Lâiklik kelimesinin orijini eski Yunanca'daki "laikos" sıfatıdır ve "halk, kalabalık, kitle" anlamına gelen "laos" ismi üzerine
kurulmustur. Dolayısıyla "laikos" da "halka, kalabalıga, kitleye ait" demektir. Hıristiyanlıgın yayılması ile kilise adamlarına Latince
"derici", inananlar topluluguna da "iaici" denilmistir. Dilimize bu kelime ilk defa Mesrutiyet yıllarında girmis ve "ladini" olarak
Türkçeye çevrilmistir. "Ladini" dindısı anlamına gelmektedir. Türkiye'de laiklige ön yargılı yaklasanların tavırlarını, bir ölçüde de
olsa, kavramı bu sekilde algılamalarına baglayabiliriz. Lâiklik yerine bazen "sekülarizm" terimi de kullanılmaktadır.
Sekülarizm daha çok Anglo-sakson dünyasına ait olup, din ve ruhban dısılık ya da dünyevilik yani dinden etkilenmeyen siyasi alan
anlamına gelir. Sekülarizmde dinle ilgili kamusal politikalara pek yer verilmez. Gerek lâiklik gerekse sekülarizm, Hıristiyanlıgın egemenoldugu
batı dünyasında gelisen olgular ve düsüncelerdir.
Ortaya çıkıs ve gelismeleri son derece sancılı olmustur. Ortaya çıkıs sürecinde gerek düsünsel gerekse örgütsel çatısmalar yasanırken,
temel sorun; dini-dünyevi ayırımının arkasında yer alan akıl-inanç ayırımını gerçeklestirebilmekti. Zira dinler, dünya islerine karısıp
siyasi bakımda güç kazandıkça asıl ruhani erklerini göz ardı edip, "güç için güç" ilkesini gütmeye baslarlar. Lâiklik ise, dinsel esitlik
ve din özgürlügünü saglayan, böylece akıl ve vicdanın kölelik zincirlerini kırdıgı bir siyasal örgütlenmeyi öngörür.
Lâiklik ile devlet içinde din degil, din içinde devlet reddedilir ve dinin siyasi,hukuki güç olması engellenir,
Lâiklik her ülkenin sartlarına göre degerlendirilmelidir.Batıda 16-18. yüzyıl arasında feodal sistemin giderek yok olması,toprak
mülkiyetinin Önemini yitirmesi, ticarete yapılan yatırımların artması ve mutlak monarsilerin kuruldugu bir ara rejimden sonra 1789
Fransız Devrimiyle lâiklik alanında ilk adım atılmıstır. Ticaret devrimi ile ortaya çıkan ve zaman içinde güçlenen burjuvazinin
mülkiyet hakkı, kral ve kilisenin keyfi tasarrufu tehdidi altındaydı. Dolayısıyla batıda burjuvazi önderliginde aristokratik güçlerin
yanısıra din kurumlarına karsı verilen bir savasımın sonucunda lâiklik gerçeklesebilmistir. Düsünsel alanda da "aydınlanma çagı"
düsünürleri, insan aklını her seyden üstün tutan, hukukun kaynagında aklı bulan düsünceler üretirken, krala ve din adamına gerekolmadıgını
vurgulayarak ulus egemenligi anlayısını da ortaya koyuyorlardı. Bu düsünce akımının da etkisiyle, "ilahi" yani göksel
egemenlik hakkının terk edilerek "beseri" yani lâik egemenlik anlayısının kabulü, batıda yasanılan sürecin içinde dinsel kurumlara
sınırlı bir alan bırakmıstır. Aynı dinsel gelenegi paylasan
Fransa,Almanya ve Anglo-Sakson ülkelerinde lâiklik ve sekülerlik
süreçleri,birbirinden farklılık gösterir.
Bu farklı süreçler, varılan noktalarda da farklılıklar olusturmaktadır.
Lâiklesme esas olarak Fransa'da görülmektedir. Merkezilesmis, hiyerarsik ve kurumsal yapıya sahip olan ve evrensellik iddiası
tasıyan Roma Kilisesi'ne karsı olusan Fransız lâiklik hareketi çalkantılı bir dönemden geçmistir7. Fransa'da lâiklesme, devrimci,
jakoben ve cumhuriyetçi usullerle yürütülürken, kilise uzun bir süre 1905 tarihli "Ayrılık Yasası"na kadar devlet denetimi, vesayeti
altında tutuldu. Dinleri degil kiliseleri özellestiren bu yasa ile devlet ve din islerinde karsılıklı karısmazlık esası benimsenerek, devlet din
islerine karısmaktan büyük ölçüde vazgeçti . Sekülerlesmede belirlenen yöntem ise daha yavas, kendiliginden
gelisen, uzlasmacı evrimsel bir yöntem olup Almanya, Avusturya, ABD gibi ülkelerce benimsenmistir.
I. ANAYASALARDA DİN ve DEVLET İLİŞKİSİ
Devletleri, anayasalarındaki din-devlet iliskisi baglamında degerlendirdigimizde, genel olarak dört baslık altında toplamak mümkündür.
A. Din- devlet ayrılıgını belirten devletler
Bu gruba giren devletler, anayasalarında lâik olduklarını ya da devletin belli bir dini veya mezhebi korumadıgını açıkça belirtirler.
Bu devletlere Fransa, Türkiye, eski Fransız sömürgeleri, İspanya, Portekiz'in yanı sıra eski sosyalist ülkelerden Arnavutluk, Angola",
Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Tacikistan , Türkmenistan , Azerbaycan örnek gösterilebilir.
B. Din-devlet iliskisinde karsılıklı bir karısmazlıgı benimseyen devletler
Anayasalarında lâiklik ya da din-devlet ayrılıgına açıkça yer vermemekle birlikte, din-devlet iliskisinde karsılıklı bir karısmazlıgı
benimseyen devletlerde, genellikle devlet ve kilise arasındaki bir anlasma söz konusudur. Bu ülkelerde kilise kendi giderleri için vergi
toplayabilir, din ögretimi yapabilir. Bireylerin din ve vicdan özgürlükleri tanınmıstır. Devletin dinlere ve mezheplere karsı
tarafsızlıgı da saglanmıstır. Bu devletler arasında Almanya , Avusturya , ABD, Hollanda yer almaktadır. Örnegin Almanya'da
devletin resmi kilisesi yoktur ama dini topluluk kurma özgürlügü vardır. Söz konusu bu devletler fiilen lâik ya da seküler devletlerdir.
C. Resmi dine sahip devletler
Sayıları giderek azalmakta olan bu devletlerin resmi dinleri vardır ancak diger din ve mezhepler de koruma altındadır, hosgörü ile
yaklasılmaktadır. Yazılı anayasası bulunmayan ingiltere'nin anayasa nitelikli metinlerine göre, ingiliz kilisesi organik olarak monarsiye,
özellikle kral ve kraliçenin kisiligine baglıdır. ingiliz Kilisesi'nin özel statüsü nedeniyle "Act of Settlement" hükümlerine göre kraliyet
ailesi ingiliz Kilisesine katılmak zorundadır . 2001 tarihli Yunan Anayasası da üçüncü maddesinde Yunanistan'da dogu Ortodoks
Hıristiyanlıgının egemen din oldugunu düzenlemektedir. Resmi dine sahip olan ülkelere örnek olarak Norveç ve izlanda verilebilir.
D. Teokratik devletler
Bu devletlerin çogunda degisime açık durumu nedeniyle ayrık tutulabilecek olan israil dısında islam nüfusu çogunluktadır. iran,
Suudi Arabistan, Kuveyt gibi devletlerde dinsel hukuk kabul edilmistir. Örnegin Kuveyt Anayasası, besmele ile baslar ve 2.
maddesine göre, islam seriatı yasamanın ana kaynagıdır. israil temel kanununa göre israil bir Yahudi devletidir.
Devletlerin bu sınıflandırılması çerçevesinde, çagdas demokratik devletlerin fiilen lâik ya da seküler olduklarını görüyoruz. Türkiye
Cumhuriyeti de bu gruba giren devletler arasındadır. Çogunlugunu müslümanlann olusturdugu bir devlet olarak, lâik devlet yapısı ile
dikkat çekmektedir.
II. TÜRKİYE'DE ANAYASA - LÂİKLİK İLİSKİSİ
A. Tarihsel Gelisim
Türkiye'de tarihsel süreçte, bir devlet politikası olan lâikligin din
karsıtlıgı anlamında degil, modernlesme yolunda izlenen bir yololarak benimsendigi görülmektedir.
Batıda ekonomik devrimeparalel olarak belirmis olan lâiklige, Türkiye'de 200 yıllık bir gecikme ile ulusal kurtulus
savasından sonra bir devrimle geçilmistir. Bu süreçte dine dayalı ve çok uluslu bir imparatorluktan
ulus devlete geçiste, devlet yapısı dinsel ögelerden arındırılırken , sosyal içerikli çesitli hukuki düzenlemeler de gerçeklestirilmistir.
Egemenligin kaynagının beserilestirilmcsinde ilk adım, kurtulus mücadelesinin içinde yapılan 1921 Anayasasında "ulusal egemenlik
prensibi"nin kabulü ile atılmıstır. Saltanatın kaldırılmasının ardından cumhuriyetin ilanı 1923'de gerçeklestirilirken, yapılan anayasa
degisikliginde Türkiye devletinin dininin İslam oldugu eklenmistir.
Bir yandan iktidarın beserilesmesi anlamı tasıyan cumhuriyetin ilanı,diger yandan da resmi dinin ve hilafetin mevcudiyeti, bir çeliski
olarak görülebilir. Ancak Türk devriminin önderi Atatürk, bu düzenlemeyle lâikligi dinsizlik olarak anlama çabalarının önüne
geçmistir. Lâikligin gelisiminde 1924'te hilafetin, 1928'de resmi dini içeren hükmün kaldırılması ve 1937'de lâiklik ilkesinin anayasal
ilke haline gelisi, önemli dönüm noktalarıdır. Tarihler bize göstermektedir ki lâiklik, atılan son derece temkinli adımlarla
yerlestirilmistir. Bu durumun nedeni ise, Atatürk'ün önderliginde kurulan modern ve çagdas rejime karsı olan ve demokrasi ile lâiklik
konusunda uzlasmacı tavır göstermeyen muhalefetin varlıgıdır".
B. 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Lâiklik
Ülkelerin sartlarına göre farklı uygulamalarla karsılasılırsa da, bir devletin lâik olabilmesi için şu unsurlar gereklidir;
- egemenligin kaynagının dünyevi olması,
- resmi dinin bulunmaması,
- din ve vicdan özgürlügünün tanınması,
- belli bir dinin emirlerinin hukuki yaptırıma baglanmaması.
Türkiye'de lâiklik anlayısını, sayılan bu unsurlar açısından, 1982 Anayasası'nı degerlendirerek ortaya koyabiliriz.
1. Devletin bir dine dayanmaması
1961 ve 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında, lâiklik konusuna genis yer ayrılmıs ve koruyucu düzenlemeler getirilmistir. 1982
Anayasası’nın 2. ve 4. maddelerine göre lâiklik, cumhuriyetin temel niteliklerinden biri olup, degistirilemez, degistirilmesi teklif dahi edilemez
5. maddede lâik cumhuriyeti korumak, devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıstır
6. madde ise, egemenligin kayıtsız sartsız millete ait oldugunu düzenleyerek, ilahi degil beseri egemenlik anlayısım ortaya koymustur.
2. Din ve vicdan Özgürlügü
24. maddede düzenlenen din ve vicdan özgürlügü, bireylerin diledikleri dine inanmaları ya da inanmamalarını kapsamaktadır. Din
ve vicdan özgürlügü içsel yönüyle mutlaktır yani sınırsızdır. Aynı maddeye göre kimse dinsel inançlarını açıklamaya zorlanamaz. Bu
ilke olaganüstü hallerde dahi dokunulamayacak ilkelerdendir (md.15). Bu düzenlemeye karsın, nüfus cüzdanlarında din hanesi
bulunmaktadır. Nüfus kanununun bu hususa iliskin hükmünün Anayasaya aykırı oldugu ileri sürülmüsse de, Anayasa Mahkemesi
burada dini açıklamaya bir zorlama olmadıgını belirterek ve dinhanesini demografik bir bilgi olarak degerlendirerek, söz konusu
hükmü anayasaya aykırı bulmamıstır.
Yine anayasanın 10. Maddesine göre33 hukuk önünde herkes inanç,din ve mezhep ayırımı güdülmeksizin esittir. Anayasa Mahkemesi
esitlik ilkesinden hareketle sadece semavi dinlere yönelik hukuka aykırılıkların cezalandırıldıgı Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 175 ve
176. madde hükümlerini iptal etmistir34. Böylece sadece semavi dinler degil, tüm dinler (Konfüçyüsçülük, Taoculuk gibi) koruma altına alınmıstır.
1982 Anayasasında din ve vicdan özgürlügünün bir unsuru olan ibadet özgürlügü de 24. maddede düzenlenmistir. ibadet en genis
anlamıyla bir dinin gereklerini yerine getirmektir. Vicdan yani inanma ya da inanmama özgürlügü içsel oldugundan sınırsızken,
kamusal alanda ortaya çıkan ibadet özgürlügü, 14. madde hükmü ile sınırlandırılmıstır (24/2). badet özgürlügü lâik cumhuriyeti ortadan
kaldırmak amacıyla kullanılamaz. badet özgürlügü ibadet etmeme özgürlügünü de içerir ve lâik bir devlette ibadet konusunda zorlama
yapılamaz. Buna iliskin düzenleme de 24/3. maddede, "kimse ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya ( . . . ) zorlanamaz." seklinde ifade edilmistir.
3. Din egitim ve ögretimi
Lâik devlet, lâik ögretimi gerektirir. Lâik ögretim ise söyle
gerçeklesir;
- Devlet okulları herhangi bir dini cemaat tarafından idare edilemez,
din adamları devlet okullarında ders veremez.
- Ögretim programları dini esaslara dayalı olamaz.
- Okullara kabul için her hangi bir inanç sartı aranmaz.
1982 Anayasası'nda din egitim ve ögretimi devletin denetim ve gözetimi altındadır. ilk ve orta ögretimde "Din kültürü ve ahlak
ögretimi" zorunlu hale getirilmistir (md.24/4). Gerekçede de ifade edildigi gibi amaç din egitimi degil din kültürü vermektir. Ancak
uygulamada belli bir din ve mezhebin pratik kurallarının uygulanması haline dönüsmüstür. Din derslerinin zorunlu olması,
resmi din anlayısının olmadıgı lâik devlet ilkesi ile çelisir durumdadır. 1961 Anayasasının 19/4. maddesindeki gibi seçimlik olması daha uygundur.
4. Din istismarının önlenmesi
Anayasamızın 24/son maddesi dinin, din duygularının ya da dince kutsal sayılan seylerin istismarını (sömürülmesini) ve kötüye
kullanılmasını yasaklamıs ve bu duruma aykırı davranıslara yaptırımlar getirilmesini emretmistir (md. 14/3).
1991 yılında lâik devlet düzenini din adına yıkarak teokratik devlet düzeni getirmeye yönelik fiilleri ve bu amaçla cemiyet kurmayı ve
propagandayı yasaklayan Türk Ceza Kanunu'nun 163. maddesi yürürlükten kaldırılmıstır. Böylece Anayasanın 24/son maddesinin
TCK'ya yansıması olan hüküm, kaldırılmıstır. TCK 163. maddeyi yürürlükten kaldıran Terörle Mücadele Kanunu da lâikligi koruma
amacını tasımaktadır ancak, örgütlü suçlardan söz edilerek ideolojik anti-lâik hareketler yaptırıma baglanmak istenmistir. Böylece
Anayasada yer alan emir, yaptırımsız hale gelmistir.
5. Devlet yapısı içinde din kurumlarının bulunmaması
Lâik devlet yapısı içinde kural olarak dinsel fonksiyonu olan din kurumları bulunmaz. Ancak Anayasa Mahkemesi kararlarında da
belirtildigi gibi "Türkiye'nin özel sartları" geregi, 1924'te kurulan Sünni islam anlayısı içinde din islerini yürüten ve denetleyen
Diyanet isleri Baskanlıgı (DİB), genel idare içinde yer almaktadır (md.136). DİB dinsel bir örgüt degildir ve hizmetlerini lâiklik
ilkesi dogrultusunda yerine getirmek zorundadır. Yani DİB, lâikligi zayıflatıcı degil koruyucu bir kurum olarak görülmektedir. Batıda
dinin kiliseler eliyle yürütülmesi devlet düzenini sarsmamaktadır. Ancak Türkiye'de doktrinde karsıt görüsler ileri sürülse de islam
dininin cemaatlere bırakılması sonucunda, cemaatlerin din hizmetlerini yerine getirmek için örgütlenecekleri, bu örgütlerin
denetiminin zorlugunun yanı sıra yerli ve yabancı kaynaklardan destek görüp ekonomik açıdan da güçlenip, lâikligi tehdit edecekleri
düsünülmektedir. Bu düsünce DİB'nın genel idare içinde yer almasına ve din hizmetinin bir kamu hizmeti olarak düzenlenmesine
ve merkezi idarenin hiyerarsik denetimine baglanmasına neden olmustur.
6. Hukuk kurallarının temelini din kurallarının olusturmaması
Lâik devlette hukuk kurallarının temelini beseri irade olusturur.Hukuk kurallarının din kurallarına uyma zorunlulugu olan bir
devlette, lâiklikten bahsedilemez. 1982 Anayasası bu anlamda lâik hukuk sistemini öngörmektedir. Anayasa Mahkemesi de bu hususu vurgulamaktadır.
C. Siyasal islam ve Siyasi Parti Yasakları
Türk Anayasal sisteminde Türkiye'de iktidar arayısı içinde olan radikal, düzeni degistirmeye yönelik siyasal islamın varlıgı, siyasi
partilerin uyması gereken esasların basında lâiklik ilkesinin yer almasına neden olmustur. Anayasa Mahkemesi'nin de lâiklige iliskin
kararlarında vurguladıgı gibi lâiklik, Türkiye Cumhuriyeti'nin yasam felsefesidir yani rejimin temelini olusturmaktadır. Bu nedenle de
Yüksek Mahkeme'nin ifadesi ile "anayasal ayrıcalıga sahip olan"lâiklik ilkesi, Anayasa'da Öngörülen kimi sınırlamaları zorunlukılmaktadır.,
1950'lere kadar muhalif cereyanlar, kitle hareketleri dinsel motifler tasıyan, genellikle de batı kurumlarına tepki olarak beliren
hareketlerdir. 1950'lerde çok partili döneme geçisle birlikte din, siyasal yasamın önemli bir boyutu haline gelmistir. 1980'den sonra
da rejim çıkmaza girdiginde, siyasal partilerce sık sık dine müracaat edilmistir. Gün geçtikçe açık pazar ekonomisinin gelismesi, kırsal
ekonominin önemini yitirmesi, iç ve dıs göç dalgaları islami kimlige dayalı muhafazakar tabanda da degisime neden olmustur.
Türkiye'deki bu gelisme, siyasal islamcıların stratejilerini degistirmis ve tabandan yukarı bir hareketi degil iktidarı tepeden
elde etme yöntemini tercih etmeye baslamıslardır. Bu da dinsel egitimlilerin devlet kadrolarında daha fazla yer almaları seklinde kendini göstermistir.
Anayasa Mahkemesi'nin lâiklige iliskin kararlarında da belirtildigi gibi, lâiklik ilkesinin farklı ülkelerde farklı biçimde ortaya çıkacagı
düsüncesi ve lâiklik konusunda uzlasma arayısı içinde olmayan islami siyasallastırma çabaları, Cumhuriyet’in korunmasının ön
kosulu olan lâikligin korunması konusunda, "militan" ya da "mücadeleci" bir anlayısın benimsenmesine neden olmustur. Söz
konusu özel sartlar, 1961 Anayasası döneminde Milli Nizam Partisi,1982 Anayasası döneminde de Huzur, Refah ve Fazilet partilerinin
lâiklik ilkesine aykırılıktan dolayı. Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması sonucunu dogurmustur.
Sonuç
Batıya göre 200 yıllık bir gecikme ile Türkiye'de ulusal kurtulus savasından sonra benimsenen "lâik devlet" anlayısı, teokratik ve çok
uluslu bir imparatorluktan ulusal devlete geçerken, modernlesme ve batılılasma sürecinde devlet yapısının dinsel ögelerden arındırılması ile gerçeklesmistir.
Amaç, lâik düzende dini kamusallıktan arındırıp, salt bireyseltoplumsal bir deger olarak ortaya çıkarmaktır. Dinin insana iliskin
oldugu, devletin dininin olmadıgı lâik düzende, yurttaslar arasında dini inanç nedeniyle ayırım yapılmaz .
Türkiye'de lâiklik ihlallerinin ve teokratik düzeni isteme egilimlerinin mevcudiyeti, lâikligi koruyucu hukuki yaptırımlara yer verilmesine neden olmustur.
Türkiye'de kendilerini sistemin dısında hissedenler önce lâiklige saldırmaktadır. Bunun arkasında hâlâ gelenekçi ve cemaatçi toplum
biçiminin sürmesi, sanayilesme ve kentlesmenin yeterince gerçeklesmemesi yatmaktadır. Türkiye'de lâiklik degerlendirmesi
yaparken, ülkenin jeo-politik konumunun yanı sıra, günümüzde islam hukuku kurallarının ve adetlerinin uygulandıgı bir "islam
devleti" kurma düsüncesi tasıyan hareketin (islamic Fundemantalisnı) varlıgını da göz ardı etmemek gerekir. Devlet
politikası olarak benimsenen lâiklik, tam anlamıyla toplumsal temellerini, bu sorunlarını astıgında bulacaktır.
Günümüz Türkiye'sinde lâik düzene karsı olanlar, lâikligin korunması için alınan önlemleri antidemokratik bulup, lâikligi din
disılık gibi yorumlama ve lâik olanları hedef gösterme egilimi içerisinde bulunmaktadırlar. Ayrıca lâik kesim "jakoben" iddiaları ile
karsı karsıya kalmaktadır. Bu düsüncelere sahip olanlar, özellikle küçük yastaki çocuklar üzerinde etkili olup, onları dinsel gruplara,
tarikatlara yönlendirmekte ve sisteme karsı militanlar olarak yetistirmektedirler.
Surası da bir gerçektir ki, Türkiye'de 1950'lere kadar bütün muhalif cereyanlar, kitle hareketleri dinsel motifler tasımaktadır ve genellikle
batı kurumlarına tepki olarak belirmislerdir. 1950'lerden sonra da DP ve AP iktidarları döneminde tepki bizzat iktidarlar tarafından
ileri sürülmüs, ekonomik çıkmazların yarattıgı sosyal bunalımların günahı, rejimde ve batılı kurumlarda aranmıstır.
1960'lardan sonraise eskiye dönme istemleri, yine dinden geçerek ileri sürülmüstür .Türkiye'de Anayasal bir kural ve
cumhuriyetin temel niteliklerinden biri olan "lâiklik", hangi nedenle rejim bunalımı yasanırsa yasansın
ilk elestirilmeye baslanan husus olmaktadır. Lâikligin sosyal olgu niteligini kazanması, hukuki yaptırımların dısında, sanayilesmenin
ve kentlesmenin gerçeklesmesine baglıdır.
Kaynak / http://www.iticu.edu.tr/
Çok faydalı bir makale olduğu görüşündeyim herkesin okumasını tavsiye ederim
gerçekten olaya bilimsel ve farklı bir bakış açısı ile yaklaşılmış tebrik ediyorum
sizlerde görüşlerinizi paylaşırsanız sevinirim iyi forumlar dilerim
kurulmustur. Dolayısıyla "laikos" da "halka, kalabalıga, kitleye ait" demektir. Hıristiyanlıgın yayılması ile kilise adamlarına Latince
"derici", inananlar topluluguna da "iaici" denilmistir. Dilimize bu kelime ilk defa Mesrutiyet yıllarında girmis ve "ladini" olarak
Türkçeye çevrilmistir. "Ladini" dindısı anlamına gelmektedir. Türkiye'de laiklige ön yargılı yaklasanların tavırlarını, bir ölçüde de
olsa, kavramı bu sekilde algılamalarına baglayabiliriz. Lâiklik yerine bazen "sekülarizm" terimi de kullanılmaktadır.
Sekülarizm daha çok Anglo-sakson dünyasına ait olup, din ve ruhban dısılık ya da dünyevilik yani dinden etkilenmeyen siyasi alan
anlamına gelir. Sekülarizmde dinle ilgili kamusal politikalara pek yer verilmez. Gerek lâiklik gerekse sekülarizm, Hıristiyanlıgın egemenoldugu
batı dünyasında gelisen olgular ve düsüncelerdir.
Ortaya çıkıs ve gelismeleri son derece sancılı olmustur. Ortaya çıkıs sürecinde gerek düsünsel gerekse örgütsel çatısmalar yasanırken,
temel sorun; dini-dünyevi ayırımının arkasında yer alan akıl-inanç ayırımını gerçeklestirebilmekti. Zira dinler, dünya islerine karısıp
siyasi bakımda güç kazandıkça asıl ruhani erklerini göz ardı edip, "güç için güç" ilkesini gütmeye baslarlar. Lâiklik ise, dinsel esitlik
ve din özgürlügünü saglayan, böylece akıl ve vicdanın kölelik zincirlerini kırdıgı bir siyasal örgütlenmeyi öngörür.
Lâiklik ile devlet içinde din degil, din içinde devlet reddedilir ve dinin siyasi,hukuki güç olması engellenir,
Lâiklik her ülkenin sartlarına göre degerlendirilmelidir.Batıda 16-18. yüzyıl arasında feodal sistemin giderek yok olması,toprak
mülkiyetinin Önemini yitirmesi, ticarete yapılan yatırımların artması ve mutlak monarsilerin kuruldugu bir ara rejimden sonra 1789
Fransız Devrimiyle lâiklik alanında ilk adım atılmıstır. Ticaret devrimi ile ortaya çıkan ve zaman içinde güçlenen burjuvazinin
mülkiyet hakkı, kral ve kilisenin keyfi tasarrufu tehdidi altındaydı. Dolayısıyla batıda burjuvazi önderliginde aristokratik güçlerin
yanısıra din kurumlarına karsı verilen bir savasımın sonucunda lâiklik gerçeklesebilmistir. Düsünsel alanda da "aydınlanma çagı"
düsünürleri, insan aklını her seyden üstün tutan, hukukun kaynagında aklı bulan düsünceler üretirken, krala ve din adamına gerekolmadıgını
vurgulayarak ulus egemenligi anlayısını da ortaya koyuyorlardı. Bu düsünce akımının da etkisiyle, "ilahi" yani göksel
egemenlik hakkının terk edilerek "beseri" yani lâik egemenlik anlayısının kabulü, batıda yasanılan sürecin içinde dinsel kurumlara
sınırlı bir alan bırakmıstır. Aynı dinsel gelenegi paylasan
Fransa,Almanya ve Anglo-Sakson ülkelerinde lâiklik ve sekülerlik
süreçleri,birbirinden farklılık gösterir.
Bu farklı süreçler, varılan noktalarda da farklılıklar olusturmaktadır.
Lâiklesme esas olarak Fransa'da görülmektedir. Merkezilesmis, hiyerarsik ve kurumsal yapıya sahip olan ve evrensellik iddiası
tasıyan Roma Kilisesi'ne karsı olusan Fransız lâiklik hareketi çalkantılı bir dönemden geçmistir7. Fransa'da lâiklesme, devrimci,
jakoben ve cumhuriyetçi usullerle yürütülürken, kilise uzun bir süre 1905 tarihli "Ayrılık Yasası"na kadar devlet denetimi, vesayeti
altında tutuldu. Dinleri degil kiliseleri özellestiren bu yasa ile devlet ve din islerinde karsılıklı karısmazlık esası benimsenerek, devlet din
islerine karısmaktan büyük ölçüde vazgeçti . Sekülerlesmede belirlenen yöntem ise daha yavas, kendiliginden
gelisen, uzlasmacı evrimsel bir yöntem olup Almanya, Avusturya, ABD gibi ülkelerce benimsenmistir.
I. ANAYASALARDA DİN ve DEVLET İLİŞKİSİ
Devletleri, anayasalarındaki din-devlet iliskisi baglamında degerlendirdigimizde, genel olarak dört baslık altında toplamak mümkündür.
A. Din- devlet ayrılıgını belirten devletler
Bu gruba giren devletler, anayasalarında lâik olduklarını ya da devletin belli bir dini veya mezhebi korumadıgını açıkça belirtirler.
Bu devletlere Fransa, Türkiye, eski Fransız sömürgeleri, İspanya, Portekiz'in yanı sıra eski sosyalist ülkelerden Arnavutluk, Angola",
Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Tacikistan , Türkmenistan , Azerbaycan örnek gösterilebilir.
B. Din-devlet iliskisinde karsılıklı bir karısmazlıgı benimseyen devletler
Anayasalarında lâiklik ya da din-devlet ayrılıgına açıkça yer vermemekle birlikte, din-devlet iliskisinde karsılıklı bir karısmazlıgı
benimseyen devletlerde, genellikle devlet ve kilise arasındaki bir anlasma söz konusudur. Bu ülkelerde kilise kendi giderleri için vergi
toplayabilir, din ögretimi yapabilir. Bireylerin din ve vicdan özgürlükleri tanınmıstır. Devletin dinlere ve mezheplere karsı
tarafsızlıgı da saglanmıstır. Bu devletler arasında Almanya , Avusturya , ABD, Hollanda yer almaktadır. Örnegin Almanya'da
devletin resmi kilisesi yoktur ama dini topluluk kurma özgürlügü vardır. Söz konusu bu devletler fiilen lâik ya da seküler devletlerdir.
C. Resmi dine sahip devletler
Sayıları giderek azalmakta olan bu devletlerin resmi dinleri vardır ancak diger din ve mezhepler de koruma altındadır, hosgörü ile
yaklasılmaktadır. Yazılı anayasası bulunmayan ingiltere'nin anayasa nitelikli metinlerine göre, ingiliz kilisesi organik olarak monarsiye,
özellikle kral ve kraliçenin kisiligine baglıdır. ingiliz Kilisesi'nin özel statüsü nedeniyle "Act of Settlement" hükümlerine göre kraliyet
ailesi ingiliz Kilisesine katılmak zorundadır . 2001 tarihli Yunan Anayasası da üçüncü maddesinde Yunanistan'da dogu Ortodoks
Hıristiyanlıgının egemen din oldugunu düzenlemektedir. Resmi dine sahip olan ülkelere örnek olarak Norveç ve izlanda verilebilir.
D. Teokratik devletler
Bu devletlerin çogunda degisime açık durumu nedeniyle ayrık tutulabilecek olan israil dısında islam nüfusu çogunluktadır. iran,
Suudi Arabistan, Kuveyt gibi devletlerde dinsel hukuk kabul edilmistir. Örnegin Kuveyt Anayasası, besmele ile baslar ve 2.
maddesine göre, islam seriatı yasamanın ana kaynagıdır. israil temel kanununa göre israil bir Yahudi devletidir.
Devletlerin bu sınıflandırılması çerçevesinde, çagdas demokratik devletlerin fiilen lâik ya da seküler olduklarını görüyoruz. Türkiye
Cumhuriyeti de bu gruba giren devletler arasındadır. Çogunlugunu müslümanlann olusturdugu bir devlet olarak, lâik devlet yapısı ile
dikkat çekmektedir.
II. TÜRKİYE'DE ANAYASA - LÂİKLİK İLİSKİSİ
A. Tarihsel Gelisim
Türkiye'de tarihsel süreçte, bir devlet politikası olan lâikligin din
karsıtlıgı anlamında degil, modernlesme yolunda izlenen bir yololarak benimsendigi görülmektedir.
Batıda ekonomik devrimeparalel olarak belirmis olan lâiklige, Türkiye'de 200 yıllık bir gecikme ile ulusal kurtulus
savasından sonra bir devrimle geçilmistir. Bu süreçte dine dayalı ve çok uluslu bir imparatorluktan
ulus devlete geçiste, devlet yapısı dinsel ögelerden arındırılırken , sosyal içerikli çesitli hukuki düzenlemeler de gerçeklestirilmistir.
Egemenligin kaynagının beserilestirilmcsinde ilk adım, kurtulus mücadelesinin içinde yapılan 1921 Anayasasında "ulusal egemenlik
prensibi"nin kabulü ile atılmıstır. Saltanatın kaldırılmasının ardından cumhuriyetin ilanı 1923'de gerçeklestirilirken, yapılan anayasa
degisikliginde Türkiye devletinin dininin İslam oldugu eklenmistir.
Bir yandan iktidarın beserilesmesi anlamı tasıyan cumhuriyetin ilanı,diger yandan da resmi dinin ve hilafetin mevcudiyeti, bir çeliski
olarak görülebilir. Ancak Türk devriminin önderi Atatürk, bu düzenlemeyle lâikligi dinsizlik olarak anlama çabalarının önüne
geçmistir. Lâikligin gelisiminde 1924'te hilafetin, 1928'de resmi dini içeren hükmün kaldırılması ve 1937'de lâiklik ilkesinin anayasal
ilke haline gelisi, önemli dönüm noktalarıdır. Tarihler bize göstermektedir ki lâiklik, atılan son derece temkinli adımlarla
yerlestirilmistir. Bu durumun nedeni ise, Atatürk'ün önderliginde kurulan modern ve çagdas rejime karsı olan ve demokrasi ile lâiklik
konusunda uzlasmacı tavır göstermeyen muhalefetin varlıgıdır".
B. 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Lâiklik
Ülkelerin sartlarına göre farklı uygulamalarla karsılasılırsa da, bir devletin lâik olabilmesi için şu unsurlar gereklidir;
- egemenligin kaynagının dünyevi olması,
- resmi dinin bulunmaması,
- din ve vicdan özgürlügünün tanınması,
- belli bir dinin emirlerinin hukuki yaptırıma baglanmaması.
Türkiye'de lâiklik anlayısını, sayılan bu unsurlar açısından, 1982 Anayasası'nı degerlendirerek ortaya koyabiliriz.
1. Devletin bir dine dayanmaması
1961 ve 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında, lâiklik konusuna genis yer ayrılmıs ve koruyucu düzenlemeler getirilmistir. 1982
Anayasası’nın 2. ve 4. maddelerine göre lâiklik, cumhuriyetin temel niteliklerinden biri olup, degistirilemez, degistirilmesi teklif dahi edilemez
5. maddede lâik cumhuriyeti korumak, devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıstır
6. madde ise, egemenligin kayıtsız sartsız millete ait oldugunu düzenleyerek, ilahi degil beseri egemenlik anlayısım ortaya koymustur.
2. Din ve vicdan Özgürlügü
24. maddede düzenlenen din ve vicdan özgürlügü, bireylerin diledikleri dine inanmaları ya da inanmamalarını kapsamaktadır. Din
ve vicdan özgürlügü içsel yönüyle mutlaktır yani sınırsızdır. Aynı maddeye göre kimse dinsel inançlarını açıklamaya zorlanamaz. Bu
ilke olaganüstü hallerde dahi dokunulamayacak ilkelerdendir (md.15). Bu düzenlemeye karsın, nüfus cüzdanlarında din hanesi
bulunmaktadır. Nüfus kanununun bu hususa iliskin hükmünün Anayasaya aykırı oldugu ileri sürülmüsse de, Anayasa Mahkemesi
burada dini açıklamaya bir zorlama olmadıgını belirterek ve dinhanesini demografik bir bilgi olarak degerlendirerek, söz konusu
hükmü anayasaya aykırı bulmamıstır.
Yine anayasanın 10. Maddesine göre33 hukuk önünde herkes inanç,din ve mezhep ayırımı güdülmeksizin esittir. Anayasa Mahkemesi
esitlik ilkesinden hareketle sadece semavi dinlere yönelik hukuka aykırılıkların cezalandırıldıgı Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 175 ve
176. madde hükümlerini iptal etmistir34. Böylece sadece semavi dinler degil, tüm dinler (Konfüçyüsçülük, Taoculuk gibi) koruma altına alınmıstır.
1982 Anayasasında din ve vicdan özgürlügünün bir unsuru olan ibadet özgürlügü de 24. maddede düzenlenmistir. ibadet en genis
anlamıyla bir dinin gereklerini yerine getirmektir. Vicdan yani inanma ya da inanmama özgürlügü içsel oldugundan sınırsızken,
kamusal alanda ortaya çıkan ibadet özgürlügü, 14. madde hükmü ile sınırlandırılmıstır (24/2). badet özgürlügü lâik cumhuriyeti ortadan
kaldırmak amacıyla kullanılamaz. badet özgürlügü ibadet etmeme özgürlügünü de içerir ve lâik bir devlette ibadet konusunda zorlama
yapılamaz. Buna iliskin düzenleme de 24/3. maddede, "kimse ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya ( . . . ) zorlanamaz." seklinde ifade edilmistir.
3. Din egitim ve ögretimi
Lâik devlet, lâik ögretimi gerektirir. Lâik ögretim ise söyle
gerçeklesir;
- Devlet okulları herhangi bir dini cemaat tarafından idare edilemez,
din adamları devlet okullarında ders veremez.
- Ögretim programları dini esaslara dayalı olamaz.
- Okullara kabul için her hangi bir inanç sartı aranmaz.
1982 Anayasası'nda din egitim ve ögretimi devletin denetim ve gözetimi altındadır. ilk ve orta ögretimde "Din kültürü ve ahlak
ögretimi" zorunlu hale getirilmistir (md.24/4). Gerekçede de ifade edildigi gibi amaç din egitimi degil din kültürü vermektir. Ancak
uygulamada belli bir din ve mezhebin pratik kurallarının uygulanması haline dönüsmüstür. Din derslerinin zorunlu olması,
resmi din anlayısının olmadıgı lâik devlet ilkesi ile çelisir durumdadır. 1961 Anayasasının 19/4. maddesindeki gibi seçimlik olması daha uygundur.
4. Din istismarının önlenmesi
Anayasamızın 24/son maddesi dinin, din duygularının ya da dince kutsal sayılan seylerin istismarını (sömürülmesini) ve kötüye
kullanılmasını yasaklamıs ve bu duruma aykırı davranıslara yaptırımlar getirilmesini emretmistir (md. 14/3).
1991 yılında lâik devlet düzenini din adına yıkarak teokratik devlet düzeni getirmeye yönelik fiilleri ve bu amaçla cemiyet kurmayı ve
propagandayı yasaklayan Türk Ceza Kanunu'nun 163. maddesi yürürlükten kaldırılmıstır. Böylece Anayasanın 24/son maddesinin
TCK'ya yansıması olan hüküm, kaldırılmıstır. TCK 163. maddeyi yürürlükten kaldıran Terörle Mücadele Kanunu da lâikligi koruma
amacını tasımaktadır ancak, örgütlü suçlardan söz edilerek ideolojik anti-lâik hareketler yaptırıma baglanmak istenmistir. Böylece
Anayasada yer alan emir, yaptırımsız hale gelmistir.
5. Devlet yapısı içinde din kurumlarının bulunmaması
Lâik devlet yapısı içinde kural olarak dinsel fonksiyonu olan din kurumları bulunmaz. Ancak Anayasa Mahkemesi kararlarında da
belirtildigi gibi "Türkiye'nin özel sartları" geregi, 1924'te kurulan Sünni islam anlayısı içinde din islerini yürüten ve denetleyen
Diyanet isleri Baskanlıgı (DİB), genel idare içinde yer almaktadır (md.136). DİB dinsel bir örgüt degildir ve hizmetlerini lâiklik
ilkesi dogrultusunda yerine getirmek zorundadır. Yani DİB, lâikligi zayıflatıcı degil koruyucu bir kurum olarak görülmektedir. Batıda
dinin kiliseler eliyle yürütülmesi devlet düzenini sarsmamaktadır. Ancak Türkiye'de doktrinde karsıt görüsler ileri sürülse de islam
dininin cemaatlere bırakılması sonucunda, cemaatlerin din hizmetlerini yerine getirmek için örgütlenecekleri, bu örgütlerin
denetiminin zorlugunun yanı sıra yerli ve yabancı kaynaklardan destek görüp ekonomik açıdan da güçlenip, lâikligi tehdit edecekleri
düsünülmektedir. Bu düsünce DİB'nın genel idare içinde yer almasına ve din hizmetinin bir kamu hizmeti olarak düzenlenmesine
ve merkezi idarenin hiyerarsik denetimine baglanmasına neden olmustur.
6. Hukuk kurallarının temelini din kurallarının olusturmaması
Lâik devlette hukuk kurallarının temelini beseri irade olusturur.Hukuk kurallarının din kurallarına uyma zorunlulugu olan bir
devlette, lâiklikten bahsedilemez. 1982 Anayasası bu anlamda lâik hukuk sistemini öngörmektedir. Anayasa Mahkemesi de bu hususu vurgulamaktadır.
C. Siyasal islam ve Siyasi Parti Yasakları
Türk Anayasal sisteminde Türkiye'de iktidar arayısı içinde olan radikal, düzeni degistirmeye yönelik siyasal islamın varlıgı, siyasi
partilerin uyması gereken esasların basında lâiklik ilkesinin yer almasına neden olmustur. Anayasa Mahkemesi'nin de lâiklige iliskin
kararlarında vurguladıgı gibi lâiklik, Türkiye Cumhuriyeti'nin yasam felsefesidir yani rejimin temelini olusturmaktadır. Bu nedenle de
Yüksek Mahkeme'nin ifadesi ile "anayasal ayrıcalıga sahip olan"lâiklik ilkesi, Anayasa'da Öngörülen kimi sınırlamaları zorunlukılmaktadır.,
1950'lere kadar muhalif cereyanlar, kitle hareketleri dinsel motifler tasıyan, genellikle de batı kurumlarına tepki olarak beliren
hareketlerdir. 1950'lerde çok partili döneme geçisle birlikte din, siyasal yasamın önemli bir boyutu haline gelmistir. 1980'den sonra
da rejim çıkmaza girdiginde, siyasal partilerce sık sık dine müracaat edilmistir. Gün geçtikçe açık pazar ekonomisinin gelismesi, kırsal
ekonominin önemini yitirmesi, iç ve dıs göç dalgaları islami kimlige dayalı muhafazakar tabanda da degisime neden olmustur.
Türkiye'deki bu gelisme, siyasal islamcıların stratejilerini degistirmis ve tabandan yukarı bir hareketi degil iktidarı tepeden
elde etme yöntemini tercih etmeye baslamıslardır. Bu da dinsel egitimlilerin devlet kadrolarında daha fazla yer almaları seklinde kendini göstermistir.
Anayasa Mahkemesi'nin lâiklige iliskin kararlarında da belirtildigi gibi, lâiklik ilkesinin farklı ülkelerde farklı biçimde ortaya çıkacagı
düsüncesi ve lâiklik konusunda uzlasma arayısı içinde olmayan islami siyasallastırma çabaları, Cumhuriyet’in korunmasının ön
kosulu olan lâikligin korunması konusunda, "militan" ya da "mücadeleci" bir anlayısın benimsenmesine neden olmustur. Söz
konusu özel sartlar, 1961 Anayasası döneminde Milli Nizam Partisi,1982 Anayasası döneminde de Huzur, Refah ve Fazilet partilerinin
lâiklik ilkesine aykırılıktan dolayı. Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması sonucunu dogurmustur.
Sonuç
Batıya göre 200 yıllık bir gecikme ile Türkiye'de ulusal kurtulus savasından sonra benimsenen "lâik devlet" anlayısı, teokratik ve çok
uluslu bir imparatorluktan ulusal devlete geçerken, modernlesme ve batılılasma sürecinde devlet yapısının dinsel ögelerden arındırılması ile gerçeklesmistir.
Amaç, lâik düzende dini kamusallıktan arındırıp, salt bireyseltoplumsal bir deger olarak ortaya çıkarmaktır. Dinin insana iliskin
oldugu, devletin dininin olmadıgı lâik düzende, yurttaslar arasında dini inanç nedeniyle ayırım yapılmaz .
Türkiye'de lâiklik ihlallerinin ve teokratik düzeni isteme egilimlerinin mevcudiyeti, lâikligi koruyucu hukuki yaptırımlara yer verilmesine neden olmustur.
Türkiye'de kendilerini sistemin dısında hissedenler önce lâiklige saldırmaktadır. Bunun arkasında hâlâ gelenekçi ve cemaatçi toplum
biçiminin sürmesi, sanayilesme ve kentlesmenin yeterince gerçeklesmemesi yatmaktadır. Türkiye'de lâiklik degerlendirmesi
yaparken, ülkenin jeo-politik konumunun yanı sıra, günümüzde islam hukuku kurallarının ve adetlerinin uygulandıgı bir "islam
devleti" kurma düsüncesi tasıyan hareketin (islamic Fundemantalisnı) varlıgını da göz ardı etmemek gerekir. Devlet
politikası olarak benimsenen lâiklik, tam anlamıyla toplumsal temellerini, bu sorunlarını astıgında bulacaktır.
Günümüz Türkiye'sinde lâik düzene karsı olanlar, lâikligin korunması için alınan önlemleri antidemokratik bulup, lâikligi din
disılık gibi yorumlama ve lâik olanları hedef gösterme egilimi içerisinde bulunmaktadırlar. Ayrıca lâik kesim "jakoben" iddiaları ile
karsı karsıya kalmaktadır. Bu düsüncelere sahip olanlar, özellikle küçük yastaki çocuklar üzerinde etkili olup, onları dinsel gruplara,
tarikatlara yönlendirmekte ve sisteme karsı militanlar olarak yetistirmektedirler.
Surası da bir gerçektir ki, Türkiye'de 1950'lere kadar bütün muhalif cereyanlar, kitle hareketleri dinsel motifler tasımaktadır ve genellikle
batı kurumlarına tepki olarak belirmislerdir. 1950'lerden sonra da DP ve AP iktidarları döneminde tepki bizzat iktidarlar tarafından
ileri sürülmüs, ekonomik çıkmazların yarattıgı sosyal bunalımların günahı, rejimde ve batılı kurumlarda aranmıstır.
1960'lardan sonraise eskiye dönme istemleri, yine dinden geçerek ileri sürülmüstür .Türkiye'de Anayasal bir kural ve
cumhuriyetin temel niteliklerinden biri olan "lâiklik", hangi nedenle rejim bunalımı yasanırsa yasansın
ilk elestirilmeye baslanan husus olmaktadır. Lâikligin sosyal olgu niteligini kazanması, hukuki yaptırımların dısında, sanayilesmenin
ve kentlesmenin gerçeklesmesine baglıdır.
Kaynak / http://www.iticu.edu.tr/
Çok faydalı bir makale olduğu görüşündeyim herkesin okumasını tavsiye ederim
gerçekten olaya bilimsel ve farklı bir bakış açısı ile yaklaşılmış tebrik ediyorum
sizlerde görüşlerinizi paylaşırsanız sevinirim iyi forumlar dilerim