İηvictus
Banned
- Katılım
- 2 Haz 2007
- Mesajlar
- 3,529
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Ermeni kökenli kaç rektör var?
Sizleri yazının başlığı ile yazının genel içeriği konusunda hayal kırıklığına uğratmak istemem. Yazıda bu konu sadece bir cümlede geçecek. Zaten konuyu gündeme getiren bilim adamı da o kadarını söyledi. Bir gazeteci olarak ben sadece onu nakledeceğim.
Kaldı ki bu konu özel ilgi alanıma girmiyor. Ben bilimle uğraşanların din ve milliyetleriyle değil, daha çok ürettikleriyle ilgileniyorum. Heyhat ki, maalesef tablo bu konuda da iç açıcı görünmüyor. Medyaya da sıklıkla yansıdığı gibi üniversitelerimizin dünya sıralamasındaki durumu ortada. Kısacası dökülüyoruz.
Geçtiğimiz hafta Erzurum’daydık. Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü tarafından düzenlenen ‘II. Uluslararası Türk - Ermeni İlişkileri Sempozyumu’na katıldık. Alanında tanınmış 50’yi aşkın bilim adamının iştirak ettiği toplantının katılımcıları arasında askeri zevat da vardı.
Sempozyumda Türk - Ermeni İlişkileri konusunda çok çarpıcı bildiriler sunuldu, önemli noktalara temas edildi. Özellikle soykırım iddialarıyla nereye varılmak istendiğine ilişkin çarpıcı saptamalarda bulunuldu.
Oturum Başkanlığını Korgeneral (E) Erdoğan Karakuş’un yaptığı oturumda “Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Ermeni Mezalimine Karşı Anadolu İnsanının Tutumu” başlıklı bir bildiri sundum. Aynı oturumda hemen sağımda, Avrupa Parlamentosu üyesi Azeri Milletvekili Bayan Genire Paşeyava bulunuyordu. Paşeyava’nın heyecanlı konuşması ilgiyle dinlendi. Hırant Dink’in cenazesine Türkiye’de gösterilen ilgiye Azerbaycan halkının şaşkınlığını anlatacak kelime bulamadı. Türklerin Ermenilere tarih boyunca ölçüsüz bir hoşgörü gösterdiğini, karşılığında ihanetten başka bir şey görmediğini anlattı. Soru cevap kısmına geçildiğinde bir bayan dinleyici Azeri Milletvekili Paşeyava’nın konuşmasındaki sertliği yadırgadığını ima eden cümleler kurduktan sonra, “Türkler olarak hoşgörünün yerine hangi kelimeyi koymamızı önerirdiniz?” deyince, Paşeyava konuşmasının herhalde yanlış anlaşıldığını söyledi.
Türkiye’de en güçlü lobi…
Fakat asıl çarpıcı açıklamayı o sırada dinleyiciler arasında bulunan ve Azeri Milletvekili Paşeyava’nın konuşmasına katkıda bulunmak üzere söz alan bir profesör yaptı. Orgeneral (E) Edip Başer’in başkanlığını yaptığı oturumda bildiri de sunan (burada ismini vermek istemediğim) profesör konuşmasında; Türkiye’de en güçlü lobinin Ermeni lobisi olduğunu söyledikten sonra, Ermeni kökenli rektör sayısının 14’ü bulduğunu iddia etti. Bilemiyorum artık bu sayı doğru mu, doğru olsa bile Ermeni kökenli vatandaşların rektör atanmasına neden temas etme gereği duydu. Bununla neyi anlatmak istedi. Benim bu konuda bir fikrim yok. Bir gazeteci olarak sadece konuşulanları aktarmış olayım.
Çarpıcı açıklamaların yapıldığı sempozyum ulusal basında yeterince ilgi görmedi. Dahası, Erzurum’un yerel gazetelerinden biri ertesi günkü nüshasında Azeri Milletvekili Paşeyeva’nın büyük bir boy resmini bastıktan sonra üstüne 8 sütuna manşet “Manken değil, Azeri vekil” başlığını atması herkesi hayrete düşürdü. Hani ‘koyun can, kasap et derdinde’ derler ya, aynen öyle. Azeri vekil akşam yemeğindeki sohbetimizde, önemli işlerini bırakarak Türk-Ermeni İlişkileri konusunda bir mesaj vermek için oralara kadar gelmişken, konuşmasındaki tespitlerle değil de, bedeniyle gündeme gelmiş olmasındaki rahatsızlığını ifade etti. “Türk basınının hali ne böyle…” demekten kendini alamadı.
İmkân olsa tüm Türkiye’nin, hatta tüm dünyanın Kazım Karabekir Paşa’nın kızları Timsal ve Hayat Karabekir Hanımefendilerin konuşmalarını dinlemelerini isterdim. Kendilerinden dünyaya insanlık nedir öğreten bir milletin hikâyesini dinledik gözyaşlarıyla.
Sempozyumda sunulan bildiriler, soru cevap kısımları ve genel değerlendirme oturumunda konuşulanlar daha sonra kitaplaştırılacağı için daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. İlgi duyanlar olursa kendi bildirimi e-posta ile gönderebilirim.
Kim bunlar?
3 gün boyunca sürekli Türk – Ermeni ilişkileri konuşulunca, yemek ve kahve aralarındaki sohbetlerin konusu da genelde bu yönde oldu.
Masada bazı komutanların da yer aldığı bir akşam yemeğinde bir profesör çarpıcı bir şey söyledi: “Her ramazan ayında veya kurban bayramı öncesinde televizyon ekranlarında o günlerin manevi iklimine gölge düşüren ve kafa karıştıran öyle tartışmalar yaşanıyor ki, şahsen ben bu işin aktörlerinin Türk ve Müslüman olup olmadıkları konusunda ciddi tereddüt yaşıyorum” dedi.
Fakat beni asıl abandone eden bir albayın söylediği oldu. Medyada marjinal İslamcı yazar olarak tanınan bir iki isim sıraladıktan ve geçmişte görev yapan bazı bakanlardan da örnek verdikten sonra, “hanginiz biliyor acaba bunların Ermeni olduğunu…” dediğinde, içimden “hoppala” demekten kendimi alamadım. Hemen aklıma, Türkiye’de en güçlü lobi Ermeni lobisidir diyen profesörün sözleriyle, cumhurbaşkanını neden halka seçtirmek istemedikleri konusu geldi. Bir ülkede çoğunluğa tahakküm başka nasıl olabilir ki diye düşündüm?
Bu noktada sorun olan insanların milliyetleri değil elbette. Hiçbir insan doğuştan gelen özelliklerinden, hele dininden ve milliyetinden dolayı kesinlikle kınanamaz. Ne din müsaade eder buna, ne evrensel hukuk, ne de vicdan…
Benim konuşulanlardan anlayabildiğim kadarı şu: Eğer insanlar olduklarından farklı davranıyorlarsa ve kendilerini gizleme çabasında oluyorlarsa bir çapanoğlu var demek işin içinde. O zaman acaba neyin peşindeler diye haliyle merak ediyor insan. Her neyse, hepsi bizim vatandaşımız… Azeri vekil “yine saflığınız tuttu” diyecek belki ama biz yine de her şeyi iyiye yoralım.
İstanbul’un kavrulduğu günlerde Erzurum’un serinliğinde vakit geçirmek hoştu. Erzurum’un 8 ay kışına mı, İstanbul’un 2 ay yazına mı katlanmak yeğdir meselesi gereksiz bir tartışma olurdu. Bu memleketin her yanı ayrı bir güzel.
Kıymetini bilelim.
Osman Özsoy
Sizleri yazının başlığı ile yazının genel içeriği konusunda hayal kırıklığına uğratmak istemem. Yazıda bu konu sadece bir cümlede geçecek. Zaten konuyu gündeme getiren bilim adamı da o kadarını söyledi. Bir gazeteci olarak ben sadece onu nakledeceğim.
Kaldı ki bu konu özel ilgi alanıma girmiyor. Ben bilimle uğraşanların din ve milliyetleriyle değil, daha çok ürettikleriyle ilgileniyorum. Heyhat ki, maalesef tablo bu konuda da iç açıcı görünmüyor. Medyaya da sıklıkla yansıdığı gibi üniversitelerimizin dünya sıralamasındaki durumu ortada. Kısacası dökülüyoruz.
Geçtiğimiz hafta Erzurum’daydık. Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü tarafından düzenlenen ‘II. Uluslararası Türk - Ermeni İlişkileri Sempozyumu’na katıldık. Alanında tanınmış 50’yi aşkın bilim adamının iştirak ettiği toplantının katılımcıları arasında askeri zevat da vardı.
Sempozyumda Türk - Ermeni İlişkileri konusunda çok çarpıcı bildiriler sunuldu, önemli noktalara temas edildi. Özellikle soykırım iddialarıyla nereye varılmak istendiğine ilişkin çarpıcı saptamalarda bulunuldu.
Oturum Başkanlığını Korgeneral (E) Erdoğan Karakuş’un yaptığı oturumda “Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Ermeni Mezalimine Karşı Anadolu İnsanının Tutumu” başlıklı bir bildiri sundum. Aynı oturumda hemen sağımda, Avrupa Parlamentosu üyesi Azeri Milletvekili Bayan Genire Paşeyava bulunuyordu. Paşeyava’nın heyecanlı konuşması ilgiyle dinlendi. Hırant Dink’in cenazesine Türkiye’de gösterilen ilgiye Azerbaycan halkının şaşkınlığını anlatacak kelime bulamadı. Türklerin Ermenilere tarih boyunca ölçüsüz bir hoşgörü gösterdiğini, karşılığında ihanetten başka bir şey görmediğini anlattı. Soru cevap kısmına geçildiğinde bir bayan dinleyici Azeri Milletvekili Paşeyava’nın konuşmasındaki sertliği yadırgadığını ima eden cümleler kurduktan sonra, “Türkler olarak hoşgörünün yerine hangi kelimeyi koymamızı önerirdiniz?” deyince, Paşeyava konuşmasının herhalde yanlış anlaşıldığını söyledi.
Türkiye’de en güçlü lobi…
Fakat asıl çarpıcı açıklamayı o sırada dinleyiciler arasında bulunan ve Azeri Milletvekili Paşeyava’nın konuşmasına katkıda bulunmak üzere söz alan bir profesör yaptı. Orgeneral (E) Edip Başer’in başkanlığını yaptığı oturumda bildiri de sunan (burada ismini vermek istemediğim) profesör konuşmasında; Türkiye’de en güçlü lobinin Ermeni lobisi olduğunu söyledikten sonra, Ermeni kökenli rektör sayısının 14’ü bulduğunu iddia etti. Bilemiyorum artık bu sayı doğru mu, doğru olsa bile Ermeni kökenli vatandaşların rektör atanmasına neden temas etme gereği duydu. Bununla neyi anlatmak istedi. Benim bu konuda bir fikrim yok. Bir gazeteci olarak sadece konuşulanları aktarmış olayım.
Çarpıcı açıklamaların yapıldığı sempozyum ulusal basında yeterince ilgi görmedi. Dahası, Erzurum’un yerel gazetelerinden biri ertesi günkü nüshasında Azeri Milletvekili Paşeyeva’nın büyük bir boy resmini bastıktan sonra üstüne 8 sütuna manşet “Manken değil, Azeri vekil” başlığını atması herkesi hayrete düşürdü. Hani ‘koyun can, kasap et derdinde’ derler ya, aynen öyle. Azeri vekil akşam yemeğindeki sohbetimizde, önemli işlerini bırakarak Türk-Ermeni İlişkileri konusunda bir mesaj vermek için oralara kadar gelmişken, konuşmasındaki tespitlerle değil de, bedeniyle gündeme gelmiş olmasındaki rahatsızlığını ifade etti. “Türk basınının hali ne böyle…” demekten kendini alamadı.
İmkân olsa tüm Türkiye’nin, hatta tüm dünyanın Kazım Karabekir Paşa’nın kızları Timsal ve Hayat Karabekir Hanımefendilerin konuşmalarını dinlemelerini isterdim. Kendilerinden dünyaya insanlık nedir öğreten bir milletin hikâyesini dinledik gözyaşlarıyla.
Sempozyumda sunulan bildiriler, soru cevap kısımları ve genel değerlendirme oturumunda konuşulanlar daha sonra kitaplaştırılacağı için daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. İlgi duyanlar olursa kendi bildirimi e-posta ile gönderebilirim.
Kim bunlar?
3 gün boyunca sürekli Türk – Ermeni ilişkileri konuşulunca, yemek ve kahve aralarındaki sohbetlerin konusu da genelde bu yönde oldu.
Masada bazı komutanların da yer aldığı bir akşam yemeğinde bir profesör çarpıcı bir şey söyledi: “Her ramazan ayında veya kurban bayramı öncesinde televizyon ekranlarında o günlerin manevi iklimine gölge düşüren ve kafa karıştıran öyle tartışmalar yaşanıyor ki, şahsen ben bu işin aktörlerinin Türk ve Müslüman olup olmadıkları konusunda ciddi tereddüt yaşıyorum” dedi.
Fakat beni asıl abandone eden bir albayın söylediği oldu. Medyada marjinal İslamcı yazar olarak tanınan bir iki isim sıraladıktan ve geçmişte görev yapan bazı bakanlardan da örnek verdikten sonra, “hanginiz biliyor acaba bunların Ermeni olduğunu…” dediğinde, içimden “hoppala” demekten kendimi alamadım. Hemen aklıma, Türkiye’de en güçlü lobi Ermeni lobisidir diyen profesörün sözleriyle, cumhurbaşkanını neden halka seçtirmek istemedikleri konusu geldi. Bir ülkede çoğunluğa tahakküm başka nasıl olabilir ki diye düşündüm?
Bu noktada sorun olan insanların milliyetleri değil elbette. Hiçbir insan doğuştan gelen özelliklerinden, hele dininden ve milliyetinden dolayı kesinlikle kınanamaz. Ne din müsaade eder buna, ne evrensel hukuk, ne de vicdan…
Benim konuşulanlardan anlayabildiğim kadarı şu: Eğer insanlar olduklarından farklı davranıyorlarsa ve kendilerini gizleme çabasında oluyorlarsa bir çapanoğlu var demek işin içinde. O zaman acaba neyin peşindeler diye haliyle merak ediyor insan. Her neyse, hepsi bizim vatandaşımız… Azeri vekil “yine saflığınız tuttu” diyecek belki ama biz yine de her şeyi iyiye yoralım.
İstanbul’un kavrulduğu günlerde Erzurum’un serinliğinde vakit geçirmek hoştu. Erzurum’un 8 ay kışına mı, İstanbul’un 2 ay yazına mı katlanmak yeğdir meselesi gereksiz bir tartışma olurdu. Bu memleketin her yanı ayrı bir güzel.
Kıymetini bilelim.
Osman Özsoy