Kara Kartal
Banned
- Katılım
- 4 Nis 2007
- Mesajlar
- 1,531
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Takiyye Sanatının Üstad-ı Azamları
Ülkemizde faaliyet gösteren tarikatlar incelendiğinde hepsinin tek bir merkezden yönetildikleri, hemen hepsinin ipinin İngiltere gibi ülkelerce tutulan birer kukla oldukları ortaya çıkıyordu. Tarikatları yönlendiren kuklacının maşalarının Masonlar olduğu hemen göze çarpıyordu. Masonları da Yahudi destekli CFR, Bielderberg gibi kuruluşlar sevk ve idare ediyordu. Şimdi birazda kuklaları yöneten kuklacı maşalarını tanıyalım.
Tarikatların Anası; Masonluk
Masonlar internet sitelerinde kendilerini şöyle tanımlandırıyorlardı;
"Günümüzdeki masonluk, Rönesans ve Reform süreçlerini izleyen Aydınlanma Çağı'nda kurulmuş; akılcılık, bilimsellik ve insanlığın oluşumundan bu yana ortaya çıkarak, insanlığın gelişimine ve bilgi birikimlerine katkıda bulunmuş bir kültür ve fikir üstyapı kurumudur..."
Onların bu tanımlamalarına karşı Ulusal Kurtuluş Savaşımızın Kahramanı Yüce Atatürk Masonlar hakkındaki düşüncelerini çok açık ve net bir şekilde ortaya koyuyordu. Dönemin Van Milletvekili İbrahim Arvas, hatıralarında, Atatürk'ün masonlara yaklaşımını şu şekilde ifade ediyordu:
"Mustafa Kemal'in sevmediği iki zümre vardı. Birincisi dönmeler, ikincisi ise Masonlardı... Bir gün eski Adliye Vekili Mahmud Esat Bozkurt'u çağırdı. Kendisine masonların taksimat, teşkilat, ahvalini bildirir bir kitap verdi. "Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi grup başkanlığına ver, grupta bunlara şiddetli hücum yap ve grupça kapanmasına dalalet et. Senin de bu işte büyük şeref payın olacaktır" dedi. Grup danışmanı Mahmut Esat Bozkurt, riyaset makamına bir takrir verdi ve takririnin okunmasını reisten rica etti. Hülasası şöyleydi:
"Masonluk, kökü dışarıda bir Yahudi tarikatından başka bir şey değildir, memleketimizde bunun ne işi vardır? Bunu da grup kararıyla kapatalım..."
Ertesi hafta Recep Peker geldi ve kürsüye çıkarak şu müjdeyi verdi: "Arkadaşlar, yarından itibaren Türkiye'de masonluk kalmamıştır ve bütün localar kapanmıştır..."Salonda bir kıyamet koptu, alkışlar, bağırmalar "Kahrolsun Yahudi uşakları" sesleri tavanları çınlatıyordu. Şükrü Kaya ve arkadaşları sırra kadem basmışlardı. Grup dağıldıktan sonra Dr. Mim Kemal'i öne katarak meclisteki masonlar toplu olarak Reis-i Cumhur'a gitmişlerdi. Mim Kemal, Reis-i Cumhur'a hitaben: "Efendimiz biz zaten maiyet-i devletindeyiz fakat siz Meşrik-i Azam'ımız olursanız, bir pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız" demiş. Reis-i Cumhur: "Peki bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra... Siz Avrupa'da hangi locaya bağlısınız ve metbuunuzun ismi nedir?
"Biz Cenova'ya tabiyiz ve Reisimiz Barca Mişon cenaplarıdır" demiş. Bunun üzerine küplere binen Mustafa Kemal Paşa masonlara hitaben:
"Haydi defolun buradan, cehennem olun gidin. "Yahudi uşakları!" Benim milletim bana kahraman sıfatı verdi, ben sizin gibi bir çift Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün locaları kapatmadığınız taktirde, yarın teşkil edeceğim, Divan'ı Harb-i Örfi'ye hepinizi verir ve astırırım. Haydi defolun karşımdan" diyerek onları kovdu, onlar da yıldırım telgraf ve telefonlarla vaziyeti İzmir, İstanbul ve Adana'ya bildiriler ve sabah olmadan hepsinin kapanma kararlarını getirip, henüz sofrasından kalkmayan Reis-i Cumhur'a verdiler ve derin bir nefes aldılar. Reis-i Cumhur Mustafa Kemal bu suretle bütün Mason localarını kapattı." (İbrahim Arvas, Tarihi Hakikatler, s.71-72)
Bu olayın ardından Atatürk rahatsızlanmaya başlamış, hastalığı birkaç yıl içinde iyice vücudunu sarmıştı. Bu arada Fransa'dan doktorlar getiriliyor, nedense gelen doktorlar hep masonlardan seçiliyordu. Atatürk'ün ölüm raporu altında imzası olan doktorlardan Mim Kemal Öke 26.12.1925 yılında "Muhibbanı Hürriyet-Özgürlük Dostları" Locasında 212 matrikül numarası ile tekris olmuş 33. Dereceye kadar yükselmiş bir masondu. Yine Atatürk'ün ölüm raporunda imzası bulunan bir diğer doktor; Neşet Ömer İrdalp 24.03.1911 yılında Resne Locasında Masonluğa adım atmıştı.
Atatürk'ün ölümünün üzerinden daha 36 saat geçmeden 1937 yılında başbakanlıktan azlettiği İsmet İnönü masonlarla işbirliği yapıp onların desteğini alarak Cumhurbaşkanı oluyor, Atatürk'ün Dolmabahçe'deki cenazesine katılmadığı gibi Etnografya müzesinde 11 yıl beklettiği Atatürk'ün naşının Anıtkabre nakledilme törenlerinde de bulunmuyordu. Pullardan ve paralardan Atatürk'ün resmini kaldırıp kendi resmini bastırıyor, heykellerini depolara kaldırtıyor, kapattığı Mason Localarının birer birer açılmasına destek veriyordu.
Atatürk'ün ölümünün ertesi günü gayrı resmi faaliyetlerine başlayan Mason Locaları resmi olarak 1939 yılının ilk aylarında aradıkları ortama kavuşuyorlardı.. 16 Ocak 1939 yılında İstanbul'da Üstatlığını Ali Galip Taş'ın yaptığı İdeal locasını yine aynı yıl İstanbul'da Mustafa Hakkı Nalçacı üstatlığında Masonik çalışmalara başlayan ve Kültür locası ile, İzmir'de yer alan Ülkü Locası takip ediyordu. Ülkü Locası'nın üstatlığına Cevdet Hamdi Balım getiriliyordu.
Kürt Said'e her fırsatta övgüler düzen ve Nurculuğun yayılmasında en büyük emeği geçenlerden Mason Süleyman Demirel'in başbakanlığından sonra masonlar devletin her kademesinde yer buluyorlardı.
Masonlar ideallerini anlatırlarken takiyye sanatına yeni bir boyut kazandırıyorlardı:
"Masonluğun amacı; semboller ve alegoriler aracılığı ile aşıladığı yüksek ahlâk ilkeleri ve erdemleri özümletmeye çalışarak olgunlaşmalarına yardımcı olduğu üyeleri masonlarla, dünyada din, dil ve ırk ayırımı olmaksızın tüm insanların eşitlik ve barış içinde kardeşçe yaşayacakları bir sevgi düzeninin kurulmasını sağlamaya çalışmaktır. Masonluk, bu yüce ülküsünü İnsanlık Mabedi inşası olarak tanımlar, ve bu amaca uygun düzenli bir şekilde ulaşmak için tüm üyelerini uyması gereken temel ilkeler koymuştur..."
Oysa Masonların sadece üyelerine verdikleri Mimar Sinan Dergisi'nin 96. sayısında "Bizim Landmarklarımız" yani "asla değiştirilemeyecek kurallarımız" başlığı altında Mason adaylarından ilk anda istenilen şartlar açıkladıkları özelliklerinden ne kadar farklı olduklarını gösteriyordu.
"Adayların erkek olması... Görünür sakatlıklarının olmaması... Sağır ve dilsiz olmaması... Hafıza kaybı olmaması... Hadım edilmiş olmaması... Tekristen yani masonluğa kabul töreninden önce belli bir aidatı yatırmış olması..."
Buradan da açıkça görülüyor ki, çok parası olmayan Mason olamıyor. Kabul törenindeki peşinatı her yıl ödenen üyelik aidatı izliyor. Onu da törenlerin sonunda dul karı torbasına atılan bağışlar takip ediyor. Eğer başınıza bir iş gelir aidatı ödemekte zorlanırsanız, ikinci üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görüyor, bir sığıntı durumuna düşüyor, locada alınan kararlarda hiçbir etkinliğiniz ve katılımınız olmuyor.
Kendilerini "Duvarcı Ustası" olarak lanse eden masonların arasında emeğini yapı işiyle kazanan gerçek bir duvarcı ustası bulamazsınız. Gerçek anlamda bir çırak, bir kalfa, bir usta, mason localarının kapısının önünden bile geçirtilmez.
İşin daha acı yanı Masonluğa yıllarınızı ve servetlerinizi verseniz. Ancak Ülkenizi savunurken düşman kurşunu hafif şekilde bile sakatlansanız işte o zaman yandınız. Sakın Mason Locasının size teşekkür edeceğini size değer vereceğini sanmayın. Zira kurallarını İngiliz Papaz Anderson'un koyduğu bu tarikatta hemen dışlanıyor ve hiçbir söz hakkınız kalmıyor. Çünkü hiçbir zaman değişmeyecek, değiştirilemeyecek landmarklarına göre "sakat kişinin" Mason localarında yeri yok.
Mason yönetici ve gazetecilerin hâkim olduğu gazetelerde mason yazarlar bile haremlik selamlık uygulamasını en sert biçimde eleştirirlerken, localarına dişi sinek bile almıyorlardı.
Localardaki masonik çalışmalara eşlerini, çocuklarını almadıkları gibi kapıdan bile baktırmıyorlardı. Sonra da her seçilen "Büyük Üstatları" yüzleri kızarmadan "kapılarımız herkese açık" şeklinde konuşabiliyor, bir de bu konuşmaları basına yansıtıyorlardı.
Mason eşleri localara giremez
Masonların yayın organı Mimar Sinan Dergisi'nin 40. sayısında Sahir Erman, "Mason eşleri localara giremez" başlıklı yazısında bu konuda özetle şunları vurguluyordu:
"Mason eşleri localara giremez:
Zaman zaman hanımlara mahsus veya karma locaların kurulması meselesi ileri sürülmektedir. Fakat Skandinav Büyük Localarından hiçbiri hanımları kabul etmek veya hanımlara mahsus klüp veya derneklere katılmak suretiyle bizim eski ana prensiplerimizi ihlal etmeyi düşünmemektedir. Her iki cinsiyet için hürriyet, musavat ve kardeşliğin hüküm sürdüğü günümüzde bile başka türlüsü olamaz. Localar sadece erkekler içindir."
"Mason eşleri localara giremez" diyerek kendi eşleri ve çocuklarını dahi localara almayan masonlar; takiyyenin 21. Yüzyıldaki en büyük virtüözleri olduklarını kanıtlıyorlar ve İnternet sitelerinde kendilerini tanımlarken kullandıkları; "Masonluk gizli bir kuruluş mudur?" sorusuna verdikleri cevapla komik ötesi oluyorlardı:
"...Masonluk gizli değil, sadece üyelerine açık bir kuruluştur. Bütün derneklerde olduğu gibi üye olmayanlara kapalıdır. Masonluğun gizli bir topluluk sanılmasının nedenlerinden biri, üyelerinin çok eski zamanlardan bu yana kullandıkları sembolik işaret ve sözlerdir..."
Masonlar gizli olmadıklarını gazete ilanları ile açıklıyorlardı. Sözde Hür ve kabul edilmiş masonların Tuna Caddesinde bulunan yedi- sekiz katlı binalarına astıkları ve kendilerini tanıtan tabelanın uzunluğu 10 cm, eni ise sadece 12 cm'di. Onunda yazıları tam olarak okunmuyordu. Yani hemen hemen kağıt 1 YTL'nin yarısı...
Yine sözde özgür olduklarının iddia eden Büyük Mason Mahfili'nin bir tabelası bile yoktu. Jandarma bölgesine sığınan sözde özgür masonlar, ilginç bir mimariye sahip olan binalarının ne olduğu kendilerine sorulunca, Mimarlar ve Mühendisler Odası, Cumhurbaşkanlığı Müşavirliği ya da lokali, basın merkezi gibi tam da masonluklarına yakışan gerçek dışı bilgiler veriyorlardı.
Yukarıda da belirttiğim gibi, "mason eşleri bile localara alınmıyorlardı". Mason eşleri mason nikahı kıydırmışlarsa senede bir defa yemek salonlarında yemek yiyebiliyordu. Eşi locada can çekişse, can suyu vermek için dahi localara giremezlerdi. Yine mason çocukları da tekris zamanları gelip tabi ki erkek çocuklar, tekris olmadan asla mason localarının kapısından bile baktırılmıyordu. Mason localarının halka açıldığı ilan ve haberleri koskoca kuyruklu bir yalandı.
Ancak mason eşleri kadınlar, kendi durumlarına bakmadan irticai gurupların haremlik selamlık uygulamalarını eleştiriyorlardı. Ne kadar zavallı konumda olduklarını bilerek...
Zaten Mason Ritüellerinin ham maddesi hile, kan, iftira ve yalanla yoğrulmuştu.
Masonlukta ilk şart paralı olmaktı. Öyle ki Mason localarının açılması ise paraya olan ihtiyaca göre belirleniyordu. Yine Mason yayınlarından Tesviye Dergisi'nin 39. sayısından öğrendiğimize göre bazı mason locaları paraya ihtiyaçları oranında paralı insanları mason olarak bünyelerine alıyorlardı. Dergide bu durum şöyle anlatılıyordu:
1993 yılında bir araya gelen bir kısım kardeş, İstanbul'un şehir olarak çok büyüdüğünü, pek çok semtten Nuruziya sokaktaki lokale ulaşmanın büyük güçlük arzettiğini, hatta devama bile tesir ettiğini, artık semt mabedlerini kurmanın zamanının geldiğini düşündüler. Yakacık vardı ama, ulaşım zordu. Büyük locamızın maddi olanaklarının buna elvermediğinin de bilincindeydiler. Bu şartlar altında tek çarenin, bizzat kardeşlerin finanse edecekleri bir semt lokalini kurup büyük locamıza hibe etmek olduğu fikrinde birleştiler...
...Bir idealde birleşip eldekileri ortaya koymak, bir kesede birleşmekle bu iş tamamlanamazdı. O halde, özellikle bu gayeye hizmet edecek, bir misyonu yüklenecek localar kuracaklar, üyelerini Anadolu yakasında oturan ya da çalışanlardan seçecek, yapılacak tekrislerden alınacak bağışları özel bir hesapta toplayıp zamanı geldiğinde kullanacaklardı. Büyük Locaya ödenen giriş aidatı da özel fonda biriktirilip ihtiyaç anında kullanılacaktı.
Bu fikri o tarihte görevde olan Büyük Üstadımıza ve bütün Büyük Görevli Kardeşlere açtılar, prensipte anlaştılar ve olurlarını aldılar. İlk olarak 12 Mayıs 1993 tarihinde Doğu Muh.Locası kuruldu. Onu 24 Ekim 1995 günü çalışmaya başlayan Güney Muh. Locası, nihayet 3 Nisan 1997 günü açılan taşocağı Muh. Locası takip etti...."
Yazar :Ergün POYRAZ
....
Ülkemizde faaliyet gösteren tarikatlar incelendiğinde hepsinin tek bir merkezden yönetildikleri, hemen hepsinin ipinin İngiltere gibi ülkelerce tutulan birer kukla oldukları ortaya çıkıyordu. Tarikatları yönlendiren kuklacının maşalarının Masonlar olduğu hemen göze çarpıyordu. Masonları da Yahudi destekli CFR, Bielderberg gibi kuruluşlar sevk ve idare ediyordu. Şimdi birazda kuklaları yöneten kuklacı maşalarını tanıyalım.
Tarikatların Anası; Masonluk
Masonlar internet sitelerinde kendilerini şöyle tanımlandırıyorlardı;
"Günümüzdeki masonluk, Rönesans ve Reform süreçlerini izleyen Aydınlanma Çağı'nda kurulmuş; akılcılık, bilimsellik ve insanlığın oluşumundan bu yana ortaya çıkarak, insanlığın gelişimine ve bilgi birikimlerine katkıda bulunmuş bir kültür ve fikir üstyapı kurumudur..."
Onların bu tanımlamalarına karşı Ulusal Kurtuluş Savaşımızın Kahramanı Yüce Atatürk Masonlar hakkındaki düşüncelerini çok açık ve net bir şekilde ortaya koyuyordu. Dönemin Van Milletvekili İbrahim Arvas, hatıralarında, Atatürk'ün masonlara yaklaşımını şu şekilde ifade ediyordu:
"Mustafa Kemal'in sevmediği iki zümre vardı. Birincisi dönmeler, ikincisi ise Masonlardı... Bir gün eski Adliye Vekili Mahmud Esat Bozkurt'u çağırdı. Kendisine masonların taksimat, teşkilat, ahvalini bildirir bir kitap verdi. "Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi grup başkanlığına ver, grupta bunlara şiddetli hücum yap ve grupça kapanmasına dalalet et. Senin de bu işte büyük şeref payın olacaktır" dedi. Grup danışmanı Mahmut Esat Bozkurt, riyaset makamına bir takrir verdi ve takririnin okunmasını reisten rica etti. Hülasası şöyleydi:
"Masonluk, kökü dışarıda bir Yahudi tarikatından başka bir şey değildir, memleketimizde bunun ne işi vardır? Bunu da grup kararıyla kapatalım..."
Ertesi hafta Recep Peker geldi ve kürsüye çıkarak şu müjdeyi verdi: "Arkadaşlar, yarından itibaren Türkiye'de masonluk kalmamıştır ve bütün localar kapanmıştır..."Salonda bir kıyamet koptu, alkışlar, bağırmalar "Kahrolsun Yahudi uşakları" sesleri tavanları çınlatıyordu. Şükrü Kaya ve arkadaşları sırra kadem basmışlardı. Grup dağıldıktan sonra Dr. Mim Kemal'i öne katarak meclisteki masonlar toplu olarak Reis-i Cumhur'a gitmişlerdi. Mim Kemal, Reis-i Cumhur'a hitaben: "Efendimiz biz zaten maiyet-i devletindeyiz fakat siz Meşrik-i Azam'ımız olursanız, bir pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız" demiş. Reis-i Cumhur: "Peki bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra... Siz Avrupa'da hangi locaya bağlısınız ve metbuunuzun ismi nedir?
"Biz Cenova'ya tabiyiz ve Reisimiz Barca Mişon cenaplarıdır" demiş. Bunun üzerine küplere binen Mustafa Kemal Paşa masonlara hitaben:
"Haydi defolun buradan, cehennem olun gidin. "Yahudi uşakları!" Benim milletim bana kahraman sıfatı verdi, ben sizin gibi bir çift Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün locaları kapatmadığınız taktirde, yarın teşkil edeceğim, Divan'ı Harb-i Örfi'ye hepinizi verir ve astırırım. Haydi defolun karşımdan" diyerek onları kovdu, onlar da yıldırım telgraf ve telefonlarla vaziyeti İzmir, İstanbul ve Adana'ya bildiriler ve sabah olmadan hepsinin kapanma kararlarını getirip, henüz sofrasından kalkmayan Reis-i Cumhur'a verdiler ve derin bir nefes aldılar. Reis-i Cumhur Mustafa Kemal bu suretle bütün Mason localarını kapattı." (İbrahim Arvas, Tarihi Hakikatler, s.71-72)
Bu olayın ardından Atatürk rahatsızlanmaya başlamış, hastalığı birkaç yıl içinde iyice vücudunu sarmıştı. Bu arada Fransa'dan doktorlar getiriliyor, nedense gelen doktorlar hep masonlardan seçiliyordu. Atatürk'ün ölüm raporu altında imzası olan doktorlardan Mim Kemal Öke 26.12.1925 yılında "Muhibbanı Hürriyet-Özgürlük Dostları" Locasında 212 matrikül numarası ile tekris olmuş 33. Dereceye kadar yükselmiş bir masondu. Yine Atatürk'ün ölüm raporunda imzası bulunan bir diğer doktor; Neşet Ömer İrdalp 24.03.1911 yılında Resne Locasında Masonluğa adım atmıştı.
Atatürk'ün ölümünün üzerinden daha 36 saat geçmeden 1937 yılında başbakanlıktan azlettiği İsmet İnönü masonlarla işbirliği yapıp onların desteğini alarak Cumhurbaşkanı oluyor, Atatürk'ün Dolmabahçe'deki cenazesine katılmadığı gibi Etnografya müzesinde 11 yıl beklettiği Atatürk'ün naşının Anıtkabre nakledilme törenlerinde de bulunmuyordu. Pullardan ve paralardan Atatürk'ün resmini kaldırıp kendi resmini bastırıyor, heykellerini depolara kaldırtıyor, kapattığı Mason Localarının birer birer açılmasına destek veriyordu.
Atatürk'ün ölümünün ertesi günü gayrı resmi faaliyetlerine başlayan Mason Locaları resmi olarak 1939 yılının ilk aylarında aradıkları ortama kavuşuyorlardı.. 16 Ocak 1939 yılında İstanbul'da Üstatlığını Ali Galip Taş'ın yaptığı İdeal locasını yine aynı yıl İstanbul'da Mustafa Hakkı Nalçacı üstatlığında Masonik çalışmalara başlayan ve Kültür locası ile, İzmir'de yer alan Ülkü Locası takip ediyordu. Ülkü Locası'nın üstatlığına Cevdet Hamdi Balım getiriliyordu.
Kürt Said'e her fırsatta övgüler düzen ve Nurculuğun yayılmasında en büyük emeği geçenlerden Mason Süleyman Demirel'in başbakanlığından sonra masonlar devletin her kademesinde yer buluyorlardı.
Masonlar ideallerini anlatırlarken takiyye sanatına yeni bir boyut kazandırıyorlardı:
"Masonluğun amacı; semboller ve alegoriler aracılığı ile aşıladığı yüksek ahlâk ilkeleri ve erdemleri özümletmeye çalışarak olgunlaşmalarına yardımcı olduğu üyeleri masonlarla, dünyada din, dil ve ırk ayırımı olmaksızın tüm insanların eşitlik ve barış içinde kardeşçe yaşayacakları bir sevgi düzeninin kurulmasını sağlamaya çalışmaktır. Masonluk, bu yüce ülküsünü İnsanlık Mabedi inşası olarak tanımlar, ve bu amaca uygun düzenli bir şekilde ulaşmak için tüm üyelerini uyması gereken temel ilkeler koymuştur..."
Oysa Masonların sadece üyelerine verdikleri Mimar Sinan Dergisi'nin 96. sayısında "Bizim Landmarklarımız" yani "asla değiştirilemeyecek kurallarımız" başlığı altında Mason adaylarından ilk anda istenilen şartlar açıkladıkları özelliklerinden ne kadar farklı olduklarını gösteriyordu.
"Adayların erkek olması... Görünür sakatlıklarının olmaması... Sağır ve dilsiz olmaması... Hafıza kaybı olmaması... Hadım edilmiş olmaması... Tekristen yani masonluğa kabul töreninden önce belli bir aidatı yatırmış olması..."
Buradan da açıkça görülüyor ki, çok parası olmayan Mason olamıyor. Kabul törenindeki peşinatı her yıl ödenen üyelik aidatı izliyor. Onu da törenlerin sonunda dul karı torbasına atılan bağışlar takip ediyor. Eğer başınıza bir iş gelir aidatı ödemekte zorlanırsanız, ikinci üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görüyor, bir sığıntı durumuna düşüyor, locada alınan kararlarda hiçbir etkinliğiniz ve katılımınız olmuyor.
Kendilerini "Duvarcı Ustası" olarak lanse eden masonların arasında emeğini yapı işiyle kazanan gerçek bir duvarcı ustası bulamazsınız. Gerçek anlamda bir çırak, bir kalfa, bir usta, mason localarının kapısının önünden bile geçirtilmez.
İşin daha acı yanı Masonluğa yıllarınızı ve servetlerinizi verseniz. Ancak Ülkenizi savunurken düşman kurşunu hafif şekilde bile sakatlansanız işte o zaman yandınız. Sakın Mason Locasının size teşekkür edeceğini size değer vereceğini sanmayın. Zira kurallarını İngiliz Papaz Anderson'un koyduğu bu tarikatta hemen dışlanıyor ve hiçbir söz hakkınız kalmıyor. Çünkü hiçbir zaman değişmeyecek, değiştirilemeyecek landmarklarına göre "sakat kişinin" Mason localarında yeri yok.
Mason yönetici ve gazetecilerin hâkim olduğu gazetelerde mason yazarlar bile haremlik selamlık uygulamasını en sert biçimde eleştirirlerken, localarına dişi sinek bile almıyorlardı.
Localardaki masonik çalışmalara eşlerini, çocuklarını almadıkları gibi kapıdan bile baktırmıyorlardı. Sonra da her seçilen "Büyük Üstatları" yüzleri kızarmadan "kapılarımız herkese açık" şeklinde konuşabiliyor, bir de bu konuşmaları basına yansıtıyorlardı.
Mason eşleri localara giremez
Masonların yayın organı Mimar Sinan Dergisi'nin 40. sayısında Sahir Erman, "Mason eşleri localara giremez" başlıklı yazısında bu konuda özetle şunları vurguluyordu:
"Mason eşleri localara giremez:
Zaman zaman hanımlara mahsus veya karma locaların kurulması meselesi ileri sürülmektedir. Fakat Skandinav Büyük Localarından hiçbiri hanımları kabul etmek veya hanımlara mahsus klüp veya derneklere katılmak suretiyle bizim eski ana prensiplerimizi ihlal etmeyi düşünmemektedir. Her iki cinsiyet için hürriyet, musavat ve kardeşliğin hüküm sürdüğü günümüzde bile başka türlüsü olamaz. Localar sadece erkekler içindir."
"Mason eşleri localara giremez" diyerek kendi eşleri ve çocuklarını dahi localara almayan masonlar; takiyyenin 21. Yüzyıldaki en büyük virtüözleri olduklarını kanıtlıyorlar ve İnternet sitelerinde kendilerini tanımlarken kullandıkları; "Masonluk gizli bir kuruluş mudur?" sorusuna verdikleri cevapla komik ötesi oluyorlardı:
"...Masonluk gizli değil, sadece üyelerine açık bir kuruluştur. Bütün derneklerde olduğu gibi üye olmayanlara kapalıdır. Masonluğun gizli bir topluluk sanılmasının nedenlerinden biri, üyelerinin çok eski zamanlardan bu yana kullandıkları sembolik işaret ve sözlerdir..."
Masonlar gizli olmadıklarını gazete ilanları ile açıklıyorlardı. Sözde Hür ve kabul edilmiş masonların Tuna Caddesinde bulunan yedi- sekiz katlı binalarına astıkları ve kendilerini tanıtan tabelanın uzunluğu 10 cm, eni ise sadece 12 cm'di. Onunda yazıları tam olarak okunmuyordu. Yani hemen hemen kağıt 1 YTL'nin yarısı...
Yine sözde özgür olduklarının iddia eden Büyük Mason Mahfili'nin bir tabelası bile yoktu. Jandarma bölgesine sığınan sözde özgür masonlar, ilginç bir mimariye sahip olan binalarının ne olduğu kendilerine sorulunca, Mimarlar ve Mühendisler Odası, Cumhurbaşkanlığı Müşavirliği ya da lokali, basın merkezi gibi tam da masonluklarına yakışan gerçek dışı bilgiler veriyorlardı.
Yukarıda da belirttiğim gibi, "mason eşleri bile localara alınmıyorlardı". Mason eşleri mason nikahı kıydırmışlarsa senede bir defa yemek salonlarında yemek yiyebiliyordu. Eşi locada can çekişse, can suyu vermek için dahi localara giremezlerdi. Yine mason çocukları da tekris zamanları gelip tabi ki erkek çocuklar, tekris olmadan asla mason localarının kapısından bile baktırılmıyordu. Mason localarının halka açıldığı ilan ve haberleri koskoca kuyruklu bir yalandı.
Ancak mason eşleri kadınlar, kendi durumlarına bakmadan irticai gurupların haremlik selamlık uygulamalarını eleştiriyorlardı. Ne kadar zavallı konumda olduklarını bilerek...
Zaten Mason Ritüellerinin ham maddesi hile, kan, iftira ve yalanla yoğrulmuştu.
Masonlukta ilk şart paralı olmaktı. Öyle ki Mason localarının açılması ise paraya olan ihtiyaca göre belirleniyordu. Yine Mason yayınlarından Tesviye Dergisi'nin 39. sayısından öğrendiğimize göre bazı mason locaları paraya ihtiyaçları oranında paralı insanları mason olarak bünyelerine alıyorlardı. Dergide bu durum şöyle anlatılıyordu:
1993 yılında bir araya gelen bir kısım kardeş, İstanbul'un şehir olarak çok büyüdüğünü, pek çok semtten Nuruziya sokaktaki lokale ulaşmanın büyük güçlük arzettiğini, hatta devama bile tesir ettiğini, artık semt mabedlerini kurmanın zamanının geldiğini düşündüler. Yakacık vardı ama, ulaşım zordu. Büyük locamızın maddi olanaklarının buna elvermediğinin de bilincindeydiler. Bu şartlar altında tek çarenin, bizzat kardeşlerin finanse edecekleri bir semt lokalini kurup büyük locamıza hibe etmek olduğu fikrinde birleştiler...
...Bir idealde birleşip eldekileri ortaya koymak, bir kesede birleşmekle bu iş tamamlanamazdı. O halde, özellikle bu gayeye hizmet edecek, bir misyonu yüklenecek localar kuracaklar, üyelerini Anadolu yakasında oturan ya da çalışanlardan seçecek, yapılacak tekrislerden alınacak bağışları özel bir hesapta toplayıp zamanı geldiğinde kullanacaklardı. Büyük Locaya ödenen giriş aidatı da özel fonda biriktirilip ihtiyaç anında kullanılacaktı.
Bu fikri o tarihte görevde olan Büyük Üstadımıza ve bütün Büyük Görevli Kardeşlere açtılar, prensipte anlaştılar ve olurlarını aldılar. İlk olarak 12 Mayıs 1993 tarihinde Doğu Muh.Locası kuruldu. Onu 24 Ekim 1995 günü çalışmaya başlayan Güney Muh. Locası, nihayet 3 Nisan 1997 günü açılan taşocağı Muh. Locası takip etti...."
Yazar :Ergün POYRAZ
....