Türk Subayı

Kara Kartal

Banned
Katılım
4 Nis 2007
Mesajlar
1,531
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Yaşasın Yobazlar ve Kahpeler için İstiklal Mahkeme
“Türk milletine taarruz eden düşman,önce Türk subayını aşağılamak ister”


Mustafa Kemal Atatürk’ün, 31 Temmuz 1920 tarihinde,Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yaptığı konuşmanın tam metni:

Efendiler!

Eski silah arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdani zevk hissediyorum.Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim.Fakat çoksunuz;müsait yer de yoktur.Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle ile mülahaza etmekle yetineceğim.

Arkadaşlar! İNGİLİZLER ve YARDIMCILARI milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir.Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir.
Hiç kimse kimseye,hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez.

Milletlerde tabiaten ve yaratılıştan mevcut olan bu hak,milletlerce kuvvetle,mücadele ile mahfuz bulundururlar.Kuvveti olmayan,dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet,mahkum ve esir vaziyettedir.Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.

Dünyada hayat için,insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır.Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.

Kuvvet ordudur.Ordunun hayat ve saadet kaynağı,bağımsızlığı takdir eden milletin,kuvvetin lüzumuna olan vicdani imanıdır.

İngilizler,milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için,pek tabii olarak evvela onu ordudan mahkum etmek çarelerine giriştiler.Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı,cephanelerimizi,bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar.Sonra kumandalarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar.Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler.Ordumuzu tamamen lağvederek,milleti bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler.Bir taraftan da müdaafasız,ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine,her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa,boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.

Herhalde ordu,düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu.Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek,aşağılamak lazımdır.Buna da teşebbüs ettiler.Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.

Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti,ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.

Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim ile karar vermiştir.Zaman zaman şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine,hakiki imasına sekte vurmamıştır ve vuramayacaktır.

Dolayısıyla kuvvetin,ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak -ki milettin vicdani imanıdır- mevcuttur.Ordu ise arkadaşlar,ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur.Malum bir askeri hakikat,felsefi hakikattir;” ordunun ruhu subaylardadır”.O halde subaylarımız,düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.

Millet,bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan,ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler.İşte subayların yüce vazifesi budur.

Allah göstermesin,milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır.Subaylar,izah ettiğim yüce,mukaddes ve bütün açılarda üzerlerine düşen vazife itibariyle,bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde,birinci derecede faal ve fedakar olmak mecburiyetindedirler.Şahsi ve hususi hayatları itibariyle de subaylar,fedakarlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürürler.Onları aşağılar ve hor görürler.Hayatında bir an bile subaylık yapmamış,subaylık izzetinefsini,şerefini duymuş,ölümü küçümsemiş bir insan,hayatta iken,düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü muamelelere katlanamaz.Onun yaşamak için bir çaresi vardır:Şerefini korumak ! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği,o şerefi ayaklar altına almaktır.

Dolayısıyla subay için “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” vardır.Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz.Bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız.Milletimizi daima bağımsız görmekten bahtiyar olacağız.

(Atatürk’ün Bütün Eserleri,9. cilt)
Yazan: skyturkvngenc Temmuz 10, 2008
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::



Erlerimiz savaşıyor, subaylarımız nerede?
06/06/2007 - 08:34
16756.jpg
120.jpg

NUH GÖNÜLTAŞ

KK ile mücadele yanlış mecralarda yapılıyor. Mesela... TSK PKK'nın Kuzey Irak'ta yuvalandığını söyleyerek sınıra asker yığdı ve Kuzey Irak'a girmek istiyor. Bütün bunlar yapılırken PKK Ankara'da, Tunceli'de eylem yapıyor.

Kuzey Irak'taki teröristler eğer sınırı geçemezlerse Türkiye'ye nasıl bir zarar verebilirler ki? Ne kadar uzun, ne kadar dağlık ne kadar çetrefil olursa olsun, etten duvar örülür yine o sınırdan kuş uçurtulmaz... PKK Kuzey Irak'ta olabilir. Peki karakollarımızı Kuzey Irak'tan geçip mi vuruyorlar? Türk ordusu sınıra yığınak yapmışken PKK'lı teröristler nasıl Türkiye'ye sızıyor? Oradan kuş uçurtmamaları lazım. Silahsa silah, paraysa para, uçaksa uçak, helikopterse helikopter, askerse asker...

Eksik olan nedir? Niye 30 yıldır bu bela yüreğimizi yakıyor, niye engellenemiyor, neden neden? Bunlardan birinci sebep subay kadrosunun asıl görevi olan bu işlerden çok siyasetle, iç siyasetle uğraşması, dolayısı ile gerçek görevine gerektiği gibi odaklanamamasıdır. Bu en önemli sebeptir.

Askerin kafasındaki tehdit sıralaması ne yazık ki farklıdır ve bu sıralama ne yazık ki yanlıştır. Bunun yanlış olduğunu 25 yıldır anlamamalarını anlamak mümkün değil. Bu arada PKK belasının 12 Eylül darbesinin ürünü olduğunu unutmamak lazım! PKK ile mücadelede başarısızlık doğrudan doğruya PKK ile mücadelede kullanılan askerlerle de çok ilgili. Muharebe subay işidir. Ama erler savaştırılıyor, yedek subaylar savaştırılıyor. PKK ile mücadelede subaylarımız nerede?

Ortada mücadele planı yok. Diyarbakır'daki terörü durdurmak için Kuzey Irak'ta terörist avlamaya çalışmak da plan olmadığını gösteriyor. PKK ile savaşacak askerin bir yeri zapt edip orada düzeni sağlayacak çapta eğitimli olması gerekiyor. Hepimiz askerlik yaptık. Düzeni biliyoruz. İki aylık yanaşık düzen eğitimi... Komutana nasıl selam verilir... Her şey vatan için... sonra...

Haydi Mehmet doğuya güneydoğuya... Hâlâ ve hâlâ PKK'lı teröristlerin köpekler gibi korktuğu özel timlerin PKK mücadelesinden niçin alındığını anlamış değilim. Birinin çıkıp bunu açıklaması lazım. Bilelim yani. Madem canımızı malımızı vatan için harcıyoruz. En fazla savaşan Osman Pamukoğlu Paşa değil mi?.. En fazla öne çıkan o... Diyor ki Paşa, "PKK ile mücadele sırasında bitlendim."

Yav paşa bitlenir mi? PKK ile mücadele er muharebesi değil, Subay muharebesidir. Bölgede kaç subay vardır? Subaylarımız nerede? PKK ile mücadele de Amerika'nın PKK'ya yardım ettiğini söyleyenlere de şaşıyorum. Ediyordur. Lanet Amerika'nın içinde olmadığı pislik var mı dünyada...

Ama bir NATO ordusu nasıl oluyor da Amerika'dan şikâyet edebiliyor. Amerika Türkiye'ye de yardım ediyor. Ordumuzun elindeki silahlar nereden geliyor? Başarısızlığa mazeret bulmak kolay. Ne yazdırıyordu Çevik Bir Paşa askeri bölgelerin giriş çıkışlarına... "Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz." Birilerinin çıkıp "Bırakın mazeret aramayı, bitirin şu PKK belasını" diye kükremesi gerekiyor.

NUH GÖNÜLTAŞ - http://www.moralhaber.net/haber_detay.php?haber_id=16756
.................................................................................................................................




Subaylar nerede imiş!


FETHULLAH Gülen’e yakınlığı ile bilinen Bugün Gazetesi’nde dün bir köşe yazısı. Başlığı şöyle:

"Erlerimiz savaşıyor, subaylarımız nerede?"

Başlığı okuyunca ne demek istediğini anlıyorsunuz. PKK mücadelesinde subaylarımız yok! Onlar sütre gerisine çekilip keyif yaparken erlerimizi araziye sürüyorlar. Erlerimiz şehit düşüyor, yaralanıyor, sakat kalıyor.

Yazıda özetle aynen şöyle deniliyor:

"Muharebe subay işidir. Ama (Güneydoğu’da) erler savaştırılıyor, yedeksubaylar savaştırılıyor.

PKK ile mücadelede subaylarımız nerede?

Ortada mücadele planı yok.

PKK ile mücadele er muharebesi değil, subay muhaberesidir. Bölgede kaç subay vardır? Subaylarımız nerede?"

Türkiye’de belli kesimlerde korkunç bir ordu düşmanlığı var. Özellikle şeriatçılarda ve kendilerini "aydın" olarak tanımlayan entel kesimde bu düşmanlık had safhada.

* * *

Dünyanın her yerindeki savaşlarda rütbeli kaybı daha az, er kaybı daha fazladır. Nerede, hangi savaşta olursa olsun bu gerçek değişmez.

PKK olayında da böyledir. Kaldı ki, o kesimlerin tamamı vatan evladıdır.

Olayı kirli siyasete, ordu düşmanlığına alet etmenin anlamı yoktur.

Subaylar nerede imiş!

Bu yazıyı yazan şahıs Güneydoğu’da binlerce subay ve astsubayımızın evlerinden ve ailelerinden uzakta, mütevazı lojmanlarda, kışlalarda, arazide çadırlarda, karakol binalarında yattığını herhalde bilmiyor. Ya da bildiği halde, sadece onları suçlamak için bu incileri döktürüyor.

PKK terörü 1984 yılında başladı. Şu anda 23. yılını yaşıyoruz.

Bu süreçte subay, astsubay, uzman çavuş ve er olarak toplam yedi bin dolaylarında şehit verdik.

Şehitler arasında bir general de var. Peki subay-astsubay olarak bugüne kadar kaç şehidimiz oldu?

Dün o korkunç yazıyı okuyunca merak ettim. Gazetedeki arkadaşlara da rica ettim, aradılar.

Ancak ne yazık ki Genelkurmay sitesi dahil hiçbir yerde bu rakamı bulamadık.

Tahminimi yazıyorum:

En az 500 subay ve astsubay şehit.

Şehitler listesi generalden başlıyor, albay, yarbay, binbaşı, yüzbaşı, üsteğmen, teğmen, asteğmen ve astsubaylarla devam ediyor.

* * *

Sadece şehitler değil, aynı kesimden bir de sakat kalanları düşünün. Birkaç gün önce gazetede ziyaretime Güneydoğu gazisi bir subay gelmişti. Babayiğit, dağ gibi bir yüzbaşı. Özel Kuvvetler’de görevli iken Kuzey Irak’ta mayına basmış.

Tek bacağı kasıktan kopmuştu.

Subay, astsubay, er... Böyle sakat kalmış binlerce insanımız da var.

"PKK ile mücadelede subaylarımız nerede" diye soran şahıs, keşke o yüzbaşıyı görseydi.

Ya da bir gün onu GATA’ya çağırsınlar, Rehabilitasyon Merkezi’nde erlerimizle birlikte geçmişte tedavi gören, şimdi de görmekte olan eli kolu, bacağı kopuk, gözleri görmeyen subay ve astsubaylarımızı bir gösterseler.

Bölgede kaç subay varmış, subaylarımız nerede imiş!

İnsan böyle bir konuda rütbeli-rütbesiz ayrımı yaparken utanır, biraz Allah’tan korkar!

Birkaç yıl önce, GATA’da tedavi gören (rütbesini unuttum, subay veya astsubaydı) bir askerimizi ekranda izlemiştim. İki kolu ve iki bacağı kopmuş, yüzü dağılmış, gözleri kör olmuştu. Kendisini orada ziyaret eden Genelkurmay Başkanı’na, "Bana gözlerimi verin komutanım" diye yalvarıyordu. İzlerken ben de ağlamıştım. (Sonra onun da şehitlik mertebesine ulaştığını öğrendim.)

Kim ve hangi rütbede olursa olsun onlar şehitlerimizdir, sakat kalmış, hayatı kaymış gazilerimizdir. Sen Fethullah Gülen ekibinden o gazeteye geçmiş olabilirsin. Siyasal nedenlerle Türk Ordusu’na karşı da olabilirsin.

Ama kendi askerin, subayın için bunları yazmaya hakkın yoktur. Bu gibi yazılar ve söylemler sadece PKK’ya moral verir.

Bugün Gazetesi’nin sahibi olan İpek Ailesi’ni tanıyorum. Bu tür yazıları hoşgörüyle karşılayacak insanlar olmadıklarını da biliyorum. Söz konusu yazıyı okurken, yazan şahıs adına gerçekten utandım.

O yazıyı kaleme alan şahıs -eğer yüreği yetiyorsa- yarınki yazısında Başbakan ve ekibine sormalıdır:

"Dün, sizin ’kelle’ diye tanımladığınız yedi şehit cenazesi kaldırdık. Parti ve seçim işlerini bir günlüğüne bırakıp hangisine katıldınız?"

7 Haziran 2007
Emin ÇÖLAŞAN
[email protected]
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/6662703.asp?yazarid=5&gid=61
 
SUBAYLARIMIZ BURADA,YA SİZ !!


1983-1997 arasında şehit düşen subay, astsubay ve uzman çavuşlarımız:

Milli Savunma Bakanlığı'nın 1998 yılında yayımladığı "Şehitlerimiz" adlı çalışmadan

KARA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI: 269
JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI: 364


Listeye hava şehitleri, Güneydoğu'da büyük yararlılıklar gösteren deniz piyadeleri, Emniyet, MİT mensupları ve 1997 yılından sonra şehit düşen komutanlar DAHİL DEĞİLDİR.
Peki başbakanın oğlu nerede?
 
SUBAYLARIMIZ BURADA,YA SİZ !!


1983-1997 arasında şehit düşen subay, astsubay ve uzman çavuşlarımız:

Milli Savunma Bakanlığı'nın 1998 yılında yayımladığı "Şehitlerimiz" adlı çalışmadan

KARA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI: 269
JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI: 364


Listeye hava şehitleri, Güneydoğu'da büyük yararlılıklar gösteren deniz piyadeleri, Emniyet, MİT mensupları ve 1997 yılından sonra şehit düşen komutanlar DAHİL DEĞİLDİR.
Peki başbakanın oğlu nerede?

başbakanın eşşek gibi oğlu çürükmüş ya sedaaaa

senin haberin yok galiba :vur
 
başbakanın eşşek gibi oğlu çürükmüş ya sedaaaa

senin haberin yok galiba :vur

Unutmuşum kardeşim.Doğru haklısınız .Zavallı Bilal direksiyonda canavar ama askerlikte çürük....Pkk lılarla savaşamasada bunların yerine yollarda sanatçılarımıza ölüm saçıyor.Ne yapsın oda askerlik yapamadığı için duyduğu derin acıyı holding patronu olarak telafi ediyor....Gemicikleriyle askercilik oynuyor.....
 
Unutmuşum kardeşim.Doğru haklısınız .Zavallı Bilal direksiyonda canavar ama askerlikte çürük....Pkk lılarla savaşamasada bunların yerine yollarda sanatçılarımıza ölüm saçıyor.Ne yapsın oda askerlik yapamadığı için duyduğu derin acıyı holding patronu olarak telafi ediyor....Gemicikleriyle askercilik oynuyor.....

hani şu devlet parasıyla okul okuyan çocuk şimdi holding sahibimi oldu.vay be.nerden nereye

hani babası belediye başkanı iken belediye başkan maaşı ile geçinemiyoruz diye beyanat vermişti .sonradan bu babanın oğlu 3 milyon dolara gemicik aldı ve holdingmi kurdu yani .vay be.
 
haha pkk sınır geçemesse vuramazmış,onu yazan gerizekalı hiç gitmişmi oralara?o araziyi görmüşmüde böyle konusuyo :) o vadiye 100bin kişi soksan kacı canlı cıkar acaba meçhul.. sıcacık evinden atıp tutmak kolay yavrum :) eğer harbiden gazeteciyim diyosan gidip bakarsın oralara
 
Unutmuşum kardeşim.Doğru haklısınız .Zavallı Bilal direksiyonda canavar ama askerlikte çürük....Pkk lılarla savaşamasada bunların yerine yollarda sanatçılarımıza ölüm saçıyor.Ne yapsın oda askerlik yapamadığı için duyduğu derin acıyı holding patronu olarak telafi ediyor....Gemicikleriyle askercilik oynuyor.....

Sedapınarı çok güzel yorumlamışsın.
 
orduya ve subaylarımıza laf edilmesini bende istemem ama bunu abartmamak lazım çünkü bazıları fazla gaza gelip kendini dokunulmaz sanıp dünyayı ben yaratım sanıyo dikkatli olmak lazım
 
Türk Ordusu Neden Rahatsız Ediyor

Türk Ordusundan Rahatsızlıkta Batı-Siyasal İslam Birlikteliği - Yaşan Nuri ÖZTÜRK

Batı'nın, özellikle Avrupa'nın Türk Ordusu'na kini tarihin tanıdığı en amansız kinlerden biridir.

İngilizler İstanbul'u işgal ettiklerinde ilk istedikleri, Cuma selamlığındaki askerlerimizin oradan uzaklaştırılması olmuştur. (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 8/138)

Türkiye, benzeri bir rahatsızlığa, AKP iktidarı döneminde tanık oldu. Anımsayalım, bir AKP 'milletvekili'nin TBMM'deki 'Mareşal Atatürk' tablosuyla, TBMM'de güvenlik görevi yapan askerlerin yürüyüşleri sırasında çıkardıkları seslerden şikâyeti üzerine, 2000'li yıllarda tartışılmıştı.

Aynı AKP'nin kurmay isimleri Türk Ordusu'ndan rahatsızlıklarını değişik vesilelerle ve değişik tavırlar sergileyerek ortaya koymaktadırlar. Bir milletvekilinin,Türk Ordusu'na mensup birliklerin ve okulların Ankara dışına çıkarılmasını ve başkentin 'askerî bir kent' görünümünden kurtarılmasını istemesi ayrı bir örnektir.

Ayrı ve talihsiz bir örnek...

Ne ilginç! Atatürk'ten rahatsızlık konusunda, Haçlı Batı ile siyasal İslamcı odaklar tarihin her döneminde bir biçimde kader ve mücadele birliği yapmışlardır. Bugün de aynen böyle yapmaktalar.

Tam bu noktada, Falih Rıfkı Atay şu ibret verici tespiti vicdanlarımıza iletiyor:

"Kurtuluş Savaşı öncesindeki işgal sırasında, ordu kumandanlarını şu veya bu vasıta ile küçük düşürmek bir parola idi." ((Atatürk'ün Bütün Eserleri, 8/138)

Bugün de aynı değil mi?

İlker Başbuğ'un İsrail gezisi sırasında çekilen resimleri ve bunların dinci bir gazetede yayınlanması, Türk Ordusu'ndan rahatsızlığın tarafları arasındaki yardımlaşmanın yeni bir belgesidir. O fotoğrafları o dinci gazeteye kimler servis yaptı? Her halde turist rehberleri değil.


TÜRK ORDUSU NEDEN RAHATSIZ EDİYOR

Batı'nın Türk ordusuna kininin sebebi sadece Türk ordusunun caydırıcılığı, Haçlı tasallut ve emperyalizmi karşısındaki susturucu ve püskürtücü gücü değildir. Sebeplerin başında, Türk ordusunun, sadece ordu olarak kalmayıp Türk tarihinde aydınlık ve atılımın öncüsü oluşu gelmektedir.

Türkiye, bunca devrimi böylesine kansız ve kavgasız bir biçimde ve çok kısa bir zaman çerçevesinde nasıl başardı? Ordunun, sadece 'asker' olarak kalmayıp, aydınlanma ve ilerlemenin öncülüğünü de yapmış olması sayesinde...

Türkiye'nin işte böyle bir kaderi olagelmiştir. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, ama gerçek budur.

Türkiye, sanayi devrimini gerçekleştirmemiş, bunun için de, cumhuriyet ve demokrasiyi taşıyan temel iki sınıf olan burjuva ve proleteryayı oluşturamamış bir ülkedir. Buna rağmen hem cumhuriyeti hem de aydınlanmanın motor unsurları olan temel devrimleri akıl almaz bir maharetle hayata geçirebilmiştir. Nasıl? Ordu'nun aydınlanmadaki öncülüğü sayesinde...

Batı'da; demokrasi, özgürlük, insan hakları ve aydınlanmanın yaratıcı ülkelerinden biri olan Fransa'da, sanayi devrimi yaşanmış, burjuva ve proletarya doğmuş olmasına rağmen, cumhuriyetin yerleşmesi büyük badirelerden sonra gerçekleştirilebilmiştir. Serüvene bakın:

1792 cumhuriyetin kuruluşu, 1799 Napolyon'un İmparatorluğunu ilanı, 1814 yeniden krallığa dönüş, 1848 ikinci cumhuriyetin ilanı, 1852 yeniden imparatorluk tartışması ve nihayet 1871'de bugünkü anlamda cumhuriyetin kuruluşu.

Batı bunları biliym nedir bilmez vahşilor. Batı, bizim birçok nimeti ve değeri, Atatürk'ün eşsiz dehası sayesinde bedavadan elde ettiğimizi de biliyor. Millet olarak bizi kıskanırken, birey olarak Atatürk'e tatmin bulmaz bir kinle diş biliyor. Batı için Atatürk, Orta Asya steplerinin metafizikten habersiz, aydınlık, akıl ve bilierini, tarihsel süreç anlayışlarının hiçbiriyle izah edilemeyecek bir maharetle, aydınlanmanın doruğuna taşıyan, cumhuriyet ve laiklikle donatan affedilemez bir düşmandır.

Atatürk öldü, bu iş bitti diyemezsiniz. Diyebilmenize engel bir güç ve gerçek var: Türk Ordusu.

Türk Ordusu, Atatürk demek, Atatürk'ün ölümsüzlüğünün göstergesi ve garantisi demektir.

Türk ordusu, tagallüp ve tahakküm unsuru değil, öncelikle aydınlanma ve demokrasi unsuru olarak yer almıştır bizim tarihimizde. Batı şöyle düşünmekte ve bunun gereğini yapmayı değişmez iman olarak taşımaktadır: Türk ordusu ya yok olmalı, yahut da ruhu pörsütülmelidir. Birincisini yapmak imkânsız denecek kadar zordur. İkincisine gelince, Türkiye'nin içinden elde edilecek hain ve gafillerle gerekli işbirliği kurulursa amaca ulaşmak mümkündür.

İşte bugün bu 'mümkün' gördükleri amaca ulaşmaya çalışıyorlar. Çünkü Haçlılar biliyorlar ki, İslam dünyasında, o arada Türkiye'de, Atatürk'ün Anıtkabri'ni yok etmeyi Kâbe'yi yok etme şartına bağlasalar, buna razı olacak alçakların sayısı epeycedir.

Batı, özellikle son birkaç yılda, İslam dünyasında yakaladığı bu tarihsel fırsatı heba etmemek için can havliyle çırpınıyor. Esasında nefret ettiği AKP'yi bağrına basıp var gücüyle desteklemesi AKP'de, az önce değindiğimiz hayatî emellerine uygun her şeyi bulmasındandır.


O halde, Türk ordusunu tâciz etmek ve etkisizleştirmek Avrupalı için iki maksada hizmet etmektedir:

1. Haçlı emel ve egemenliğine darbe vuran bir numaralı gücü zaafa uğratmak,

2. İslam dünyasının kaderini değiştirecek örneklere imza atan bir aydınlatma ve ilerletme gücünü etkisiz kılmak.

Büyük Atatürk, Türk ordusunun, işaret ettiğimiz bu özellikli durumuna çok erken bir zamanda dikkat çekmiştir. 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu'da yaptığı bir konuşmada bu gerçeğin altını emsalsiz bir vukufla şöyle çiziyor:

"Ordumuz, milletin ilerleme ve yükselme adımlarına öncü olmuştur. Milletimizin bütün inkılaplarında birinci adımı işgal etmiştir. Diğer milletlerde, ordu ile millet yekdiğeriyle daima karşı karşıyadır. Halbuki iş bizde tamamıyla tersinedir..." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 17/290)


İşte, Türk Ordusu dendiğinde Haçlı Batı'yı rahatsız eden temel sebep budur.


Bu temel sebebi bilmeden Türkiye'nin dış politikalarına, özellikle AB ile ilgili politikalarına yön vermeye kalkmak, uçuruma giden kayalıklarda gözleri bağlı olarak yol almaya benzer. Böyle bir yol alışın en dikkat çekici örneği ise AKP iktidarının uyguladığı dış politika, özellikle AB politikasıdır.


AKP'NİN DIŞ POLİTİKASI

Büyük üzüntü duyarak söylemeliyim ki, AKP'nin uyguladığı genelde Batı politikaları, özel olarak da AB politikaları Türkiye üzerindeki Haçlı emellerine tatmin fırsat ve imkânı yaratan, temelinden basiretsiz politikalardır. Eğer 'basiretsiz' tâbirine itiraz ediliyorsa, onun yerine kullanılacak kelime çok daha ağır ve sarsıcı olacaktır.

Bu politikaların üçüncü bir izahı yoktur.

Daha neyi bekleyecekler! Gün bu gündür.

İLK ADIM MGK

Türk Ordusu'nu etkisizleştirme operasyonu, MGK'ya tasallutla başladı.

Tabiî önce MGK, sonra da devamı...MGK bunların, âdeta korkulu rüyası idi. Varsa yoksa MGK. Bunların MGK ile ilgili söz ve tavırlarını okuyunca insan gayrı ihtiyarı şunu düşünüyor: Güneş tutulmaları, gök taşlarının düşmesi, ozonun delinmesi, doğal felaketlerin ortaya çıkması, 11 Eylül terör dehşeti vs. şu bizim MGK yüzünden olmasın!..

Gerçek şu ki, Hıristiyan Avrupa'nın bir tür 'üst kurmaylar Grubu' olan Avrupa Parlamentosu (AP) için MGK, asırlarca korkulu rüyalar yaşatmış bir gücün sembolü olarak ortadadır. Bu sembolden rahatsız olmamalarını beklemek, sadece saflık değil, ahmaklık olur...O MGK ve hatırlattığı güçler ayakta durdukça, bizi AB'ye üye yapacaklarını sanmak da öyle...Unutmayalım, AKP iktidarının oylarıyla MGK'nın kolu-kanadı kırılıp 'sivilleştirilme' işlemi TBMM'de tamamlandığı gün (30 Ağustos 2003) Avrupa âdeta bayram etmişti. Türkiye ve Türkleri tâciz eden demeçleriyle ünlü Günter Verhuegen, gülücükleri ve heyecan dolu demeçleriyle bu bayramın âdeta resmî duyurusunu yapmıştı.


MGK'nun işini bitirdiler; şimdi doğrudan doğruya orduya bindiriyorlar. Fırsatlar yaratarak, bahaneler üreterek, sağdan girerek, soldan girerek, şöyle veya böyle, belirli aralıklarla Türk Ordusu'na mutlaka ve muhakkak sataşıyor veya saldırıyorlar.

6 Ekim 2004 İlerleme Raporu'nu, 17 Aralık 2004 Zirve Kararları'nı, 3 Ekim 2005 Müzakere Çerçeve Belgesi'ni ve nihayet, 8 Kasım 2005 Katılım Ortaklığı Belgesi'ni okuyun, bu söylediklerimi belgeleyecek çok şey bulacaksınız.

Suat İlhan, işin gerçeğini ta bel kemiğinden yakalamış. Şöyle yazıyor:

"Anlaşılıyor ki, Avrupa, bin yıldan daha uzun zamandan beri kahrını çektiği Türk Ordusu ile, AB mevzuatı içinde hesaplaşmaya niyetleniyor. Gerçekte hesaplaşmaya başladılar. AB'nin açık amaçlarından birinin, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni küçültmek, etki ve caydırıcılığını azaltmak olduğu anlaşılıyor." (Suat İlhan, Avrupa Birliğine Neden Hayır, s.27-28)


Türk milleti, ordusuna tasallut ve sataşmanın en kahırlı dönemini yaşıyor denebilir.


SÖZÜN ÖZÜ

Avrupa'nın Müslüman Türk'ü tarihe gömme düşünün gerçeğe dönüşmesinin talep belgesi olan Sevr, Mustafa Kemal tarafından engellendi. Gök gözlü kumandan, kollarına girip savaş meydanlarına çektiği milletiyle Sevr'i yırtıp bir paçavra gibi yazanların ve imzalayanların suratına attı.

Mustafa Kemal, Batılı-Haçlı kini doruk noktasına çıkaran bir iş yaptı. Onu asla affetmezler. Mustafa Kemal onların genlerini tâciz etti, tarihsel rüyalarını kararttı, ufuklarını, ocaklarını söndürdü.

Mustafa Kemal Atatürk'e yönelik Batı düşmanlığını değerlendirirken bu arka planı unutmak gafletini gösterenlerin aklına şaşarım.


Şimdi, Türk yeniden 'Hasta Adam' haline getirildi. Düyunu Umûmiye, değişik adlar altında yeniden yaratıldı. Sevr'in şartlarını, çeşitli gerekçelerle 'sineye çekilir' bulan yeni Damat Ferit ekipleri ihdas edilip gereken yerlere oturtuldu.

Batılı-Haçlı için gün tam bu gündür. Korkulu rüyanın tepelenmesi için uygun zamandır.

Mustafa Kemal'i olmayan bir Sevr kulvarındayız.
 
orduya ve subaylarımıza laf edilmesini bende istemem ama bunu abartmamak lazım çünkü bazıları fazla gaza gelip kendini dokunulmaz sanıp dünyayı ben yaratım sanıyo dikkatli olmak lazım

Haklısın. Başbakanın oğluna çürük raporu veren hastanenin başında iken yaptığı icraatlere güvenip sonrasında deniz kumandanı olduğunda HAYALÎ GÜNLÜKLER YAZIYOR. Tabi başbakan dokunulmaz ya belki de o da "Komşu da pişer bize de düşer" hesabı takılıyordur. Hakikaten Bilal Erdoğan için (ÇIKARSA TESKERE BİLAL GİTSİN ASKERE) diye bağıranları neredeyse vatan haini ilan eden bu yazarlarımızdan bir tane bile yazı yok.

Biraz şey....

İlginç...
 
Tarhte yunan askerleri ilk kez izmire çıktıkları zaman ilk olarak Türk subaylarına tecavüz etmişlerdir, ayaklar altına almışlardır. Çünkü ingiliz, abd böyle olması gerektiğini biliyordu. Türkiyenin hangi yönü güçlüyse o yönü ezmek...Ki damat ferit efendinin!!! emri üzerine karşı çıkmamışlardır o subaylar.
Şimdide abede ve abenin yardakçılığını yapan damat ferit kılıklı akepe başkanı rte abededen aldığı emri yerine getiriyor.Naapsın garibim...!!!
 
Askere Saldıranları İyi Tanımalıyız

Askere Saldıranları İyi Tanımalıyız

Son günlerde bir takım medya organlarında sürekli olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıpratılmaya çalışıldığı ve bu kapsamda amaçlı yayınlar yapıldığını görmekteyiz.

Şahısları hedef alarak, kurumları yıpratma çabası, Türkiye’nin giderek hantallaşan bürokratik yapısını daha da çıkmaza sürüklemektedir. Öyle ki gelinen noktada; icraatlarının tartışılmadığı bir kurum yok gibidir. Anayasa Mahkemesi, TSK, Danıştay, Yargıtay, Bakanlıklar v.s. örneklerde olduğu gibi…

Hiç şüphe yok ki söz konusu kurumlar arasında aleyhte en çok haber yapılanı, Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Özellikle bölücü terör örgütüne yönelik operasyonların yoğunluk kazandığı dönemlerde yapılan bu taraflı haberler, ileriki yıllarda Türk Basın Tarihi açısından ayrı bir inceleme konusu olabilecek niteliktedir.

Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Kara Kuvvetleri Komutanı olmasından itibaren hız kazanan bu yayınlar, Büyükanıt’ın Genelkurmay başkanlığı arifesinde hız kazanmış, şu anki Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı’na sayılı günler kala zirve noktasına ulaşmıştır.

Genelkurmay Başkanlığı’nın mevcudiyetteki en güçlü adayı olan Org. İlker Başbuğ’un Ağlama Duvarı’nda çekilen fotoğrafları, Taraf gazetesinin Dağlıca Baskını ile ilgili ortaya attığı iddialar, yine Taraf Gazetesi’nin ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gizli eylem planı’ şeklinde lanse ettiği haberleri yayınlanması hiç kuşku yok ki Psikolojik bir harekatın parçası niteliğindedir. TSK’ ya yönelik bu tarz psikolojik harekatlar neticesinde, terörle mücadele de en önemli kalkan olan moral, birliktelik ve güven duygularında önemli bir sarsıntı yaşanması hedeflenmektedir.

Terörle mücadelede psikolojik üstünlüğün askeri açıdan, azami düzeye ulaştığı böylesi bir süreçte, doğrudan doğruya TSK’yı hedef alan yayınların yoğunluk kazanması kafalarda soru işaretleri oluşturmaktadır.

TSK’ya aleyhinde yayın yapanların başında gelen Taraf Gazetesi’nin yayın politikasını incelediğimizde, geçmişte de marjinal çıkışlarda bulunduğunu ve bu kapsamda ilk kürtçe manşeti atarak büyük tepki çektiğini çok iyi hatırlıyoruz. Fakat gazetenin yayın politikasındaki en çarpıcı nokta PKK terör örgütü ile ilgili yaptığı haberlerini incelediğimizde ortaya çıkmaktadır. Gazetenin terör örgütü ile ilgili haberlerinin hiçbirinde “terör örgütü PKK, bölücü terör örgütü PKK, PKK’lı teröristler” şeklinde ifadeler kullanmadığı görülmektedir. Sadece resmi kurumların basın açıklamalarından alınan bölümlerde ‘terör örgütü’ ifadesi göze çarpmaktadır. Bu durum da, gazetenin haber dilinden ziyade, söz konusu kurumların bakış açısını yansıtmaktadır.

Tüm bu anlattıklarımızdan şunu çıkarabiliriz; “Taraf Gazetesi, her nedense PKK’yı, terör örgütü olarak nitelendirmekten kaçınır bir haber dili kullanmakta, fakat söz konusu Türk Silahlı Kuvvetleri olduğunda oldukça sert bir üslup takınmaktadır.” [1]

***

27 Haziran 2008 günü Eğitim-Sen’in Van Şubesi’ne yapılan baskında bir odanın tamamen PKK için ayrıldığı ve 18 üniversite öğrencisinin sürekli olarak burada çalıştığı saptanmıştır. Eğitim-Sen’in Van Şubesi’ne üye olan bir çok öğretmenin de bu durumdan haberdar olduğu ve herhangi bir tepki göstermedikleri haber bültenlerinde ‘sıcak gelişme’ olarak duyuruldu.[2]

İşte böylesi önemli bir olayı, her ne hikmetse TSK’ya saldıran ve yaptığı yayınlarla kafalarda soru işaretleri oluşturan bir çok gazete ve internet sitesi görmezden gelmiştir. Taraf Gazetesi ise bu önemli olaya hiçbir şekilde yer vermemiştir.

Sonuç olarak, TSK’ya yönelik aleyhte yayın yapmayı, salt yayın politikası haline getiren yayın organlarını basitçe incelediğimizde, terör örgütüne ve onun bölücü alt yapılanmalarına göstermedikleri tepkiyi Türk Silahlı Kuvvetleri’ne gösterdiklerini görmekteyiz.

Bu yüzden son günlerde anti-militarist, demokrasi söylemleriyle ‘aydın’ olarak nitelendirilen bir kesim ile bu kesimin yayın organlarının oluşturduğu kamuoyu iyi irdelenmeli, soyut olaylarla Türkiye gündemi oluşturulmamalı, somut gerçeklere göre habercilik yapılmalıdır.

Bu bağlamda da Terörle mücadelede en önemli kurum olan TSK’nın yıpratılması sadece bölücü terör örgütünün ve onun destekçilerinin işine geleceği unutulmamalıdır.


[1] Dileyen okuyucularımız www.taraf.com.tr adresinden Taraf Gazetesi’nin internet sitesine ulaşabilir ve gazetenin terör örgütü ile alakalı yaptığı haberlerdeki ifadeleri inceleyebilirler.

[2] 27 Haziran 2008 tarihli Star Ana Haber Bülteni’nde Uğur Dündar’ın Van’daki Star Haber Muhabirinden aldığı bilgiler…
29 Haziran 2008 Batuhan Çolak/[email protected]
 
Taraf gazetesi ve diğerleri...

Taraf gazetesi ve benzerlerinin gerçekten de Mustafa Denizli'nin dediği gibi " İçimizdeki İrlandalılar", Atatürk'ün dediği gibi "Dahili bedhahtlar" diye görebiliriz. Bunlar tarihin her evresinde var ve olmaya da devam edecek. Bizim yapmamız gereken; onları deşifre edip halkımızı bilgilendirmek. Ama hala yüzde 47 bunu anlamakta zorlanıyorum.
Birinin oğlu askerden kaçsın, diğerininki elektronik ticaret yapsın, diğerinin ki mısır alsın satsın, hepsi devletin yani hepimizin olan makamlarını şahsi işleni izlemek makamıyla etkilemek, iş takip etmek için kullansın, sonra da yüzde 47 pes vallahi pes, billahi pes...
Ben de askerliğimi Şemdinli Aktütün sınır karakolunda subay olarak yaptım, avcumun içi gibi bilirim, Bayrak Tepe'yi, Berçar'ı, Basyen'i...
Saygılar...
 
arkadaş ben burda başbakanın oğlunu mu savunuyorum benim dediğim subaylarımızı gerektiğinde savunalım övelim ama bunun bir ölçüsü var ölçüyü kaçırdınmı adam ben paşayım bana bişey yapamassın diyor paşanın oğlunu arabada sarhoş gören trafik polisi onu indşrmek ister cevap şu:sen benim kimin oğlu olduğumu biliyormusun bilmem ne komutanın oğluyum sen kim oluyorsunda beni arabadan indireceksin gene başka subaylar bazı yerlerde haddlerini aşan eylemlerde bulunuyor
 
arkadaş ben burda başbakanın oğlunu mu savunuyorum benim dediğim subaylarımızı gerektiğinde savunalım övelim ama bunun bir ölçüsü var ölçüyü kaçırdınmı adam ben paşayım bana bişey yapamassın diyor paşanın oğlunu arabada sarhoş gören trafik polisi onu indşrmek ister cevap şu:sen benim kimin oğlu olduğumu biliyormusun bilmem ne komutanın oğluyum sen kim oluyorsunda beni arabadan indireceksin gene başka subaylar bazı yerlerde haddlerini aşan eylemlerde bulunuyor

trafik polisine belediye başkanın oğlu bile aynı davranıyor .trafik polisini o hale düşürmesin devlet o zaman .zaten adamların elinden her türlü yetkiyi aldılar .anasına sövseler bişey yapamaz oldular .akp aldı yetkilerini polislerin şamaroğlu oldular iyice .
 
Bundan 76 yıl önce Menemen'i basan yobaz sürüsü

Menemen'i basan yobaz sürüsü


Utanın Yahu

SEVGİLİ okuyucularım, bunlar bir tuhaf oldu! Örneğin, Danıştay baskını oluyor, insanlar öldürülüyor. Katilin babası hemen ardından dinci söylemlerde bulunuyor. Katilin şeriatçı olduğu, kendisini cinayetten hemen sonra "Allah'ın askeri" olarak tanımladığı polis ve savcılık raporlarına geçiyor.

Bunlar ne yapsın! Danıştay katili birkaç gün sonra acele tarafından "meczup-kumarbaz-içkici" olarak ilan ediliyor. Yerseniz!

Bundan 76 yıl önce Menemen'i basan yobaz sürüsü, yedeksubay Kubilay'ın başını gövdesinden bıçakla keserek ayırıyor... Şimdi bu yobaz sürüsü, İslamcı gazeteler tarafından "esrarkeş" ilan ediliyor!

Türkiye'nin neresinde geçmişte bu tür bir olay olduysa ve günümüzde oluyorsa, İslamcı kesim hemen onları masum gösteren bir yalan uydurmayı başarıyor. Yerseniz!

Sonra da bunlar karşımıza çıkıp Allah, Peygamber, Kuran, din, iman diyor.

Bunlar kutsal dinimizi, adına türban denilen bez parçasına indirgediler. Bunlar açısından her türlü yalan ve kendilerinden olmayanlara her türlü hakaret mubah.

Örnek vereyim.

* * *

Dün İslamcı gazetelerden birinde, birinci sayfada bir haber. Başlığı: "Bizim dedelerimiz cephede savaşırken, ulusalcıların dedeleri uşaklık yapıyordu."

Falanca sağlık sendikasının başkanı Adana'da konuşmuş ve şöyle demiş:

"Bizim dedelerimiz savaş meydanlarında iken, bunların (ulusalcıların) bir tanesinin babası veya dedesi İstiklal Savaşı'nda savaşmamıştır. Uşakların çocukları bugün Türkiye'nin gerilmesi için çalışıyor."

Kendince Tayyip Erdoğan'a destek atıyor!

Utanmazlığın, pisliğin bu kadarı az görülür. (Hem de bu konuşmayı devlete ait Adana Öğretmenevi'nde yapmış!)

Ben sadece kendi adıma onun bu sözlerine yanıt vereyim.

Babamın babası veteriner albay Emin Bey, taaa Abdülhamit döneminde özgürlük mücadelesi vermiş, Büyük Sahra'nın göbeğindeki Fizan Çölü'ne sürgün edilmiş ve gençliğinin tam yedi yılını bu kuş uçmaz kervan geçmez sürgünde geçirmiş adamdır. 1908 yılında 2. Meşrutiyet ilan edildiği zaman, öteki binlerce yurtsever sürgünle birlikte yurda dönebilmiştir.

"Çölaşan" soyadımız da o sürgünden gelir.

Annemin babası Refik Şevket İnce, Balkan Savaşı'nda sakat kalan bir yedeksubay gazi. 1920 yılında ilk TBMM'de Saruhan (Manisa) milletvekili. 1921 yılında Atatürk'ün Adalet Bakanı. İstiklal Madalyası sahibi.

Dedemin kardeşi avukat Hamit Şevket İnce, Yunan ordusuna karşı milli mücadeleyi Ege'de Celal Bayar'la birlikte (Ödemiş cephesinde) başlatanlardan biri.

Dedemin öteki kardeşi Sabri Bey, Çanakkale Savaşı'nda şehit.

Bir adam çıkmış ortaya, hiç utanıp sıkılmadan "ulusalcıların dedeleri uşaklık yapıyordu" diyebiliyor.

Bizim soyumuz sopumuz bellidir.

Benim dedelerimin "uşaklığı" işte budur.

Sadece millete uşaklık etmişler, sürgün edilmişler, sakat kalmışlar, şehit düşmüşlerdir.

* * *

Haaaa, şimdi de madalyonun öbür tarafına bir bakalım!

Bu gibi "miraslar" insana genelde ailesinden ve geçmişinden kalır! Bir de o savaş günlerinde Yunan ordusuyla, işgalci güçlerle işbirliği yapıp yurdun dört bir yanında şeriatçı isyanlar çıkaranlar, bu yolla düşmana büyük avantaj sağlayanlar, Türk ordusunu aynen Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı'nda yaptığı gibi İstiklal Harbi'nde bile cephede arkadan vuranlar vardır.

Onların torunları şimdi acaba hangi kampta? Hüsrana uğrayan dedelerinin intikamı peşinde koşuyor olmasınlar!


Cumhuriyet'in ilanından sonra devrimlere karşı gelip isyan çıkaranları da unutmayalım.

"Şeriat isterük... Şapka gávur icadıdır, giymeyiz... Yaşasın bağımsız Kürdistan" sloganlarıyla isyan çıkaran nicelerini, ülkemizin altını üstüne getirenleri, Cumhuriyet rejimini çökertmeyi hedef alanları da her zaman aklımızda tutalım.

Şeyh Sait isyanından tutun da Kubilay'ın başını gövdesinden bıçakla kesip ayıranlara, Sivas'ta Türk aydınlarını Madımak Oteli'nde diri diri yakanlara, Kahramanmaraş'ta Alevi yurttaşlarımızı öldürenlere, türban kararı veren Danıştay üyelerini baskında öldürüp yaralayanlara ve onları savunanlara sormak gerekir:

Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda ve öncesinde, acaba sizin dedeleriniz hangi cephedeydi?..

Ve siz şimdi hangi kamptasınız?

Yurtseverlerin, ulusalcıların yanında mı, yoksa ülkesini ve milletini bir yanda IMF, ABD ve AB'ye peşkeş çekip malı götürenlerin, öbür yanda ise Allah'ı, dinimizi sömürenlerin ve türbanı siyasi çıkar konusu yapıp bir türlü çözüm getirmeyenlerin yanında mı?

Hangisinde, hangisinde?/Emin ÇÖLAŞAN
 
Geri
Üst