mazlum5
Banned
- Katılım
- 25 Ocak 2006
- Mesajlar
- 1,805
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Bir arkadaşımla karşılaştım akşam vakti Nişantaşı'nda. Çok
yıllar var görmemiştik birbirimizi. Boş caddelerde hızla yürüyerek randevuma yetişmeye çalışıyordum, seslendi arkamdan "Az kaldı seni tanıyamayacaktım, saçların değişmiş" dedi. Ben de onu tanıyamazdım seslenmeseydi, onun da saçları değişmişti, artık yoktu saçları. Uzun süredir yurtdışındaymış, evlenmiş pek mutlu değilmiş ve iki çocuğu varmış.
Biz henüz 20'lere tırmanıyorken flört etmeye çalışmış ama
becerememiştik Başkent'in o zamanlar puslu ve nefes alınmayan
soğuk karanlıklarında.
Ben onun benden pek fazla hoşlanmadığını düşünürdüm, Ankara gibi
soğuktu konuşmazdı pek. Onunla buluştuğumuzda gözlüklerimi
takmazdım, utanırdım kocaman camlarından. O da gözlerimi kısarak baktığım
için beni `şirin' bulurdu. Oysa ben daha net görebilmek için iyice
kısardım gözlerimi ama asla şirin olmak istemezdim. O yaşlar genç kızların
hiçbir şekilde şirin olmak istemediği ve bu kelimeden nefret ettikleri
yaşlardır çünkü. Zaten ben de, bizim lisede basketbol oynayan çöp gibi
bacaklı upuzun bir çocuğu beğenirdim.
***
Ben yıllar sonra eski arkadaşımla karşılaşınca gideceğim
Randevuyu falan unuttum ve hemen ilk gördüğümüz kafeye daldık. Karşılıklı
iltifatlar edildi "Efendim hiç değişmemişiz, hiç yaşlanmamışız falan¤¤
sonra birer Türk kahvesi ısmarladık. Artık konuşan bir adam olmuştu. Bana
görüşmediğimiz ve haberleşemediğimiz yılları öyle tatlı özetledi
ki, sanki hiç ayrılmamışız gibi hissettim.
Aynı mahallede otururduk, aynı okula giderdik. O zamanlar
Ankara'da pek bir meşhurdu Deneme Lisesi. Benden iki yaş büyüktü. Laf döndü
dolaştı, bizim hiç yaşanmamış aşkımıza geldi. Herkes kendi yolunu
çizdiğinden, sevdiğini-sevmediğini bildiğinden, nereye gitmek istediğini
hedeflediğinden ötürü; eski aşktan konuşmanın bir sakıncası yoktu.
"Seni sevdiğim kadar hiç kimseyi sevemedim bir daha, bunu
sana asla söyleyemedim, utandım"...
Yanlış duyduğumu sandım, öyle anlamsız bakınca tekrarlamak
Zorunda kaldı.
Ben onu severdim, zaten benimle ilgilenmeyince ben bugünkü
Zevkimin temellerini atacak bir girişimde bulunmuş ve basketbolculara
yönelmiştim! Kalbim onu görünce çarpmayı bırakmamıştı ama. "Hala gözlerini
kısıyorsun" dedi. Kalbim, genç kız kalbi oldu, uçmak istedi, yerinden
fırlamak istedi; bırakmadım.
***
Attila İlhan ölünce ağlamış, beni düşünmüş. "Gözlerin gözlerime
değince, felaketim olurdu ağlardım. Beni sevmiyordun bilirdim, bir
sevdiğin vardı duyardım. Çöp gibi bir oğlan ipince, haylazın biriydi
fikrimce..."
Zamanında konuşmayan insanlardan nefret etmek için bir
nedenim daha olmuştu işte. Ya şimdi konuşulmalı ya ömür boyu susmalı; bana
`keşke'ler yaşatmak da nereden çıktı şimdi? Deli kalbime inat, içimdeki
"Bunları şimdi neden söylüyorsun, neden o zaman söylemedin, yaşanamayan
bir hayatın hayalini bana kurdurmaya utanmıyor musun" çığlıklarını
bastırarak, gülümsedim. "Ne şirinsin" dedim. Eli elimin üzerindeydi,
çektim. Sıcacıktı ama ısınamadım; yalan söylediğini düşündüm, sahtekâr
olduğunu. O da benim ne kadar soğuk olduğumu düşünsün istedim, bir
zamanlar onu kıskandırmak için "Çöp gibi incecik bir haylaz çocukla
çıktığımı" bilmesin istedim.
O yıllar önce susmuştu, ben şimdi susacaktım.
Bazen yollar isteseniz de kesişmiyor, iyi mi kötü mü bilemem?
Kaybetmek mi?
Arattim bulamadim..Verildiyse kusura bakmayin
yıllar var görmemiştik birbirimizi. Boş caddelerde hızla yürüyerek randevuma yetişmeye çalışıyordum, seslendi arkamdan "Az kaldı seni tanıyamayacaktım, saçların değişmiş" dedi. Ben de onu tanıyamazdım seslenmeseydi, onun da saçları değişmişti, artık yoktu saçları. Uzun süredir yurtdışındaymış, evlenmiş pek mutlu değilmiş ve iki çocuğu varmış.
Biz henüz 20'lere tırmanıyorken flört etmeye çalışmış ama
becerememiştik Başkent'in o zamanlar puslu ve nefes alınmayan
soğuk karanlıklarında.
Ben onun benden pek fazla hoşlanmadığını düşünürdüm, Ankara gibi
soğuktu konuşmazdı pek. Onunla buluştuğumuzda gözlüklerimi
takmazdım, utanırdım kocaman camlarından. O da gözlerimi kısarak baktığım
için beni `şirin' bulurdu. Oysa ben daha net görebilmek için iyice
kısardım gözlerimi ama asla şirin olmak istemezdim. O yaşlar genç kızların
hiçbir şekilde şirin olmak istemediği ve bu kelimeden nefret ettikleri
yaşlardır çünkü. Zaten ben de, bizim lisede basketbol oynayan çöp gibi
bacaklı upuzun bir çocuğu beğenirdim.
***
Ben yıllar sonra eski arkadaşımla karşılaşınca gideceğim
Randevuyu falan unuttum ve hemen ilk gördüğümüz kafeye daldık. Karşılıklı
iltifatlar edildi "Efendim hiç değişmemişiz, hiç yaşlanmamışız falan¤¤
sonra birer Türk kahvesi ısmarladık. Artık konuşan bir adam olmuştu. Bana
görüşmediğimiz ve haberleşemediğimiz yılları öyle tatlı özetledi
ki, sanki hiç ayrılmamışız gibi hissettim.
Aynı mahallede otururduk, aynı okula giderdik. O zamanlar
Ankara'da pek bir meşhurdu Deneme Lisesi. Benden iki yaş büyüktü. Laf döndü
dolaştı, bizim hiç yaşanmamış aşkımıza geldi. Herkes kendi yolunu
çizdiğinden, sevdiğini-sevmediğini bildiğinden, nereye gitmek istediğini
hedeflediğinden ötürü; eski aşktan konuşmanın bir sakıncası yoktu.
"Seni sevdiğim kadar hiç kimseyi sevemedim bir daha, bunu
sana asla söyleyemedim, utandım"...
Yanlış duyduğumu sandım, öyle anlamsız bakınca tekrarlamak
Zorunda kaldı.
Ben onu severdim, zaten benimle ilgilenmeyince ben bugünkü
Zevkimin temellerini atacak bir girişimde bulunmuş ve basketbolculara
yönelmiştim! Kalbim onu görünce çarpmayı bırakmamıştı ama. "Hala gözlerini
kısıyorsun" dedi. Kalbim, genç kız kalbi oldu, uçmak istedi, yerinden
fırlamak istedi; bırakmadım.
***
Attila İlhan ölünce ağlamış, beni düşünmüş. "Gözlerin gözlerime
değince, felaketim olurdu ağlardım. Beni sevmiyordun bilirdim, bir
sevdiğin vardı duyardım. Çöp gibi bir oğlan ipince, haylazın biriydi
fikrimce..."
Zamanında konuşmayan insanlardan nefret etmek için bir
nedenim daha olmuştu işte. Ya şimdi konuşulmalı ya ömür boyu susmalı; bana
`keşke'ler yaşatmak da nereden çıktı şimdi? Deli kalbime inat, içimdeki
"Bunları şimdi neden söylüyorsun, neden o zaman söylemedin, yaşanamayan
bir hayatın hayalini bana kurdurmaya utanmıyor musun" çığlıklarını
bastırarak, gülümsedim. "Ne şirinsin" dedim. Eli elimin üzerindeydi,
çektim. Sıcacıktı ama ısınamadım; yalan söylediğini düşündüm, sahtekâr
olduğunu. O da benim ne kadar soğuk olduğumu düşünsün istedim, bir
zamanlar onu kıskandırmak için "Çöp gibi incecik bir haylaz çocukla
çıktığımı" bilmesin istedim.
O yıllar önce susmuştu, ben şimdi susacaktım.
Bazen yollar isteseniz de kesişmiyor, iyi mi kötü mü bilemem?
Kaybetmek mi?
Arattim bulamadim..Verildiyse kusura bakmayin