Türk sineması kabuk değiştiriyor

kent55

Süper Moderatör
Süper Moderatör
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
31,409
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
ѕαмѕυηѕρσя



DVD’leri sinemalardan hemen sonra çıkan “Gişe Memuru” ve “Gölgeler ve Suretler” ile önümüzdeki aylarda raflara girecek “Kaybedenler Kulübü” ve “Atlıkarınca”, Türk sinemasındaki postmodern hareketlenmeye dikkat çekiyorlar. Derviş Zaim’in bunlardan ikincisindeki ‘gölge oyunu estetiği’ denemesi, üçüncüsünün ‘duvar yazısı-karikatür estetiği’ cüretine alan açan üçlemenin son kolu aynı zamanda. “Gişe Memuru” ise gerçeküstücü ve Coenesk bir kara komedi iskeleti kurar iken Taylan Biraderler’in “Vavien”inden uzakta bir dokuyla çıkageliyor. “Atlıkarınca”nın Haneke etkisiyle aykırı bir ‘işlevsiz aile’ duruşu salgılaması da unutulmamalı. Böylelikle yerli sinemamızın ‘başarı kıstası’nın artık evrensel eserlerden geldiği ve geleceği, uzun lafın kısası yeni bir dönemin başladığı bir kez ispatlanıyor. Zira bu dört film 2010-2011 sezonunun en çok beğenilen eserleri arasında başı çekiyor.

Türk sinemasının ‘postmodern denemeler’ ayağının; Reha Erdem ve Derviş Zaim’in başarılarıyla arttığından sürekli söz edip duruyoruz. Bu bağlamda “Hayat Var” (2008) ve “Nokta”nın (2008) kanımca tarihimizin en iyi filmleri arasına yerleşmeleri önemli. Hatta bu durum, 2000’lerin ikinci yarısı için yerli sinemanın oluşumunu belirleyen ana öğe.

Zaim ve Erdem’in etkileri genç sinemacılarımızı cezbetmiş durumda

Buna istinaden de hızlanan ve 0 km’den yavaş yavaş 200 km’ye çıkan bir ‘etki skalası’na rastlamak mümkün şu sıralar. Erdem’in farklı anlayışlarını alıp geleneksel anlatıların uzağında bir yapı kurmak ile Zaim’in bunları Türkiye’nin kültürel öğeleriyle iç içe geçirme anlayışını kullanmak, şu aralada bir hayli popüler. Tabii Onur Ünlü ve Ezel Akay gibi isimlerin de bu konuda payı büyük, onu not düşmemek olmaz.

“Gölgeler ve Suretler” (2010), Zaim’in “Cenneti Beklerken” (2006) ve “Nokta” (2009) ile başlayan üçlemesinin son ayağı. Minyatür ve hattan sonra şimdi de gölge oyununun estetiğini en azından yapmaya çalışması ‘cesaret’ kavramı açısından önemli. “Gölgeler ve Suretler”in fazlasıyla bembeyaz durmaya çalışan ve psikolojik atmosferinin 2.35:1 formatında bir ‘estetik’ aşıladığı gerçeği de ortada.

Türkiye’nin çizgi roman estetiğine cevabı

Bunun yanında Tolga Örnek’in de bundan güç alarak “Kaybedenler Kulübü”nde duvar yazısı ile karikatür estetiği arasında bir noktaya açıldığını görebiliyoruz. Bu eser özünde bir radyo filmi belki. Ama duvardaki resimden başlayıp orada biten ve sanki karalamaları ya da çizgileri o notkadan belirleyen bir bütüne kavuşuyor.

Filmin iki ana karakterinin hafif çizgi romansı hallerini bir kenara bırakınca, yan karakterlerinden birinin konuşmalarının sarı duvar yazısı olarak belirmesi, diğerinin ise sakarlıklarının Kötü Kedi Şerafettin kıvamında karton hale getirmesi tesadüf değil. Gerçek bir karakter örgüsü izlememesi Türkiye’nin ‘çizgi roman estetiği’ni yapmasına yol açmış Örnek’in.

“Kaybedenler Kulübü”, duvar yazısı estetiğini yani alt kültürsel bir şeyi sinemamıza sokan devrimci bir Türk filmi. Bu noktada eldeki eserin, ‘kültürel estetik’ konusunu Zaim’den güç alarak izlediği de tartışma götürmez bir gerçek. Ekran bölme, hızlı çekim, sıçramalı kurgu, siyah-beyaz gibi öğeleri kullanma şekliyle ve karikatürize karakterleriyle ana amacı aslında bir kültürün tuvaldeki ya da duvardaki karşılığını bulmak.

Postmodern kara komedi denemesi

Tabii bu noktada Ezel Akay ve Onur Ünlü’nün de biri ‘müzikal’, diğeri ‘Godardiyen’ öğelerle yoğrulmuş evrenlerinin de etkisini es geçmemek lazım. Ancak sanki şu sıralar klasik ve postmodern kara komedi gelenekleri önemli bir rol oynuyor gibi bu denemeler arasında. 2010’da izlediğimiz Tolga Karaçelik’in “Gişe Memuru” (2010) ve Kemal Uzun’un “Vay Arkadaş”ı (2010) da bunlardan ikincisine örnek verilebilir.

“Gişe Memuru”nun özellikle 16 mm’nin grenli dokusunu gerçeküstücü öğelerle sarıp Coenesk bir hava yakalaması önemli. Eski bir formatın üzerini postmodern öğelerle sarması da yapıtı, “Vavien”in klasik yapısından farklı bir kulvara yerleştiriyor. Bir karakterin ‘suç dolu’ evrenini adeta bozucu ve çok yönlü katmanlarla yoğurmasına alan açıyor. Bu bağlamda da Türkiye’nin alt zenginliklerine ‘garip’ ve ‘aykırı’ bir bakış atmasını izliyoruz perdede.

“Atlıkarınca”yı da es geçmemek lazım

Ancak esas karanlık-parlak arasındaki farklarla gittiği nokta dikkat çekici ve fazlasıyla kopyala-yapıştır düşüncesini harekete geçiriyor. Lafın özü Karaçelik, Mahmut Fazıl Coşkun ve İnan Temelkuran gibi yeni postmodern sinemacılarımızdan biri olma yolunda.

Bunların yanında yine yakında DVD’si çıkacak olan “Atlıkarınca”nın da Haneke etkisiyle Yeşilçam’dan alışık olduğumuz gerçekçi ensest ya da aile hikayesini o öğelerle yeniden kurduğunu söylemeliyiz. Ahlak, tabu gibi meselelerin uçlarına giden eserin ilk filminde Hollywood estetiğini devreye sokan bir yönetmenden gelmesi de özellikle dikkat çekici. Böylesi gıpgri ve yerli sinema ürünü olduğu anlaşılmayan bir yapıtla karşımıza dikilen İlksen Başarır, ‘evrensel başarı’ grafiğini üstlere çekmekte sıkıntı yaşamıyor.

Kerem Akça’nın Önerdiği 15 DVD:

1-Yaralı Yüz (Scarface) (1932)
2-Siyah Kuğu (Black Swan)
3-Nokta
4-Güzel Günler (All Good Things)
5-Kusursuz Kurban (I Am You)
6-Gişe Memuru
7-New York’ta Beş Minare
8-Sinan Çetin Koleksiyonu
9-Anneme Dokunma (Cyrus)
10-Gemide İsyan (The Bounty)
11-Kundakçı (Incendiary)
12-İki Kadın, Bir Erkek (The Kids are All Right)
13-Aşk Sarhoşu (Love and Other Drugs)
14-Aşk Tesadüfleri Sever
15-İncir Reçeli










 
Geri
Üst