son verildi. Yerine gelen Werner Lorant'la yıldızın barışmadı.

Futbol oynayışımı beğenmiyordu. Beni istemediğini birkaç kez söyledi. Kadro dışı bıraktı. Bu futbol hayatımda ilk kez başıma geliyordu. O sıralar G.Saray'a Fatih hoca yeni gelmişti. Bana teklifte bulundu. Ancak, F.Bahçe Lorant'ın istememesine rağmen benimle anlaştı. Yönetim G.Saray'da başarılı olmamdan korkuyordu.



-Abdullah Ercan'ın geriye dönüp baktığında en büyük hatası neydi?

En büyük hatam Avrupa'ya gitmemekti. Ama inşallah antrenör olarak giderim.



-Bir de hep futbol nankördür derler. Sence...

Bence futbolu yöneten insanlar nankör. Buna teknik direktörler de dahil.



-Ya futbolcular?

Futbolcuların nankör olduğunu düşünmüyorum.

- Sen, Ogün, Hakan ve diğerleri Milli Takıma yaptıkğınız bunca hizmete karşılık, bunun karşılığını aldınız mı?

Almadık. Ogün'ün milli takımdan ayrılışı şık değildi, Hakan'ın da öyle. Çok şükür ben bunları yaşamadım. 1990 ve 2000 yılları arasında milli takımı sırtlayan oyuncular daha farklı bir şekilde onore edilmeliydiler.





KEVIN CAMPBELL



Kevin Campbell, 4 Şubat 1970, İngiltere doğumlu olan İngiliz futbolcu.

1997'de İngiltere'nin Notthingham Forest takımından Trabzonspor'a geldi. Trabzon'a gelişi büyük yankı uyandıran İngiliz futbolcu İngiltere'de gösterdiği başarılı performansını Trabzonspor'da gösteremedı. Sempatik tavırlarıyla kısa sürede Trabzon halkının sevgisini kazanmayı bildi. Trabzonspor'un Galatasaray'a karşı kazandığı 5-3'lük maçta 3 gol atarak unutulmayacak bir galibiyeti Trabzonspor tarihine eklemiş oldu.

Zamanın Trabzonspor Başkanı Mehmet Ali Yılmaz'ın bir maç sonucu talihsiz demeçlerinin ardından İngiltere'ye tekrar dönen Kevin Campbell, Everton takımıyla sözleşme imzaladı. 2006/2007 sezonu itibariyle İngiltere'nin West Bromwich Albion (WBA) takımında forma giymektedir.





FATİH TEKKE (FATİH SULTAN TEKKE)



Fatih Tekke (d. 9 Eylül 1977, Sürmene, Trabzon), 9 numara forma ile forvet oynayan Türk fubolcu.

17 yaşında Ajax, 19 yaşında Bayern Münih ve 27 yaşında Everton'dan teklif aldı.

17 yaşında Trabzonspor A takımına yükselen Fatih Tekke, tecrübesizliği ve agresifliği yüzünden Altay Spor Kulübü'ne kiralandı. Altay'da futbol hayatını sürdürürken Dardanel Çanakkalespor maçında ayağı kırıldı fakat genç yaşı çabuk toparlamasına olanak verdi. En büyük destekçisi kuzenleri oldu. Gökhan Tekke onun için birçok şey yaptı ama ne kadar başarılı oldu bilinmez.



Trabzonspor'a geri döndü ama çalkantılı dönemlerden geçen Trabzonspor'da pek başarılı olamadı. Sürekli değişen teknik direktörler ve taktik anlayış içerisinde Fatih Tekke sürekli olarak farklı mevkilerde denendi ve başarılı olamadı. Bu dönemde Trabzonspor'dan ayrılıp Gaziantepspor'da top koşturan Fatih Tekke, buradaki formuyla A milli takıma kadar yükseldi. Bu formundan sonra 2002-2003 sezonunda Trabzonspor'a geri döndü, ve bu dönemden itibaren Trabzonspor'un ve milli takımın en önemli golcüsü oldu ve Trabzonspor'un kaptanlığını üstlendi. Takıma katılmasıyla Trabzonspor bir çıkış yakaladı ve 2 Türkiye Kupası'yla birlikte 2 lig ikinciliği kazandı. Ayrıca 2004-2005 sezonunda 31 golle gol kralı oldu. Bu formu ile başta Türkiye'den Fenerbahçe olmak üzere Tottenham gibi Avrupa Kluplerinin transfer listelerinin başında duruyordu sonunda 2006-2007 sezonunun başında 7.5 milyon euro gibi rekor bir ücretle Rusya'nın Zenit St.Petersburg takımına transfer oldu.

Fatih Tekke, Türk Milli Futbol Takımı formasını da giymektedir.



2004-2005 Turkcell Süper Lig gol krallığı (31 gol), Türkiye millî takımının 500. golünü attı, 2005 yılında Avrupa'da en çok gol atan ikinci oyuncu ödülünü aldı ve Dünyanın en iyi 2. forveti seçildi.



Fatih Tekke ile yapılan bir röportajdan alıntılar:



"Yüreğimde, kaybolan o beş yılın yarası var. Belki kendi hatalarımdan, belki de adaletsizlikten dolayı beş yılımı kaybettim. Oysa şimdi herkes benden bahsediyor. Bilmiyorlar ki, 20-21 yaşında çok daha iyi bir Fatih vardı sahada...27 yaşındayım ve sadece 10 kez A Milli Takım'da oynadım. Gürcistan'la Trabzon'da oynadığımız maçta attığım golden sonraki sevincim, kaybolan o beş yılın sevinciydi. ‘Kaybolan yıllarımın hesabını kim verecek' diyorum ama her şey nasip..."



Fatih Sultan Tekke... Tribünlerde gördüğümüz bu pankart, belki de Trabzonspor tribün tarihinin önem sırası en önlerde olan pankartıdır. Trabzon'u ve İstanbul'u feth eden Fatih Sultan Mehmet'e atfen yazılan slogan, öyle kolay bir fırça atışının ürünü olamaz. Bu bir futbolcu için söyleniyor; Fatih Tekke için... Kurt hoca, eski başkan Özkan Sümer'in, "Futbol yaşantım boyunca gördüğüm en yetenekli futbolcu" dediği Fatih, başlıkta da dediğimiz gibi hasat vermeye başladı, hem de herkese yetecek kadar. Trabzonspor'a, A Milli Takım'a...
Fatih'in çocukluğunu bilen ve bizim de tanıdığımız birinin, "Mahalle maçlarında hep kendi yaşlarından büyük abilerle oynardı. O abilerin yanında Fatih çelimsiz dururdu ancak onlar daha yapılı ve kendi yaşlarındakileri maçlara çağırmaz, Fatih'i ise her maça çağırırlardı" şeklindeki sözleri, büyük Fatih'in küçük Fatih iken bile büyük oynadığını anlatıyor bize. Trabzon'un dar sokakları adama futbol öğretir. O da sokaklardan, Trabzonspor altyapısına, oradan A Takıma, sonra gitmeler gelmeler ve kürkçü dükkanı misaline varış. Dükkanın en değerli kürkü... Bu kez bir farkla; artık herkes onu en değerli kürk statüsüne koyuyor, tartışmıyor bile...



Herkesin, sevgi, saygı ve güven duyduğu bu futbolcu için ortak görüşler herkesin bildiği şeyler aslında. İşini iyi yapıyor, en azından yapmak istiyor. Son vuruşları, çalımları ölümcül. Kaybettiği topu geri kazanmak için canhıraşhane mücadele ediyor. Hele top ona atıldığı an, kimse o topun akıbetini merak etmiyor. Çünkü onun topu kontrol edip kaptırmayacağına ve en doğru pası atacağına herkes inanıyor. Almak zordur ayağından onu. Sonra yüzünü kaleye döndü mü, bir çalım, bir pas ve şut... Gol... Onun gibi bitirici yeteneği olan kaç oyuncu tanıyoruz ki! A takıma on yedi yaşında çıktı, bugün 27'sinde... Malzemeden çalmayan, neyi var neyi yoksa, ortaya döken Fatih biraz yaralı...



"Futbolculuk ve futbol oynamak kolay bir iş değil. Hayatımızın on beş yılından fazlasını asker hayatı gibi yaşıyoruz. Senede yirmi gün tatilimiz var. Her gün antrenman, her hafta maç stresi... Hem beden hem de beyin olarak yoruluyoruz. Bunca emeğe, gayrete rağmen futbolda dün yok. Bugün iyiyseniz herkes alkışlar, kötüyseniz kimse alkışlamaz. Türkiye'de böyle maalesef... 20-21 yaşımda bugünden daha iyiydim, ama yoktum. Bugün varız, yarın olmayacağız. Bizden öncekiler nasıl geldiler, görevlerini yapıp gittilerse, aynı şekilde biz de üzerimize düşeni yapıp gideceğiz. Artık o arkadaşlar konuşulacak, biz değil. Futbol oynarken ve gözönündeyken etrafınız dolu oluyor, ancak futbolu bıraktıktan sonra yanınızda kimse olmayacak. Böyle olmamalı. Neticede futbolcular da insan ve yüzde 99.9'u da karakterli insanlar. Futbolu bıraktıktan sonra bu insanlara, futbol oynadıkları dönemde gösterdikleri emekten dolayı saygı duymamız gerekiyor. Futbolda bir doyum noktası var ancak Türkiye'de bu noktayı bıkkınlıkta arıyoruz. Yani adam oynuyor, oynuyor ama en son bıkıp da bırakıyor. Zevkle, neşeyle bırakan futbolcu sayısı az."



Fatih Tekke, oyun zekası ile bilgili, saha içinde ve dışındaki davranışlarıyla gerçek bir profesyonel... Sahaya ve topa bu kadar yakışan bir profesyoneli birçok maçta oynatmamak için adaletsiz bir yol tutanlar var: Sert adamlarla sertliğe başvurmak yolu... Geçen sezon İstanbul'da Galatasaray ile oynanan ve 2-1 Trabzonspor'un üstünlüğüyle sona eren maçta Bülent Korkmaz'dan yediği dayağın (!) izana, insafa sığan bir yanını biz bulamadık. Ya da Diyarbakırspor maçı! Neydi öyle! O oyuncular neden her maçta böyle cevval olmazlar, bunu da anlamak mümkün değil. Fatih dertli bu konuda: "Futbol hayatımda yaşadığım sakatlıklarla da haksızlıklara uğradım. Futbolcu için adaletsizliği işte o zaman büyük yaşar. Oynaması gerekirken, sakattır. Çok faul yapılan biriyim ve bugüne kadar çok fazla faule maruz kaldım. Hakemler göremiyor bazen (Hakemler görmezden geliyor demiyor)"



Trabzonspor felsefesine, ruhunun içinden gelen bir idealdir, şampiyonluk. O bunu söylerken kendi adına bir şey istemiyor; takıma oynuyor. Gazetelerin, televizyonların ve bilimum medyanın Trabzonspor'daki başarısında sadece iki ismi ön plana çıkarmasına şiddetle karşı çıkıyor. Yetenekli olduğunu biliyor, bunu söyleyenlerden yeni bir şey duymuş olmuyor.



"Süper Lig şampiyonluğunın bizim için apayrı bir önemi var. Bana sorsalar, Şampiyonlar Ligi Kupası yerine Türkiye Ligi'ni ilk sırada bitirmeyi tercih ederim"



"Rıdvan hoca, Raul'dan iyi olduğumu yazdı. Çok sevdiğim takdir ettiğim bir insandır ancak ben Raul'u beğenmiyorum. Kendi ismimle sahalarda varolan bir oyuncuyum. Fatih Tekke adı var ve bu ismin arkasında da ben varım. İnsanlar ne derlerse desinler, her oyuncu kendini bilir zaten. Yetenekliyim ama bunu ben değil, başkaları söylesin istiyorum. Sadece şimdi değil, futboldan koptuktan sonra da ‘Kişiliğiyle örnek, oyunculuğuyla yetenekliydi' desinler yeter. Takımımızın bir oyun sistemi var. Forvet gol atması lazım. Bir kaleden diğer kaleye topu götürmek öyle kolay bir şey değil. Ne demek bu? Kaleci, defans, orta saha ne kadar önemliyse forvet de o kadar önemli. Başarıda forvetin ne kadar payı varsa, defansın, orta sahanın da o kadar payı var. Fatih Tekke, Trabzonspor takımıyla var. Bazılarımız öne çıkıyor olabiliriz ancak neticede herkes taşın altına elini sokuyor. Medya Trabzonspor'daki başarıyı bana ve Gökdeniz'e yıktı hep ve bizi yazıp çizdiler. Hala daha öyle. Diğer arkadaşlarım bizim adımıza buna seviniyorlardır ancak yapılan yanlış. Trabzonspor, Fatih-Gökdeniz'den ibaret değil. Ortada büyük bir takım emeği var. Örnek veriyorum, Emrah, Volkan, Hüseyin, Hasan koşmazlarsa, bizi pozisyona sokmazlarsa nasıl gol atarız? Böyle olunca başarıda olduğu gibi başarısızlıkta da suçu kişilere atıyoruz; suç kişilerin değil, başarıyı sahiplenen herkesindir. Paylaşmak... Acıyı da, sevinci de... En iyi özelliğimiz de bu olsa gerek..."

Geç gelen adalete isyan eden Fatih, hiç değişmediğini, taviz vermediğini, şöhretten ise uzak durması gerektiğinin bilincinde olduğunu söylüyor.



"Trabzonspor'a adım attığım ilk günden itibaren, futbol adına duygularım ve karakterimden asla taviz vermedim. Karakter olarak şartlara ve konumlara göre değişme isteği olmayan biriyim. (Allah böyle bir şey yazdıysa da bozsun) Neysem oyum. Ahmet Tekke oğlu Fatih Tekke'yim. Dün de aynı Fatih'dim, bugün de aynı kişiyim ve bu yarın da böyle olacak inşaallah... Şöhret olduğumun farkındayım ancak, şöhret afettir. İnsan için güzel ama tehlikeli bir şey; yalnız yaşayışımdan bunu kaldırabildiğimi düşünüyorum. Gazete okumuyorum ve hakkımda neler dendiğini sadece insanların yüzlerinden anlayabiliyorum. Her futbolcu gibi ben de kazancımı hak ediyorum. Maddi olarak Allah'a şükür kazancım çok iyi. Manevi olarak da insanların sevgisi var."



"Altyapıda yüzlerce oyuncu var. Tabii hepsi istenen çıkışı yapamıyor. Çok yetenekli olduğu halde gelmesi gereken noktaya gelemeyenler de var. Gençler çok çalışsın ancak onlar hakkında karar verenler de, yetenekli oyunculara bir değer gibi baksın. Avrupa'da çok az yetenekli bir oyuncuyu iyi bir eğitime alıp vitrine çıkarabiliyorlar. Türkiye'de ise çok yetenekli olsan bile bu işler biraz şansa bağlı. Mesela Mehmet İpek, Akın ve kaybolup giden diğer yetenekler. Onlar bir değerdi ama onlardan çok başımızdakilerde suç vardı. Trabzonspor efsane takımındaki çoğu futbolcu Trabzonlu'ydu ve "yerlinin yerlisi"yle o başarılar gelmişti. Bugün ise durum daha farklı. Trabzonspor'a dışarıdan çok futbolcu geliyor ve onlar da en iyisini yapmaya çalışıyor. Altyapıyı unutmayalım ancak artık bu tür söylemleri bırakmamız gerekiyor. Trabzonspor şampiyon olacak ve takımda hiç Trabzonlu olmayacak. Varsın olsun, yeter ki şampiyon olalım. Ben de altyapıdan gelen yetenekli çocukların yukarı çıkmasını ve takımda oynamasını isterim. Kolay değil tabii bu yapıyı oturtmak. Ancak şunu hep diyorum, Trabzon'a dışarıdan gelen ya da Trabzonlu olan diye oyuncuları kategorize etmek çok yanlış olur. Neticede hepimiz Trabzonspor'a hizmet ediyoruz."



Futbol mu önemli, futbol oynayanlar mı? Herkes kendine göre bir cevap verecek. Öz futbol olduğuna göre cevap da belli gibi... Fatih, farklı renklerin kardeşliğinin bir terene olmadığını, futbolcuların gerçekten dost olduğunu hatırlatıyor taraftara:

"İnsanlar, futbol yüzünden birbirlerini üzmesin, kırmasın; dövüşmesin... Bizim yaptığımız 90 dakika içinde sahada güzel hareketler göstermek... Bir yarışma yani... Stadyuma gelen de rahat rahat maçını seyretsin ve evine dönsün. Bizim için her maç aynı. Fenerbahçe ya da Denizlispor maçı, bu bilinçle çıkılan maçlar. Üstelik, çoğu takım oyuncularını tanıyoruz ve dostuz. Bir Beşiktaşlı, Galatasaraylı, Fenerbahçeli ya da her hangi bir takımdaki oyuncu -adı ne olursa olsun- arkadaşımızdır. İki farklı renkteki takımı birbirlerine düşman diye gösteren medyadır. Sporun içinde olmayan, sporla bağdaşmayan düşmanlık medyanın ürettiği bir durumdur. Bu noktada Trabzonspor taraftarı, dünyanın en merhametli ve anlayışlı taraftarıdır. Erdemli taraftar örneği gösteriyorlar. Onlara çok güveniyorum."



"Aldığım kararları tek başıma almam. Eşim, annem, babam ve abilerimle ortak karar alır ve uygularız. İki çocuğum var; onların önce hayırlı evlat olmalarını isterim. Oğlumun futbolcu olmasını isterim ancak önce hayırlı evlat olsun. Eşim, yeni yeni futboldan anlıyor ancak, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın evde bu tür konulara pek girmeyiz. Zaten o da bana, ‘şöyle oynasaydın, ya da böyle oynasaydın' demez. Futbolcu kendi kendisinin aynasıdır; eksiğini kendisi daha iyi görür. Ancak abilerim beni rahat bırakmaz. Mehmet, Salih ve Ali abilerimle devamlı futbol konuşuruz."



Türk futbolunun en iyi futbolcularından biri, gücünün yerinde olduğunu ve daha oynayacak çok maçı olduğunu büyük bir şevkle ifade ediyor: "Ben de her futbolcu gibi futbolu bırakacağım. Bıraktıktan sonra ‘Keşke' demek istemiyorum. Yapabileceklerimi yapmak istiyorum. Sonunda nereye gelirim bilmiyorum ama geleceğim yeri de Allah'a bırakıyorum. Futbol yeteneklerimi tam anlamıyla göstererek, kopmak istiyorum yeşil sahalardan. Bunun sonucunda para en az önemli olanı..."



Hatalarından arınmış lider vasıflarıyla donatılmış bir düşünceye teslim olmuş artık. Düşünsel olarak aynı adam Fatih, "İki şekilde düşünelim Birinde 90 dakika mücadele ediyorsun, takımın girdiği pozisyonlarda senin katkın çok, yani görevin neyse tam anlamıyla yerine getiriyorsun. Sonuçta mağlup oluyor ya da berabere kalıyorsun. Bir de 90 dakika boyunca hiçbir şey yapmıyor, koşmuyor, mücadele etmiyorsun ancak top birden bire sana geliyor, vuruyorsun, gol... Ben bu ikinciyi istemiyorum işte. İlki benim için daha değerli."



1977 yılında Sürmene'de doğdu, Trabzon Telekomspor'dan Trabzonspor altyapısına geçti. 17 yaşında A takıma yükseldi. Ancak A takımda şanssız maçlar yaşadı, Altay'a gitti. İlk kez A Milli olma sevincini burada yaşadı. Altay-Galatasaray maçı oynanıyor; Galatasaray Altay'dan 3 gol yiyor, hiç gol atamıyor. Gollerin üçü de ondan. Bir hafta sonu ve bu kez rakip Çanakkale Dardanel... Bugün Trabzonspor'da oynayan Tolga'yla ikili mücadelede yerde kalıyor, ayağı üç yerden kırılıyor... On ay sahalardan uzakta...... Tekrar dönüş Trabzon'a... Ancak, dönmek için vakit daha erken. Trabzon dönüşünde de kolu kırılıyor; bu kez üç ay yok. Yeni çoğrafyalara uzanma vakti; bu kez durak Gaziantep... Gurbette bir başka güzel, hep güzel... Trabzonspor'da Samet Aybaba dönemi ve onun gibi gurbete giden özkaynaklardan gelen oyuncuların toplanma zamanı. 2002-2003 sezonunda Adanaspor maçından birkaç gün önce dönüş yine aynı yere; Trabzon'a... Şimdi 27 yaşında, Türkiye'nin en yetenekli oyuncusu deniyor.

Fatih Tekke yazısını yazar Alfred Souza'nın kısa ve yalın anlatımıyla bitirelim:
"Uzun bir zamandan beri hayatın-gerçek hayatın- başlamak üzere olduğu izlenimine kapılmıstıştım. Fakat her zaman yolumun üzerine bir engel, öncelikle erişilmesi gereken bir şey, bitmemiş bir iş, hizmet edilecek zaman, ödenecek bir borç oldu. Sonra hayat başlayacaktı. Sonunda anladım ki, bu engeller benim hayatımdı."


"Kişiliğiyle örnek, oyunculuğuyla yetenekli FATİH SULTAN TEKKE'




 
Üst