Takvanın Manası

DeRSaaDeT

Islambol
Altın Üye
Katılım
3 Şub 2006
Mesajlar
6,597
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
118
Kur’ân-ı Kerim; hidâyet rehberimiz, can kitabımız... Çünkü o, en yalın haliyle yolumuzu aydınlatır; hayatımızı anlamlı kılan erdemlerin kaynağıdır.

Ortaya koyduğu umdelerin en bâriz vasfı, uygulanabilir olmasıdır. Her ayeti, insanı karanlıklardan aydınlığa çıkaran bir ışık kaynağıdır. Yolda yürüyenin önünü, gözünü semalara diken arayış içindekinin ufkunu aydınlatır.

O, öncelikle küfür ve şirkten arınmalısın der; isyan kelimesiyle özetlenen günahlardan uzak durmalısın. İçin berrak, etrafın temiz olmalı...

Sonra doğru yola yöneltir. İmanı telkin eder; ve onu salih amellerle beslemelisin der. “Amel-i salih sahiplerinin yaratılmışların en hayırlıları olduğu” (Bk. Beyyine 98/7) müjdesini verir. İmandan hemen sonra işaret ettiği şeyde, çerçeveyi amel gibi kapsamlı bir kelimeyle geniş tutar ki, ibadet ve muamelata ait her halin, sırf rıza-yı bârî uğruna olduğu ölçüde salah kıvamına yaklaşacağını bilesin.

Bilesin ki Yüce Kitab, her işi iyilik ve güzellikle işlemeni ister; takvayı özendirir. Daha en başta kendisinin “müttakîler için bir hidayet rehberi” olduğunu ilan eder. (Bk. Bakara 2/2) Takva zırhını kuşananların, “iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edecek ferasetle donatılacaklarını” bildirir. (Bk. Enfâl 8/29) Ahiret yurdundaki emsalsiz nimetlerin özellikle müttakîler için hazırlandığını duyurur. (Bk. A’râf 7/169)

Hucûrât sûresinde ise; “Allah katında en üstün olanınız, (Allah’ın buyrukları dışına çıkmaktan) en çok sakınanınızdır” buyrulur. (Bk. 49/13)

Ayet-i kerime Allah katında geçerli olan yegane üstünlük ölçüsünün takva olduğunu cümle âleme ilan etmekle, üstünlük ve fazileti yanlış mahalde arayanlara, kesin cevap vermiş olur.

Hucûrât sûresinin bundan önceki ayetlerinde hitap sadece mü’minlere yönelik olduğu halde, yukarıda manasına değindiğimiz ayet-i kerimedeki çağrının insanlığa yönelik olması manidardır. Bu haliyle o, çağlar boyu insanı aldanışa sürükleyen üstünlük yarışında değer verilmesi gereken esas kıymete dair ebedi hakikati duyurmaktadır...

İnsanoğlu, bütün insanları bir tarafa bırakarak kendi çevresinde daireler çizmeye meyillidir. Böylelikle kendini herkesten soyutladığını düşünür. Bunu, nesep ve statü gibi Allah nazarında üstünlük ölçüsü sayılmayan şeyleri esas alarak yapar. Ve bunlarla değerinin yükseleceğini sanır. Halbuki bunlar gerçek manada üstünlük sebebi değildir.

Birinin seçimi size ait değil; diğerinde ise rızkın taksimi cilvesinin tecelli ettiği, imtihanın farklı bir boyutu var.

Âyet-i kerime, söz konusu yanlış değer ölçülerinin önüne, kazanımı herkesçe mümkün olan hakiki kıymeti getiriyor. “Allah katında en üstün olanınız, (onun buyrukları dışına çıkmaktan) en çok sakınanınızdır” sözü, önümüze şöyle bir insan portresi getiriyor. Gayretullaha dokunur endişesiyle, yasakların sınırına yaklaşmaz. Emredilenlere harfiyyen uymak için titizlenir...

Kur’ân-ı Kerim, lisan-ı hâl ile bize der ki: “İşte Allah katında makbul, insanlar nazarında muteber olmanın hakiki ölçüsü budur.

Kur’ân-ı Kerim’de takvayı işaret eden pek çok ayet-i kerime var. Ve “Allah’tan sakının... “umulur ki korunasınız” mealindeki ayetler, sadece ibadetleri teşvik ile sınırlı değildir. “İttika” yı emreden ayetleri tetkik eden görür ki, Cenab-ı Hak her yerde, her zaman ve her işte takvayı işaret etmektedir.

Şunu diyebiliriz ki O, yüce zatının sevgisi ve saygısına ait ideal karışımın, mü’min kalplere yazılmasını murad etmektedir. “Takva işte buradadır” diyerek mübarek göğsünü işaret eden İki Cihan Güneşi, Allah’ın mal, mevki ve sûret gibi maddî değerlere değil, kalbe nazar edeceği haberiyle, buradaki murad-ı ilahiyi beyan etmiş olmaktadır...

Kur’ân-ı Kerim’de; “muttakî = sakınan”ın zıddı, “mu’ted = haddi aşan, kural tanımayan”dır. Çoğulu, “mu’tedîn/haddi aşanlar” şeklinde gelmektedir... Vakıa Yüce Kitab’da insanı tanıtan bu iki niteleme, küllî akışın cereyan ettiği iki ana damarın tesbiti mesabesindedir.

Sevgili Peygamberimiz, Mekke’nin fethi günü yaptığı konuşmada, insanların iki guruba ayrıldığını bildirmiş. Ve bunlardan muttakî sıfatıyla niteleyebileceğimiz kısmı, yukarıda değindiğimiz ayet-i celilenin mealine uygun bir sûrette tarif etmiştir:

“Bir gurup iyilik yapar ve kötülüklerden sakınır. İşte bunlar, Allah katında değerli olan kimselerdir.” (Beyhakî)

Başka bir hadisinde ise; “Allah Teâlâ kıyamet günü sizin soyunuzdan sormayacaktır. O’nun katında en üstün olanlarınız, kötülüklerden en çok sakınanınızdır.” buyurur. (Müslim)

Süfyân bin Uyeyne: “Kendisiyle haramlar arasında dağlar gibi engeller görmedikçe, kişi takvaya ulaşamaz” der.

Ebû Abdullah el-Antakî ise şöyle der; “Az mahzurlu şeylerden sakınmayı küçümseme. Çünkü bu, çok mahzurlu şeylerden sakınmaya götüren bir vesiledir.”

Merhum üstad Mahmud Sami RAMAZANOĞLU (k. s.)’ın bir sözü, İslâmî hassâsiyeti korumanın zor olduğu günlerde mü’min gönüllere ışık tutacak kadar aydınlıktır. O, şöyle der: “Bir insanın takva sahibi olduğu, yaptığı nafile ibadetlerden değil; muâmelâtının temiz, kazancının helal olup olmadığından bellidir...

Sözlükte takva; “Allah’tan uzaklaştıran şeylerden kişinin kendini uzak tutması olarak tarif ediliyor. Ve takvanın zahiri hudûdu muhafaza; batını ise ihlas ve niyettir deniyor.

Şunu diyebiliriz: Takva, “Allah’a içten gelen bir sevgi ve saygı ile bağlanıp, O’nun razı olmadığı şeylerden şiddetle sakınmaktır. Hoşnud olacağı amellere şevkle talip olmaktır. Takva, Allah’ın razı olmayacağı bir işe yöneldiğinde, kalbî rikkatin alarm verecek hassasiyette dizayn edilmesidir.”

İttika kökünden olup, Allah’ın Yüce zatından gereğince sakınmayı buyuran bunca ayet-i kerimenin varlığı, sürekliliğe işaret olarak anlaşılabilir. Mü’min gönüllere nüfuz etmesi murad olunan hassasiyet daima diri olmalıdır. Şu halde, O’na yaklaşmaya vesile olan her hayırlı amel takva arayışıdır. Uzaklığı ve mahrumiyeti müncer olacak her davranıştan sakınmak da bu cümledendir.

İbadetlere düşkün olmak bir takva arayışıdır. Yukarıda sözünü ettiğimiz rikkatin kalbe nakşolunması için, zikr-i daim fikrinde olmak bir takva arayışıdır. Belki bunların hepsi, bir bütünü oluşturan parçalardır denilebilir. Bununla birlikte esas takva; haramlardan sakınmada, yasaklara riayet etmede aranmalıdır. Men edilenlerin sahasına düşerim kaygısıyla, helal dairesinde dahi dikkatle yürümek olmalıdır.

Bir vasıta düşünün; -bir tarafı hariç- her yönüyle mükemmeldir. Diyelim ki, hariç olan kısmı, frenlerinin tutmaması olsun. Onunla istenen menzile varılabilir mi? Dahası onunla emniyetli seyahat mümkün olur mu?

Takva, korunmak ve sakınmaksa eğer; merhum Üstad’ın buyurduğu gibi; esas takva muamelatta “temiz” nitelemesini hak edecek hassasiyetin gönüllerde ihyası olmalıdır. Bunu layıkı vechile temin edebilenin, ibadat ü taate rağbeti, zaten bir sevk-i tabîî ile kolay kılınacaktır. Çünkü takvanın esası; kişinin özünü menhiyattan korumasıdır. Şeytan ve hizbinin iğvâsına rağmen, nefsin arzularını sınırlayabilmektir.


Cafer Durmuş
 
eline sağlık allah razı olsun ...!
 
saol hacı eline sağlık
 
takva nın anlamını bilmiyodum.bak crazy senden gene bişe öğrendim.sağol arkadaşım...:goz:
 
Geri
Üst