TraFoo
Banned
- Katılım
- 3 Ağu 2009
- Mesajlar
- 2,032
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Tahrikçi senarist
yine iş başında!
Onu, “Apo’ya paşa unvanı verilsin, maaş bağlansın” dediğinde, ciddiye almadık... “Aklınca şaka yapıyor olmalı” deyip geçtik...
Ama çok ciddiymiş...
Çalıştığı dinci gazetedeki son yazısında “İrticayla Mücadele Eylem Planı”nın emir komuta zinciri içinde hazırlandığını iddia ederek, “Bize Nizam-ı Cedid Ordusu lazım” demiş...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kurumsal yapısına son vermeyi önererek, onu “fesat ocağına dönüşen” Yeniçeri Ordusu’na benzetmiş...
Yani; tahrik çıtasını epeyce yukarılara çıkarmış:
“Kendi halkına ve ülkesine karşı entrikalar çeviren bir fesat ocağı ile karşı karşıyayız. Yeniçeri ordusunda bile kimsenin aklına gelmeyecek türden desiseler bunlar. (./..) Gerçek olduğu ortaya çıkan belge, devletin vatanı ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne karşı, bugüne kadar ortaya çıkartılmış en ciddi tehdidin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinden geldiğini gösteriyor. Bu tehdidin ortadan kalkması için cuntacıların ordudan ayıklanması yetmez. (./..) Ülkemizin güvenliğini, Türkiye’nin birliğini, halkın hukukunu, devletin bekasını koruyabilmek için bu ’kurumsal yapı’ya son vermemiz ve yeni bir ordu kurmamız lâzım.”
***
Bu haddini bilmezin adı, Mümtazer Türköne...
12 Eylül öncesinin hızlı aşırı sağcılarından!
Eli silah tutan militan takımının, o günlerdeki akıl hocası...
1990’lı yıllarda ise “kim iktidardaysa ona hizmet etmeye” soyundu ve bir dönem Tansu Çiller’in danışmanlığını yaptı.
İşin ilginci; bu “uçuk profesör” , Gazi Üniversitesi’nde hocalık yapıyor! Genç beyinleri kim bilir neyle dolduruyor.
Elbette; AKP’nin önde gelenlerine “danışmanlık” yapmaktan da geri durmuyor.
Bu partiye o kadar yakın ki, eşi AKP Milletvekili!
***
Türköne bir süredir “senaryo yazarlığı”na merak sardı.
Önce “Hatırla Sevgili” adlı televizyon dizisinin “senarist” kadrosunda yer aldı, şu günlerde de 12 Eylül 1980’den 2002’ye, yani AKP’nin iktidara geldiği günlere kadar geçen dönemin anlatıldığı “Bu Kalp Seni Unutur mu”nun senaryo ekibinde çalışıyor.
Solculuktan dönmüş liboşlarla, kafa kafaya verip, para basıyor!
Arkadaş “senaryo” yazma işini o kadar benimsemiş ki; “uydurup uydurup ipe diziyor!”
Malzeme bulmakta sıkıntı çektiğini sanmıyorum ama; birkaç “saçma” öneri de benden... Hem de ücretsiz:
“Cumhurbaşkanlığı babadan oğula geçsin...”
“Kazasker, nişancı, defterdar ve vezir gibi unvanlar yeniden verilsin; Divan-ı Hümayun kurulsun.”
“Mümtazer baş ulema olsun!”
***
Böyle bir adamı yakınlarında bulunduranlar ve ona “Hoca” diyenler, acaba hiç sıkılmıyorlar mı?
*****
YÜZDE 3!
SONAR’ın yaptığı son seçim araştırmasına göre bugün bir seçim olsa AKP oyların yüzde 31,68’ini, CHP yüzde 28,21’ini, MHP yüzde 19,59’unu alacakmış.
Yani iktidar partisiyle ana muhalefet partisi arasındaki fark, yüzde 3’e kadar gerilemiş...
Darbe iddialarının gündemin ilk sırasına oturmasında acaba bu tablonun etkisi var mı?
*****
GÜNÜN SORUSU
Bazı sonradan görmüş zenginlerin, doğum günü pastasından dansöz çıkardıklarını biliyorduk da... Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında kesilen pastadan Atatürk’ün çıkarılacağı aklımıza bile gelmezdi...
Bu dâhiyane (!) fikrin sahibi acaba kim?
*****
DİNCİLERİN EMRİNDEKİ SÖZDE ‘SOL’ ÖRGÜTLER!
Dinci gazetelerden birinin manşeti dün aynen şöyleydi:
“Sivil toplum, ‘kirli plan’a karşı meydanlara iniyor.”
“Kirli plan” dedikleri, Genelkurmay’da yazıldığı iddia edilen “İrticayla Mücadele Eylem Planı...”
Sivil toplum örgütleri, işte bu planı protesto etmek için Ankara’da ve İstanbul’da üç eylem düzenleyecekmiş.
Peki; o sivil toplum örgütleri hangileri: Dinci kesime yakınlıklarıyla bilinen Mazlum-Der, Hak-İş, Memur-Sen, Akabe Vakfı...
Ve solcu (!) kuruluşlar:
Devrimci Sosyalist İşçi Partisi, Sosyalist İktidar Partisi, Özgürlük Hareketi ve EMEP!
***
Bu haberi okuyunca aklıma Molla Devrimi öncesindeki İran ve zavallı İranlı sosyalistler geldi...
Onlar da Şah’ı devirmek için dincilere az hizmet etmemişti...
Ama devrimden sonra giden, kendi kelleleri oldu!
Mustafa Mutlu
VATAN
EDİTÖRÜN NOTU:
__________________________________
TÜRK ORDUSU YENİÇERİ OCAĞI DEĞİLDİR
__________________________________
Mümtazer Türköne, pek “radikal” önerilerinden birini daha ortaya attı: Silahlı Kuvvetler’i reformlara direnen Yeniçeri ordusuna benzetti ve mevcut ordunun tümden tasfiye edilerek yerine bir Nizam-ı Cedit, yani Yeni Düzen ordusu kurulmasını buyurdu.
Türköne’nin geçmişi kamu kanaatimizce biliniyor; 1980 öncesinde, iç savaş yürüten ülkücü kadrolardandı; darbe sonrası akademik alan kendisine açıldı ve üniversitede yükseldi. Kürt hareketine ve sola karşı kontrgerilla faaliyetinin gene iç savaş düzeyinde yürütüldüğü Çiller iktidarına danışmanlık yaptı. Susurluk soruşturmasının karşısında yer aldı ve Çiller’in kontrgerilla sanıklarını savunmak üzere “vatan için kurşun atanı da yiyeni de şerefli” ilan eden açıklamasının mimarı kabul edildi.
Şimdilerde müfrit Kürtçülük ve liberallik krizinde, malum cemaate yakın bir gazetede, ülkücü militanlık dönemini de Çiller’in o açıklamasındaki rolünü de red ve inkar halindeymiş; hemen değişebilenler için red ve inkardan kolay ne var?
Ülkemizdeki iç çatışmaların bu vazgeçilmez kadrosu, son açıklamasıyla, gene tarihimizdeki en büyük iç savaşlardan birine gönderme yapmayı seçmiş görünüyor: III. Selim’le başlayıp II. Mahmut’un büyük katliamıyla sona eren, Yeniçeriler’in tasfiye süreci.
Önce kurduğu analojideki isabetsizliğe değinelim; 19. yüzyıl başında, Yeniçeri nedir?
Birincisi, loncayla, yani gündelik ekonomiyle bütünleşmiş silahlı bir güçtür. Osmanlı kayıtlarının, kadı sicillerinin on yedinci yüzyıldan itibaren gösterdiği gibi, bu ordu giderek asli görevine, savaşa gitmeye isteksizlik göstermiş; kendi dışındaki nüfus üzerinde keyfi ve düzensiz bir baskı gücü haline gelmişti. Osmanlı esnafının, esnaflaşan yeniçerilerin zulmüne karşı şikayetleri, kadı mahkemelerini giderek daha çok meşgul eder olmuştu. Bu bakımdan, Yeniçeri’yi mafyalaşmış bir silahlı güç sayabiliriz.
İkincisi, Yeniçeri, aynı zamanda dinsel bir silahlı örgüttür. Yeniçeri’nin o dönem Bektaşi tarikatı üyesi olduğu Türk tarihçiliğinin malumudur. Bu nedenle, II. Mahmut “Hayırlı Vaka” ile Yeniçeriler’i ortadan kaldırdığında, mensup oldukları tarikatı da yasaklamak durumunda kalmıştı.
Üçüncüsü, yeniçeri kumandanları, pek çok olayda kendi başına hareket etmiyor, siyaseten saraydaki ulema, din adamları, tarafından yönlendiriliyordu. Dış düşmanla savaşta hep kaçanlar, iç düşmanla savaşta son derece atılgandı; ulemanın bir çağrısıyla, kendi çıkarlarına dokunan en ufak bir padişah kararında ayaklanabiliyordu.
Demek; tarihten silinmesinin arifesinde, Yeniçeri, bir ordu olmaktan çok, gündelik yaşamın her gözeneğine sızmış, dinsel ve siyasal olarak örgütlenmiş olan bir sokak gücüydü.
Dolayısıyla, Yeniçeri analojisinin Silahlı Kuvvetler’e uyması oldukça zordur . Ne de olsa, beğenilir ya da beğenilmez, ordunun pek etkin biçimde savaştığı, kamucu ilkelere göre düzenlenmiş olduğu, üst düzeyde eğitim gördüğü, kendine özgü belli bir hukuksal çatı ve emir-komuta zinciri altında görev yaptığı bir gerçektir. Zaten Türköne’nin, bir parçalı tasfiye değil, toptan tasfiye önermesinin bir nedeni de yapısının böyle “kurumlaşmış” olmasıdır.
Bununla birlikte, belki de Yeniçeri’yle benzeştirmeye daha uygun olabilecek bir teşkilat var. Mensupları arasında silahsız insan vuranların, suçlamalar karşısında mahkemelere gelmeyenlerin, toplumsal olaylarda amirlerinin denetiminden kolayca çıkanların, basından öğrendiğimize göre haraç ve mafya çetelerinde kurucu düzeyde yer alanların azımsanmayacak sayıda bulunduğu, eğitimsizliği raporlarla sabit bir başka teşkilat söz konusudur: Polis gücü.
Polisin bu durumu öyle kanıksanmıştır ki, bardan bir kadını saçlarından sürükleyerek çıkaran bir takım zorbalar, daha rahat suç işleyebilmek için polis kılığına girebilmekte, polis görevlilerinin keyfi davranışlarını kanıksamış halkımız ise bu nedenle olaya müdahale etmemektedir.
Üstelik, yurttaşlarımızın günlük yaşamında etkin biçimde yer alan bu teşkilat içinde, belli bir dinsel ideolojinin, hatta Mümtazer Türköne’yi ulemasına kabul eden malum cemaatin ne denli etkili olduğu artık herkesçe tartışılmaktadır.
Dolayısıyla, yeniçeriler ile günümüz silahlı güçleri arasında, tarihe sadık bir analoji kurulacaksa, Türköne’nin bu beceriksiz benzetmesi nedeniyle, Emniyet teşkilatının gündeme gelmesi çok daha mümkün görünmektedir.
Türköne’nin benzetmesindeki isabetsizlik, kuşkusuz Tanzimat uzmanı geçinen Yeni Osmanlıcı yazarın Osmanlı hakkındaki cehaletini ortaya koyuyor. Önemi bu kadardır.
Daha önemli yanı ise, söylemek istedikleridir. Açıkça, henüz gerçekliği soruşturma aşamasında olan en az kopyası kadar kuşkulu bir belgeye dayanarak Silahlı Kuvvetler’in kökten tasfiyesini istiyor. Bu acelecilik, tüm kampanyaların hedefinde, bir kurum olarak Silahlı Kuvvetler’in bulunduğunu bir kez daha açıkça ortaya koyuyor.
Peki, Silahlı Kuvvetler’in tam olarak nesi bu ideologları rahatsız ediyor?
Ekonomiyle, örneğin büyük sermayeyle bütünleşmesi, ABD gibi ülkelerle neredeyse organik ilişki içinde olması mı? Türköne’nin hayalindeki Yeni Düzen ordusunun, tam da Yeni Dünya Düzeni uyarınca, üniformalarında holding reklamlarıyla ABD askerlerinin ardı sıra yürüdüğünü tahmin etmek güç değildir.
Peki, Türköne’yi Silahlı Kuvvetler içinde, gayri-nizami harp gereği örgütlenmiş kontrgerilla gerçeği mi rahatsız ediyor? İyi ama, böyle kanunsuz grupların en etkin biçimde işledikleri dönem, faili meçhullerin en yoğun olduğu, resmi listelere göre insanların öldürüldüğü dönem, Mümtazer Türköne’nin dahiyane danışmanlığındaki Çiller dönemi değil midir? Türköne’nin muhalefet ettiği Susurluk soruşturması kaldığı yerden işletildiğinde, bu ilişkiler daha ayrıntılı ortaya çıkacaktır.
Yanıt şurada gizlidir: Türköne, ideolojisine sinmiş cehaletiyle, ordunun görevini “güvenliği sağlamak” olarak belirliyor. Oysa mevcut ordunun görevleri arasında Cumhuriyet rejimini korumak da bulunuyor.
Türköne’nin toptan tasfiye istemesinin nedeni, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda örgütlenmiş olmasıdır. Mümtazer Türköne, bu yapısıyla Silahlı Kuvvetler’in sürekli olarak Cumhuriyet temelini koruma yolunda düşünen ve eyleme geçmeye hazır kadrolar üretmesinden korkmaktadır. 27 Mayıs’ın gösterdiği gibi, komutanlar, genelkurmay başkanları “bağlansa” bile, ordunun bu ilke düzeniyle için için kaynaması önlenemeyecektir. Dolayısıyla yazar, herhalde Yeni Düzeni’ni koruma görevini de, Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı gibi, emniyet teşkilatına layık görmektedir.
Son bir soru da şudur: Hak ve hürriyet mücadelesinin en yakıcı dönemlerinde, her defasında mücadeleyi bastırma uğruna çalışmış olan bir muhafazakar, şimdi böyle “radikal” sözler sarf etme cüretini nereden alıyor? Silahlı Kuvvetler’in, zamanında solculara, aydınlara göstermediği sabrı, açık Cumhuriyet karşıtı komplolara göstermesi olabilir mi? Soru sorudur.
Barış Zeren Tahrikçi senarist @ Kuvayi Milliye Haber Detay