Tebliğ ve İrşad Usulü

DeRSaaDeT

Islambol
Altın Üye
Katılım
3 Şub 2006
Mesajlar
6,597
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
118
secret_of_happiness_by_gapgirl2.jpg


19 Zilkade 1432 [Hicretten Sonra]

"Biz insanı en güzel, en üstün surette yarattık." Her şey insan için,insanın iki dünya mutluluğu içindir. İnsanı en güzel şekilde yaratan Allah ‘ a şükürler olsun. Bize insan olma şerefini veren Allah ‘ a mahlukatın hücreleri sayısınca hamd olsun.
İnsan bu kadar mükemmel yaratılmışken bulunduğu yüksek makamdan düşmesi de o nisbette kötü olmuştur. Çünkü insana verilen cüz’ i iradesini , hürriyetini yanlış kullanmıştır. Hür ve irade sahibi bulunmanın bir tezahürü olarak bu özelliğin zıddını da bünyesinde bulundurur. Yani o bir yanıyla melekût alemine aittir, diğer yanıyla da süflî, hayvanî aleme ait bir varlıktır.

Bütün tarih boyunca ve bugün insanlık bu iki özellik içinde hareket etmiştir. Ya yüzünü tertemiz fıtratından yana çevirerek melekleri kıskandıracak mertebelere yükselmiş, ya da üzerinde yürüdüğü toprağı utandıracak derecelere, "hayvandan da aşağı"lara düşmüştür.

zheybe_hat.jpg

Tebliğ ve Davet:

Bu kadar zıt kavramaları ve özellikleri kendi özünde bulunduran insanın seçmesi gereken yolu doğru olarak bulabilmesi tek başına çok zordur. Ve insan tarihin her devrinde kendisine yol gösterecek; iyiyi,doğruyu ,güzeli anlatacak rehberlere ihtiyaç duymuştur. Bu rehberler ona iki dünyanın saadet kapılarını açacak yolları göstermişlerdir. Ne zaman ki rehbersiz kalmış veya rehberden daha çok kendi nefsine güvenmiş , o zaman ulvi kişiliğini kaybedip aşağıların aşağısına düşmüştür.
İnsanları saadete .huzura ve güzelliğe çağıran önderlere tebliğci, irşat edici, nebi, peygamber ,resul vb isimler verilmiştir. Bu mana önderlerinin yaptığı işe ise irşat, tebliğ, davet denmiştir.

“Bu kavramlardan tebliğ , ilâhi hakikatin erdirici soluğunun insanlığa ulaştırılması, duyurulması; davet ise yine bu çerçevede insanlığın ilâhi hakikatin rahmet sofrasına çağırılması demektir.”

“ İşte bu anlamıyla tebliğ, “irşat” kelimesi ile örtüşmektedir. İrşat, hakikati kabul etmiş (mümin) kimseleri, imanın daha üst mertebelerine ulaştırmak maksadıyla yapılan bir “olgunlaştırma” faaliyetidir.” Bu olgunlaşma ve tebliğ faaliyetini yapacak fedakar insanlar her devirde buluna gelmiştir. Bir bayrak yarışı gibi hizmeti bir birlerinden devralarak bu güne gelmişlerdir. Bu devirde de peygamber varisi mürşit-i kamiller hizmete devam etmektedirler. Sadaat-ı Kiramın bu zamanda insanların dini yaşamaları ve yaşayanların daha da olgunlaşması için yaptığı hizmet ne büyüktür.
“Zira müminler, Kur’an’ın tabiriyle “kardeşler” olarak birbirlerine ilgisiz, kayıtsız ve nemelazımcı olamazlar.”
“İnsanları dine tatlılıkla davet edin. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Uyumlu olun, geçimsiz olmayın.” Hadisi irşadın ve tebliğin önderinin bu zamandaki Müslümanlara , tebliğ işinin usul ve kaidesini ne güzel de gösteriyor.

kuran_kerim_917661169.jpg

İlk İnsan Bir Tebliğciydi:

İlk insan Adem (as) bir peygamber, kendinden sonra gelenlere bir yol gösterici olarak gelmiştir. Kendinden sonra gelecek olan yüz yirmi dört bin peygamberin de işi kullara yaratıcılarını anlatmaktı. Ve kulları yaratana davet etmekti. “ İşte bu ilâhi davetin adı en genel manasıyla tebliğdir ve bütün peygamberler birer tebliğcidir. Onlar bir taraftan insanoğlunu ilâhi azaptan kurtarmaya çalışırken, diğer taraftan da yeryüzünü fitneden, bozgunculuk ve azgınlıktan korumaya çalışmışlardır.” "Hiçbir kavim yoktur ki, biz ona bir hidayete davetçi göndermemiş olmayalım" ayet-i kerimesi işte bu hakikati ifade eder. Bu peygamber mesleği ve görevi olan irşat işi ; “Yeryüzünün en büyük, en üstün vazifesidir. Bundan daha kıymetli bir vazife olsaydı, Rabbimiz peygamberlerini o vazife ile görevlendirirdi. Cenab-ı Hak insanoğlunu Rabbini bilip tanımak ve bu bildiklerine göre iç dünyasını şekillendirmek için yaratmıştır. Ona bu vazifesini hatırlatmak, bu marifete ulaştırmak için peş peşe peygamberler gönderilmiştir. Bütün peygamberlerin vazifesi irşattır.”

Son peygamber Hz. Muhammet (sav) den sonra irşad görevi varis’ ül enbiyaya geçmiştir.
“Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz'den sonra ise, irşad vazifesini enbiyanın vârisleri olarak Allah dostları, mürşidler deruhte etmişlerdir. Bu vazife kıyamete dek ehlullah tarafından devam ettirilecektir.”

“İrşad yolunda atılan her adım, irşad sahibi için nübüvvete veraset sevabı kazandırır; zira bu vazife aslı itibariyle peygamberlerin vazifesidir. Bu vazife irşad erlerine ilâhi bir lütuf olarak verilmiştir.”

“Bir kâmil mürşid de irşad ve terbiye işlerinin kutbudur. Onun için, kendisine tasavvuf dilinde “kutbu’l-irşad” denir. Kutub ifadesi bir sıfattır; irşadla görevli ve bu işe ehliyetli kâmil insanlar için kullanılan bir ünvandır. Kur’an-ı Hakim’de ve Sünnet’te zikredilen halife, imam ve ulü’l-emr tabirleri, irşad kutbunu da içine alır. İrşad kutbu olan zat, Hz. Rasulullah (A.S.) Efendimizin gerçek vârisidir. O’nun ilmine, edebine, ruhları nur ile temizleme işine, kalpleri Allah’a çevirme mesleğine, nefisleri terbiye etme ve hayata denge verme sanatına vâristir. Bu velayet ve yetki ona halk tarafından değil, Cenab-ı Hak tarafından verilmiştir. Vazife büyük olunca, yetki ve destek de büyük olmaktadır. İrşad ve terbiyenin asıl sahibi Allahu Tealâ’dır; hidayet Onun elindedir; ancak Allahu Tealâ beşeri planda bu işi kulları arasından seçtiği kimselere yaptırmaktadır. Bu kulların başında Peygamberler gelmektedir. Peygamber olmadığı zaman bu işi onun halifeleri, vâris ve vekilleri yürütmektedir. İrşad kutbu, Allah’ın huzurunda kabul görmüş mukarrebûn makamında bir muttaki zattır; edeb ve takva madenidir. Hayırlarda en öndedir. Muttakilerin imamıdır; İlahi huzurda insanlığı temsil eder.”

Allah-background-in-smoke1280.jpg

Tebliğ İnsanları Dine ve Allah'a Çağırma İşidir:

Tebliğ ve irşadın bir topluluk için ne derece vazgeçilmez bir ihtiyaç olması hasebiyle alimlerce, bu vazifenin dinî hüküm bakımından farz-ı kifaye olduğu vurgulanmıştır. Bu farzı yerine getiren muttakiler zümresi insanları Allah ‘a ve onun dinine davet etmişlerdir.
“Nitekim, her devirde bu vazifeyi hakkıyla yapabilecek mürşidleri yetiştirmek farz-ı kifayedir. Ayet-i kerimede: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir sınıf bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (Âl-i İmran, 104) buyurulmaktadır.”

“ İşte hakkı ve hakikati tebliğ, bu bozulmaya, bu çürümeye, bu aslından uzaklaşmaya karşı bir uyarıdır. Hakka, adalete, barışa, huzura çağrıdır. İnsanın kendi nefsini ve bütün insanlığı doğru yola sevk etme çabasıdır. Tebliğ, kalpleri vahyin ilâhi ikliminde dirilmiş müminlere Cenab-ı Mevlâmız'ın verdiği bir vazife, bir emanettir. Zira O, "siz vasat (orta yolda giden) bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız" buyuruyor.”

Smiley-Hugs.jpg

Tebliğ İşini Yapan Önce Söylediklerinde Samimi Olmalıdır:

İnsanlara iyiliği emreden kötülükten sakındıran kişi ve cemaatlar yaptıkları işte samimi ve içten olmalıdırlar.

“En yakınlarından başlamak üzere bildiği doğruları Hak rızası için insanlara ulaştırmaya çalışan tebliğciler ne kadar samimi iseler, söz ve davranışları da o kadar etkili olur. Anlatım ne kadar parlak olursa olsun, samimiyet olmazsa hiçbir netice vermez.”

“Diğer taraftan niceleri, çok parlak hitabet gücüne sahip olmalarına rağmen, insanlara Hak adına bir şey sunamadılar. Çünkü bazı yönleriyle samimi değillerdi, her şeyi kendilerinden biliyor ve her neticeyi de kendilerine bağlıyorlardı.”

“Bugün ağzı söz yapan değil, bildiğini ve söylediğini yaşayan insanlara ihtiyaç vardır.”
“Hakkı, doğruyu anlatan insan, bunu yaparken fevkalâde bir ruh sadeliği ve kalp safveti içinde olmalıdır.”

namaz11ch02.jpg

Tebliğci ,Tebliğ Ettiği Dini Önce Kendi Nefsinde Yaşamalıdır:

Tebliğciler ,sohbetçiler ve bu işe gönül vermiş olanlar Allah ‘ın kullarına anlattıklarını önce kendi nefislerinde yaşamalıdırlar. Yaşamadıklarını ,inanmadıklarını anlatmaları insanlar üzerinde hiçbir olumlu etki bırakamaz.
“Müminlerin insanları Hakk'a ve hayra davet edebilmesi için evvela kendi kalplerinin diri, yaşantı ve ahlâklarının söylediklerini tekzib etmeyecek tarzda olması gerekir.

Ve en önemlisi; en güzel ve en etkili tebliğ, mücellâ dinimizi yaşamak, güzel ahlâk sahibi olmaktır.

Unutmamak gerekir ki, yalancılık, riya, bencillik, adaletsizlik ve dolandırıcılığın her türlüsü ve mümine yakışmayan vasıfları taşıyan bir davetçi, Allah'ın diniyle insanların arasına perde olur.”

Kendi nefsinin zaaflarına düşmüş ,şeytanın tuzağına yakalanmış ,nasıl kurtulacağını bilmeyen bîçare insanları; İmam-ı Gazalî Hazretleri , yakasında akrep olan bir kimsenin boynundaki akrebe aldırış etmeyip, eline aldığı bir yelpazeyle başkalarının burnundaki sineği kovalamaya çalışanlara benzetmektedir.
Bir rivayete göre, sağlığına zarar verecek düzeyde bal müptelası olmuş birini, ikna etmesi için İmam Gazalî rh.a.'in huzuruna getirirler. Gazalî durumu öğrendikten sonra, ertesi gün gelmelerini söyler.

Ertesi gün olunca, Gazalî bal müptelası kişiye her şeyin aşırısının zararlı olduğunu, İslâm'ın her şeyde itidal ve ölçüye önem verdiğini anlattıktan sonra, balı daha az yemesini tavsiye eder. Gazalî'nin öğüdüne kulak veren bu kişi, bir müddet sonra bal müptelası olmaktan kurtulur.

Lâkin yanındakiler Gazalî'nin onları neden ertesi gün çağırdığını merak ederler ve sorarlar. Gazalî cevaben der ki: "O sabah ben bal yemiştim. Balın tadı ağzımda dururken, kimseye 'bal yeme' diyemezdim. O yüzden ertesi gün gelmenizi istedim."

"Ey inananlar! Neden yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek Allah katında en sevilmeyen bir şeydir." (Saf, 2-3)

Aslında her Müslüman kendi çapında bir tebliğcidir. Yada tebliğ işinde bir mürşidin sadık hizmetçisidir. Bir sadık hizmetçi olarak yolundan gittiği yol göstericinin, nefsinin hatalarını düzeltecek ,onun için ilaç olacak görevleri öncelikle yapmalı; yani her mümin önce kendi irşadı için hakiki bir mürşide kalbini sonuna kadar açmalı, sonra samimiyetle hal ve lisanı ile Hak Yol'u insanlara sunmaya, tebliğ etmeye gayret etmelidir. Tertemiz, ahlâk ve fazilet sahibi bir toplum olma yolunda atılabilecek en önemli ve en büyük adım budur.

36679.jpg

Tebliğci Örnek Kişilikte ve Örnek Ahlakta Olmalıdır:

Kendi nefsinin pürüzlerini gideren tebliğci , kendi yaşadığı güzel ahlakı başkalarının üzerinde de görmek ister. Onun sözüne kulak kabartan insanlar dinledikleri ile sözün sahibi arasında ister istemez bağlar kurmaya başlarlar. Söz ile sohbetçi arasında farkı fark eden ,yani sohbetçinin sözünün eri olmadığını gören dinleyiciler ; söz doğru da olsa kabul etmezler. Demek ki insanlara hakkı ve hakikati anlatabilmek sözle değil örnek olmakla mümkündür.

“Bu yüzden Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz'e 40 yaşında ilk vahiy indirildiğinde, kendisi her yönden kemale ermiş bir insan, sufilerin tabiriyle bir insan-ı kâmil idi. İslâm'ın ilk yıllarında müslüman olan Mekke'lilerin pek çoğu, Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz'in saflarına, dile getirdiği tevhit ve adalet öğretisi kadar, güzel ahlâkı ve örnek kişiliği sebebiyle katıldılar. İslâm'ın diğer bölgelere yayılması da aynı şekilde oldu. Özellikle Hindistan'da ve Anadolu'da, İslâm'a giren insanların büyük bir kısmı, buralara gaza ruhuyla giden sufilerin örnek yaşamlarına bakarak İslâm'a girdiler. Keza, Hz. Mevlanâ'nın "ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol" düsturu, müslümanların en önemli şiarlarından biri haline geldi.

Şu halde bilginin bize yüklediği sorumluluk, onun gerektirdiği şekilde yaşamaktır. Bu yüzden eskiler, 'ilim satırlarda değil, sadırlardadır' demişler.
Aynı şekilde, Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz'in güzel ahlâkını ve örnek hayatını, kendi nefsimizde idrak etmeden anlatmak, gülün kokusunu tarif etmeye benzer. O nebevî ahlâkı üzerinde taşımayan bir kişinin, insanlara tebliğde bulunması, nasihat vermesi ne kadar mantıklı ve etkili olabilir? Bugün Batı'da müslüman olan insanların çok büyük bir kesimi, İslâm'ın fıkıh anlayışını yahut kelam mezheplerini okuyarak değil, müttaki ve ihlâslı müslümanların hayat biçimlerinden etkilenerek İslâm dairesine giriyor. Tersinden baktığımızda, kalbinde iman olduğu halde İslâm'dan soğuyan insanların önemli bir kısmı da, karşılarında güzel örnekler görmedikleri için nebevî yoldan uzaklaşıyorlar.”
Tarihimiz boyunca kâlden hali üstün tutan evliyayı kiram örnek hayatları ile zamanlarında ve zamanlarından sonra insanların tövbe ve hidayetlerine vesile olmaya devam etmişlerdir.

“Lisân-ı hâl lisân-ı kâlden üstündür” gerçeğini onlar en güzel şekilde yaşıyor ve yaşatıyordu. Çevresine daima rahmet, şefkat, fedakârlık, diğergâmlık ve rıfk ile muamele eden, karıncayı bile incitmemeye azami dikkat gösteren bir “olgun insan”ın bu hali, diğer insanlar üzerinde saatlerce, günlerce atılan nutuktan elbette daha kalıcı bir etki yapmıştır.”

İşte bu yüzdendir ki, değerli büyümüz bizden nasıl olmamız gerektiğini şöyle vurguluyor: “ Sofilerin cemiyette eminlik sıfatı kazanması lazımdır. Bir vekil bir konu mevzuunda konuşmaya başladığın da doğrudur ibaresini bırakması şarttır .”

“Uyun ,sizden hiçbir ücret istemeyip hidayet üzere hayat sürenlere” (Yasin/21)
“Davetçi, Hak yola davette rıza-yı ilâhiden başka hiçbir şeyi asıl maksat yapmamalıdır. Tebliğ işinde Allah rızasını gaye edilen mübelliğ , Cenab-ı Mevlâ'nın rahmetini, Fahr-i Cihan s.a.v.'in ruhaniyetini ve büyüklerin himmetini zahir olarak yanında bulur.”
Rabbimiz, bize Yasin suresinde çok önemli bir prensibi bildiriyor: “Sizden bir ücret istemeyene tabi olun.”

Kişinin Allah’ın dini için uyması gereken insanda iki önemli özellik araması gerekir: Birincisi, Allah’ın dinini tebliğ ettiği için dünyalık bir menfaat sağlamaması gerekir. İkincisi de, Allah’ın istediği şekilde hayatını sürdürmeye gayret eden, yani hidayet üzere yaşamaya çalışan bir kişi olması gerekir.Allah’ın dinini dünyevi çıkarlara alet eden veya hidayet ölçülerinin dışında bir hayat sürenlere ise uyulmaması gerekiyor. Bu Allah’ın isteğidir. Ne kadar bilgi sahibi olursa olsun, makamı ve ünvanı ne olursa olsun, bu iki ölçüye uymayan kişilere kesinlikle itibar edilmemesi gerekir.

merhamet-etraf.jpg

Allah'ın Dinine Davet Eden Merhamet Sahibi Olmalıdır:

Hz. İsa (as) Antakya’ya dini tebliğ edecek iki tebliğci göndermişti. Onlar orda insanlara ne anlattılarsa anlatsınlar kabul görmemişlerdi. Hatta onları öldürmek istemişlerdi. Aralarından birisi bu kutlu daveti kabul etmiş ve tebliğcilere destek çıkmıştı. Bu yüzdendir ki, onu öldürdüler. Antakya’ da kendisini öldürenler için Habib-i Neccar , Kur’ an dili ile şöyle hayıflanıyordu: “- Ah keşke halkım bir bilseydi! Bilseydi Rabbimin beni affettiğini ve ikram görenlerden eylediğini...” (Yasin/26-27) Fakat artık Antakyalılar bu temenniyi duyamazlardı.

Allah adamları hep böyledir: şahsi kinlerle kalplerini kirletmezler. Allahu Tealâ, burada bizde görmek isteği bir ahlâkı öğretiyor: Canınıza kasteden insanların bile kurtuluşunu isteyebilmek, onların Allah’ı tanımalarını sağlama uğruna canımızı bile feda edebilmek.

Efendimizin Taif’ te başına gelenlerden sonra ,yine de Taiflilerin hidayeti ve kurtuluşu için dua etmesi davetçi için birinci örnek olmalıdır.

mevlana-mursid.jpg

İnsanlar Hakiki Mürşitleri Can Simidi Olarak Görmelidirler:

Dünya üzerinde öyle mübarek zâtlar var ki, Allah onları insanları karanlıktan aydınlığa çıkarsınlar diye hizmetine almıştır. Onlar insanlığın irşadı için, kurtuluşu için görevlendirilmiş velilerdir. Allah'tan başkası önünde eğilmezler ve O'nun rızasından başka bir şey de talep etmezler.

Onların gayeleri sadece Alemlerin Rabbi Allah'tır. Sözleri O'nu zikirden ibarettir. Güneş gibidirler. İnsanlar için bir ışık, insanlık için bir aydınlık... Yol'dan, Yolumuz'dan haber verirler, rehberlikleri ile önümüzü aydınlatırlar. Hiç bir karşılık talep etmeden, beklemeden...

Kâmil mürşidlerin sözleri ölmüş kalpleri diriltmek için devadır. Onlar ashab-ı makâl gibi çuvallarla laf etmezler. Pek az ve inci gibi tane tane konuşurlar. Halleri her şeyi anlatmaya kâfidir. Bakışları manevi kalp hastalıklarının şifasıdır. Taş kesilmiş kalpler, onun sevgisine kavuşmakla yumuşak olur. Hadis-i şerifte buyrulduğu üzere: “Görüldükleri zaman Allah hatırlanır.”

Hak yolcusunun kalbine kendi hususi mazhariyetlerini yansıtan bir velîdir. İşte böylelerinin elinde her zaman kömürler elmasa dönüşmüş, taş ve toprak da altın seviyesine yükselmiştir.

Büyük arif İmam Rabbani (K.S.) irşad kutbunu şöyle tanıtır: “İrşad kutbu olan velinin varlığı alem ve insanlık için bulunmaz bir devlettir. O, uzun zamanlardan sonra zuhur etse de, bir ganimettir. Onunla alem aydınlanır, kalpler nurlanır. Onun nazarı, manevi kalp hastalıklarına şifadır. Onun bir kalbe teveccühü, ondaki düşük ve rezil huyları temizleyip atar. Bu öyle bir zattır ki, velayet mertebelerinin en yükseğine ulaşmıştır. Allah tarafından seçilmiş ve sevilmiştir. Buna mahbubiyet makamı denir. O makamın bütün kabiliyet ve yetkisi ona verilmiştir. Bu zat, velayet mertebelerinin kemalâtını bünyesinde toplamıştır. Allah’a davet makamlarının tamamını elde etmiştir. Özetle, ‘kendisinde bütün güzellikler toplanmış‘ sözü onun hakkında ne kadar doğrudur. Bu irşad kutbu, kalbiyle bir kimseye yöneldiğinde, o kimsenin kalbi açılır; ilahi sevgiyle dolar. Veya bir kimse sevgiyle ona yönelse, ameli ve zikri az da olsa, onun feyzinden istifade eder, imanın tadını tadar.” (Mektubat)

175.jpg

Dünyanın En Şerefli İş , İnsanlara Allah’ı Anlatmaktır:

Dünya hayatının en şerefli ve en değerli işi, gönülleri Hakk'a uyarıp, duygu ve düşünceleri Allah ile buluşturmaktır. Çünkü şuur sahibi bütün varlıkların yaradılış gayesi Allah'ı tanımak ve O'na ibadet etmektir. (Zariyat, 56)

Muhtelif ayet ve hadislerde işaret edildiği üzere, Allah'ın zikri bütünüyle yeryüzünden kalktığı zaman dünyanın da varlık sebebi ortadan kalkmış ve kıyamet vacip olmuş olur. Demek ki, dünyayı ayakta tutan şey Allah'ın zikridir.

Böylesine şerefli bir vazifeyi, Allah en seçkin kulları olan peygamberlerine ve onların vârislerine vermiştir. Şayet irşaddan daha değerli ve şerefli bir iş olsaydı, Cenab-ı Hak peygamberlerine o vazifeyi verirdi. Tasavvufî manasıyla irşad ise: Allah'ı kullarına, kullarını da Allah'a sevdirmektir.

Yaratıcısıyla tanışık olmayan ruhları onunla tanıştırmak, Rabbi'yle tanışık olan ruhları da onunla olan münasebetlerinde derinleştirip yükseltmek.
Veli, Allah’ın şahididir; O’nu tanır, O’nu tanıtır. Kalbin ve nefsin terbiyesinde ustadır. İrşad kutbu olan veli, bütün himmet ve gücünü dinin yayılması ve insanların ıslahı için kullanır.
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız, ya da Allah’ın ilâhi katından size bir ceza göndermesi pek yakındır. Bu durumda O’na dua edersiniz de, duanızı kabul etmez.” (Tirmizî, İbn-i Mace)

holy-quran.jpg

Sözü Bilerek ve Düzgün Söylemek Lazımdır:

İrşad eri , Güler yüzlü, tatlı dilli ve munis olmalıdır. Neyi nezaman söyleyeceğini bilmelidir. Bundan sonraki sözler yol göstericimize aittir:

“Hz Resulullah (S.A.V ) Efendimizdir. Peygamber efendimiz ( S.A.V ) “kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” diyerek, yumuşak, güzel ahlakıyla tek başına dünyayı fethetmiştir. Nitekim boğaz yedi boğumdur , konuşurken rabıtalı ve düşünerek konuşup, dinleyenlerin kulağına değil kalplere hitap edecek, söz doğru ve bilinçli söylenecektir.

“ Kim bir kulumun kalbini kırarsa benim arşımı kırmış gibi olur” Günah cihetiyle “ Hz. Ömer Efendimiz ( R.a) “Ey Kabe seni yıkıp-yaparım ama bir insanın kalbini kırarsam yapamam” demiştir.

Seydamız ( K.S ) bu ümmeti Muhamme’de yumuşak davranmasaydı, bunca kalabalık olmazdı . Sofi sofiye yumuşak , güzel ahlakıyla doğruyu anlatıp, kulun değil Allah-u Tealanın hatırını gözetip , hatıra külah sallamayacak . Ubeydullah Ahrar hz. leri buyurdu, “bir sofi yoldan geçecek, yolda da bir köpek yatıyor. Köpeğin yanından geçebileceği kadar bir yol varken, keyfiyetten köpeği kaldırsa , rahatsız etse makamından düşer.” Bir hayvanatı rahatsız ederek makamından düşerse , insanlara eziyet edip kalbini kıran ve gıybetini yapana Allah ( C.C ) ne etmez ki ?”

Cenab-ı Mevlâ’nın vahyettiği ebediyet çağrısını evvela kendi kalbimizle tatmak ve nakış nakış hayatımıza işlemek, sonra da en yakınlarımızdan başlayarak bütün insanlığa nezaketle, nezaketle göstermek ve sunmak, şimdi bizim mükellefiyetimiz...
Bunun için aşağıdaki hususlara riayet etmek kaçınılmaz bir zorunluluktur:
Tebliğci her şeyden önce insani ilişkilerde güven verici olmalı, olumsuz intiba uyandırabilecek davranışlardan uzak durmalıdır.

Hakkında konuşulacak konuyu her yönüyle iyi bilmeli, kulaktan dolma bilgi kırıntılarıyla asla İslâm’ı anlatmaya kalkışmamalıdır.

Muhatabını iyi tanımalı ve eğer mümkünse onunla uzun süreli ve kalıcı bir münasebet kurmalıdır.

Sabırlı, hoşgörülü olmalı, insan psikolojisine dikkat etmeli, kırıcı olmaktan şiddetle kaçınmalı ve uyarıda bulunurken, işi münakaşa ve tartışma boyutlarına asla götürmemelidir.

Kardeşine tavsiye ettiği şeyi kendisi bizzat nefsinde yaşamalı, onu sakındırdığı şeyden kendisi de uzak duruyor olmalıdır.

Eğer yapabiliyorsa, nasihatte bulunduğu kardeşini yanlışa sevkeden sebepleri ortadan kaldırmaya çalışmalı, bunu yapamıyorsa birlikte çözüm aramayı denemelidir.
Müslümanlar arasında ihtilaf konusu olan hususlarda geniş yüreklilikle davranmalı, bu gibi meselelerde görüşlerden birisini dayatmaktan kaçınmalıdır.

Tek doğru olarak kendi meşrebini öne sürmemeli, Kur’an ve Sünnet’e aykırı olmayan diğer meşrepleri aynı şadırvanın muslukları gibi görmelidir.
Yolumuzun büyük önderlerinden Mevlana Halid hazretleri İstanbul ‘a irşad için göndereceği halifesine şu yedi şartı getirmiştir. Bu yedi şart bir irşad erinin gözetmesi gereken yedi esaslı kuraldır. Mevlâna Halid Hazretleri'nin hassasiyet gösterdiği hususların Allah yolunda hizmet etmek isteyenlerin yolunu aydınlatması dileğiyle o yedi şartı burada özet olarak zikredelim.

1 - İstanbul'a irşad görevine gidecek kimse, devlet adamları, vezir ve hakimlerin yanına gidip gelmeyecek, onlarla oturup kalkmayacak, ülfet ve ünsiyet etmeyecek.

2- Kendi adına veya tekke yahut zaviye için devlet adamlarından maaş, aylık veya bağış talebinde bulunmayacak, bu gibi şeylerden uzak duracak. Devlet bütçesine el uzatmayacak. Allahu Tealâ'nın fazlına ve keremine güvenecek.

3- Hanımı üzerine başka bir hanımla evlenmeyecek. Zira bu tür evlilikle zevk u sefaya dalıp irşad işinden geri kalabilir.

4- Mürid olsun, ziyaretçi olsun, kimsenin halkla ilgili işlerine karışmayacak, aralarına girmeyecek. Bazı şeyhlik iddiasında olanların yaptığı gibi kendine gelenlerden tevbe ve inabe parası adıyla hiçbir bağış kabul etmeyecek.

5- Hanımların öyle uluorta tekkesine gidip gelmesine müsaade etmeyecek. Belirli bir ölçü ve edebe riayet edilecek. Genç ve tesettüre riayet etmeyen kadınlar için daha fazla dikkat edecek. Bu hanımlar bu manevi yoldan istifade etmek için geldiklerinde yine dikkatli davranacak ve dinin emrettiği ölçülere riayet edecek. Çünkü dinin hükümlerine riayet ve bu yolun şartlarına yapışmak, şeytanın hile ve tuzaklarına düşmemek için zorunludur. Zira zararı gidermek, menfaat elde etmekten önce gelir.

6- Her zaman ve her işte üstadı ile irtibatını kesmeyecek, bütün meselelerini ona danışarak halledecek. Böyle yapmazsa şeytanın vesveselerinden emin olamaz. Özellikle bu yolun usül ve edeplerine muhalefet ederse zararı daha da büyük olur.

7- Dünya ehli ve idarecilerinin yaptıkları gibi dünya malı toplamaya dalmayacak. Peygamber, veliler ve salihlere uyarak kanaat üzere kalacak. Hz. Peygamber s.a.v.'in şu hadisini devamlı göz önünde bulunduracak:

“ Dünya için orada kalacağın kadar,ahiret için de orada kalacağın kadar çalış. Allah için O’na muhtaç olduğun kadar amel et , ateşe dayanabileceğin kadar günah işle.”
Ayrıca bu hizmeti yüklenecek olan halife, hiçbir zaman tevazu ve alçak gönüllülükten ayrılmayacak. Kendini beğenme, başkalarına karşı gurur ve onlarla yarışma gibi kötü hasletlere ve hallere düşmeyecek. Yalnız ilim tedrisatı ve halkı irşadla meşgul olacak.
Allah anlattıklarımızla ve dinlediklerimizle amel etmeyi bize;acizliğimize bakmadan lütfû ve keremi ile ikram eylesin inşAllah.

Hayrullah GÜRGEN

FAYDALANILAN KİTAP VE YAZILAR:

Kaynakları İli Tasavvuf - Dilaver Selvi
Bir Tebliğcinin Yol Haritası - Mehmet Işık
Ebedi Hakikate Çağrı:Tebliğ - Ebubekir Sifil
İrşad,Mürşid ve Tebliğ - Mübarek Erol
Tebliğin İlk Muhatabı: Kendimiz - Halil Akgün
Tebliğ İnsanı Özüne Davettir - M. Saki Erol
Biz Sadece Tebliğciyiz - Kemal Süleymanoğlu
 
Geri
Üst