- Katılım
- 23 May 2010
- Mesajlar
- 10,583
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
“Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür” diyor George Carlin….
George Carlin Amerika'da 1970 ve 1980 li yılların tanınmış bir komedyeni idi. Biraz ağzı bozuk olarak bilinirdi. Karısının ölümünden sonra (9 Eylül) ve 11 Eylül olayı sonrasında yazdığı yazıdaki zaman paradoksunu şöyle sıralamıştı:
Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.
Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.
Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin, kullanılıp atılan çocuk bezlerinin, yok edilen ahlakî değerlerin zamanıdır.
Bugün artık neşelendirmekten sakinleştirmeye, hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir.
Vitrinlerde her şeyin sergilendiği ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamanda yaşıyoruz.
Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmamak için caddenin karşısına geçmekteki sorunumuzu çözemedik.
Uzayı bile fethettik, ama iç dünyamızı feth edemedik. Kendimizce daha büyük işler yaptık, ama zannettiğimiz gibi daha iyi işler çıkaramadık.
Zaman artık, büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.
Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık……
George Carlin yukarıdaki yazısında, zaman içerisinde yaşamın insanoğlunun kontrolünden ve iradesinden nasıl çıktığına değinmiştir.
Kendi hayatımıza göz göre göre nasıl seyirci olduğumuzdan, kendi hayatımızın kontrolünü nasıl da dış dünyaya yani hayata ve insanlara teslim ettiğimizden bahsetmiştir.
Yıllara yaşam katamamak; dar bir bakış açısına sahip olarak, önyargılarımıza sımsıkı sarılarak ve gerçeklerden kaçıp, zannettiklerimiz ile yaşadığımız bir hayatı seçmektir. Düşünmekten, sorgulamaktan, öğrenmekten, şükretmekten, bedel ödemekten, sabır ve azimle beklemekten kaçtığımız bir yaşamı tercih etmektir.
Tüketim çılgınlığı içerisinde kaybolduğumuz, anlık keyiflere yenik düştüğümüz bir yaşam seçmektir. Üretme becerisine sahip olmak istemediğimiz bir yaşamı tercih etmektir.
Sürekli kolayı tercih ederek yaşadığımız, kendi hayatımızdaki sorumluluklardan ve problemlerden kaçarak veresiye yaşama alışmaktır, yıllara yaşam katamamak.
Kötü olan teknolojinin ilerlemesi veya her geçen gün sahip olduğumuz somut varlıkların gelişmesi değildir aslında. Kötü olan biz insanların niyetidir, biz insanların zihniyetidir.
Mesele, dış dünyadan yani hayattan ve insanlardan beklentilerimizi minimuma indirmek ve kendi iç dünyamızı zenginleştirebilmektir. Her şeye rağmen yürekli kalmayı becerebilmek ve kendi hayatımızın olumlu ve olumsuz, acı ve tatlı tüm süreçlerine sahip çıkabilmektir.
Mesele, İç dünyamıza yakınlaşarak, kendimizi bilerek yaşamaktır. “Kendini bilmek bir hastane yatağına benzer; temizdir ama acı doludur” der O Van der Hallen.
Söz konusu olan kendi yaşantımız ise, niye kendimizi bilmeden yaşayalım ki?
Neden zaman gibi büyük bir öğretmenin gerçek değerini bilmeyelim ki?
Neden problemlerden kaçarak veresiye yaşayalım ki?
Neden iç dünyamızı zenginleştirmeyelim ki?
Bu dünyadaki en büyük dostumuz kendimiz iken, neden kendimize yabancılaşıp ilaçlara sığınalım ki?
Neden iç dünyamızla ilgili düşünmekten korkalım, kendi hayatımızı sorgulamaktan çekinelim ki?
Socrates ne güzel de söylemiş; “Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez”
Sevgiyle ve sağlıcakla kalın…
Şeyda Küçükel
George Carlin Amerika'da 1970 ve 1980 li yılların tanınmış bir komedyeni idi. Biraz ağzı bozuk olarak bilinirdi. Karısının ölümünden sonra (9 Eylül) ve 11 Eylül olayı sonrasında yazdığı yazıdaki zaman paradoksunu şöyle sıralamıştı:
Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.
Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.
Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin, kullanılıp atılan çocuk bezlerinin, yok edilen ahlakî değerlerin zamanıdır.
Bugün artık neşelendirmekten sakinleştirmeye, hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir.
Vitrinlerde her şeyin sergilendiği ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamanda yaşıyoruz.
Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmamak için caddenin karşısına geçmekteki sorunumuzu çözemedik.
Uzayı bile fethettik, ama iç dünyamızı feth edemedik. Kendimizce daha büyük işler yaptık, ama zannettiğimiz gibi daha iyi işler çıkaramadık.
Zaman artık, büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.
Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık……
George Carlin yukarıdaki yazısında, zaman içerisinde yaşamın insanoğlunun kontrolünden ve iradesinden nasıl çıktığına değinmiştir.
Kendi hayatımıza göz göre göre nasıl seyirci olduğumuzdan, kendi hayatımızın kontrolünü nasıl da dış dünyaya yani hayata ve insanlara teslim ettiğimizden bahsetmiştir.
Yıllara yaşam katamamak; dar bir bakış açısına sahip olarak, önyargılarımıza sımsıkı sarılarak ve gerçeklerden kaçıp, zannettiklerimiz ile yaşadığımız bir hayatı seçmektir. Düşünmekten, sorgulamaktan, öğrenmekten, şükretmekten, bedel ödemekten, sabır ve azimle beklemekten kaçtığımız bir yaşamı tercih etmektir.
Tüketim çılgınlığı içerisinde kaybolduğumuz, anlık keyiflere yenik düştüğümüz bir yaşam seçmektir. Üretme becerisine sahip olmak istemediğimiz bir yaşamı tercih etmektir.
Sürekli kolayı tercih ederek yaşadığımız, kendi hayatımızdaki sorumluluklardan ve problemlerden kaçarak veresiye yaşama alışmaktır, yıllara yaşam katamamak.
Kötü olan teknolojinin ilerlemesi veya her geçen gün sahip olduğumuz somut varlıkların gelişmesi değildir aslında. Kötü olan biz insanların niyetidir, biz insanların zihniyetidir.
Mesele, dış dünyadan yani hayattan ve insanlardan beklentilerimizi minimuma indirmek ve kendi iç dünyamızı zenginleştirebilmektir. Her şeye rağmen yürekli kalmayı becerebilmek ve kendi hayatımızın olumlu ve olumsuz, acı ve tatlı tüm süreçlerine sahip çıkabilmektir.
Mesele, İç dünyamıza yakınlaşarak, kendimizi bilerek yaşamaktır. “Kendini bilmek bir hastane yatağına benzer; temizdir ama acı doludur” der O Van der Hallen.
Söz konusu olan kendi yaşantımız ise, niye kendimizi bilmeden yaşayalım ki?
Neden zaman gibi büyük bir öğretmenin gerçek değerini bilmeyelim ki?
Neden problemlerden kaçarak veresiye yaşayalım ki?
Neden iç dünyamızı zenginleştirmeyelim ki?
Bu dünyadaki en büyük dostumuz kendimiz iken, neden kendimize yabancılaşıp ilaçlara sığınalım ki?
Neden iç dünyamızla ilgili düşünmekten korkalım, kendi hayatımızı sorgulamaktan çekinelim ki?
Socrates ne güzel de söylemiş; “Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez”
Sevgiyle ve sağlıcakla kalın…
Şeyda Küçükel