S
SiR ReaLiST
Guest
BU İSPANYA'YI RÖVANŞTA YENMELİYİZ!
MuhtemeL KadroLar
TÜRKİYE
Volkan
Gökhan Gönül
Emre Aşık
İbrahim Üzülmez
Hakan Balta
Tuncay
Aurelio
Emre Belözoğlu
Arda
Semih
Nihat
İspanya
Casillas
Sergio Ramos
Albiol
Pique
Capdevilla
Cazorla
Senna
Xavi
Xabi Alonso
Torres
Villa
Maç öncesi "Bir sıfırlık bir yenilgiye razı mısınız?" dense, kahır ekseriyetle "evet" diyeceğimizi hepimiz biliyoruz. Ancak oyunun son bölümü hariç, İspanya takımı hiç de beklenen gibi değildi, Türkiye'den fena halde çekindikleri belliydi.
Yenilmezlik ve kazanma rekorlarını her maç biraz daha yükseğe taşıma sorumluluğu İspanyol takımını ahengini fena halde bozmuş. Böyle kötü bir İspanya'dan puan çıkaramadıysak; bunda Emre Belözoğlu ve İbrahim Üzülmez'in, maç boyu bir kez bile olsa hücumu denememelerinin etkisi büyüktü. Fatih Terim, görünüşte hücumu düşünen bir takım çıkarmıştı sahaya, ancak Arda'nın bile hücumdan çok savunmayı düşündüğünü hep birlikte gördük. Yiyen bulunursa, evet kazanmak için çıktık sahaya, varsın Casillas'ın forması tertemiz olsun, ne çıkar!
Artık grup liderliğini garantilemiş olan İspanya'yı, form düşüklüğünün de işaretlerini bolca vermişken, Ali Sami Yen'de yenebilecek bir iradeyi sahaya çıkarabilmeliyiz. Ama bunu başarmanın yolu asla "Doğan görünümlü Şahin" olmak değil, sahici oynamaktır.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun Kızı Olmak..
“Babacığım hakkını helal et her şey için” diyebilen, 16 yaşında üstelik, bir kız ve 13 yaşında bir oğul bırakarak ardında, Anadolu’nun unutulmuş dağlarının birinde, kimbilir nasıl acılar çekerek, ve kimbilir o beyaz ölüme saniye saniye yaklaşırken neleri düşünerek, maalesef daha 55 yaşında nokta koydu hayata, Muhsin Yazıcıoğlu. Uğruna ölümleri göze aldığı memleketi ve onun insanları, dağda ölümle pençeleşirken yardımına koşamayacak kadar aciz olsa da, yine de kimseye küsmeyecek bir gönül zenginliğine sahip olduğunu biliyoruz.
Ülkenin karanlık yıllarında emrini verdiği iddia edilen saldırıların, emperyalizmim kara oyununa mağlup düşen sağı ve soluyla tüm Türk gençliğinin yaşadığı trajedinin, hayattan koparılan körpecik fidanların ve o fidanları gözü gibi koruyup büyüten sevenlerinin yaşadığı onulmaz yaraların toplumsal sonuçlarını yaşayanlardan biriydim ben de . Üniversite yıllarımda adını duyduğumda bir ruh üşümesi yaşar ve insan olmaklığımı sorgulardım, aynı havayı soluyor olmaktan fena halde rahatsız olur fotoğraflarındaki gözleriyle bile temas kuramazdım.
Ekranlarda görmeye başladık sonra. Gözlerine hala bak-a-mıyor ama söylediklerini dinliyordum artık. Söyledikleriyle değil ama, söylemedikleriyle, içten içe bir pişmanlık yaşadığını, karşıt görüşlü öğrencilere yönelik acımasızlığını kendi içinde de sorgulamaya başladığını; ve daha da fazlası, o dönemin gençliği olarak emperyalizmin oyununa geldiklerini söylemeye başlamıştı. Yaptıklarını bağışlayamazdım, ama söylediklerini dinlemeye değer buluyordum artık. Ve daha önemlisi, öz eleştiri yaparken "çok samimi" olduğuna da inanmaya başlamıştım. Anlamıştım ki, birçok "çakal" gibi kişisel hesap batağına düşmemiş ve ne yaptıysa memleketei için yaptığına inanmıştı. Susurluk sürecinde, Abdullah Çatlı’nın cenaze törenine katılmasını da çokları gibi eleştirmemiş, ve anlamıştım. Evet, bir “insan” 17 yıldır görmediği bir “arkadaş”ının cenazesine katılacak cesareti gösteriyorsa, "insandır" , gözümde.
İçinde bulunduğum uluslar arası yardım kuruluşu nedeniyle “merhametine”de çok kez tanık oldum, belgeleriyle. Asla bilinsin istemezdi yaptığı yardımların. Şov adamı değil gönül adamıydı. Kızı Firuze’nin de vurgu yaptığı merhameti, beni de ziyadesiyle etkilemeye başlamıştı. Ve yaklaşık bir ay önce babasının katıldığı bir yayına telefonla katıldı Firuze, babasına hayran bir evlattı konuşan;
“Sahura kalkamadığımızda tepsiyle yatağımıza kadar yemek götürür”
“Çok güzel yemekler , en güzel de menemen yapar”
“Onun koçluğu olmadan hayatta tek bir adım atmak istemiyorum”
“İnanılmaz bir merhameti vardır babamın”
“narları tek tek ayıklayıp tabağımıza koyacak kadar sevgi doludur” ve benzer birkaç hayranlık ifadesi cümleler kurdu Firuze Yazıcıoğlu.
En sonunda da şunu söyledi;
“Hakkını helal et babacığım”
Firuze henüz 16 yaşında, belli ki mükemmel bir aile terbiyesi ve sevgisiyle büyümüş. Hayata hep sol memenin altından, yani vicdandan bakan biri olarak bu yayını izlemiş ve içimdeki tüm buzlar erimişti. Kızıyla böyle bir ilişki kurabilen bir “baba” asla “kötü” olamazdı, olmamalıydı.
Sonra dedim ki kendi kendime; güya rasyonalize ederek…
İki Muhsin Yazıcıoğlu var, biri 12 Eylül karanlığından, biri kızıyla kurduğu aydınlık dünyadan. Karanlık dönemini kalın bir çizgiyle bölüp, daha bir anlamaya niyet etmişken, çekti gitti aramızdan...
Firuze;
Sen ve kardeşin Furkan, merhum babanın hayata ve bizlere verdiği en değerli eserlersiniz. Hayat böyle bir şeydir işte. Sana kim bilir hangi duygu söyletti “hakkını helal et baba”yı. Ve babanın yayın sırasında göz pınarlarını dolduran aslında neydi, kim bilebilir ki..Bu anı ömrümce unutamayacağımı ve seni harika bir evlat olarak hatırlayacağıma eminim. Ve elbet babanı da, o sevgi dolu gözleriyle...
Sen ve Furkan, babanızı, sizlere narları bile ayıklayan ve geceleyin yatağınıza tepsiyle yemek götüren bir adam olarak hatırladıkça, babanız hiç ölmeyecek ve o karlı dağlara bahar gelecektir.
Kazada hayatını kaybeden 6 kardeşimize rahmet geride kalanlara da sabır versin...
“Bir soğuk yel eser/ üşür ölüm, ölüm bile
Anlatır akan kanı/ beyaz sesiyle”
(Ülkü Tamer)
Haberturk
MuhtemeL KadroLar
TÜRKİYE
Volkan
Gökhan Gönül
Emre Aşık
İbrahim Üzülmez
Hakan Balta
Tuncay
Aurelio
Emre Belözoğlu
Arda
Semih
Nihat
İspanya
Casillas
Sergio Ramos
Albiol
Pique
Capdevilla
Cazorla
Senna
Xavi
Xabi Alonso
Torres
Villa
Maç öncesi "Bir sıfırlık bir yenilgiye razı mısınız?" dense, kahır ekseriyetle "evet" diyeceğimizi hepimiz biliyoruz. Ancak oyunun son bölümü hariç, İspanya takımı hiç de beklenen gibi değildi, Türkiye'den fena halde çekindikleri belliydi.
Yenilmezlik ve kazanma rekorlarını her maç biraz daha yükseğe taşıma sorumluluğu İspanyol takımını ahengini fena halde bozmuş. Böyle kötü bir İspanya'dan puan çıkaramadıysak; bunda Emre Belözoğlu ve İbrahim Üzülmez'in, maç boyu bir kez bile olsa hücumu denememelerinin etkisi büyüktü. Fatih Terim, görünüşte hücumu düşünen bir takım çıkarmıştı sahaya, ancak Arda'nın bile hücumdan çok savunmayı düşündüğünü hep birlikte gördük. Yiyen bulunursa, evet kazanmak için çıktık sahaya, varsın Casillas'ın forması tertemiz olsun, ne çıkar!
Artık grup liderliğini garantilemiş olan İspanya'yı, form düşüklüğünün de işaretlerini bolca vermişken, Ali Sami Yen'de yenebilecek bir iradeyi sahaya çıkarabilmeliyiz. Ama bunu başarmanın yolu asla "Doğan görünümlü Şahin" olmak değil, sahici oynamaktır.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun Kızı Olmak..
“Babacığım hakkını helal et her şey için” diyebilen, 16 yaşında üstelik, bir kız ve 13 yaşında bir oğul bırakarak ardında, Anadolu’nun unutulmuş dağlarının birinde, kimbilir nasıl acılar çekerek, ve kimbilir o beyaz ölüme saniye saniye yaklaşırken neleri düşünerek, maalesef daha 55 yaşında nokta koydu hayata, Muhsin Yazıcıoğlu. Uğruna ölümleri göze aldığı memleketi ve onun insanları, dağda ölümle pençeleşirken yardımına koşamayacak kadar aciz olsa da, yine de kimseye küsmeyecek bir gönül zenginliğine sahip olduğunu biliyoruz.
Ülkenin karanlık yıllarında emrini verdiği iddia edilen saldırıların, emperyalizmim kara oyununa mağlup düşen sağı ve soluyla tüm Türk gençliğinin yaşadığı trajedinin, hayattan koparılan körpecik fidanların ve o fidanları gözü gibi koruyup büyüten sevenlerinin yaşadığı onulmaz yaraların toplumsal sonuçlarını yaşayanlardan biriydim ben de . Üniversite yıllarımda adını duyduğumda bir ruh üşümesi yaşar ve insan olmaklığımı sorgulardım, aynı havayı soluyor olmaktan fena halde rahatsız olur fotoğraflarındaki gözleriyle bile temas kuramazdım.
Ekranlarda görmeye başladık sonra. Gözlerine hala bak-a-mıyor ama söylediklerini dinliyordum artık. Söyledikleriyle değil ama, söylemedikleriyle, içten içe bir pişmanlık yaşadığını, karşıt görüşlü öğrencilere yönelik acımasızlığını kendi içinde de sorgulamaya başladığını; ve daha da fazlası, o dönemin gençliği olarak emperyalizmin oyununa geldiklerini söylemeye başlamıştı. Yaptıklarını bağışlayamazdım, ama söylediklerini dinlemeye değer buluyordum artık. Ve daha önemlisi, öz eleştiri yaparken "çok samimi" olduğuna da inanmaya başlamıştım. Anlamıştım ki, birçok "çakal" gibi kişisel hesap batağına düşmemiş ve ne yaptıysa memleketei için yaptığına inanmıştı. Susurluk sürecinde, Abdullah Çatlı’nın cenaze törenine katılmasını da çokları gibi eleştirmemiş, ve anlamıştım. Evet, bir “insan” 17 yıldır görmediği bir “arkadaş”ının cenazesine katılacak cesareti gösteriyorsa, "insandır" , gözümde.
İçinde bulunduğum uluslar arası yardım kuruluşu nedeniyle “merhametine”de çok kez tanık oldum, belgeleriyle. Asla bilinsin istemezdi yaptığı yardımların. Şov adamı değil gönül adamıydı. Kızı Firuze’nin de vurgu yaptığı merhameti, beni de ziyadesiyle etkilemeye başlamıştı. Ve yaklaşık bir ay önce babasının katıldığı bir yayına telefonla katıldı Firuze, babasına hayran bir evlattı konuşan;
“Sahura kalkamadığımızda tepsiyle yatağımıza kadar yemek götürür”
“Çok güzel yemekler , en güzel de menemen yapar”
“Onun koçluğu olmadan hayatta tek bir adım atmak istemiyorum”
“İnanılmaz bir merhameti vardır babamın”
“narları tek tek ayıklayıp tabağımıza koyacak kadar sevgi doludur” ve benzer birkaç hayranlık ifadesi cümleler kurdu Firuze Yazıcıoğlu.
En sonunda da şunu söyledi;
“Hakkını helal et babacığım”
Firuze henüz 16 yaşında, belli ki mükemmel bir aile terbiyesi ve sevgisiyle büyümüş. Hayata hep sol memenin altından, yani vicdandan bakan biri olarak bu yayını izlemiş ve içimdeki tüm buzlar erimişti. Kızıyla böyle bir ilişki kurabilen bir “baba” asla “kötü” olamazdı, olmamalıydı.
Sonra dedim ki kendi kendime; güya rasyonalize ederek…
İki Muhsin Yazıcıoğlu var, biri 12 Eylül karanlığından, biri kızıyla kurduğu aydınlık dünyadan. Karanlık dönemini kalın bir çizgiyle bölüp, daha bir anlamaya niyet etmişken, çekti gitti aramızdan...
Firuze;
Sen ve kardeşin Furkan, merhum babanın hayata ve bizlere verdiği en değerli eserlersiniz. Hayat böyle bir şeydir işte. Sana kim bilir hangi duygu söyletti “hakkını helal et baba”yı. Ve babanın yayın sırasında göz pınarlarını dolduran aslında neydi, kim bilebilir ki..Bu anı ömrümce unutamayacağımı ve seni harika bir evlat olarak hatırlayacağıma eminim. Ve elbet babanı da, o sevgi dolu gözleriyle...
Sen ve Furkan, babanızı, sizlere narları bile ayıklayan ve geceleyin yatağınıza tepsiyle yemek götüren bir adam olarak hatırladıkça, babanız hiç ölmeyecek ve o karlı dağlara bahar gelecektir.
Kazada hayatını kaybeden 6 kardeşimize rahmet geride kalanlara da sabır versin...
“Bir soğuk yel eser/ üşür ölüm, ölüm bile
Anlatır akan kanı/ beyaz sesiyle”
(Ülkü Tamer)
Haberturk