Temyiz

fells2

Banned
Katılım
3 Şub 2008
Mesajlar
8,906
Reaction score
0
Puanları
36
Konum
Turkey
TEMYİZ


A. GENEL OLARAK


İnsanlığın yaşamında öyle bir düzeye gelinmelidir ki kişiler arasında ortaya çıkabilecek uyuşmazlık fark edilir edilmez düzelmelidir. Konu mahkeme önüne getirilirse haksızlık hemen hakim tarafından sona erdirilerek eski duruma dönülmelidir. Ancak bugün için bu bir “ütopya” dır. Fakat gerçekleşmesi zor gibi gözüken bu duruma , ne kadar çok yaklaşilırsa ve günün birinde insanlık o anı yakalarsa “ütopya” gerçekleşmiş olur. İnsanlar arzu edilen olgunluğa ulaştığı zaman, “haksızlık” eylemleri bitecektir[1]. Herkes hukukun koymuş olduğu kurallara aynen uymuş olsaydı, kişiler arasında hiçbir uyuşmazlık ortaya çikmazdi. Toplum hayatında asıl olan kurallara uyulmasıdır. Aksi halde davaların açılması kaçınılmazdır. Dava açmakla, taraflar ve taraflarla mahkeme arasında yargılama işlemleri topluluğundan oluşan bir dava ilişkisi ortaya çikar[2]. Konuya usul açısından yaklaştığımızda önüne gelmiş olan uyuşmazlığı, çözümlemekle yükümlü mahkemelerin yargılama sırasında hiç hata yapmadan usul kurallarının amaçlarına, adalete, maddi ve hukuki duruma uygun çabuk ve ucuz bir şekilde davayı sonuçlandırmaları gerekir. Hakimler, kararlarıyla toplum düzenini koruyan ve sağlayan kimselerdir. Kişiler üzerinde yargı gücü kadar doğrudan doğruya etkili bir güç yoktur. Mahkemelerin davada uygulamış oldukları usul kurallarını tarafların hukuka güven duygularını eksiltmeyecek biçimde uygulayabildikleri ölçüde hukuka olan güveni ve saygıyı korumaları yanında, hukukunda gelişmesine hizmet ve yardım etmeleri mümkündür[3]. Hakim tarafından yapılması gereken usul işlemleri ve verilecek kararların, yargılamanın iyi yürütülmesi için vereceği emirlerin ve yargılama sırasında takınacağı tavırların usul kurallarına uygun olması gerekir. Hakimler yargılama usulünün ana kurallarına uyarak her iki tarafa da eşit işlem yapmakla yükümlüdürler. Hakimin davaya bakmaktan çekinmesinde, duruşma sırasında davanın taraflarına söz verilmesinde, yargılamanın akışına engel olduğu için konuşan tarafın veya vekilin sözünün kesilmesinde, taraflarca yargılama ile ilgili olarak yapılan beyanların tutanağa geçirilmesinde, duruşmanın iyi yürütülmesi amacıyla yargılama da disiplinin sağlanmasında gerekli olduğu ve kanunun öngördügü durumlarda bilirkişiye başvurulmasında[4] yargılamanın sonucunda verilen kararların gerekçeli olmasında usul kurallarının kendisine tanımış olduğu yetkileri ve vermiş olduğu görevleri dürüstlük kuralının çerçevesi içinde yerine getirmeleri ve usul kurallarına uygun hareket etmeleri gerekmektedir. Taraflarda davanın açılmasından bitirilmesine kadar üzerlerine düşeni yapmalıdır. Taraflara iddia ileri sürmek, mahkemeye çikmak, davasını savunmak ve ispatlamak gibi yükümlülükler yüklenmiştir. Taraflar usul kurallarına uygun davranmalı adaletin gerçekleşmesi için üzerlerine düşen ödevin bilincinde olmalıdır. Davada taraftan istenen, objektif ölçüde gerçeği sunmasıdır. Kötü niyetli kişi somut olayda iddiasına uygunluk gösterdiği taktirde gerçekleri verebilir. Mahkeme gerçeğe uygun olmayan iddiaları ayıklamalı, bunları devre dışı bırakmalıdır. Taraflar davanın açılmasından sonuçlanmasına kadar gerçeği eksik bilgilerle saptırmamalı, değiştirmemeli, hakimi yanıltmamalıdırlar. Bu yükümlülüğe aykırı olan işlem iddia veya savunmalar, mahkemece belirlenmesi durumunda verilecek hükme esas oluşturmayacaktır. Hükmün verilmesinde, hakimin ve tarafların yanında tanıdıkların, bilirkişinin de rolü vardır. Bilirkişiden yardım alındığı zaman, özellikle tarafların itiraz etmediği durumlarda hakimin bu hatayı görmemesi, hakimin mesleki bilgisinin eksik sübjektif düşüncesinin hatalı olması gibi hallerde, usule aykırı kararların verilmesi mümkündür[5]. Bilirkişinin reddi müessesesi de bu hatanın muhtemel olduğunu gösterir. Öncelikle, bütün yargılama türlerinde yer alan belirli kurallar doğrunun bulunmasını amaçlamaktadırlar. Usul kuralları esas itibari ile her bir yargılama için doğrunun bulunmasına ilişkin kuralları düzenleyerek tüm yargılamanın akışına şekil vermektedirler. Fakat usul kanunları bütün varsayımları öngörecek şekilde hükümler koyamadıklarından kanunun her olayın özelliklerine göre uygulanması işi mahkemelere kalmaktadır[6]. Hakim, toplum düzeninde adalet işini üzerine almış bulunan bir kişidir. Tarafsız hakimler olmaksızın, taraflar dinlenmeksizin ve kendilerine savunma hakkı tanınmaksızın, deliller aranmaksızın ve davalar herkesin gözü önünde aydınlatılmaksızın verilecek bir hükmün adaletli olduğuna kimse inanamaz[7]. Hakim insan olarak usul kurallarına uyarak hata yapmadığı ve bilgileri yeterli olduğu ölçüde delilleri değerlendirdikten sonra genelde usul kurallarına uygun ve adaletli bir karara ulaşması mümkündür. İlk derece mahkemesinin kararının adaletli olmadığını düşünen tarafın karara karşi Yargıtay’a başvurma hakkı vardır[8]. Uyuşmazlıkların çözümünde uygulanan usul kuralları ne kadar iyi olursa olsun hakimler de insandır. Yanılmaları bilinçli bir şekilde hatalı karar vermeleri mümkündür. Hata yapmak insana özgü bir davranıştır. Bazı ülkelerde usul kurallarına aykırılığı giderebilmek için hatalı kararlara karşi değişik adlar altında, aynı veya farklı mahkemeye başvurmak suretiyle işletilen kanun yolları öngörülmüstür. Bu kanun yolları, kararın kesinleşmesinden önce veya sonra mevcuttur. Amaç kararın kesinleşmesinden önce veya sonra bu usule aykırılıkları ortadan kaldırmaktır. Bazı ülkeler ise söz konusu usule aykırılıkları ayrı bir madde halinde açıkça düzenlemişlerdir. Usule aykırı olarak verilmiş bulunan kararlar, değişik zaman dilimlerinde ortaya çikabilir. Bu tür kararlar ile yargılamanın başindan sonuna kadar ve hatta temyiz aşamasında , kararın kesinleşmesinden sonra dahi karşilaşilabilmektedir. Hakimler de bir insan olarak yanılabileceklerinden Usul Kanunları da hatalı kesin hükmün ortadan kaldırılmasını sağlayan yargılamanın yenilenmesi yolunu düzenlemişlerdir.


B. TEMYİZ VE AMACI

Temyiz, bölge adliye mahkemeleri kurulup göreve başlayıncaya kadar,olağan kanun yollarından ilki ve en önemlisidir. İlk derece mahkemelerinin kararlarına karşi kanun yoluna başvurulmak istendiğinde öncelikle temyiz yoluna başvurulur. Diğer kanun yolu olan karar düzeltme, ancak temyiz yoluna gidildikten sonra başvurulabilen, temyiz yolunun devamı niteliğinde bir kanun yoludur[9]. Bizde istinaf yolu ( henüz ) kabul edilmemiştir. Hüküm mahkemesi kararlarına karşi başvurulabilecek ilk kanun yolu olan temyiz yolunda, hüküm mahkemesinin kararı yalnız hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Yani Yargıtay istinaf mahkemesi gibi, bir vakıa , tahkikat ve yargılama mahkemesi değildir[10]. Bölge adliye mahkemelerinin kurulup göreve başlamasından sonra temyiz, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşi başvurulan bir kanun yolu olacaktır. Bölge adliye mahkemeleri kuruluncaya kadar ise temyiz incelemesinde ilk derece mahkemelerinden verilen kararların hukuka uygunluk denetimi yapılır. İlk derece mahkemesi taraflar arasındaki uyuşmazlığı çözmektedir. Temyiz incelemesinde ise ilk derece mahkemesinin bu uyuşmazlık hakkında verdiği kararın hukuka ve kanuna uygunluk denetimi yapılır; yoksa yeniden bir inceleme yapılarak karar verilmez. Yine, temyiz incelemesinde daha önce ileri sürülmeyen yeni vakıaların ve delillerin ileri sürülmesi mümkün değildir. Çünkü temyiz incelemesinde tahkikat yapılmaz[11]. Temyiz yolunda ilk derece mahkemesi kararının verilmesinde hukukun yanlış uygulandığı ileri sürülebilir. Ancak hükmün verilmesinden sonra yaşanan vakıaların temyiz sebebi olarak ileri sürülmesi mümkün değildir. Örnegin hükmün verilmesinden sonra mahkum olduğu parayı ödeyen davalı, bu parayı ödedigini Yargıtay’da ileri süremez. Ancak kendisine karşi bir icra takibi yapılır ve ödedigi para bu takipte tekrar istenirse, bu taktirde davalı bu borcunu ödedigini icra takibinde ileri sürebilir[12]. Temyiz talebinde (yolunda ) yeni vakıalar ileri sürülemeyeceği kuralı, hükmün verilmesinden önceki döneme ait olan vakıalar içindir. Hüküm verildikten sonra meydana gelen ve hükmü etkileyecek olan vakıalar Yargıtay’da ileri sürülebilir[13]. Temyiz talebinin dinlenebilmesi için temyiz edilen karar verilirken hukukun yanlış uygulandığını bildirmek gerekli ve yeterlidir. Temyiz edenin, hangi kanun hükmünün yanlış uygulandığını bildirmesi gerekli değildir[14].


B. TEMYİZ EDİLEBİLEN KARARLAR

Kural olarak ilk derece mahkemelerinden verilen nihai karara karşi temyiz yoluna başvurulabilir ( m.427/ I). Ara kararları yalnız başina temyiz edilemez.; ancak asıl hükümle birlikte temyiz edilebilir. Ancak bu kuralın istisnaları vardır. Bunlardan birincisi özel bir kanun hükmü ile bazı kararların temyiz edilemeyeceği kabul edilmiştir. Örnegin, işbölümü itirazının kabulü üzerine verilen gönderme kararları nihai karar olmasına karşilık temyiz edilemez. İkinci olarak miktar ve değeri 1090 liranın ( 2006 yılı için ) altında taşinır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesin olup bu kararlara karşi temyiz yoluna başvurulamaz. 5219 sayılı kanundan önce 40 Yeni Türk Lirası iken bu sınır 21.07.2004 tarihinden itibaren 1.000 YTL olarak artırılmıştır. 5219 sayılı Kanun’un 15. Maddesine göre “Bu hüküm Kanun’un yayımı tarihinde yürürlüğe girer.” Buna göre 21.07.2004 tarihinden sonra verilen bir hüküm ancak 1.000 YTL nin üzerinde ise temyiz edilebilecektir. Bu konuda davanın açıldığı tarih değil; temyiz hakkının kazanıldığı, yani hükmün temyiz edilebileceği sıradaki değer esas alınmalıdır. Çünkü usûl hükümleri hemen yürürlüğe gireceğinden bu işlemin tamamlanıp tamamlanmadığına göre karar vermek gerekecektir[15]. Eğer bir işlem tamamlanmışsa, yeni hüküm artık bu tamamlana işleme etkili olmayacaktır. Buna karşilık o işlem henüz yapılmamış ya da tamamlanmamış ise, yeni usûl kuralı bu yapılmamış ya da tamamlanmamış işlemi etkileyecek başka bir ifade ile bu yeni işlem yeni hükme göre yapılacaktır. Bu nedenle temyiz sınırı davanın açıldığı tarihe göre değil; temyiz edebilme hakkının kazanıldığı yani hüküm verildiği tarihteki kurala göre belirlenecektir. Davanın açılmış olması veya davanın açıldığı tarih, bu konuda bir müktesep hakta oluşturmaz. Medeni usul hukukunda müktesep hak yoktur. Bir usul işlemi tamamlanmış, bitmiş ise artık yeni kanun hükmü uygulanmaz[16]. Buradaki 1090 YTL lik sınırın alacağı tümünün dava edilmiş olup olmamasına göre farklı şekilde düşünülmesi gerekir. Alacağın bir kısmı dava edilmişse , 1090 YTL lik kesinli sınırı alacağın tamamına göre belirlenir (m. 427/III). Örnegin, 10.000 YTL’lik bir alacağın birt kısmı dava edilmiş ve bu dava kabul edilmişse, kesinlik sınırını sadece dava edilen miktara göre değil; alacağın tamamı olan 10.000 YTL’ye göre hesaplamak gerekir. Hükmedilen kısım, 1090 YTL den az olsa bile alacağın tamamı 1.090 YTL den fazla olduğu için temyiz edilebilir[17]. Alacağın tamamı dava edilmiş ise hükümde asıl istemin kabul edilemeyen bölümü 1.090 YTL yi geçiyorsa karar temyiz edilebilir. Bu 1.090 YTL lik sınırı davacı ve davalı açısından ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. Davacı 10.000 YTL alacağının 900 YTL si kabul edilip diğer kısım reddedilirse, davacının aleyhine olan 1.090 YTL den fazla olduğu için hükmü temyiz edebilir. Davalının aleyhine olan miktar ise 900 YTL olup bu, temyiz sınırının 1.090 YTL nin altında olduğu için davalı, aleyhine olan bu hükmü temyiz edemez[18]. Hükümler; kural olarak temyiz edilebilir. Bu vesile ile gerekçeli kararın kısa karara aykırı olmasının bozma sebebi olduğunu ; hakimin verdiği hükmü değiştirmiş olmasının bozma sebebi olduğunu ve taleplerinden biri hakkında karar verilmemiş olan tarafın da hükmü temyiz edebileceğini belirtmek isteriz[19]. Feragat, kabul ve sulh halinde verilen (nihai) kararlar da temyiz edilebilir. Usûle ilişkin nihai kararlar da temyiz edilebilir. Görevsizlik kararı, yetkisizlik kararı, dava dilekçesinin iptali kararı, hakimin reddi talebinin[20] reddi reddine veya kabulüne ilişkin mercii kararı başka mahkemelerde açılmış olan davaların birleştirilmesi kararı, davanın açılmamış sayılması kararları davanın iptali kararı dosyanın işlemden kaldırılması kararı, ilk itirazın kabulüne ilişkin nihai kararlar ve tereke hakkındaki tedbir kararları temyiz edilebilir[21] . Kira bedelinin tespiti davalarında temyiz sınırı, yıllık kira bedeli esas alınarak hesaplanmalıdır. Bunun gibi nafaka davalarında da aylık nafakanın değil; yıllık nafakanın esas alınarak temyiz sınırının belirlenmesi gerekir. Zira nafaka davalarında harç da yıllık miktar üzerinden alınmaktadır. Temyiz sınırı sadece alacak ve taşinır davalarına ilişkin olduğundan, taşinmaz davalarında dava konusunun değeri ne olursa olsun dava sonunda verilen hüküm herhangi bir sınırlama olmaksızın temyiz edilebilir. Bunun gibi dava konusu para olmayan veya para ile değerlendirilemeyen davalara ilişkin hükümler de temyiz sınırlaması olmaksızın temyiz edilebilir.

D. TEMYİZ ( BOZMA ) SEBEPLERİ

Temyiz yoluna, ilk derece mahkemesinin hukuk kurallarını somut olaya yanlış uygulaması nedeni ile başvurulur. Uygulanacak olan hukuk kuralları, maddî hukuka ilişkin olabileceği gibi usûl hukukuna ilişkinde olabilir. Ancak her iki halde de hukuk kuralının yanlış uygulanmasının karara etkili olması gerekir. Eğer bu hata yapılmasaydı verilecek karar başka olabilecek nitelikte ise, bu aykırılık bozma sebebi sayılmalıdır. Tarafların kendi aralarında yapmış oldukları sözleşmeler de buradaki anlamda hukuk kuralı terimine dahildir.; yani bu sözleşmelerin yanlış uygulanmış olması da temyiz sebebidir. Hukuk kuralının yanlış uygulanmış olması ile verilen karar arasında bir illiyet bağı bulunmalıdır[22]. Açılan davada duruşma yapılması gerektiği halde yapılmamamsı, iddia ve savunma hakkı ilkesine uyulmaması, mahkemenin usulüne uygun oluşmaması, kararın gerekçesiz olması, avukat olmayan kişinin açtığı davada “ehliyetsizlik durumunun göz önüne alınmaması re’sen araştırma ilkesine uyulmaması, hakimin davadan çekinmesini gerektirecek bir durum olmasına rağmen çekinmemesi; tekemmül etmeyen dosyanın karara bağlanması bozma nedenidir[23]. Temyiz nedenlerini iki kısma ayırarak incelemek daha uygundur. Bunlardan ilki maddi hukuka, diğeri ise usul hukukuna ilişkin temyiz nedenleridir[24] 1. MADDİ HUKUKA İLİŞKİN TEMYİZ SEBEPLERİ Maddi hukuka ilişkin temyiz sebeplerinde, hukuk kuralının yanlış uygulanmasının kararı etkileyip etkilemediğinin tespiti oldukça kolaydır. Çünkü bir maddi hukuk kuralının yanlış uygulanması, kararı mutlaka etkileyecektir. Örnegin, haksız fiile ilişkin tazminat davasında kusur aranmaksızın tazminata karar verilmesi halinde bu yanlışlığın kararı etkilediği açıktır. Usul Kanunumuzun 428..maddesinin birinci bendine göre “Kanun’un ve iki taraf beynindeki mukavelenin yanlış tatbik edilmiş olması” dır. Buradaki kanun terimi öncelikle anayasa, kanunlar tüzükler ve yönetmelikleri kapsar. Bunun gibi örf ve adet kuralları da buna dahildir[25]. Taraflar arasında yapılmış bir sözleşmenin yanlış uygulanmış olması da temyiz nedenidir[26] . Kanunun yanlış tatbik edilmesi ise bir kanun hükmünün somut olaya yanlış ya da hiç uygulanmamış olmasını ifade eder. Kanunda belirtilmiş olan diğer maddi hukuka ilişkin temyiz sebebi “Meseleyi maddîyenin takdirinde hata” edilmesidir. Bir vakıanın mevcut delillere nazaran takdirinde veya vakıanın hukuki değerlendirilmesinde hata edilmiş olması, bu bent kapsamına giren bozma sebebidir. Örnegin dava konusu uyuşmazlıkta fiilin hukuka uygun olmasına rağmen, haksız fiil sebebiyle tazminata karar verilmesi, tapulu bir taşinmaz hakkında açılan davada taşinmazın tapusuz olmasına göre karar verilmesi, böyledir. Bunlar hukuki nitelendirme ile ilgilidir. Eğer mahkemenin hukuki nitelendirmesi hatalı ise Yargıtay verilen hükmü bozabilir. Ülkemizde bölge adliye (istinaf) mahkemelerinin kurulamaması sebebiyle Yargıtay, aslında istinaf mahkemelerine ait olan bu görevi de üstlenerek delillerin takdirini denetlemektedir. Aslında bu yetkinin, delillerin takdirinde çok açık hata bulunan hallerle sınırlı olarak uygulanması gerekir. Bölge adliye mahkemelerinin kurulup göreve başlamasından sonra bu inceleme bölge adliye mahkemelerine geçecektir. 2. USUL HUKUKUNA İLİŞKİN TEMYİZ SEBEPLERİ Usûl kurallarına aykırılık halinde bu aykırılığın kararı etkileyip etkilemediği ve illiyeti tespit etmek maddi hukuka ilişkin sebeplerde olduğu kadar açık ve kolay değildir. Bazı önemli usul hukuku kurallarının yanlış uygulanması halinde, bu yanlış uygulamanın verilen kararı mutlaka etkilediği farz olunur ki bu hallere mutlak temyiz sebebi denir[27]. Bu sebeple bazı usûl hukukuna ilişkin bozma sebepleri, mutlak bozma sebebi olarak kabul edilmiştir. Mutlak bozma sebeplerinde usûl hukukuna ilişkin aykırılığın ayrıca kararı etkileyip etkilemediği araştırılmaz. 428. Maddenin 2. Bendinde, temyiz sebebi olarak sayılan davaya bakan mahkemenin görevsiz olması mutlak bozma sebebidir. Örnegin, asliye hukuk mahkemesinin görevine giren bir dava sulh hukuk mahkemesinde görülüp karara bağlanmışsa, bu usule aykırılık mutlak bir bozma sebebidir. Ayrıca bu aykırılığın verilen kararı etkilemesi araştırılmaz, sulh mahkemesi tarafından verilen hükmün bozulması gerekir[28]. Usul Kanunumuzun 428. Maddesine göre, bu maddede gösterilmiş olan nedenlerden biri mevcut ise, Yargıtay alt derece mahkemesinin kararı bozacağından, davada yabancı hukukun uygulanması gerekirken, yabancı hukukun hiç uygulanmamış veya yanlış uygulanmış olması da temyiz nedenidir[29]. Tarafları, sebebi ve konusu aynı olan uyuşmazlık hakkında birbirine çelisik kararlar verilmiş olması da usûl hukukuna ilişkin mutlak bozma sebebidir. Her iki hükümde kesinleşmemişse, Yargıtay doğru bulduğu kararı onar; diğerini ise bozar. Eğer hükümlerden birisi kesinleşmemişse, Yargıtay bu durumda kesin hüküm nedeniyle henüz kesinleşmemiş olan hükmün bozulması gerekir[30]. Davanın görülmesi sırasında ileri sürülen usûle aykırılık iddiası nazara alınmamış veya mahkemenin kendiliğinden nazara alması gereken bir usul kuralı uygulanmamış ise bu da bozma sebebidir (HUMK m.428/IV). Örnegin hakimin taraflardan birince usûlüne uygun ve süresi içinde reddine rağmen bu talebi hiç incelenmeyerek davaya devam edip karar vermiş olması, davada ileri sürülen usûle aykırılık iddiasının nazara alınmamış olmasıdır. Buna karşilık davaya bakması yasak olan hâkimin karar vermiş olması, kendiliğinden nazara alınması gereken usûl kuralının uygulanmamış olmasıdır[31]. Ancak ret nedeninin varlığına rağmen, hakimin reddi isteğinde bulunmayan taraf, ilk derece mahkemesinde yapılması gereken itirazı yapmamış ise, artık bu hususu ilk kez Yargıtay’da ileri sürebilmesi mümkün değildir. Çünkü, hakimin reddine ilişkin nedenler ancak tarafların ileri sürmesi durumunda mahkemece göz önüne alınabilir[32] Dava sırasında ileri sürülen usûle aykırılık iddiasının mahkemece nazara alınmaması, mutlak bir bozma sebebidir. İleri sürülen usûle aykırılık mahkemece değerlendirilmiş ve bir karar verilmişse bunun bozma sebebi sayılması için ayrıca hükmü etkilemesi gerekir. Örnegin, davaların birleştirilmesi talebinin ileri sürülmesi üzerine mahkeme bu talebi haksız olarak reddetmiş olsa bile verilen karar doğru ise, bu aykırılık bozma sebebi sayılmaz. Ancak mahkeme davaların birleştirilmesi talebini hiç incelememiş olsaydı bu mutlak bozma sebebi sayılırdı[33].

Mahkemenin kendiliğinden nazara alması gereken usûl hukuku kurallarına aykırı karar vermesi , mutlak bozma sebebidir. Örnegin, idari yargıya ait bir uyuşmazlık hakkında hukuk mahkemesi tarafından karar verilmesi mutlak bozma sebebidir. Örnegin idari yargıya ait bir uyuşmazlık hakkında hukuk mahkemesi tarafından karar verilmesi mutlak bozma sebebidir. Bunun gibi hükmün gerekçesiz olması, tarafa hukuki dinlenilme hakkı verilmemesi, aleniyet ilkesine aykırılık, mutlak bozma sebepleridir. Hukuki dinlenilme hakkının bir unsuru olan tarafın ileri sürdüğü iddia ve savunmaların ispatı için göstermiş olduğu delillerin kanuni bir sebebe dayanılmadan reddedilmiş olması ayrıca bozma sebebi sayılmıştır[34].Yargıtay bu sebeplerden birinin mevcut olduğu sonucuna varırsa, bu sebep ile verilen karar arasında bir illiyet bağının mevcut olup olmadığını, yani bu sebebin varlığının hükmü değiştirecek nitelikte bulunup bulunmadığını araştırmaksızın kararı bozar[35]. Nispi bozma sebebinin, kararın bozulmasının ancak hata ile karar arasında bir illiyet bağının bulunması halinde kabul edilmesi gerekir. Örnegin gerekli olan bilirkişi incelemesi yaptırılmadan karar verilmiş olması hükme etki eden bir usul kuralına aykırılıktır. Ancak mahkemenin işbölümü itirazını ret veya kabul ederek verdiği gönderme kararı asıl hükmün bozulmasını gerektiren başkaca bir neden olmadığı sürece tek başina bozma sebebi oluşturmaz. Bir bilirkişi yerine dört kişinin bilirkişi olarak atanması ve dinlenmesi, esasa etkili değilse bozma sebebi değildir. Yine yeminsiz dinlenmesi gereken kişilere yemin ettirilmesi, tanığın dinlenilmesinden sonra yemin ettirilmesi gerekirken dinlenmeden önce yemin ettirilmesi usule aykırı ise de, bu usule aykırılık hükme etki edecek nitelikte olmadığından bozma sebebi sayılmaz[36].


E. TEMYİZ YOLUNA BAŞVURABİLECEK OLANLAR

Temyiz yoluna davanın tarafları başvurabilir. Tarafların yanında davaya katılan fer’i müdahilin taraflar gibi hükmü temyiz edip edemeyeceği konusunda kanunda açık düzenleme yoktur. Yargıtay fer’i müdahilin hükmü tek başina temyiz edemeyeceği görüşündedir. Kanımızca asıl taraf temyize başvurmaktan açıkça feragat etmedikçe, fer’i müdahil asıl taraf başvurmasa da temyiz yoluna başvurabilir. Çünkü fer’i müdahil asıl tarafın yardımcısı olduğuna göre, asıl tarafın temyiz yoluna başvurmayarak hareketsiz kalması, fer’i müdahilin asıl tarafa yardım ederek temyize başvurmasına engel değildir. İhtiyari dava arkadaşlarından her biri, diğerinden bağımsız olarak temyize başvurabilir. Buna karşilık mecburi dava arkadaşları, temyize de birlikte başvurmak zorundadırlar[37]. Çekismesiz yargı işlerinde, bir kararı temyiz etmekte hukuki yararı bulunan bütün ilgililer temyiz yoluna başvurabilirler[38]. Temyize başvuracak olan tarafın hukuki yararının bulunması gerekir. Kanun davada haklı çikmis olan tarafın da hukuki yararı bulunmak şartıyla temyize başvurabileceğini düzenlemiştir (m.428/I). Temyiz yoluna başvuran tarafın hukuki yararının bulunup bulunmadığı öncelikle onun davadaki talebi ile mahkemenin hükmü karşilaştırılarak belirlenir. Eğer tarafın talebi ile verilen hüküm aleyhine ise tarafın temyize başvurmakta hukuki yararının bulunduğu söylenebilir. Bununla birlikte davada haklı çikmis olduğu halde tarafın temyiz etmekte hukuki yararı özellikle hüküm fıkrası talep sonucuna tamamen uymakla beraber hükmün gerekçesinin talebe aykırı olması halinde söz konusu olabilir. Örnegin kendisine karşi açılacak alacak davasında, terditli savunmada bulunan davalı asıl talep olarak borcu olmadığından davanın reddini istemiş olsun. Mahkeme takas nedeniyle davanın reddine karar vermişse , davanın reddi davalının istemi doğrultusunda görülecektir. Ancak davada hüküm fıkrası asıl istemine uymadığı için, hüküm lehine görünse bile, davalı da hükmü temyizde hukuki yarara sahiptir; zira asıl istemi reddedilmiştir[39].

F. TEMYİZ SÜRESİ

Temyiz, belli bir süreye tabidir. Bu süre temyiz edilecek kararı veren mahkemeye göre değişik olarak düzenlenmiştir. Asliye mahkemelerinden verilen kararlara karşi temyiz süresi kararın tebliğinden itibaren on beş gündür (m.423/I). Buna karşilık sulh hukuk mahkemesi kararlarına karşi temyiz süresi kararın tebliğinden itibaren sekiz gündür. 4353 sayılı Kanuna tabi kamu kuruluşları hakkında temyiz süresi otuz gündür. Bu süre ilâmın usulen taraflardan her birine tebliğ edildiği tarihten itibaren işlemeye başlar (m. 432/I). İş mahkemesi kararlarına karşi temyiz süresi sekiz gündür[40]. Davanın her iki tarafına karar, farklı zamanlarda tebliğ edileceği için, temyiz süresi de her ikisi için ayrı ayrı zamanlarda işlemeye başlar. Mecburi dava arkadaşlığında, her dava arkadaşina ayrı zamanlarda tebligat yapılacağından , birlikte başvuracakları temyiz süresi en son yapılan tebligattan sonra hesaplanır[41]. Vekil ile takip edilen davalarda temyiz süresi, kararın vekile tebliği tarihinden itibaren işlemeye başlayacaktır.

G. TEMYİZ TALEBİ

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 431. Maddesine göre temyiz dilekçe ile yapılır. Dilekçeye davalı sayısına göre suret eklenir. Bu hüküm asıl olarak asliye mahkemesinden verilen kararlar içinde geçerlidir. Temyiz dilekçesinde hangi kayıtların yer alacağı 435. Maddenin birinci fıkrasında tek tek sayılmıştır. Buna göre öncelikle dilekçede temyiz eden tarafın davadaki sıfatı, adı soyadı ve adresleri de dilekçede yazılmalıdır. Bunun dışında temyiz edilen hükmün hangi mahkemeden verilmiş olduğu, tarih, ve sayısı ile temyiz edilen kararın temyiz edene hangi tarihte tebliğ edildiği, hükmün özeti, temyiz sebepleri ile duruşma isteniyorsa, bu yöndeki talebin dilekçede yer alması gerekir. Dilekçenin temyiz eden taraf veya vekili tarafından imzalanması gerekir. Temyiz dilekçesinin, temyiz edenin kimliği ve imzasıyla temyiz olunan hükmü yeteri kadar belli edecek kayıtları taşiması halinde, diğer şartlar bulunmasa bile ret olmayıp temyiz incelemesi yapılır (m.435/II). Örnegin kararın hangi tarihte temyiz edene tebliğ edildiği, temyiz edilen hükmün hangi mahkemeden verildiği yazılmasa bile dilekçe kabul edilerek temyiz incelemesi yapılır. Temyiz dilekçesi hangi mahkemeye verilmişse, o mahkemece temyiz defterine kaydolunur ve temyiz edene ücretsiz bir alındı kağıdı verilir. Eğer temyiz dilekçesi kararı veren mahkemeden başka bir yer mahkemesine verilmişse, dilekçe temyiz defterine kaydedildikten sonra kararı veren mahkemeye örnekleriyle beraber gönderilir (m. 432/III). Temyiz dilekçesi, hükmü veren mahkeme tarafından karşi tarafa tebliğ edilir. Tebliğ tarihi temyiz dilekçesinin dosyada kalan aslına işaret edilir. Karşi taraf tebliğ gününden başlayarak on gün içerisinde cevap dilekçesini hükmü veren mahkemeye veya bu mahkemeye gönderilmek üzere başka bir mahkemeye verebilir (m.433/II). Temyiz dilekçesine on gün içinde cevap verecek tarafın, vereceği cevap ile birlikte kendine özgü temyiz sebepleri ileri sürmesine katılma yolu ile temyiz denilir[42]. Temyiz dilekçesi verilen mahkeme cevap verildikten veya bunun için belli süre geçtikten sonra dosyayı dizi listesine bağlı olarak Yargıtay’ın görevli dairesine gönderir. Temyiz dilekçesini alan mahkeme, bu dilekçeyi karşi tarafa tebliğ ettikten sonra varsa onunda cevabını ekleyerek dosyayı Yargıtay ilgili hukuk dairesine göndermelidir. Bununla beraber yerel mahkemenin üç halde temyiz talebini Yargıtay’a göndermeden reddedebilmesi kabul edilmiştir. Bunun nedeni çok açık şekilde temyizi mümkün olmayan karara karşi temyiz yoluna başvurularak Yargıtay’ın meşgul edilmemesidir. Bunlardan birincisi, temyiz dilekçesi verilirken yatırılması gereken harç ve giderler eksik yatırılmış ise kararı veren hâkim eksik olan harcı tamamlaması için temyiz talebinde bulunan tarafa yedi günlük süre verir ve bu süre içinde eksik olarak yatırılan harç tamamlanmazsa tarafın temyizden vazgeçmiş sayılacağını bildirir[43]. Yerel mahkemenin temyiz talebini reddedebileceği diğer iki hal 432. Maddede düzenlenmiştir. Mahkeme, temyiz talebi kanuni süre geçtikten sonra yapılır veya kararın temyizi mümkün olmazsa temyiz talebini reddeder. Mahkeme, bu iki halden birisi varsa temyiz isteminin reddine karar vererek dosyanın Yargıtay’a gönderilmesi için yatırılan parayı kullanarak, ret kararını kendiliğinden temyiz edene tebliğ eder. Bu ret kararı da tebliğinden itibaren yedi gün içinde temyiz edilebilir. Bunun için ret kararını temyiz etmek isteyen kişinin gerekli giderleri yatırarak bu kararı temyiz etmesi gerekir[44].

H. TEMYİZ İNCELEMESİ

Temyiz incelemesi Yargıtay’ın ilgili hukuk dairesince yapılır. Yargıtay dairelerinin görevleri Yargıtay Kanununun 14. Maddesinde gösterilmiştir. Her dava sonunda verilen hüküm, ayrı dairede incelenecektir. Dosya doğru daireye gönderilmemişse , o daire tarafından görevli daireye kendiliğinden gönderilir. İlgili hukuk dairesine gönderilen dosya öncelikle bir ön incelemeye tabi tutulur. Ön incelemeyi ilgili dairenin başkanı tarafından görevlendirilecek tetkik hakimi yapar. Bu ön inceleme temyiz talebinin süresinde yapılıp yapılmadığı, temyiz edilen kararın temyizi kabil bir karar olup olmadığı hukuki yarar ve ve diğer usuli koşullar bakımındandır. Ön inceleme sonunda temyiz incelemesinin başka bir daireye ait olduğu temyiz kabiliyetinin bulunmadığı temyiz isteminin süresi içinde olmadığı , temyiz şartının yerine getirilmediği veya diğer usul eksiklikleri bulunduğu saptanan dosyalar dairece öncelikle incelenerek karara bağlanır. Tetkik hakimi yapacağı ön inceleme sonunda temyiz incelemesinin esastan yapılmasına engel olan koşulların eksikliğini saptarsa durumu hemen daire başkanına bildirir. Bu dosya kurul tarafından öncelikle incelenerek karara bağlanır. Daire tetkik hakiminin görüşüne katılırsa temyiz istemini reddeder[45]. Aksi halde temyiz incelemesini yapmak ve bir rapor hazırlamak üzere daire üyelerinden birini veya tetkik hakimlerinden birisini görevlendirir. Bu görevlendirilen hakim dosyayı inceleyerek bir hafta içinde bir rapor düzenleyip daire başkanına verir. Bundan sonra temyiz talebi esastan incelenir[46]. Duruşma yapılarak incelenebilecek kararı temyiz eden tarafın duruşma yapılmasını talep etmesi gerekir. Ancak taraflar talep etmese veya duruşma talep edilmesi mümkün olmasa bile Yargıtay, taraflardan bilgi almak için kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir. Duruşma yapılmasına karar verilen hallerde, tarafların duruşmaya davet edilmesi ve bu davetiyenin tebliği ile duruşma günü arasında en az on beş gün bulunması gerekir. Duruşma isteyen taraf tebligat gideri yatırmamışsa, duruşma isteği dikkate alınmadan dosya üzerinden inceleme yapılır. Taraflar gelmemiş ise dosya üzerinden inceleme yapılarak gereken karar verilir. Yargıtay tarafların temyiz dilekçesi ve cevap dilekçelerinde ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın inceleme yapar. Taraflarca ileri sürülmeyen sebeplerden dolayı da Yargıtay kararı bozabilir. Tarafların temyiz dilekçesi ve cevap layihalarında ileri sürdükleri itiraz ve iddialar kabul edilmese bile bunlar hakkında ayrı ayrı gerekçe gösterilmesi zorunludur[47].


I. TEMYİZ İNCELEMESİ SONUNDA VERİLEN KARAR

Yargıtay temyiz incelemesi sırasında iki tarafın temyiz dilekçesinde ve cevap layihasında ileri sürdükleri bütün itiraz ve savunmaları göz önünde bulundurur ve vereceği kararda her temyiz ve savunma sebebinin neden dolayı ret veya kabul edildiğini gerekçesiyle birlikte bildirir (m.439/ I)[48]. Yargıtay’ın kararı gerekçeli olmalıdır ( m.439/I ; m.440/II; Anayasa m.141/III). Yargıtay’ın kararının gerekçeli olması hüküm mahkemesinin kararında direnip direnmeyeceğini belirleyebilmesi için özellikle faydalıdır. Bundan başka, taraflarında kararın gerekçesini bilmeleri, onların karar karşi olan güvenini artırır. Hüküm mahkemesi bozmaya uyarsa gerekçe mahkemenin işini önemli ölçüde kolaylaştırır; çünkü, ancak gerekçe sayesinde Yargıtay kararının anlaşilması mümkündür. Nihayet kararın gerekçeli olması, o karar üzerinde faydalı bilimsel tartışmalar yapılmasına imkân verir ki bu da sağlıklı bir hukuki gelişmeye yol açar[49]. 1. BOZMA KARARI A. GENEL OLARAK Yargıtay, taraflarca ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse ilk derece mahkemesinin kararını kısmen veya tamamen bozar. Yargıtay sadece hükmü bozmakla yetinir ve kararında bozma nedeni veya nedenlerini gerekçesi ile belirtir. Yoksa ilk derece mahkemesinin yerine geçecek bir karar veremez veya yeniden yargılama yapamaz. Bozma kararı üzerine dosya kararı vermiş olan mahkemeye gönderir[50]. Bir hüküm davanın taraflarından yalnız biri tarafından temyiz edilirse Yargıtay temyiz edilen hükmü, temyiz eden tarafın aleyhine olarak bozamaz[51].; buna aleyhe bozma yasağı denir[52]. Bir alacak davasında mahkeme alacak davasının kabulüne ve davacının faiz isteğinin reddine karar vermiştir.Hüküm yalnız davalı tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay, hükmün faiz isteğinin reddine ilişkin kısmını kanuna aykırı bulsa bile , hükmü ( davacı lehine faize de karar verilmesi gerekçesiyle ) bozamaz. Çünkü, davacı hükmü temyiz etmemiştir ve ( faize de hüküm verilmesi gerektiğine ilişkin) böyle bozma temyiz eden davalının aleyhine olur (aleyhe bozma yasağı)[53]. Taraflardan yalnız birinin temyizi halinde Yargıtay’ın ( temyiz eden tarafın lehine olarak ) verdiği bozma kararına uyan mahalli mahkeme de artık, temyiz eden tarafın verdiği bozma kararına uyan mahalli mahkeme de artık temyiz eden tarafın önceki ( bozulan ) karara oranla aleyhine olan bir hüküm veremez. Buna da “aleyhe hüküm verme yasağı” denir[54]. Kendisine bozma kararı gönderilen mahkeme bu karara karşi karar düzeltme yoluna gidilip gidilip gidilmememsine göre farklı şekilde davranır. Eğer bozma kararına karşi karar düzeltme yoluna gidilebiliyorsa mahkemenin bozma kararını on beş gün içinde kendiliğinden taraflara tebliğ etmesi gerekir. Bunun üzerine taraflar süresi içinde karar düzeltme yoluna başvururlarsa ilk derece mahkemesinin karar düzeltme incelemesinin sonuçlanmasını beklemesi gerekir. Taraflar süresi içinde karar düzeltme yoluna başvurmaz ise mahkeme kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir (m. 429/II). B. MAHKEMENİN BOZMA KARARINA UYMASI İlk derece mahkemesi bozma kararına uyma kararı verirse; artık bu kararı ile bağlıdır ve bu ara kararından dönerek direnme kararı veremez. Çünkü bu uyma kararı ile bozma kararı lehine olan taraf için müktesep hak doğar. Bozma kararına uyulmasından sonra mahkemenin bozma kapsamında yeniden tahkikat yapması ve bir karar vermesi gerekir. Bozma kapsamı doğrultusunda yapılacak yeni tahkikatta taraflar, yeni iddia ve savunma ileri sürebilirler. Ancak bu yeni iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı çerçevesinde değerlendirilecektir[55]. Bozma kararına uyan mahkeme bozma kapsamı doğrultusunda tahkikat yapıp yeniden bir karar vermek zorundadır. Örnegin ilk derece mahkemesinin kararı, bilirkişi incelemesi yaptırılmadan karar verildiği için bozulmuşsa, bu bozma kararına uyan mahkeme, bilirkişi incelemesi yaptırdıktan sonra yeniden bir karar verecektir. Mahkemenin görevsiz olması nedeniyle hüküm bozulmuşsa, uyma kararı veren mahkeme de görevsizlik kararı verecektir. İlk derece mahkemesinin bozma kararına uymasının en önemli sonucu, bunun bozma kararı lehine olan taraf yararına usuli müktesep hak teşkil etmesidir[56]. Bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme zorunluluğu doğar. Mahkeme hem bozmaya uyup hem de bozma dışında inceleme yapamaz, karar veremez. Bozmaya uyan mahkemenin sonraki sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılmaz ve bozma sebebidir. Uyulan bozma kararında bazı hukuki ve fiili sebepler yanlış bile olsa artık bunlar yeniden incelenemez. Bu hem bozma kararına uyan yerel mahkeme için, hem de bundan sonra kararı inceleyecek Yargıtay dairesi için geçerlidir. O halde usûli müktesep hakka Yargıtay’da da uyulması gerekir. Çünkü bozma kapsamı dışında kalan hususlar kesinleşir[57]. Bu kesinleşen hususlar hakkında artık yeniden inceleme yapılarak karar verilemez. Gerek yerel mahkeme gerekse Yargıtay usûli müktesep hak ile bağlıdır ve uymak zorundadır[58]. Yargıtay, usûli müktesep hakka bazı istisnalar kabul etmiştir. Bunlardan birincisi görev açısındandır. Yargıtay’a göre ancak mahkemenin görevsiz olduğu temyiz itirazları içinde açıkça ileri sürülerek reddedilmiş ve karar başka sebeplerle bozulduktan sonra bu karara uyulmuş ise, bozma kararına uyularak yapılan yeni yargılamada artık görev konusu da usûli müktesep hak teşkil eder ve artık bundan sonra görevsizlik kararı verilemez. Usûli müktesep hakkın diğer bir istisnası yeni bir içtihadı birleştirme kararının henüz sonuçlanmamış tüm davalarda uygulanması gerektiğinden, bu yeni içtihadı birleştirme kararı usûli müktesep hakka rağmen uygulanır. Mahkeme yeni içtihada göre karar verecek ve usûli müktesep hakkı korumayacaktır. Aynı husus temyiz veya karar düzeltme incelemesi yapacak olan Yargıtay için de geçerlidir. Kesin hükümde usûli müktesep hakkın istisnası olarak kabul edilmektedir. Bozmadan sonra verilen kesin hüküm usûli müktesep hak söz konusu olmaksızın dikkate alınmalıdır. Çünkü kesin hüküm kamu düzenini ilgilendirir ve hakim tarafından her aşamasında kendiliğinden nazara alınmalıdır. Genellikle usulle ilgili kurallar kamu düzeninden sayılır[59] Yargıtay, kamu düzenine aykırılığı da usûli müktesep hakkın istisnası olarak kabul etmektedir. Usuli müktesep hak söz konusu olan hallerde ıslah yoluna başvurulamasa da karşi taraf itiraz etmezse, bozmadan sonra iddia ve savunma değiştirilebilir ya da genişletilebilir. Karşi tarafın itiraz etmemesi üzerine iddia ve savunma değiştirilir ya da genişletilirse, mahkeme uyduğu bozma kararı çerçevesinde karar vermek zorunda değildir. Bozma kapsamı dışında kalan hususlarla ilgili icra takibi yapılabilir[60]. C. MAHKEMENİN BOZMA KARARINA KARŞI DİRENMESİ Temyiz incelemesi sonunda vermiş olduğu karar bozulan ilk derece mahkemesi , bozma kararına uymak zorunda değildir. Kararının doğru olduğu görüşünde ise kendi kararında direnebilir (m. 429/II). Direnme kararı veren mahkeme daha önce vermiş olduğu kararı değiştiremez. Ancak mahkeme daha önceki kararından farklı ve yeni gerekçeler gösterebilir[61]. Mahkeme, Yargıtay’ın bozma kararına kural olarak uymak zorunda değilse de tarafların her ikisi de Yargıtay’ın bozma kararına uyulmasını isterse, mahkeme bozma kararına uymak zorundadır; direnme kararı veremez. Direnme kararı nihai bir karardır. Bu kararla birlikte mahkeme davadan elini çeker. Direnme kararına karşi taraflar tekrar temyiz yoluna başvurabilirler. Daha önce temyize başvurmayan taraf , direnme kararını temyiz edemez. Direnme kararı temyiz edilirse temyiz incelemesini Yargıtay Hukuk Genel Kurulu yapar. Hukuk Genel Kurulu, direnme kararını doğru bulursa, direnme kararını onar, bozma kararını doğru bulursa, direnme kararını bozar. Hukuk Genel Kurulu’nun temyiz incelemesi sonunda verdiği karara karşi karar düzeltme yoluna gidilebilir. Karar düzeltme incelemesi de Hukuk Genel Kurulunda yapılır. İlk derece mahkemesi Hukuk Genel Kurulu’nun kararına uymak zorundadır, bu karara karşi direnme kararı veremez[62]. 2. ONAMA KARARI Yargıtay ilk derece mahkemesinin hükmünü usûl ve kanuna uygun bulursa kararı onar.Temyiz yoluna kötü niyetle başvuran kişi ayrıca para cezasına mahkum edilir. Yargıtay’ın onama kararına karşi da süresi içinde düzeltme yoluna başvurulabilir. 3. DÜZELTEREK ONAMA KARARI İlk derece mahkemesinin verdiği hükmün değiştirilerek onanması istisnaen kabul edilmiştir. Çünkü Yargıtay yeniden Yargılama yapmamaktadır. Ayrıca Yargıtay bir hüküm mahkemesi de değildir. Ancak bazı hatalar, yeniden yargılama yapılmaksızın ve dosyanın bozularak ilk derece mahkemesine gönderilmeksizin düzeltilerek onanmasını mümkün kılmaktadır. Bunun dışında Yargıtay hükmü değiştirerek onaylayamaz. Kanunun 438. Maddesinin yedinci fıkrasına göre, temyiz olunan hükmün kanunun olaya uygulanmasında hata edilmiş olmasından dolayı bozulması gerektiği ve kanuna uymayan husus hakkında yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı taktirde Yargıtay, hükmü değiştirerek veya düzelterek onaylayabilir. Örnegin faiz oranı hakkında yanlış uygulama yapılmış olması halinde, Yargıtay kararı bozup yerel mahkemeye göndermek yerine, faizle ilgili doğru oranı uygulayarak, yani hükmü düzelterek onaylayabilir.















SONUÇ

İlk derece mahkemesinde dava görülürken, bir usul kuralı ihlal edilmiş ise usul kurallarına aykırılık dolayısı ile temyize başvurulabilmesi mümkündür. Temyizde usule aykırılığın ileri sürülmesi , usule ilişkin kuralların ihlal edildiğinin iddia edilmesi demektir. İhlalin söz konusu olabilmesi için bir usul kuralının hiç uygulanmaması veya hatalı uygulanması gerekir. Hakim kararında ilgili usul kurallarına dayanmalıdır. Yargılamanın başindan bitimine kadar usul kurallarına uygun davranmalıdır. Yargılama ile ilgili genel kurallar ( prensiplerin, ilkelerin ) ihlalinde usule aykırılık söz konusudur. Bunlar tarafların iddia ve savunma hakkı ilkesinin sözlülük, delillerin değerlendirilmesi yargılamanın açıklığı usuli kazanılmış hak , usul ekonomisi, tasarruf, kendiliğinden araştırma ve harekete geçme, taraflarca hazırlama, kamu düzeni gibi ilkelerin göz önüne alınmamasına ilişkin olabilir. Usule aykırılıklar ,mahkemenin kendiliğinden veya taraflarca itiraz edilebilecek konularda ortaya çikmaktadir. Bunlardan bazısı mutlak temyiz sebebidir. Buradaki usule aykırılıklar ağırdır.Toplum yararı ön plandadır. Yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir. İlk derece mahkemesi ve Yargıtay kendiliğinden göz önüne alır. İlliyet bağının varlığı aranmaz. Nispi temyiz nedenlerinde kararın bozulabilmesi için illiyet bağının varlığı aranır. Yargıtay kararlarında hangi hallerde kararın adaletli olmadığının somut olarak açıkça izah edilmesi gerekir. Yargıtay’ın temyizen incelediği kararlarda usule aykırılıklarla ilgili ve eleştiri konusu olarak hatalı hususlar üzerinde önemle durması gerekir. Hükümle usule aykırı davranış arasında illiyet bağının kurulamadığı hallerde Yargıtayın usul kurallarına aykırılıkları eleştirmesi, bunları kararda vurgulaması mahkemelerin yanlış uygulamalarında ısrarlı olmamalarına neden olacaktır. Son olarak ta diyebiliriz ki ; Yargıtay usul kurallarının uygulanmasında gerekli özeni gösterir ise, her hakimin kendine özgü bir yargılama usulü olmaz ve usul kuralının uygulanmasında birlik sağlanır.
 
Geri
Üst