Türkiye'yi anlatmak neden kolay değil?

Türkiye'yi anlatmak neden kolay değil?


Biz bize iken konuşmak, tartışmak hatta kavga etmek kolay da, başka dünyalardan insanlara dert anlatmak hiç de kolay değil. Böyle sıkıcı bir durumla karşı karşıya kalıyorum Atina Üniversitesi'nde Türkiye konusunu işlerken.




Örneğin Türkiye'nin dışına çıkınca 'Demokrasi beni ilgilendirmiyor ben Cumhuriyet'ten yanayım' ya da 'demokrasiden yanayım, ama askerler siyasileri gerektiğinde saf dışı edebilmeli' türünde bir görüşü nasıl anlatacaksınız? Neye temellendireceksiniz? Bu tür tartışma konularını dile getirmek için kelime bulmakta bile zorluk çekersiniz. Böyle ikilemler pek yaşanmıyor 'batıda'. Tabii Türkiye'nin tarihinden, ülkenin özel kimlik aşamalarından, korku ve fobilerinden, siyasi akım ve ideolojilerinden, günlük söylemlerin ima ettiklerinden, devlet-yurttaş ilişkilerinden, devletin temel ilkelerinden yola çıkarak konuya yaklaşmak olanaklı. Ama bu, saatler alan bir önsöz gerektirir.

Laikliği anlatırken iki kampı anlatacaksınız diyelim. Bir taraf ille de laiklik istiyor. Ama karşı tarafın da laikliğe karşı olmadığını söylemeniz gerek. Sonra laiklik için mücadele verenlerin devlete bağlı bir kurumun (Diyanet İşleri'nin) din işlerini düzenlemesini çok istediğini de anlatacaksınız. Haydi, yeni baştan ülkenin tarihi, korku ve fobileri vb. gündeme gelecek. Arada parlamentonun dağıtılmasını, başbakanın asılmasını özgürlük, demokrasi (ya da cumhuriyet) adına nasıl yapıldığını anlatmak da hiç kolay değil. Sonra bu asılan başbakanın adının İzmir havalimanına verildiğini anlatmanız gerekiyor. Yani hem başbakanı asanlar hem de Adnan Menderes, her ikisi onurlu kişiler, gurur kaynağı. Ve hele, bu çelişkinin kimseyi şaşırtmadığını anlatacaksınız. Tabii bu konuda sosyal psikoloji yardımcı olabilir; ama bu da en azından benim için oldukça çetrefil bir uğraş.

Türkiye'deki milliyetçiliği de anlatmak oldukça zor. Anayasa'da milliyetçilik kelimesi geçiyor, bu ismi taşıyan siyasi partiler bulunuyor. Suç işlemeden, birilerine hakaret ediyor gibi görünmeden ağzınızı açmanız zor. Önce bu durumu ve 301'i anlatıyorsunuz öğrencilere tabii. Bir hata yapıp başlarına bir şey gelmesin diye ezkaza Türkiye'de. Batı dillerinde pek de saygın olmayan bir terimdir 'nationalism'. Tabii Türkiye'nin Batı ile olan özel ilişkisine el atmadan olamayacağını hemen anlıyorsunuz. Bir yerlerden başlıyorsunuz geçmişi ve algılamaları anlatmaya, bazen Düyun-u Umumiyye'den, Sevr'den, bazen daha inandırıcı olmak için İnebahtı Deniz Savaşı'ndan.

Tabii Türkiye'yi anlatırken Batılılaşmanın, çağdaşlaşmanın, muasır medeniyetlere ulaşmanın çok yaygın ulusal bir amaç, bir özlem, bir ideal olduğunu da anlatmanız gerek. Ama bunca inanca karşın nasıl oluyor da çağdaş dünyanın 'dilinden' ve terminolojisinden böylesine uzak kaldığını anlatmak için de yeniden ülkenin özel geçmişine başvurmak gerektiğini de bir an geliyor anlıyorsunuz. Bu kez dilbilim yardımcı olabilir. Piaget, semboller, her toplumdaki farklı göndermelerin rolünü anlatmanız bir sömestrlik bir ders gerektirir ki o da kolay bir iş değil.

Türbanı ve ilgili tartışmaları anlatmak zor; ama yine de en rahatlayıcı konu. Şaşkınlık, iç gıcıklayıcı duygular, sürpriz çığlıkları doğuran bir hikâye anlatıyorsunuz duygusuna kapılıyorsunuz, türban yerine öğrencilerin peruk taktıklarını, bütün ülkenin, gazetesi, televizyonu, bilim adamları ve subayları ile anayasayı konuşurken başörtüsünü tartıştıklarını anlatırken. Hele peruk takmayı da yasaklayan okulların olduğunu duyanlar yerlerinden hopluyorlar. Bir başörtüsünün nasıl farklı bağlanabileceğini sınıfta gösteriyorsunuz. Farklı bir bağlayışın nasıl mevcut siyasi düzeni yıkacağını da gösteriyorsunuz. Yaşlı başlı insanların, türbanın yeni moda kullanımlarına kaymamızın gerektiğini nasıl önerdiklerini anlatırken şaka yaptığınızı sanan öğrencilere, ülkenin özel şartlarını anlatmak gereğini duyuyorsunuz; ama onlar yine işi abarttığınıza inanıyorlar. Artık şaka ile ciddiyet birbirinin içine karışıyor ve zorlanıyorsunuz. Bir öğrenci 'peki neden türban imalatını ve satışını hepten yasak edip sorunu temelden halletmiyorlar?' diye sorunca da, bu yolda daha nice yol alabileceğimizi düşünmeden edemiyorum.

Hele o özel alan ile kamusal alan konusu çok can sıkıcı bir konu. 'Özel alanda türbana ne gerek var, özel alanda kadınlar zaten örtünmezler ki!' diyen öğrencime bu konuda benim de kafamın karışık olduğunu itiraf etmeden edemiyorum. İstatistiklere göre örtünmenin azaldığı ortaya çıktıkça 'örtünüyoruz' korkusunun nasıl arttığını anlatırken, bu gelişmelerin rasyonel bir açıklamasının olamayacağını, bu tür çelişkilerin ülkenin özel şartlarıyla açıklanabileceğini açıklıyorum. Zaten özel şartların varlığını kabul etmeyenlerin, sorunun bir demokrasi mücadelesi olduğunu söyleyenlerin şüphe ile karşılandıklarını da ekliyorum ki, ülkenin özel şartları daha iyi anlaşılsın. Bu da doğal olarak zaman alıyor.

Avrupa Birliği konusu başka bir sıkıntı. Herkes resmen AB'den yana. Sen karşısın dediğinizde karşı çıkıyor birileri, 'Kim, ben mi karşıyım? İnsaf, ben AB'ye girelim istiyorum!'. Sonra bu AB 'yandaşlarının' söylemini anlatıyorsunuz mecburen: AB ikiyüzlüdür, bunlar terörü destekliyor ve ülkeyi bölmek istiyorlar, içişlerimize karışıyor, saygısızca egemenliğimize darbe indiriyorlar, gericiliği destekliyor, Kıbrıs'ı satmamızı istiyorlar, temel ideolojimizi terk etmemizi ve soysuzlaşmamızı istiyorlar, insan hakları bahane, asıl hedefleri kazanımlarımız, birliğimizdir' türünde konuşuyorlar. Ama aynı zamanda AB'den yana olduklarını da anlatmanız gerekiyor ki bu şizofreni durumunu anlatmanız hiç de kolay değil.

Ülkede hukuk devleti kavramının temel olduğunu anlatıyorsunuz, ama Hrant davasını da anlatmanız gerektiğinden işler karışıyor. Önce yanlış yorumlanan masum bir cümlenin sonuçlarını, bir mahkûmiyeti, sonra ırkçı bir cinayeti ve polislerin suçlularla yakınlığını gösteren fotoğrafları, videoları, telefon konuşmalarını, savcılıkla karakollar arasında kaybolan ifade dosyalarını, kamera kayıtlarını, baro başkanlarının ve avukatların suçlulardan yana demeçlerini anlatıp bunların hukuk devletiyle nasıl bağdaştığını ülkenin özel koşullarıyla anlatmaya çalıyorsunuz. Öz imajın çok iyi olduğunu -biz hoşgörülüyüz, çok seslilik, mozaik, ebru, falan filan- sonra Ortadoğu'da Hıristiyan halkın en büyük hızla azaldığı ülkenin Türkiye olduğundan Batı'ya yansıyan imajın hiç de iyi olmadığını anlatmanız gerekiyor.

Bunca özel koşulları olan bir ülkenin AB ile özel koşullar içinde bir ilişkiye girmesi gündeme geldiğinde ise ülke sathında kabaran ve gerçekten zerrece samimiyetsizlik içermeyen öfkeyi de anlatmanız gerekiyor ki, bu da kolay değil. Yeni ders yılı başlıyor ve ben de heyecanlanıyorum. Keşke bu çelişkiler olmasaydı diyorum, ama bu özel dilek de pek yardımcı olmuyor.


HERKÜL MİLLAS
 

sedapinar

New member
Ben olsaydım önce uygar batıdan anlatmaya başlardım.Bize demokrasi dersi verenlerdeki demokrasi anlayışından.Çünkü dünyanın hiç bir yerinde teröristler demokrasi için mücadele etmezler. Dünyada terör sayesinde kurulmuş tek bir demokrasi yoktur. Bugün İspanyada demokrasi olmadığı mı için mi ETA terörü devam ediyor.
1970’li yıllarda Almanya’da Baider Meinhof terör örgütü ortaya çıktığında Almanya demokrasi değil miydi? Bu örgüt demokrasi için mi çalışıyordu? Peki almanya bu örgütü bir gece içinde kanlı bir şekilde çökertirken demokratik kaygıları gözönüne almış mı?Fransa’da Action Directe örgütü çıktığında Fransa demokrasi değil miydi. Japonya da Aun yeterince demokrasi olmadığı için mi metroları bombaladı?
Sonra Yunanistan'a getirirdim sözü.Askeri darbeleri en yakından tanıyan ülkelerden biri Yunanistan değilmi?1967-1974 yılları arasına Yunanistan Albaylar rejimi ile yönetilmedi mi?İspanya son darbe girişimini 1981 de atlatmadı mı?PKK liderinin bir NATO ülkesi olan Yunanistan’ın Nairobi büyükelçiliğinde yakalanması Yunanistan adına utanç verici bir durum değil midir? Cebinde Rum hükümetinin pasaportunun olması Rum hükümetinin işbirliğini ortaya koymuyor mu? Rumlar AB üyesi olduktan hemen sonra 2005 yılını terör örgütü EOKA yılı ilan etmişlerdir. Düzenledikleri törenler de EOKA’cılara ödül ve madalya veriyorlar. Ve şimdi böyle bir ülke AB ülkesi sıfatıyla Türkiye’ye her türlü baskıyı yapıyor ve Türkiye’nin üyeliğini veto etme tehdidinde bulunuyor. Diğer AB ülkeleri de buna göz yumuyor hatta destek çıkıyor,Bu mu demokrasi?
Gelelim Avrupa'nın laiklik anlayışına.Yunanistanın Batı Trakya Türkleri üzerinde uyguladığı dini baskılar mı laikl anlayış.Yunanistan’da ve GKRY’de ahıra çevrilen veya disko yapılan camiilerden de söz etmek. Ya da Atina’da neden camii olmadığını sormak . Avrupa Birliği üyesi Yunanistan’da neden Müslümanların kendi müftülerini seçemediğini de tartıpşmakda tabii sözün başka yönü olurdu.
Bosna’ya veya Kosova’ya da değinirdim.
Avrupa ve Avrupa Birliği için “din özgürlüğü”, sadece Hristiyanlar içindir ve “Hristiyanlık özgürlüğüdür”. Bu durum, Avrupa “dinler arası diyalogu”, “medeniyetler ittifakını” ve “toplumlar arası kültürel ilişkiler” ile “çokkültürlülüğü” desteklese de böyledir.,
Kıbrıs’taki ve Balkanlar’daki “Osmanlı vakıf arazilerini” sorardım hepsine, Bilip bilmediklerini yada işlerine gelip gelmediğini.
Hukukun, insan haklarının ve demokrasinin “beyaz Avrupalı adam” için olduğu gibi, “dinî özgürlükler” de sadece Hristiyanlar içindir!
Türkiye’de sinagoglara herkes rahatlıkla gidebilirken, Berlin’deki sinagogun bulunduğu caddede “her an olabilecek bir saldırı nedeniyle” trafiğin kısıtlanmış olması ve 24 saat olağanüstü güvenlik tedbirlerinin uygulanması da, sizler açısından açısından bir mukayese midir?diye sorardım.. Tıpkı Almanya’da bir Müslümanın gece veya gündüz her sokağa giremediği gerçeği gibi...
Acaba “dinî özgürlükler” konusunda bu derecede duyarlı olan kimselerin, neden Batı Trakya’da ezan sesinin “polis marifeti ile” susturulmasını önemsemediklerini sorardım.
Millliyetçilik demişken Uygar Avrupa'daki yükselen neo-naziliği anlatırdım.Avrupa Birliği ülkelerinde asimile edilemiyen, din ve kültür açısından Avrupalılardan farklı olarak algılanan, zaman zaman da potansiyel köktendinci terörist gibi damgalar yiyen göçmen Müslüman nüfusu sorardım onlara.
Sonra ders zili çalar.Ders biter ama eminim anlatacaklarım bitmezdi.Peki bu kadar bilgili yazarımız neden bunlardan başlamayı denemiyor?Yazık ülkesinden utananlara gerçekten yazık.Bende onlardan utanıyorum!....
 

yehovan

Banned
sedapınar son noktayı hatta tüm noktalama işaretlerini koymuş.... Başka bir söze gerek yok....
 

gurtcuk

New member
köklü bir demokrasi geleneğimiz olmadığı gerçeğini biliyoruz lakin ayrımı yapılan şeyler karşılaştırma edebiyatı değiller.bizki demokrasiyi sosyal tabana dayandırma gücünü prensib edinemesekte siyaseti ustaca kullanan bir geçmişe sahibiz.yakın dönem tarihimizin demokrasi gelişimiyse ne yazıkki inişlere tanıklık etti.oluşturulan kutupların bu ülkenin düşünce yapısını nasıl etkilediğini söylemeye gerek varmı bilmiyorum. bir ülke bunu müfredatında taraflı da olsa incelerken biz hala kutupların yaşandığı iç yapı bozumlarıyla okadar meşgulüz ki verebildiğimiz ilk refkleksler savunmadan öte gidemiyor.topluma kadar inip tartışılması gereken olumlu çoğu yapıyı bile engelliyoruz.yukarıdan gerçekleşmesini beklenen demokrasi yapıları bu ülke için artık geri kalmaktadır.
bu psikolojiye girmek yerine akılcı yaklaşımlarla toplumun kendi dinamiklerini sorgulaması ve çözüme hazır olması gerekir.yoksa bu tarz düşüncelere karşı girdiğimiz korumacı psikoloji bizi olduğumuz yerden öteye götüremez.
 

esfanu

New member
Yunanistanda Türk düşmanlığı çocuklara 4 yaşında aşılanmaya başlıyor,yazarımızın pek anlatacak birşeyi kalmaz herhelde oyaşa gelmiş yunanlılara.Ama bizde hala dost ve komşu ülke diye bahsi geçer,düşmanımız için.
Fakat yazarımızın dert yandğı konular,anlatamadığı çelişkiler AB ülkelerindede varsa bunu bizim için bir kazançmı grmemeiz gerkiyor,yada savunma yolu bumu olmalı.
Terörü tüm dünya için lanetlemememizin ve başının nerde olursa olsun ezilmesinin,demokrasiyi ve cumhuriyeti savunmanın darbelere karşı olmanın,herkesin dinini öğrenme ve yaşama hürriyetine sahip olmasının,hukukun üstünlüğnü savunmanın,herkesin düşüncede serbest olmasının,hukuk devleti olmanın,birey haklarının herşeyden önemli olmasının,ibadet özgürlüğünün her dine tanınmasının,
bizemi yoksa AB'yemi faydası daha çoktur diye sormamız gerekmezmi?
Bizim eksiklerimiz AB ülkelerindede var diyerek biz artıyamı geçmiş oluruz.
 

sedapinar

New member
köklü bir demokrasi geleneğimiz olmadığı gerçeğini biliyoruz lakin ayrımı yapılan şeyler karşılaştırma edebiyatı değiller.bizki demokrasiyi sosyal tabana dayandırma gücünü prensib edinemesekte siyaseti ustaca kullanan bir geçmişe sahibiz.yakın dönem tarihimizin demokrasi gelişimiyse ne yazıkki inişlere tanıklık etti.oluşturulan kutupların bu ülkenin düşünce yapısını nasıl etkilediğini söylemeye gerek varmı bilmiyorum. bir ülke bunu müfredatında taraflı da olsa incelerken biz hala kutupların yaşandığı iç yapı bozumlarıyla okadar meşgulüz ki verebildiğimiz ilk refkleksler savunmadan öte gidemiyor.topluma kadar inip tartışılması gereken olumlu çoğu yapıyı bile engelliyoruz.yukarıdan gerçekleşmesini beklenen demokrasi yapıları bu ülke için artık geri kalmaktadır.
bu psikolojiye girmek yerine akılcı yaklaşımlarla toplumun kendi dinamiklerini sorgulaması ve çözüme hazır olması gerekir.yoksa bu tarz düşüncelere karşı girdiğimiz korumacı psikoloji bizi olduğumuz yerden öteye götüremez.
Demokrasi zaten bir ütopyadır kusursuz uygulanması mümkün değildir.Ama eğer eleştirenler geçmişleri demokrasi adına ayıplarla dolu toplumlarsa ve bizede örnek hedef olarak bu toplumlardaki anlayış getiriliyorsa tabiiki bizim olanı koruyacağız.Hep biz mi yalnış uyguluyoruz,hata yapıyoruz.Lütfen biraz objektif olalım.En önemliside alacağımız örnekleri ve ulaşmak istediğimiz ideal modelleri doğru seçelim.
 

gurtcuk

New member
Demokrasi zaten bir ütopyadır kusursuz uygulanması mümkün değildir.Ama eğer eleştirenler geçmişleri demokrasi adına ayıplarla dolu toplumlarsa ve bizede örnek hedef olarak bu toplumlardaki anlayış getiriliyorsa tabiiki bizim olanı koruyacağız.Hep biz mi yalnış uyguluyoruz,hata yapıyoruz.Lütfen biraz objektif olalım.En önemliside alacağımız örnekleri ve ulaşmak istediğimiz ideal modelleri doğru seçelim.
öncelikle yazımı doğru algıladığınızı düşünmüyorum.ilk olarak demokrasi bir ütopya değildir.kullanıcının keyfine kalmış bir şekilde tanımlayabileceği kadar katılımcı bir karşılığa gelir.aynı sizin özgürce tanımladığınız gibi.
hedef bir uygarlıktan bahsettiğimi düşünmüyorum aksine düşeceğimiz ilk hatanın bunun karşılaştırma edebiyatı formuna sokmakla yaşıyacağımızıda vurgulayarak belirttim.
taraflı olduğunu belirttiğim bir dersin bize sağlıyacağı bir polemik olmamalı biraz düşünmeliyiz.tepeden inme demokrasi uygulamalarıyla kastettiğim cümleye dikkat ederseniz ideal model olarak tanımladığınız yapıya yaklaşımımı görürsünüz.
objektif olmayla kastınız haklı olduğunuz fikrine katılmamsa üzülerek belirtmeliyimki objektif değilim.
tanımlarımın objektif olduğu kanatini taşıyarak bir düşünce yapısının gelişimi için savunmaktan çok eleştirmenin esas olduğu fikri üzerinde durduğumu söyleyebilirim.
 

sedapinar

New member
öncelikle yazımı doğru algıladığınızı düşünmüyorum.ilk olarak demokrasi bir ütopya değildir.kullanıcının keyfine kalmış bir şekilde tanımlayabileceği kadar katılımcı bir karşılığa gelir.aynı sizin özgürce tanımladığınız gibi.
hedef bir uygarlıktan bahsettiğimi düşünmüyorum aksine düşeceğimiz ilk hatanın bunun karşılaştırma edebiyatı formuna sokmakla yaşıyacağımızıda vurgulayarak belirttim.
taraflı olduğunu belirttiğim bir dersin bize sağlıyacağı bir polemik olmamalı biraz düşünmeliyiz.tepeden inme demokrasi uygulamalarıyla kastettiğim cümleye dikkat ederseniz ideal model olarak tanımladığınız yapıya yaklaşımımı görürsünüz.
objektif olmayla kastınız haklı olduğunuz fikrine katılmamsa üzülerek belirtmeliyimki objektif değilim.
tanımlarımın objektif olduğu kanatini taşıyarak bir düşünce yapısının gelişimi için savunmaktan çok eleştirmenin esas olduğu fikri üzerinde durduğumu söyleyebilirim.
Galiba benim yazdıklarım doğru algılanmadı.Önce gerçek demokrasi ütoptik bir kavramdır.İdeal haliyle uygulanabilirliği yoktur.Zira, bir halkın kendi kendini yönettiği hiçbir zaman görülememiştir, görülmeyecektir de.Halk yine halkın seçtiği bir yönetici sınıf tarafından yönetilir ki buda demokrasinin özüne aykırıdır.Bütün yönetimler aslında oligarşik yapıdadır; bu da zorunlu olarak az sayıda kişinin çokluğa hakimiyetini içerir.Rousseau, bunu çok güzel ifade ediyor: “Kelimenin tam anlamıyla gerçek Demokrasi hiçbir zaman mevcut olmamıştır ve olmayacaktır da. Çoğunluğun yönetmesi ve azınlığın yönetilmesi, doğal düzene aykırıdır.”
Demokrasi kuramı ile uygulamaları arasında binlerce çelişki ve soru vardır.
Dünyada ideal-gerçek demokrasinin yaşandığı bir yer var mı?
Demokrasi, halkın gerçek temsilcilerinin mi, yoksa onları en iyi kandıranların mı (en iyi yalan söyleyebilenlerin mi) yönetim erkine seçildikleri sistemin adıdır?
Demokrasi, çoğunluğun azınlığa egemen olduğu, hatta kimi zaman bölünmüşlüğün arttığı ortamlarda azınlığın çoğunluğa egemen olduğu bir yapı mıdır? Yani demokrasilerde, çoğulculuk mu, çoğunlukçuluk mu? ikilemi çözülebilmiş değildir.
Bir ülkede değişmez bir yöneten (siyasal elit) ve yönetilen (halk) ayrımı ve çelişkisi varsa orada demokrasi olur mu?
Neden çeşitli demokrasilerde kağıt üzerinde herkes eşit siyasal haklara sahipken bazıları hala eşitler arasında birincidir?
Etnik merkezciliğinin ve ırk ayrımcılığının olduğu yerde demokrasi olur mu? Örneğin neden demokrasinin kalesi Amerika'da kurulduğundan bu yana bir zenci başkan ol(a)mamıştır?
Gerçek anlamda siyasal çeşitliliğin olmadığı, nerede ise birbirinin aynı görüşlere ve programlara sahip siyasi partilerden oluşan siyasal sistemler demokratik sistemler midir?
Bazı düşünürlerin iddia ettikleri gibi demokrasi gerçekten toplumu iç ve dış maniplasyonlara en açık hale mi getirir.Yöneticilerin ve karar verme mekanizmasının aslında içerideki ve dışarıdaki güçlüler tarafından belirlendiği, ancak bunun halkın özgür iradesine onaylattırıldığı sistemin adı demokrasi midir?
Demokratik sistemler içsel ve dışsal sömürüyü, haksızlıkları, fırsat eşitsizliklerini ve adaletsizlikleri ortadan kaldırırlar mı?
Paranın (dolayısıyla parası olanın) seçim kazandığı, medya yönlendirmelerinin seçileceklerin belirlenmesinde etkili olduğu bir yerde demokrasiden ne oranda söz edebiliriz?
Diğer bir değişle, bir ülkede gelir dağılımında adaletsizlik yani zengin-yoksul ayrımı varsa ve o ülkede siyaset yapmak büyük paralar gerektiriyor, yoksulların sesi duyulmuyorsa orada gerçek temsili demokrasiden bahsedilebilir mi?
Dahası, bir toplumda yoksullukla demokrasi yanyana varolabilir mi?
Ülkeyi siyasal partilerin, onları da tek adamların yönettiği yapılara, genel başkanların parti içerisinde kral oldukları (monarşik) yapılara parlamenter demokrasi denebilir mi?
Herkesin kendisi ya da grubu için bir şeyler istediği, ancak başkasının talepleri ve çıkarları konusunda kayıtsız kaldığı bir toplumda demokrasi gerçekten varolabilir mi?
Demokrasinin salt bir yönetim biçimi olarak algılandığı toplumlar ne denli demokrattırlar?
Bir yerde demokrasinin biçimsel kurum ve kurallarının ( seçimlerin, siyasal partilerin, parlamentonun vs.) bulunması orada gerçek siyasal demokrasinin varolması için yeterli midir?
Bu türden soruların sayısını artırmak mümkün. Bu sorulardan ve onların herkesin bildiği yanıtlarından da anlaşılacağı üzere demokrasi ( hele de pratikte) uygulanabilir bir sistem değildir.Demokrasi bir yönetim biçimi olarak değil bir yaşam felsefesi ve tarzı olarak uygulanabilir: Demokrasi, siyasal sistemler arasında en az kötü olanıdır.Pratiği ise açmazlar, yetersizlikler, tutarsızlıklar, yönlendirmeler ve maniplasyonlarla doludur.
İnsanlar gerçek demokrasinin ruhuna uygun olmayan bu uygulamaları demokrasi adı altında yaşamaktadırlar..
Dünyada bugün varolan çarpık ve sorunlu demokrasi uygulamaları bile her zaman tehlikededir.
Hedef uygarlık derken ben sizin böyle bir şey kastettiğinizi söylemedim sadece yukarıdaki yazıda önümüze koyulamak istenen son derece yanlış modelleri anlatmak istedim.Objektiflikten kastımda sizin değil yazarın objektif olmaması.Dünyada gerçek anlamda demokrasi uygulaması yokken buna kendi içlerinde bile sahip olamamış egemen güçlerin dünyanın başka ülkelerinde demokrasinin ortaya çıkması için bu kadar gayret göstermelerinide iyi niyetli bulmuyorum.Bunun dışında ülkemizdeki demokrasi zaaflarını hepimiz zaten farkındayız.Soruna kendi toplumsal gerçekliğimize dayanacak doğru çözümler aramak varken yazarın yaptığı gibi bunun ezilmişlikle karışık bir batı hayranlığıyla ifade edilmesini de son derece çirkin buluyorum.Karşı çıktığım bu.
 

gurtcuk

New member
değerli sedapınar bugun ki yazınızı okuduktan sonra düşündüğüm bazı şeyi sizinle paylaşmak istedim.
alıntı yaparak değerlendirilen bir yazı öncelikle incelenmeye tabi tutulmuş gönderi yaptığım cümlelerin karşılığı buradadır bakınız ve karşılaştırınız anlamını taşımaktadır.size verdiğim cevap değerlendirmelerinizde yazdıklarımı kullanmaznızdı ve tekrardan farkındamısınız alıntı yaparak yazınıza zemin oluşturmuşsunuz.
tabiki tartışarak fikirleri olgunlaştıracağız lakin benim karşılaştırmalarım sistemlerin sözlük anlamlarından çok insan merkezli bir karşılığı taşıyıp taşımadıkları üzerine.sizinde bu fikirde olduğunuzu düşünmekteyim.gelelim yaptığınız demokrasinin tanım karşılıklarına tekrardan kısa bir öyazıyla açıklamayı uygun görüyorum.
demokrasi bir ütopya ne yazıkki değil neden mi ?uygulanabilir olan bir fikrin düşünceden çıkarak eylemsel karşılığını bulması anlam kazanması için yeterlidir.söz gelimi marx ve engelsin ortaya koydugu kuram dönemleri için bir ütopyaydı ama bugun utopya olduğunu söyleyemeyiz.burada tartıştığımız demokrasi kavramının uygulamadaki insan merkezli hataları değildir.toplumun düşünce şemalarını harekete geçiren ve bunu ifade edebildiği daha rahat bir açılım varsa bunu bizimle paylaşmanızıda beklerim.
yazınıza cevaben yazacağım şu parafa dikkat etmenizi isterim.sistemler kendi başlarına oluşmazlar onları ortaya koyan bir fikrin ürünleridir.bu fikirlerin anlam kazanabilmesi için iştirakçilere ihtiyaç vardır bu iştirakçilerin salt ahlakla bir ülküde yürümelerini beklemek bana göre ütopyadır.
bugun demokrasi üzerine sorduğunuz soruların karşılık geldiği noktaya bakarsanız bu demokrasinin içerik sorunundan ziyade insana has olan özel mülkiyet tanımının diğer yapılara üstün gelme çabasıdır. sistemlerin uygulamasındaki zafiyet; demokrasinin değil güç dengelerinin oluşturduğu menfaattir.bu zafiyet biz istesekte istemesekte türümüz olduğu sürece devam edecektir.
bu parafa itafen düşünebileceğiniz bir kavramada şimdiden değinmek isterim.enerji değeri serbest kalmadıkça sistemler insanlara zarar vermeye devam edecektir.
sonuç olarak bağlamak isterim;gelişmiş bir medeniyet kurmak istiyorsak düşüncenin serbestlik kazanmasını sağlamalıyız.toplumsal dinamiklerimizin önündeki en büyük engel bizim yerimize birilerinin düşünüyor olup bunları bizlere dayatıyor olmaları değilmi?
saygılarımla
 

sedapinar

New member
değerli sedapınar bugun ki yazınızı okuduktan sonra düşündüğüm bazı şeyi sizinle paylaşmak istedim.
alıntı yaparak değerlendirilen bir yazı öncelikle incelenmeye tabi tutulmuş gönderi yaptığım cümlelerin karşılığı buradadır bakınız ve karşılaştırınız anlamını taşımaktadır.size verdiğim cevap değerlendirmelerinizde yazdıklarımı kullanmaznızdı ve tekrardan farkındamısınız alıntı yaparak yazınıza zemin oluşturmuşsunuz.
tabiki tartışarak fikirleri olgunlaştıracağız lakin benim karşılaştırmalarım sistemlerin sözlük anlamlarından çok insan merkezli bir karşılığı taşıyıp taşımadıkları üzerine.sizinde bu fikirde olduğunuzu düşünmekteyim.gelelim yaptığınız demokrasinin tanım karşılıklarına tekrardan kısa bir öyazıyla açıklamayı uygun görüyorum.
demokrasi bir ütopya ne yazıkki değil neden mi ?uygulanabilir olan bir fikrin düşünceden çıkarak eylemsel karşılığını bulması anlam kazanması için yeterlidir.söz gelimi marx ve engelsin ortaya koydugu kuram dönemleri için bir ütopyaydı ama bugun utopya olduğunu söyleyemeyiz.burada tartıştığımız demokrasi kavramının uygulamadaki insan merkezli hataları değildir.toplumun düşünce şemalarını harekete geçiren ve bunu ifade edebildiği daha rahat bir açılım varsa bunu bizimle paylaşmanızıda beklerim.
yazınıza cevaben yazacağım şu parafa dikkat etmenizi isterim.sistemler kendi başlarına oluşmazlar onları ortaya koyan bir fikrin ürünleridir.bu fikirlerin anlam kazanabilmesi için iştirakçilere ihtiyaç vardır bu iştirakçilerin salt ahlakla bir ülküde yürümelerini beklemek bana göre ütopyadır.
bugun demokrasi üzerine sorduğunuz soruların karşılık geldiği noktaya bakarsanız bu demokrasinin içerik sorunundan ziyade insana has olan özel mülkiyet tanımının diğer yapılara üstün gelme çabasıdır. sistemlerin uygulamasındaki zafiyet; demokrasinin değil güç dengelerinin oluşturduğu menfaattir.bu zafiyet biz istesekte istemesekte türümüz olduğu sürece devam edecektir.
bu parafa itafen düşünebileceğiniz bir kavramada şimdiden değinmek isterim.enerji değeri serbest kalmadıkça sistemler insanlara zarar vermeye devam edecektir.
sonuç olarak bağlamak isterim;gelişmiş bir medeniyet kurmak istiyorsak düşüncenin serbestlik kazanmasını sağlamalıyız.toplumsal dinamiklerimizin önündeki en büyük engel bizim yerimize birilerinin düşünüyor olup bunları bizlere dayatıyor olmaları değilmi?
saygılarımla
Doğrudur size ilk yanıtımda baştaki yazıdan alıntı yaptım çünkü amacım o yazıdaki çarpıklıklara tepki vermekti.İkinci yazımdada yine ilk yazıdan alıntı yapma nedenim yanlış anlaşıldığını düşünerek bunu açıklayabilmekti.Belki yazdıklarınıza net cevap vermekten ziyade söz konusu yazıya tepkimde takılıp kaldım.(yani sizin deyiminizle söyleyim alıntı yaptım).Bu konuda haklısınız.Ancak yinede söylüyorum demokrasiye inanmak istesemde yönetimlerin zaaflarının ve ardniyetinin oyuncağı olabileceğini görmek gerçek demokrasinin her idealde olduğu gibi insani zaaflara kurban gidebildiğini düşündürüyor. Özelliklede son zamanlarda bunun acısını fazlasıyla yaşıyoruz.
Düşünce ye geldiğimizde o zaten özgürdür.Onu kontrol altında tutmak çok şükür ki henüz mümkün değil.Hiç bir baskı insan düşüncesine yön veremez.En güzelide bu.Tabiiki bir başkasını bizim gibi düşünmeye zorlamadığımız sürece.Hoş bu yönteminde kesin başarısızlıkla sonuçlanacağı ve aksine tepki ve nefret doğuracağı açıktır.Ama ya kabul ettirilmek istenen tüm hakim güçleriyle egemen düşünceyse...İşte asıl tehlikede burda başlıyor sanırım.
Mümkün olabileceğine inanmasamda kusursuz demokrasilerde yaşayabilmek dileğiyle demek istiyorum ve her bireyinde bunu hakettiğini düşünüyorum.Saygılar.
 

HTML

Üst