Bir ülkeye şeriat nasıl gelir?
İran'a nasıl geldiyse aynen öyle gelir,bakın İran'a nasıl gelmiş;
9 Şubat 1979 günü tüm dünya ile arasına kapkara bir örtü çeken İran'ı şeriatın pençesine sürükleyen uzun yolun başında Şah Rıza Pehlevi'nin protokolünü delen "masum" bir türban vardı... Milli Görüş, Türk-İslam Ülküsü gibi adlar altında faaliyet gösteren bizdeki irticacıların da İran "İslam Devrimi"nden etkilenerek Türkiye'de bu sistemi tesis etme hayalleri kurdukları malum olduğuna göre, İran'da şeriat rejiminin nasıl oluşturulduğunu maddeler halinde kısaca anlatalım:
1- Önce küçücük bireysel özgürlükleri ayaklar altına aldılar. Günlük yaşantıda farkına bile varılmayan o küçücük özgürlükleri ciğnediler. "Mümin kadını başını örter" dediler, "birer eşarp örteriz" diye düşündü pek çok kişi. Ne çıkardı bundan? Eğreti birer eşarp örtüveriyorlardı sokağa çıkarken.
2- Üç-beş gün, belki birkaç hafta böyle geçti. Alışmıştı pek çok kişi. Ancak, unuttukları bir nokta vardı, vidayı yavaş yavaş, diş diş sıkarlar, çekiçle çakmazlar! Birkaç molla fetva verdi bir gün, "kısa kollu giysiler mümin kadınlar için uygun değildir!"... Dileyen uydu, dilemeyen kısa kollu giysilerini yine giymeyi sürdürdü.... Ancak, sadece birkaç gün.
3- Sokaklarda yüzlerine, kollarına kezzap atılınca, yüzlerini tükürülüp saçlarından yerlerde sürüklenince, onlar da fetvaya uymak zorunda kaldılar.
4- Gün geldi, 9 yaşını geçmis erişkin(!) tüm kadınlar(!) giysilerinin üzerine bir de manto giymekle yükümlü kılındı. Yine de bir seçenek daha tanınmıştı onlara: Kara çarşaf..... Doğaldır ki artık başörtüleri eğreti takılamazdı. Saçının bir tek teli bile görünmemeliydi. Hem, daha gecenlerde ruhani lider dememiş miydi "kadınların saçlarındaki ışıltı, insanda şehevi duygular uyandırır" diye.
5- Bundan böyle doğum günü partilerinde, düğünlerde kadın-erkek bir arada eğlenmek haram, böyle fesat yuvası haline gelen evleri basmak, caizdi. Ruhani lider de buna uygun olarak "ağlayınız, ağlayınız ki günahlarınızdan arınasınız. Ağlamak imanını tazeler" demişti bir gün. (Bir an Fethullah Hocaefendi Hazretleri(!)nin aynı cümleyi kullandığını anımsadım da .....).
6- Özgürlükleri küçücüktü, minicikti, güçsüz ve çelimsizdi. Bir gün avuçlarının içinden kayıp gidince farkına vardılar değerinin.
7- Hıncahınç dolu bir stadyumda kaybolan minik çocuklar gibi ayaklar altında ezilip, yobazlığın pençesinde can vermeye başladılar.
8- Tek tek, sessizce yok edildiler. Sabah işyerine gidip, bir daha evlerine dönemediler.
9- Vedalaşma şansları bile olmamıştı sevdikleriyle, kardeşleri, anaları, babaları, ya da eşleriyle. Yarının koynundan koparıldı yine pek çoğu, bir gece vakti. Onlar bir daha asla evlerini göremediler.
10- Yüzler, binler, onbinler bir sabah ezanında kurşuna dizildiler. Evin zindanlarından çıkan kamyonların kasalarına üst-üste yığıldılar. En altta kalın süngerler döşeliydi, kanlar yollara sızmasın, yolları kirletmesin diye. Hepsi birbirinin sevgilisiydiler, kimi ana-babasının, kimi yavrusunun, kimi yavuklusunun.....
11- Bir sabah "Lanetabad"a sessizce gömüldüler... "Türkiye'de iktidara kanlı mı geleceğiz, yoksa kansız mı?" diyenler ve onların talebeleri bunları çok iyi bilirler, hesapları bunun üzerinedir.
12- Bağımsızlık-özgürlük söylemleri ile yürüdüler, demokrasi istiyoruz diyerek geldiler.
13- Fars milliyetçilerinden ve solcularından bu söylemlerle geniş bir destek aldılar. Ancak, Şah devrildikten sonra, demokrasinin üzerine yürüdüler. Milliyetçileri ve solcuları ezip yok ettiler.
14- Öyle ya, demokrasiye ve farklı ideolojik kesimlerin desteğine iktidara gelinceye kadar gereksinmeleri vardı. İktidara gelince tüm bunlar ayak bağı olacaktı.
15- Düne kadar, yanlışlıkla ayaklarına bassanız, demokrasi diye feryat eden mollalar, iktidara gelince demokrasinin ne kadar gereksiz olduğunu, din devletinde yeri olmadığını şıp diye kavradılar.
16- "Düşünce ayrılığı olamaz, biz hepimiz Hizbullah (Allahın partisi) üyesiyiz" diyerek konuyu netleştirdiler. Sanki ana babasına sırtını dönen bir arsız evlat gibi, bir kaşık suda değil, demokrasiyi kanlı gözyaşlarında boğdular.
17- Bitmedi, bir gün geldi rejim aleyhinde konuşan kişilerin ihbar edilmesi istendi Radyo-TV'lerden. Sizlerin de henüz belleklerinde olan "sayın muhbir vatandaşlar" türü bildirilerle.
18- Baktılar yine de bitiremiyorlar, özgürlük isteyen sesleri çabucak boğamıyorlar, bir fetva patladı kulaklarda. Atom bombası gibi bir yıkıcı güçle: "Küfr içinde olanın katli -kaçarken, sırtı dönükte olsa, yaralı, hasta döşeğinde de olsa, hatta aman bile dilese- vaciptir." (Sivas'ta bir otelde yakılan insanları ve sonrasında gelişen olayları anımsadığınızdan eminim).
İran'a şeriat işte böyle geldi.Türkiye'yi de aynı çizgiye getirmeye çalışan Kürt-İslam sentezcilerine hatırlatmak gerekir ki;Burası İran değil ve bu ülkede Kemalin Askerleri var!!!
Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir.
İbni Sina
İran'a nasıl geldiyse aynen öyle gelir,bakın İran'a nasıl gelmiş;
9 Şubat 1979 günü tüm dünya ile arasına kapkara bir örtü çeken İran'ı şeriatın pençesine sürükleyen uzun yolun başında Şah Rıza Pehlevi'nin protokolünü delen "masum" bir türban vardı... Milli Görüş, Türk-İslam Ülküsü gibi adlar altında faaliyet gösteren bizdeki irticacıların da İran "İslam Devrimi"nden etkilenerek Türkiye'de bu sistemi tesis etme hayalleri kurdukları malum olduğuna göre, İran'da şeriat rejiminin nasıl oluşturulduğunu maddeler halinde kısaca anlatalım:
1- Önce küçücük bireysel özgürlükleri ayaklar altına aldılar. Günlük yaşantıda farkına bile varılmayan o küçücük özgürlükleri ciğnediler. "Mümin kadını başını örter" dediler, "birer eşarp örteriz" diye düşündü pek çok kişi. Ne çıkardı bundan? Eğreti birer eşarp örtüveriyorlardı sokağa çıkarken.
2- Üç-beş gün, belki birkaç hafta böyle geçti. Alışmıştı pek çok kişi. Ancak, unuttukları bir nokta vardı, vidayı yavaş yavaş, diş diş sıkarlar, çekiçle çakmazlar! Birkaç molla fetva verdi bir gün, "kısa kollu giysiler mümin kadınlar için uygun değildir!"... Dileyen uydu, dilemeyen kısa kollu giysilerini yine giymeyi sürdürdü.... Ancak, sadece birkaç gün.
3- Sokaklarda yüzlerine, kollarına kezzap atılınca, yüzlerini tükürülüp saçlarından yerlerde sürüklenince, onlar da fetvaya uymak zorunda kaldılar.
4- Gün geldi, 9 yaşını geçmis erişkin(!) tüm kadınlar(!) giysilerinin üzerine bir de manto giymekle yükümlü kılındı. Yine de bir seçenek daha tanınmıştı onlara: Kara çarşaf..... Doğaldır ki artık başörtüleri eğreti takılamazdı. Saçının bir tek teli bile görünmemeliydi. Hem, daha gecenlerde ruhani lider dememiş miydi "kadınların saçlarındaki ışıltı, insanda şehevi duygular uyandırır" diye.
5- Bundan böyle doğum günü partilerinde, düğünlerde kadın-erkek bir arada eğlenmek haram, böyle fesat yuvası haline gelen evleri basmak, caizdi. Ruhani lider de buna uygun olarak "ağlayınız, ağlayınız ki günahlarınızdan arınasınız. Ağlamak imanını tazeler" demişti bir gün. (Bir an Fethullah Hocaefendi Hazretleri(!)nin aynı cümleyi kullandığını anımsadım da .....).
6- Özgürlükleri küçücüktü, minicikti, güçsüz ve çelimsizdi. Bir gün avuçlarının içinden kayıp gidince farkına vardılar değerinin.
7- Hıncahınç dolu bir stadyumda kaybolan minik çocuklar gibi ayaklar altında ezilip, yobazlığın pençesinde can vermeye başladılar.
8- Tek tek, sessizce yok edildiler. Sabah işyerine gidip, bir daha evlerine dönemediler.
9- Vedalaşma şansları bile olmamıştı sevdikleriyle, kardeşleri, anaları, babaları, ya da eşleriyle. Yarının koynundan koparıldı yine pek çoğu, bir gece vakti. Onlar bir daha asla evlerini göremediler.
10- Yüzler, binler, onbinler bir sabah ezanında kurşuna dizildiler. Evin zindanlarından çıkan kamyonların kasalarına üst-üste yığıldılar. En altta kalın süngerler döşeliydi, kanlar yollara sızmasın, yolları kirletmesin diye. Hepsi birbirinin sevgilisiydiler, kimi ana-babasının, kimi yavrusunun, kimi yavuklusunun.....
11- Bir sabah "Lanetabad"a sessizce gömüldüler... "Türkiye'de iktidara kanlı mı geleceğiz, yoksa kansız mı?" diyenler ve onların talebeleri bunları çok iyi bilirler, hesapları bunun üzerinedir.
12- Bağımsızlık-özgürlük söylemleri ile yürüdüler, demokrasi istiyoruz diyerek geldiler.
13- Fars milliyetçilerinden ve solcularından bu söylemlerle geniş bir destek aldılar. Ancak, Şah devrildikten sonra, demokrasinin üzerine yürüdüler. Milliyetçileri ve solcuları ezip yok ettiler.
14- Öyle ya, demokrasiye ve farklı ideolojik kesimlerin desteğine iktidara gelinceye kadar gereksinmeleri vardı. İktidara gelince tüm bunlar ayak bağı olacaktı.
15- Düne kadar, yanlışlıkla ayaklarına bassanız, demokrasi diye feryat eden mollalar, iktidara gelince demokrasinin ne kadar gereksiz olduğunu, din devletinde yeri olmadığını şıp diye kavradılar.
16- "Düşünce ayrılığı olamaz, biz hepimiz Hizbullah (Allahın partisi) üyesiyiz" diyerek konuyu netleştirdiler. Sanki ana babasına sırtını dönen bir arsız evlat gibi, bir kaşık suda değil, demokrasiyi kanlı gözyaşlarında boğdular.
17- Bitmedi, bir gün geldi rejim aleyhinde konuşan kişilerin ihbar edilmesi istendi Radyo-TV'lerden. Sizlerin de henüz belleklerinde olan "sayın muhbir vatandaşlar" türü bildirilerle.
18- Baktılar yine de bitiremiyorlar, özgürlük isteyen sesleri çabucak boğamıyorlar, bir fetva patladı kulaklarda. Atom bombası gibi bir yıkıcı güçle: "Küfr içinde olanın katli -kaçarken, sırtı dönükte olsa, yaralı, hasta döşeğinde de olsa, hatta aman bile dilese- vaciptir." (Sivas'ta bir otelde yakılan insanları ve sonrasında gelişen olayları anımsadığınızdan eminim).
İran'a şeriat işte böyle geldi.Türkiye'yi de aynı çizgiye getirmeye çalışan Kürt-İslam sentezcilerine hatırlatmak gerekir ki;Burası İran değil ve bu ülkede Kemalin Askerleri var!!!
Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir.
İbni Sina