PirAdam
Ayın Üyesi
TÜRKİYE PARTİSİ GENEL BAŞKANI ABDÜLLATİF ŞENER'İN 28 KASIM 2010 TARİHİNDE YAPTIĞI BASIN AÇIKLAMASI:
Değerli arkadaşlar, değerli basın mensupları, hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Son üç gündür Ankara dışındaydım. Önce Bursa'ya gittik. Bursa'da Ovaazatlı beldesinde 5 Aralık'ta seçimler var. Bu seçimler nedeniyle teşkilatımızın ve adayımızın orada yaptığı çalışmalara iştirak ettik. Ovaazatlı'da iddialı bir şekilde seçimlere girmekte olduğumuzu tespit ettik. Büyük bir ilgi vardı, büyük bir coşku vardı. Toplam bin 300 seçmeni olan bir beldedir. İnşallah Türkiye Partisi bu seçimlerden başarılı olarak çıkacaktır ve seçimleri alacaktır.
Daha sonra İstanbul'da programlarımız vardı, bunlara iştirak ettik. İstanbul'dan Erzurum'a geçtik. Erzurum'da partimizin bölge toplantısı vardı. Erzurum bölge toplantısına katıldık ve bugün Ankara'da genel merkezimizdeyiz. Basınımızla bir gelişmeyi değerlendirmek istedik.
Bildiğiniz gibi anayasamıza göre siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bir ülkede siyasi partilerin varlığı, demokrasiyle ilgili bir gösterge anlamı taşımaktadır. Bir ülkede siyasi partiler yoksa o ülkede demokrasi yoktur. Ancak siyasi partilerin varlığı, bir ülkede demokratik standartların yüksek olduğunu da göstermez. Hem siyasi partilerin var olması lazımdır hem de eşit koşullarda vatandaşın karşısına çıkabilmelidir. Muhalif düşünceleri, eleştirel bakışları topluma, kamuoyuna mal edebilecek araçlara sahip olabilmelidir. Eğer haksız rekabet, siyasi ortamda da varlığını sürdürüyorsa, bu ülkede demokrasinin standardı düşmüş demektir.
Maalesef Türkiye'de de siyasi partilerin imkanlarına baktığınızda, siyasi partilerin faaliyeti ile ilgili alanın hukuki yapısına baktığınızda, tam anlamıyla siyasi partiler arasında bir haksız rekabetin olduğunu görürüz. Bu açıdan da ülkemizde demokrasinin standardının düşmüş olduğunu tespit ederiz. Özellikle iktidar partisinin tüm kamu gücünü kullanarak siyaset yaptığı, sivil toplum kuruluşlarını bastırdığı, susturduğu; özgür basını imkansız hale getirdiği bir ortam demokrasinin standardının düşmüş olduğu bir ortamdır. O ülkede demokrasi ile ilgili sorun var demektir.
Diğer taraftan aynı şekilde iktidar partisinin siyasi partilere ayrılan kaynakların hemen hemen tamamına yakın bir kısmını kullanıyor olması, diğer bazı partilerin çok az bir miktarda hazine yardımı alırken, partilerin büyük bir çoğunluğunun da hiç hazine yardımı almıyor oluşu yine aynı şekilde siyasette kullanılacak paranın üzerini iktidar partisinin kapattığı anlamına gelmektedir.
Bir ülkede siyasette kullanılacak paranın tamamını iktidar partisi kapatıyorsa, orada demokratik hayatın asli unsuru olan siyasi partilerin varlığını tehdit eden bir durum var demektir. Şimdi 2011 bütçesi Meclis'te görüşülmektedir. Bu bütçeden belli bir oranda payın siyasi partilere dağıtılacağını biliyoruz. Siyasi Partiler Kanunu'nda belirtilen oranlar esas alındığında, 2011 yılında iktidar partisinin 190 milyon liradan daha fazla para alacağı görülmektedir. Cumhuriyet Halk Partisi 85 milyon, MHP de 58 milyon hazine yardımı alacak. Hazine yardımını sadece bu üç parti aralarında paylaşacaklar.
Türkiye'de seçimlere girme hakkı olan, en son Ovaazatlı seçimlerinden de gördüğümüz gibi, Yüksek Seçim Kurulu'nun listesinde 12, 13 civarında parti vardı. Ama seçimlere giren Ovaazatlı'da sadece 6 parti vardır. Hukuken ise bu seçimlere, yani Ovaazatlı seçimlerine girecek olan parti sayısı 13'tür. Her ne kadar 62 tane parti varsa da bugün Türkiye'de, ara seçimlere, önümüzdeki genel seçimlere girme hakkına sahip parti sayısı bir düzine civarındadır. Neden, çünkü siyasi partiler kanunu belli bir oranda örgütlenmeyi şart koşmaktadır. Kongre şartı getirmektedir. Bunları yerine getiren parti sayısı da fazla değildir. Buna rağmen ister 62 parti vardır deyin Türkiye'de, ister seçimlere girme hakkı olan 13 parti vardır deyin, netice değişmiyor. Siyasi partiler ile ilgili tüm hazine yardımını sadece ve sadece üç parti paylaşıyor. Bu üç partinin aldığı parayı topladığınızda da iktidar partisi toplam paranın yüzde 70'ine yakınını alıyor. Böyle bir bölüşümü kurtlar yapmaz, kuzulara şah olsa. Necip Fazıl'ın böyle bir şiiri var, 'bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa' diyor.
İktidar partisi hazine yardımlarının yüzde 70'ini alacak, Meclis'te grubu bulunan diğer iki partiye bir miktar verecek, onun dışındaki partilerin hiçbirine tek bir kuruş hazine yardımı verilmeyecek. Bunun anlamı şudur: İktidar partisi sivil toplumu bastırıyor, basını bastırıyor, tüm kamu gücünü siyasi maksatlarla kullanıyor. Bu yetmiyormuş gibi bir de siyaset için Türkiye'de kullanılacak olan paranın tamamının üzerini kapatıyor. Bu demokrasi değildir. Bu yürürlükte bulunan anayasamıza aykırıdır, mevcut anayasamıza uygun değildir. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne de aykırıdır.
Nitekim Anayasamızın 68. Maddesinin son fıkrasına baktığımızda açık ve seçik bir şekilde diyor ki Anayasa; siyasi partilere devlet yeterli düzeyde ve hakça mali yardım yapar. Dolayısıyla devlet siyasi partilere yardım yapmak zorundadır ve hakça yardım yapmak zorundadır. Anayasa'nın amir hüküm bu olduğu halde, şimdi bu taksimin bu dağıtımın hakça olduğunu söylemek mümkün değildir. Üstelik bir siyasi iktidar Meclis çoğunluğuna dayanarak böyle bir düzenleme yapamaz. Hukuken böyle bir hakkı yoktur. Anayasa siyasi partilere yeterli düzeyde hakça partilere hazineden yardım yapılacağını belirtirken, Türkiye'de iktidarda olan parti Meclis çoğunluğuna dayanarak siyasi partilere yardımla ilgili kanunu düzenliyor ve burada kendi çıkarına ne uygunsa onu kanun maddesi haline getiriyor. Böyle bir yetkisi, böyle bir hakkı yoktur.
Maalesef bir süre önce, geçen yasama döneminde, sadece seçimlere giren ve belli bir oranda oy alan partiler değil aynı zamanda Meclis'te milletvekili bulunan partilere de hazine yardımı verilmekteydi, kanun öyleydi. Fakat başbakan, bir muhalefet partisini beğenmediği için, onun kendisini eleştirmesini çekemediği için, kaldıramadığı için, Meclis'te hazine yardımı ile ilgili yasayı değiştirmiş ve o partinin yardımını kesmiştir. Bunu hatırlıyorsunuz.
Böyle bir kanun metninin tasarı olarak Bakanlar Kurulu'ndan geçemeyeceğini bildiği için, çünkü orada ben vardım, Meclis'te milletvekillerine teklif verdirmek suretiyle görüşülmüştür ve partilere hazine yardımına ilişkin madde yeniden düzenlenmiştir. Bu yeni düzenlemeye göre de seçime gireceksiniz, o da belediye seçimi olmayacak, o da ara seçim olmayacak; genel milletvekili seçimine gireceksiniz, eğer aldığınız oy en az yüzde 7 olursa ancak hazine yardımı alabilirsiniz diyor. Bunu kim diyor, iktidar partisi diyor. Neden, böyle demek işine geliyor.
Böyle demokrasi olmaz. Ben devletin parasını istediğime veririm, istediğime vermem diye hükümet edilemez. Bir iktidar partisi, siyasi rakiplerini sevmediği için onların yasalar gereği almış olduğu hazine yardımını kanun değişikliği yaparak kesemez. Hiçbir demokraside böyle bir durum ortaya çıkamaz. Ama maalesef Türkiye'de iktidar partisi, muhalefet tarzını beğenmediği bir partinin hazine yardımını kanun değişikliği yapmak suretiyle kesmiştir. Maalesef bu konuda yapılan bütün itirazlar, şikayetler de neticesiz kalmıştır, iç hukuk yolları tükenmiştir. En son Anayasa Mahkemesi'nin beşe altı çoğunlukla verdiği 2008 yılına ait bir karar vardır. Bu karardan sonra da bütün iç hukuk yolları tükenmiştir. Bunu dikkate almak suretiyle Türkiye Partisi, hazine yardımının Anayasamızın 68. Maddesinin son fıkrasında düzenlendiği gibi, siyasi partilere ihtiyaçlarına uygun olarak ve hakça dağıtımını sağlamak maksadıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde dava açmıştır. 13 Kasım 2010 tarihi itibariyle dava dilekçemizi postaya verdik ve gönderdik.
Maalesef Türkiye'de bugün demokrasinin işleyişiyle ilgili sorun vardır, hukuk devletiyle ilgili sorun vardır. Bu sorunların giderilmesi için mücadele etmek, aynı zamanda bir siyasi parti olarak bizim görevimizdir, bizim sorumluluğumuzdur. Eğer Türkiye'de iktidar partisi kamu gücünü kullanarak ve iyi niyetli olmaksızın parlamento çoğunluğunu yönlendirerek hukuk devleti ilkelerine, demokrasinin gerekliliklerine uygun olmayan sonuçları elde ediyor ise bu yapıyla mücadele etmek, Türkiye'de hukuk devletini hakim kılmak, Türkiye'de demokrasinin standardını artırmak bizim görevimizdir. Bunu meydanlarda da yaparız, bunu salonlarda da yaparız, köylerde kasabalarda da yaparız. Burada hukukun işleyebilmesi için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olan noktalarda AİHM nezdinde davamızı da açarız ve bu davayı açmış bulunuyoruz.
SORU: Maddi ve manevi tazminat miktarını da söyleyebilir misiniz?
İki talebimiz var. Bir, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne yönelik ihlal iddiamızın tespitini talep ediyoruz. İkincisi, uğradığımız haksızlığın derecesine göre, hakkaniyet ilkelerine göre hazine yardımı verilmesini talep ediyoruz. Burada yapmış olduğumuz talep de 2011 yılı için en az alan siyasi partiye verilen kadar miktardır. Yani 58 milyon TL hazine yardımı talebiyle açılmış bir davadır.
Avrupa'da baktığımızda ne görüyoruz? Türkiye Partisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil edilen bir partidir. Meclis'te bir milletvekili vardır. Bakın bazı Avrupa ülkelerinde değil, Avrupa ülkelerinin çoğunda, aşağı yukarı tamamında, tek bir milletvekili olan partinin bile hazine yardımı aldığını görüyoruz. Örneğin Avusturya'da tek bir milletvekili varsa bir partinin hazine yardımı alıyor. Belçika'da tek bir parlamenteri varsa hazine yardımı alıyor. Bulgaristan'da, Çek Cumhuriyeti'nde, Danimarka'da, Fransa'da Finlandiya'da, İngiltere'de, İspanya'da, İsveç'te, İtalya'da, Polonya'da, Macaristan'da, Litvanya'da, Portekiz'de; Slovenya'da, Yunanistan'da, başka Avrupa ülkesi kaldı mı, bir milletvekili olan parti hazine yardımı alıyor. Tam yanlış söylemiş olmayayım, İngiltere'de iki milletvekili olması gerekiyor.
Dolayısıyla Türkiye'deki hazine yardımıyla ilgili düzenleme, Avrupa ülkelerindeki uygulamalara uygun değildir, benzerlik taşımamaktadır. Tamamıyla keyfi olarak düzenlenmiş bir maddedir. İktidar partisinin kendi isteğine, ihtiyacına, iradesine göre şekillenmiş bir maddedir. Demokrasilerde bir parti diğer partileri hak mahrumiyetine tabi tutamaz. Onun için konuyu AİHM'e iletmiş bulunuyoruz.
SORU: Üç generalin açığa alınmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bildiğiniz gibi, üç general açığa alınmıştır. Milli Savunma Bakanı ve İçişleri Bakanlığı'nın kullandığı tasarrufla yapılmıştır bu. Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde kurallar vardır, kurumlar vardır. Kamu yetkisi kullanan veya kamu görevi ifa eden herkesin yetkilerinin ne olduğu, sorumluluklarının ne olduğu ve bu sorumluluklarının hangi sonuçları ortaya çıkaracağı anayasada, yasalarımızda ve diğer hukuk metinlerinde düzenlenmiştir. Yani ortada belirsizlik yoktur. Hukukun kurallarına uygun olduğu sürece, sadece hukukun maddi düzenine uygun oldu anlamında söylemiyorum, yasa metinlerine baktığınız zaman bir de iyi niyet kuralıyla bağdaşık olması gerekir.
Dolayısıyla hukuktan doğan yetki ve sorumluluk neyse buna göre bakıp, buna göre değerlendirmek lazım. İlgili kişilerin dosyasını incelemiş değilim. Ancak hukuktan doğan yetkiler eğer aşılarak kullanılırsa, maksada uygun kullanılmazsa, sakatlanmasını gerektiren durumlar varsa, yine bunların düzeltilme yolu da hukukun kendi içinde olur. İlgili generalin itiraz hakkı vardır. Bu kararın düzeltilmesine ilişkin taleplerini ilgili yargı kuruluşlarına her zaman iletmeleri mümkündür. O süreçleri de başlattıklarını düşünüyorum.
Dolayısıyla yetkiler hukuk içerisinde kullanılır. Kullanılan yetkilerin doğru kullanılmadığıyla ilgili bir kanaat varsa, yine bu da hukukun kendi mekanizmaları içerisinde düzeltilir veya düzeltilmesi için müracaat edilir. Ama şunu da biliyoruz ki hukukla zulüm etmek de mümkündür. Yani her şeyi kanuna uydurduğunuz zaman ortaya adalet çıkar diye düşünmek doğru değildir. Bazen kanuna dayanarak zulmetmek mümkündür. Bu bakımdan hem kanuna uygun olması gerekir, hem kanunun maksadına uygun olması gerekir, hem de kanunda düzenlenen hususların öngörülen usul şartları yerine getirilerek tamamlanması gerekir. Buna rağmen de bu uygulamadan da mağdur olduğunu düşünenlerin hukuk sistemi içerisinde yine hukuk sistemi içerisinde itiraz hakları vardır, bunu kullanacaklardır.
Ben burada bir noktaya takıldığımı belirtmek istiyorum. Özellikle Başbakan'ın açıklaması, hukuk devletine karşı bakış açısının ne olduğunu göstermesi açısından ve hukuk devletiyle ilgili bakışında bir sakatlık bulunduğu izlenimini verecek niteliktedir. İlgili kişilerin yargıya başvurup hak talep etmelerinden duyduğu rahatsızlığa istinaden böyle bir tablonun ortaya çıktığı izlenimini veren açıklamada bulunmuştur Başbakan. Bu açıklaması bir anlamda niyet izharına benziyor. Kamuoyunda tereddütler oluşturmuştur, bu doğru değildir. Bizim milli adalet anlayışımızda, tarihimizde geçmişimizde de vardır, adalet söz konusu olduğunda karşımızdaki düşmanımızda olsa adaletten vazgeçmeyiz. Adaleti kişilere göre uygulamayız. Bizim milli karakterimizin özünde esasında bu vardır. Adalet hem dostlarımız için geçerlidir, hem düşmanlarımız için geçerlidir. Adalet hem sevdiklerimiz için geçerlidir, hem sevmediklerimiz için geçerlidir. Sevmediklerimize başka, sevdiklerimize başka uygulamalar yaparsak bu adalet olmaz. Çağdaş anlamda ifade edecek olursak hukuk devleti olmaz. Dolayısıyla hem milli kültürümüzün gerekliliklerinin ortaya çıkardığı adalet anlayışına uygun olmayan hem de çağdaş hukuk devleti anlayışına uygun olmayan bir bakış açısına sahip olduğunu Sayın Başbakan yapmış olduğu açıklamayla, ifadeyle kamuoyuna duyurmuştur. Bu gerçekten bu ülke adına üzüntü duyulacak bir hadisedir.
KAYNAK
Değerli arkadaşlar, değerli basın mensupları, hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Son üç gündür Ankara dışındaydım. Önce Bursa'ya gittik. Bursa'da Ovaazatlı beldesinde 5 Aralık'ta seçimler var. Bu seçimler nedeniyle teşkilatımızın ve adayımızın orada yaptığı çalışmalara iştirak ettik. Ovaazatlı'da iddialı bir şekilde seçimlere girmekte olduğumuzu tespit ettik. Büyük bir ilgi vardı, büyük bir coşku vardı. Toplam bin 300 seçmeni olan bir beldedir. İnşallah Türkiye Partisi bu seçimlerden başarılı olarak çıkacaktır ve seçimleri alacaktır.
Daha sonra İstanbul'da programlarımız vardı, bunlara iştirak ettik. İstanbul'dan Erzurum'a geçtik. Erzurum'da partimizin bölge toplantısı vardı. Erzurum bölge toplantısına katıldık ve bugün Ankara'da genel merkezimizdeyiz. Basınımızla bir gelişmeyi değerlendirmek istedik.
Bildiğiniz gibi anayasamıza göre siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bir ülkede siyasi partilerin varlığı, demokrasiyle ilgili bir gösterge anlamı taşımaktadır. Bir ülkede siyasi partiler yoksa o ülkede demokrasi yoktur. Ancak siyasi partilerin varlığı, bir ülkede demokratik standartların yüksek olduğunu da göstermez. Hem siyasi partilerin var olması lazımdır hem de eşit koşullarda vatandaşın karşısına çıkabilmelidir. Muhalif düşünceleri, eleştirel bakışları topluma, kamuoyuna mal edebilecek araçlara sahip olabilmelidir. Eğer haksız rekabet, siyasi ortamda da varlığını sürdürüyorsa, bu ülkede demokrasinin standardı düşmüş demektir.
Maalesef Türkiye'de de siyasi partilerin imkanlarına baktığınızda, siyasi partilerin faaliyeti ile ilgili alanın hukuki yapısına baktığınızda, tam anlamıyla siyasi partiler arasında bir haksız rekabetin olduğunu görürüz. Bu açıdan da ülkemizde demokrasinin standardının düşmüş olduğunu tespit ederiz. Özellikle iktidar partisinin tüm kamu gücünü kullanarak siyaset yaptığı, sivil toplum kuruluşlarını bastırdığı, susturduğu; özgür basını imkansız hale getirdiği bir ortam demokrasinin standardının düşmüş olduğu bir ortamdır. O ülkede demokrasi ile ilgili sorun var demektir.
Diğer taraftan aynı şekilde iktidar partisinin siyasi partilere ayrılan kaynakların hemen hemen tamamına yakın bir kısmını kullanıyor olması, diğer bazı partilerin çok az bir miktarda hazine yardımı alırken, partilerin büyük bir çoğunluğunun da hiç hazine yardımı almıyor oluşu yine aynı şekilde siyasette kullanılacak paranın üzerini iktidar partisinin kapattığı anlamına gelmektedir.
Bir ülkede siyasette kullanılacak paranın tamamını iktidar partisi kapatıyorsa, orada demokratik hayatın asli unsuru olan siyasi partilerin varlığını tehdit eden bir durum var demektir. Şimdi 2011 bütçesi Meclis'te görüşülmektedir. Bu bütçeden belli bir oranda payın siyasi partilere dağıtılacağını biliyoruz. Siyasi Partiler Kanunu'nda belirtilen oranlar esas alındığında, 2011 yılında iktidar partisinin 190 milyon liradan daha fazla para alacağı görülmektedir. Cumhuriyet Halk Partisi 85 milyon, MHP de 58 milyon hazine yardımı alacak. Hazine yardımını sadece bu üç parti aralarında paylaşacaklar.
Türkiye'de seçimlere girme hakkı olan, en son Ovaazatlı seçimlerinden de gördüğümüz gibi, Yüksek Seçim Kurulu'nun listesinde 12, 13 civarında parti vardı. Ama seçimlere giren Ovaazatlı'da sadece 6 parti vardır. Hukuken ise bu seçimlere, yani Ovaazatlı seçimlerine girecek olan parti sayısı 13'tür. Her ne kadar 62 tane parti varsa da bugün Türkiye'de, ara seçimlere, önümüzdeki genel seçimlere girme hakkına sahip parti sayısı bir düzine civarındadır. Neden, çünkü siyasi partiler kanunu belli bir oranda örgütlenmeyi şart koşmaktadır. Kongre şartı getirmektedir. Bunları yerine getiren parti sayısı da fazla değildir. Buna rağmen ister 62 parti vardır deyin Türkiye'de, ister seçimlere girme hakkı olan 13 parti vardır deyin, netice değişmiyor. Siyasi partiler ile ilgili tüm hazine yardımını sadece ve sadece üç parti paylaşıyor. Bu üç partinin aldığı parayı topladığınızda da iktidar partisi toplam paranın yüzde 70'ine yakınını alıyor. Böyle bir bölüşümü kurtlar yapmaz, kuzulara şah olsa. Necip Fazıl'ın böyle bir şiiri var, 'bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa' diyor.
İktidar partisi hazine yardımlarının yüzde 70'ini alacak, Meclis'te grubu bulunan diğer iki partiye bir miktar verecek, onun dışındaki partilerin hiçbirine tek bir kuruş hazine yardımı verilmeyecek. Bunun anlamı şudur: İktidar partisi sivil toplumu bastırıyor, basını bastırıyor, tüm kamu gücünü siyasi maksatlarla kullanıyor. Bu yetmiyormuş gibi bir de siyaset için Türkiye'de kullanılacak olan paranın tamamının üzerini kapatıyor. Bu demokrasi değildir. Bu yürürlükte bulunan anayasamıza aykırıdır, mevcut anayasamıza uygun değildir. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne de aykırıdır.
Nitekim Anayasamızın 68. Maddesinin son fıkrasına baktığımızda açık ve seçik bir şekilde diyor ki Anayasa; siyasi partilere devlet yeterli düzeyde ve hakça mali yardım yapar. Dolayısıyla devlet siyasi partilere yardım yapmak zorundadır ve hakça yardım yapmak zorundadır. Anayasa'nın amir hüküm bu olduğu halde, şimdi bu taksimin bu dağıtımın hakça olduğunu söylemek mümkün değildir. Üstelik bir siyasi iktidar Meclis çoğunluğuna dayanarak böyle bir düzenleme yapamaz. Hukuken böyle bir hakkı yoktur. Anayasa siyasi partilere yeterli düzeyde hakça partilere hazineden yardım yapılacağını belirtirken, Türkiye'de iktidarda olan parti Meclis çoğunluğuna dayanarak siyasi partilere yardımla ilgili kanunu düzenliyor ve burada kendi çıkarına ne uygunsa onu kanun maddesi haline getiriyor. Böyle bir yetkisi, böyle bir hakkı yoktur.
Maalesef bir süre önce, geçen yasama döneminde, sadece seçimlere giren ve belli bir oranda oy alan partiler değil aynı zamanda Meclis'te milletvekili bulunan partilere de hazine yardımı verilmekteydi, kanun öyleydi. Fakat başbakan, bir muhalefet partisini beğenmediği için, onun kendisini eleştirmesini çekemediği için, kaldıramadığı için, Meclis'te hazine yardımı ile ilgili yasayı değiştirmiş ve o partinin yardımını kesmiştir. Bunu hatırlıyorsunuz.
Böyle bir kanun metninin tasarı olarak Bakanlar Kurulu'ndan geçemeyeceğini bildiği için, çünkü orada ben vardım, Meclis'te milletvekillerine teklif verdirmek suretiyle görüşülmüştür ve partilere hazine yardımına ilişkin madde yeniden düzenlenmiştir. Bu yeni düzenlemeye göre de seçime gireceksiniz, o da belediye seçimi olmayacak, o da ara seçim olmayacak; genel milletvekili seçimine gireceksiniz, eğer aldığınız oy en az yüzde 7 olursa ancak hazine yardımı alabilirsiniz diyor. Bunu kim diyor, iktidar partisi diyor. Neden, böyle demek işine geliyor.
Böyle demokrasi olmaz. Ben devletin parasını istediğime veririm, istediğime vermem diye hükümet edilemez. Bir iktidar partisi, siyasi rakiplerini sevmediği için onların yasalar gereği almış olduğu hazine yardımını kanun değişikliği yaparak kesemez. Hiçbir demokraside böyle bir durum ortaya çıkamaz. Ama maalesef Türkiye'de iktidar partisi, muhalefet tarzını beğenmediği bir partinin hazine yardımını kanun değişikliği yapmak suretiyle kesmiştir. Maalesef bu konuda yapılan bütün itirazlar, şikayetler de neticesiz kalmıştır, iç hukuk yolları tükenmiştir. En son Anayasa Mahkemesi'nin beşe altı çoğunlukla verdiği 2008 yılına ait bir karar vardır. Bu karardan sonra da bütün iç hukuk yolları tükenmiştir. Bunu dikkate almak suretiyle Türkiye Partisi, hazine yardımının Anayasamızın 68. Maddesinin son fıkrasında düzenlendiği gibi, siyasi partilere ihtiyaçlarına uygun olarak ve hakça dağıtımını sağlamak maksadıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde dava açmıştır. 13 Kasım 2010 tarihi itibariyle dava dilekçemizi postaya verdik ve gönderdik.
Maalesef Türkiye'de bugün demokrasinin işleyişiyle ilgili sorun vardır, hukuk devletiyle ilgili sorun vardır. Bu sorunların giderilmesi için mücadele etmek, aynı zamanda bir siyasi parti olarak bizim görevimizdir, bizim sorumluluğumuzdur. Eğer Türkiye'de iktidar partisi kamu gücünü kullanarak ve iyi niyetli olmaksızın parlamento çoğunluğunu yönlendirerek hukuk devleti ilkelerine, demokrasinin gerekliliklerine uygun olmayan sonuçları elde ediyor ise bu yapıyla mücadele etmek, Türkiye'de hukuk devletini hakim kılmak, Türkiye'de demokrasinin standardını artırmak bizim görevimizdir. Bunu meydanlarda da yaparız, bunu salonlarda da yaparız, köylerde kasabalarda da yaparız. Burada hukukun işleyebilmesi için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olan noktalarda AİHM nezdinde davamızı da açarız ve bu davayı açmış bulunuyoruz.
SORU: Maddi ve manevi tazminat miktarını da söyleyebilir misiniz?
İki talebimiz var. Bir, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne yönelik ihlal iddiamızın tespitini talep ediyoruz. İkincisi, uğradığımız haksızlığın derecesine göre, hakkaniyet ilkelerine göre hazine yardımı verilmesini talep ediyoruz. Burada yapmış olduğumuz talep de 2011 yılı için en az alan siyasi partiye verilen kadar miktardır. Yani 58 milyon TL hazine yardımı talebiyle açılmış bir davadır.
Avrupa'da baktığımızda ne görüyoruz? Türkiye Partisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil edilen bir partidir. Meclis'te bir milletvekili vardır. Bakın bazı Avrupa ülkelerinde değil, Avrupa ülkelerinin çoğunda, aşağı yukarı tamamında, tek bir milletvekili olan partinin bile hazine yardımı aldığını görüyoruz. Örneğin Avusturya'da tek bir milletvekili varsa bir partinin hazine yardımı alıyor. Belçika'da tek bir parlamenteri varsa hazine yardımı alıyor. Bulgaristan'da, Çek Cumhuriyeti'nde, Danimarka'da, Fransa'da Finlandiya'da, İngiltere'de, İspanya'da, İsveç'te, İtalya'da, Polonya'da, Macaristan'da, Litvanya'da, Portekiz'de; Slovenya'da, Yunanistan'da, başka Avrupa ülkesi kaldı mı, bir milletvekili olan parti hazine yardımı alıyor. Tam yanlış söylemiş olmayayım, İngiltere'de iki milletvekili olması gerekiyor.
Dolayısıyla Türkiye'deki hazine yardımıyla ilgili düzenleme, Avrupa ülkelerindeki uygulamalara uygun değildir, benzerlik taşımamaktadır. Tamamıyla keyfi olarak düzenlenmiş bir maddedir. İktidar partisinin kendi isteğine, ihtiyacına, iradesine göre şekillenmiş bir maddedir. Demokrasilerde bir parti diğer partileri hak mahrumiyetine tabi tutamaz. Onun için konuyu AİHM'e iletmiş bulunuyoruz.
SORU: Üç generalin açığa alınmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bildiğiniz gibi, üç general açığa alınmıştır. Milli Savunma Bakanı ve İçişleri Bakanlığı'nın kullandığı tasarrufla yapılmıştır bu. Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde kurallar vardır, kurumlar vardır. Kamu yetkisi kullanan veya kamu görevi ifa eden herkesin yetkilerinin ne olduğu, sorumluluklarının ne olduğu ve bu sorumluluklarının hangi sonuçları ortaya çıkaracağı anayasada, yasalarımızda ve diğer hukuk metinlerinde düzenlenmiştir. Yani ortada belirsizlik yoktur. Hukukun kurallarına uygun olduğu sürece, sadece hukukun maddi düzenine uygun oldu anlamında söylemiyorum, yasa metinlerine baktığınız zaman bir de iyi niyet kuralıyla bağdaşık olması gerekir.
Dolayısıyla hukuktan doğan yetki ve sorumluluk neyse buna göre bakıp, buna göre değerlendirmek lazım. İlgili kişilerin dosyasını incelemiş değilim. Ancak hukuktan doğan yetkiler eğer aşılarak kullanılırsa, maksada uygun kullanılmazsa, sakatlanmasını gerektiren durumlar varsa, yine bunların düzeltilme yolu da hukukun kendi içinde olur. İlgili generalin itiraz hakkı vardır. Bu kararın düzeltilmesine ilişkin taleplerini ilgili yargı kuruluşlarına her zaman iletmeleri mümkündür. O süreçleri de başlattıklarını düşünüyorum.
Dolayısıyla yetkiler hukuk içerisinde kullanılır. Kullanılan yetkilerin doğru kullanılmadığıyla ilgili bir kanaat varsa, yine bu da hukukun kendi mekanizmaları içerisinde düzeltilir veya düzeltilmesi için müracaat edilir. Ama şunu da biliyoruz ki hukukla zulüm etmek de mümkündür. Yani her şeyi kanuna uydurduğunuz zaman ortaya adalet çıkar diye düşünmek doğru değildir. Bazen kanuna dayanarak zulmetmek mümkündür. Bu bakımdan hem kanuna uygun olması gerekir, hem kanunun maksadına uygun olması gerekir, hem de kanunda düzenlenen hususların öngörülen usul şartları yerine getirilerek tamamlanması gerekir. Buna rağmen de bu uygulamadan da mağdur olduğunu düşünenlerin hukuk sistemi içerisinde yine hukuk sistemi içerisinde itiraz hakları vardır, bunu kullanacaklardır.
Ben burada bir noktaya takıldığımı belirtmek istiyorum. Özellikle Başbakan'ın açıklaması, hukuk devletine karşı bakış açısının ne olduğunu göstermesi açısından ve hukuk devletiyle ilgili bakışında bir sakatlık bulunduğu izlenimini verecek niteliktedir. İlgili kişilerin yargıya başvurup hak talep etmelerinden duyduğu rahatsızlığa istinaden böyle bir tablonun ortaya çıktığı izlenimini veren açıklamada bulunmuştur Başbakan. Bu açıklaması bir anlamda niyet izharına benziyor. Kamuoyunda tereddütler oluşturmuştur, bu doğru değildir. Bizim milli adalet anlayışımızda, tarihimizde geçmişimizde de vardır, adalet söz konusu olduğunda karşımızdaki düşmanımızda olsa adaletten vazgeçmeyiz. Adaleti kişilere göre uygulamayız. Bizim milli karakterimizin özünde esasında bu vardır. Adalet hem dostlarımız için geçerlidir, hem düşmanlarımız için geçerlidir. Adalet hem sevdiklerimiz için geçerlidir, hem sevmediklerimiz için geçerlidir. Sevmediklerimize başka, sevdiklerimize başka uygulamalar yaparsak bu adalet olmaz. Çağdaş anlamda ifade edecek olursak hukuk devleti olmaz. Dolayısıyla hem milli kültürümüzün gerekliliklerinin ortaya çıkardığı adalet anlayışına uygun olmayan hem de çağdaş hukuk devleti anlayışına uygun olmayan bir bakış açısına sahip olduğunu Sayın Başbakan yapmış olduğu açıklamayla, ifadeyle kamuoyuna duyurmuştur. Bu gerçekten bu ülke adına üzüntü duyulacak bir hadisedir.
KAYNAK