Son mesajımdır. Türk Ocağı gider...

türk ocağı

serdengeçti
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
1,813
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Taceddin Dergahı
Selamünaleyküm değerli arkadaşlarım.

Yıllardır üyeyim bu platforma, son yıllarda fazla haşır neşir olmasam da arada bakmayı ihmal etmem. Eğer bir nebze siyasetten anlıyorsam, abartmadan söylüyorum memleket elden gidiyor. Son zamanlarda haber ve tartışma programı izlemiyorum. TV ekranları PKK sözcüleri ile dolmuş taşıyor. Ruh halim kaldırmıyor. Hakeza bu platformda da bazı insanlara laf anlatmak ızdırap oldu bana. Gerek yok. Artık buraya kadar. Eski adıyla hackhell yeni adıyla hhportalda bu son mesajımdır.

Geçmiş yıllarda aykırı mesajlarım oldu, kendi gönüldaşlarımın dahi fazlaca iddalı bulduğu tipten. Bu ülkenin genelinin algıladığı İslamı yanlış anlama ve algılama hatasının bir getirisi idi bu. Zaman zaman kemalist rejime karşı mesajlarım Atatürkçü arkadaşlarımın tepkisine sebep oldu farkındayım. Aradan geçen zamanda bize lanse edilen uydurulan İslamı değil, İndirilen İslamı inceledim. Çok yanlış bir noktada olduğumun farkına vardım. Üstad ve alim gördüğüm bazı önemli isimlerin sadece cahil, ama ikna kabiliyeti yüksek kişiler olduğunu farkettim.

Kimseyi ayırma gereği duymuyorum herkes daha iyiyi ve daha güzeli istiyor. Bende öyle, lakin değerler üzerinden arka planda ihanet tezgahlanıyorsa samimi olmak bir işi yaramıyor, saflık affedilir meziyet olmaktan çıkıyor. Bir zamanlar bu tip bir saflığa düçar olduğumu itiraf etmek istiyorum. Geçmiş mesajlarıma göz gezdiriyorum ve artık bir çoğuna katılmıyorum. Amiyane tabirle redd-i Miras ediyorum. Muhsin Yazıcıoğlu suikasti ve ondan sonra yaşadıklarım, gözümün açılmasına sebep oldu. Bir müsibet bin nasihattan iyidir derler ya, hoş keşke o müsibet yaşanacağına ben ölene kadar kör kalsaydım. Her neyse beni bu elim hadiseden sonraki mesajlarımla hatırlayın istiyorum. Siyasi görüşümde kırılma yok, sadece daha bilinçli ve daha donanımlı olduğuma inanıyorum. Ülkücüyüm, Türk Milliyetçisiyim, Antiemperyalist Kuran Müminiyim. Bu ulvi değerleri istismar edenlerin sahte demeçlerine tamah etmiyorum. Tarih bir bilgi alanıdır, inanç alanı değil bu meyanda tarihi ne resmi, nede İslamcı(!) tebaanın kuruntularıyla okumuyorum.

Sevgili kardeşlerim neye inanırsanız inanın nasıl düşünürseniz düşünün. Ama bu söyleyeceklerimi son mesaj olarak algılamanızı isterim:

1919 şartlarındayız.
İşgale teslim olmuş bir iktidar.
İşgali alkışlayan mütareke basını.
Devlet otoritesinin bitmiş olması.
Heyet-i Nasiha sı (akil adamlar)

Ve daha aklınıza gelebilecek her şeyiyle dört başı mamur bir işgal altındayız, artık bunları ulusalcı hezeyanlar olarak değil düpedüz gerçekler olarak inanınız. Siyasi İktidar ABD nin "büyük kürdistan" hedefini merhale merhale gerçekleştirmektedir.
Asla teslim olmayın, bu hedefin gerçekleşmesi için cesetlerimizin çiğnenmesi gerekir, lakin bu hedefi zaten göğüs göğüse çarpışarak değil alçakça ve kahpece tezgahlayacaklar.
İyi bilmek gerekirki bu süreçte yanlız ve zayıfız, muhalefet satın alınmış, medya satın alınmış, TSK davalarla bitirildi. MİT ve Emniyetin hali ortada. Fetullah çetesi yıllardır emniyete sızmış olmanın ekmeğini yiyor. Herşeyden önemlisi Bir Mustafa Kemalimiz yok.

Yinede elimizdekilere sahip olmalıyız enaniyetlerimizi bir kenara bırakalım Ne Mutlu Türküm Diyene sözüne sahip çıkacak bütün insanlar, asla birbirinize muhalif olmayın. Birleşin. Milli basına sahip çıkın, Milli mitingler, konferanslar yürüyüşlere katılın. Milli aydınlarımızı, akademisyenlerimizi, siyasetçilerimizi destekleyin. Altın vuruşu anayasa değişikliği referandumu ile yapmak amacındalar şiddetle "hayır" deyin ve hayır oyu çıkması için ne gerekiyorsa yapın. Mehmet Akifin balıkesirde "Türklere cefa ediyorlar. Milli teşkilatı boğmaya çalışıyorlar." diyen kişiye: Orada bir Türk Ocağı açınız ve mücadele ediniz! diye haykırdığı gibi mücadeleyi bırakmayınız.

Aşağıda Rahmetli Durmuş Hocaoğlu'nun 1999 da "anadilde eğitim" taleplerinin ilk dillendirilmeye başlandığı dönemde kaleme aldığı bir yazıyı paylaşıyorum bu benim son paylaşımımdır. Masum bir talebin nelere malolacağını ve bugün olacakları kaç sene evvelden yazan bu gerçek Türk Aydınına kulak verin sizden son ricamdır lütfen sindirerek okuyun. Uzun bir yazı olduğu için önemli kısımları kalınla işaretledim.

Hakkınızı Helal edin. Allah Türk vatanına, Türk Milletine, Türk devletine zeval vermesin. Allah işbirklikçileri kahretsin, mazlum ve masumların yardımcısı olsun.

Not: bölüm yöneticisi arkadaştan da ayrıca özür diliyorum. Hiç yoktan bir gün müsade ederse sevinirim sonrasında üyeliğimde dahil herşeyi silebilirsiniz.
----------------------------------------------------------------------------------------

Bölüm: I

Mâsûm Bir Talep ve Türklerin Zekâ Testi


Anadil'de Eğitim tartışmalarındaki uslûp, aslında hiç de yeni ve orijinal değil. Benzeri birçok girişim ve tartışmadan birisini de bundan takrîben ikibuçuk yıl kadar önce yaşamıştık. 1999 yılının ekim ayının ilk haftasında da, bir grup "Türkiyeli" ve "yabancı" (doğrusu "yabancı" yâni stranger değil "ecnebî" yânî foreigner olmalıdır) aydın ve yazar tarafından bir deklarasyon yayınlanmıştı. Altmış kadar imza sâhibinden "Türkiye'li" olanların da aslında "yabancı" (başka tür bir yabancı; "alien") olduğu bu deklarasyon üç aylık bir hazırlık çalışmasının ürünü idi ve listede hayli "ünlü" isimler mevcuttu.

İmza sâhipleri arasında bulunan, Fransa'nın eski kültür bakanı Jack Lang tarafından "yüzyılın son önemli deklerasyonu" olarak nitelendirildiği belirtilen bu bildiride Türkiye'deki Kürtler ve Kürt ve/ya Güneydoğu sorununa temâs ediliyor - burada işbu 'sorun' maymuncuk (veya joker) kelimesini, ihtivâ ettiği karmakarışık anlamları dolayısıyla tercîh ettim - ve Kürtlerin Türkiye'den bir tek istediğinin bulunduğu belirtiliyordu: "Türkiye Cumhuriyeti'nin birliği içinde kendi dili ve kültürel kimliğiyle yaşayan özgür birer vatandaşı olabilmek. Kendi dili Kürtçe ile okuyup, yazıp, eğitim görebilmek. Özgün kültürel kimliğiyle yaşamak, çalışmak ve hizmet etmek." Zâhiren oldukça "soft ve light" olan bu mâsûm talebin arkasından, hakîkatin bâtınını pek de gizlemeye lüzum görmeyecek kadar pervâsızlaşmış, pamuk bandajlara sarılmış "hard ve heavy" bir gizli tehdit müstekreh bir şekilde sırıtmakta idi: "Şiddetle ne devletin Kürtleri Türkleştirmesi mümkündür, ne de Kürtlerin haklarına kavuşmaları"

İşte, bu dahi, bize, hakîkatin zâhiri ile bâtınının, yâni görünür veçhesi ile derinlerdeki asıl yüzünün nasıl olup neredeyse birbiri ile kâmilen alâkasız şekilde farklılaşabileceğini bil-bedâhe isbâta muktedirdir: Mes'ele aynıdır: "Gönül ne kahve ister ne kahvehâne / Gönül sohbet ister, kahve bahâne" diyen hikmetli darb-ı meselde ifâde edilmiş olduğu veçhiyle, gönül ne eğitim istemektedir ne de başka bir şey; gönül siyâsî talep arzetmektedir, eğitim-meğitim bahâne! Hattâ buna "arzetmek" demek dahi mes'eleyi idrâk etmenin uzağında durmaktan başka bir mânâ taşımayacaktır; akıllı beylerin yaptığı düpe-düz bir "siyâsî talep dayatması"dır. Çünkü, o zaman olduğu gibi bugün de uslûp aynıdır: "Ya talebimizi kabûl edersiniz, ya da..."

"Ya da.. ne?"

Hele bir reddediniz, o zaman görürsünüz!

Ama biz "şimdilik" kaydıyla bu "tehdit" faslını geçelim; zîra, hem başlı-başına ve ap-ayrı konudur ve hem de âsî Kürd'ün dişinin Kurd'a geçmediğini herkes bilmektedir; ama 'soft ve light talep' önemli; iki sebepten dolayı:

Bir: Metod olarak önemli; zîra, tarihî tecrübe ile sâbittir ki, iyi hesaplanmış yumuşak talepler sert tehditlerden daha müessîrdir; hassaten Biz Türkler için.

İki: Konu olarak da önemli; zîra, dile getirilen talep, hakîkat hâlde, zâtı îtibâriyle fevkalâde ciddî, espri ile uyutulabilecek, görmezlikten gelinemeyecek, çözmedikçe de kördüğüm olacak kadar ciddî bir konuya temas etmektedir.

Evet, tehdit faslını geçelim ve hepimizin mâlûmu olan işbu talebe bakalım: "Anadil'de Eğitim", veya daha sahîh ismiyle "Kürtçe Eğitim" talebi. Bu talep, görünürde sâdece ve yalnız bundan ibâret; tabiî ki sâdece "şimdilik" kaydıyla.Metodun hârikulâdeliği de burada zâten: Sâdece şimdilik ve sâdece bu kadarcık!

Doğrusu ince-elenip sık dokunarak tatbîkata konmaya baaşlanmış olan bu projenin hesâbı oldukça derin, zekî, ince bir hesaptır ve öyle görünüyor ki Biz Türkler'in iki hassasının varsayımı üzerine kurulmuş bulunmaktadır. Bu varsayıma göre:

Bir: Türkler, konu "vatan" - Batı dillerinde bire-bir karşılığı bulunmayan bir terimdir bu - olunca çok sarp ve döğüşken olurlar; bu deli heriflerin elinden zorla toprak alınmaz; filvâkî, bilhassa İkinci Harp'ten sonra yumuşayıp ciddî bir recüliyyet krizine giren Evropa'da herhangi bir ülkenin başına musallat olsaydı on kere pes edip masaya oturacağı bir PKK belâsına bu adamlar bana mısın demiyorlar; ekonomilerini batırma bahâsına, fidan gençlerinin tâze bedenlerini gözünü kırpmadan toprağa serme bahâsına, Güneydoğu'nun tamâmını taşıyla toprağıyla satsak bu masrafa değer mi değmez mi diye hesap etmeden silâha silâhla karşılık veriyorlar; vur Allah vur - iyi de vuruyorlar hani!. Aslında bu yolu tümden kapatmaksızın yine de açık tutmakta fayda var; meselâ ne olur ne olmaz, Türkiye'nin pek de şimdilik hiç görünürde olmayan büyük bir belâya dûçâr edilmesi - Afganistanlaştırılma gibi, Iraklaştırılma, Yugoslavlaştırılma gibi ve buna benzer belâlar - durumunda çok işe yarayacağı muhakkaktır; tarihte kaybettiğimiz toprakların büyük kısmı elimizden böyle çıkmadı mı nitekim; Bulgar'ın veya Yunan'ın haddine miydi Türk'ün pençesinden toprak koparmak!.. Onun için savaş baltalarını hepten toprağa gömmek yerine silip-temizleyerek, yağlayarak, hîn-i hâcette der-akab ellerin uzanıp kavrayacağı kadar yakın ve emniyet altında olacağı bir yerde bulundurmakta fayda var.

Lâkin; bu ihtimâle de bu şekilde açık bir kapı bulundurmakla berâber şimdilik bir işe yaramayacağı için, Türklerin daha sağlam ve emîn netîceler almaya imkân veren ikinci özelliğine bakalım.

İki: Türkler ne kadar sarp ve döğüşken ise, bir o kadar da aptaldır; derin siyâsetten, ince işlerden anlamazlar. Türk'ten zor-u bâzu ile alamadığını yağ çekerek, tabasbus ederek, yaltaklanarak, hîle ve hud'a ile alırsın. Çünküler çünküsü, Türk "saf"tır, "ağa"dır, "bey"dir; O'na "ağam" de, "beyim" de, gözünün kaymağını ye; "ağam" de, "beyim" de, malını elinden al!

İmdi: İşbu faraziyenin hesâbına nazaran, Türkler nasıl olsa "aptal" ya; "şimdilik ve sâdece bu kadarcık" bir mâsum talebin arkasından nelerin geleceğini anlayamaz.

Bunun için konu "toprak" - yâni vatan - olursa Türklerle sakın sert ve ağır (hard ve heavy), yâni dik-dik konuşma; yoksa adamların gözleri dönmeye başlıyor; yumuşak ve hafif (soft ve light) konuş ve şöyle de: "Ağam! Beyim! İki gözüm kör olup önüme aksın kötü bir niyetim varsa; ben sâdece ve şimdilik... /...hem de çok sevdiğim Türkiye'nin uygar dünyada hak ettiği yerini alması ve töhmet altında kalmaması için..." O zaman kuvvetle umulur ki bu aptal Türkler şöyle diyecektir: "Yâhû! Çok ağladı garîbim; verelim gitsin; n'olacak ki. Hem zâten adamlar da kötü niyetli değilmiş; Türkiye'nin iyiliği için bu işi yaptıklarına yemîn ediyorlar; üstelik Türkiye de bundan yıkılmazmış canım; üstelik, lâf aramızda, bizim kulağımıza da dediler ki, eğitim hakkı versen de ne olur; hiçbir Kürt, çocuğuna Kürtçe eğitim verdirmek istemezmiş; ya Türkçe ya da en iyisi İngilizce istermiş: Yok, yok! Bunda bir kötülük yok; adamların niyeti hâlis; maksat Türkiye kurtulsun; öyle diyorlar vallahi..."

***

Acaba bu varsayımlar nice doğru?

Aziz Nesin'den beri nedense Türkler'in aptallığı hayli mevzû edilir oldu. Yoksa farkında değiliz de, biz Türkler dışarıdan bakılınca hakîkaten aptal mı görünüyoruz? Bir durup tefekkür edelim. Buradan iki ihtimâl çıkar:

Bir: Biz Türkler hakîkaten aptalızdır; imdi, eğer öyle ise, mahvolduk demektir; ama velâkin, aptal olsaydık aptal olduğumuzu anlayamazdık. O hâlde bu ihtimâlin doğru olmaması iktizâ eder.

İki: Biz Türkler aptal değilizdir de dışarıdan öyle görünüyoruzdur; o zaman öyle görenler belki mahvolmuştur diyemeyebiliriz, ama salaktırlar ve ziyandadırlar diyebiliriz. Akıllı olup da dışarıya aptal görüntüsü vermek sâfî hakîkat ve hikmet nokta-i nazarından değilse de siyâseten daha efdâldir.

Fakat fikrimce, bunlara şu ihtimâli de eklemek mümkün olsa gerektir: Biz Türkler aptal değiliz; amma "saf"ız ve dahi "ganî gönüllü"yüz. Saflığımız bugüne kadar çok kullanıldı, düpedüz istismâr edildi; ganî gönüllülüğümüz de öyle. Saflığımız da ganî gönüllülüğümüz de, kötülüğe ve hîle ve hud'aya pek bulaşmamış bir kültürden, Gladio (Şövalye; Alp) ve Imperium (Saltanat) kültüründen neş'et etmektedir. Hîle ve hud'a ise her türlü mel'anet ve habâsetin bağrında yeşermesine müsâit kötü bir vasat olan Vendetta (İntikam) kültüründen ve onun bir uzantısı olan "Eşkıyâ" kültüründen gelmektedir. Gladio kültüründen "asker ve ordu" çıkar, Vendetta kültüründen ise Eşkıyâ! Gladiatorlar devlet kurar ve hükmederler; Vendettorlar ise "eşkıyâ çetesi" kurarlar, hırsızlık, soygun, talan ve çapul yaparlar ve sürekli olarak da Gladiatorlar'dan sopa yerler ve mutlak büyük bir gücün - ki bu büyük güç de ekseriyetle bir Gladiator gücüdür - hâkimiyeti altında yaşarlar. Gladiatorlar, Fukuyama'nın tâbiri ile "tarihin sonu"na ulaşırlar, Vendettorlar ise tarihe gömülüp kalırlar. Gladiator'lar (Alp'ler) açık dövüşürler, güçlerine çok güvenirler ve bunun netîcesi olarak da pek ince hesap yapmazlar, yapamazlar; Vendettor'lar ise güç yetmezliğine binâen açık dövüş(e)mezler, yüzden ve cepheden değil arkadan dövüşürler, arkadan vururlar; yakalanınca da açık yüzlü ve açık dövüşen Gladiotor'un istismâra müsâit ganî gönlüne sığınırlar; onların önünde yerlere kapanmaktan hazer etmezler; çünkü Vendettor için haysiyet derûnî bir mânâ taşımaz.

Bence bu ihtimâli daha bir göz önünde tutmakta fayda var.

Bu ihtimâllere bir de, çok muhtasaran, şu zeyli düşmek isterim: Adına "Türk İntelijansiyası" denen karmakarışık, amorf kitle, büyük kısmı îtibâriyle, aslında "Türk" nâmını taşımaya ehliyetli olmayan basit, sığ, birkısmı mâhiyet meçhûl, yüzünün büyük bölümü karanlıklara gömülü ve dahi çok müessîr bir kısmı da "suyun öte yakası"na âit olan bir gûnâ âdemler cemâatidir. Böyle bir gürûhtan, Türkiye'nin ve Türklerin hayrına olacak şeyler ummak nâfiledir.

Böyle hayırların potansiyel olarak umulması mümkün ve muhtemel olan bir diğer Türk İntelijansiyası ise, üzerindeki tezek kokusu beşyüz metreden burun direğini kıracak mertebede köylü olduğundan nâşî bu potansiyelin kaale alınmaya müstahak bir aktüel hâle tahavvülünü de uzunca bir müddet hesâba katmanın doğru olmayacağı kanâatindeyim.

Bu zeyle "siyâset erbâbı"nı dâhil etmeye şimdilik niyetim yok; amma, asıl problemin, temizlenmesi asla mümkün olmayan, bütün kötülüklerin döl yatağı olan bu alanda olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.

***

Şimdi konuyu biraz daha genişleterek tahlîl etmek üzere ikinci bölüme geçelim.



Bölüm: II

"Büyük Proje"nin Özlü Bir Tahlîli


Şimdi bir kere daha ve vurgu ile ele almakta fayda var: Türkiye'de siyâsî etnikçilik hareketlerinin hemen-hemen bidâyetinden beri bir manivelâ gibi kullandığı ve üzerinde ısrarla durduğu en önemli konulardan başında geleni "Anadil'de Eğitim"dir.

Konu mücerret şekliyle ele alındığında sâfî bir insanlık hakkı olmaktadır; el-hak, öyledir de. Fakat siyâset nokta-i nazarından ele alındığında vazıyet tepeden tırnağa değişmektedir. Paradoksal ve/ya çatışkın yâhut çelişkin gibi görünen bu durum, Siyâset'in tabiatından ileri gelmektedir. Zîra, mükerreren belirtelim ki, Siyâset, mücerret, romantik, ideal bir zihnî egzersiz alanı değildir; Siyâset, bir hâkimiyetler ve menfâatlar çekişmesi alanıdır. Siyâset'in en ziyâde tenkîd ve hattâ takbîh ve dahi tel'în edilen tarafı budur; bu tür ağır ithamların mücerret mânâda pek yersiz ve boş olduğu da söylenemez; ama ne yapalım ki Siyâset de budur. Siyâset, Hayat'ın bizzat kendisidir; Hayat ise Platon'un Semâvat'ta var-olduğunu farzettiği ve Yer'de de bir benzerini inşâ etmeyi tahayyül ettiği İdeal Düzen ile hiç uyuşmakta değildir; Esâsen Platon'un kendisi dahi "İdeal" kavramını "en iyi" anlamında değil, "ulaşılamayacak kadar iyi, elde edilemeyecek kadar mükemmel" olarak târif etmektedir. Hayat budur; elde edilemeyecek kadar kusursuz olan değil, elde edilendir, elde edilenin kendisidir; o sebeple kusurludur, İyi'nin yanında Kötü de aynı hayâtın içinde birlikte mündemiçtir; Hayat, iyilikelrden ve kötülüklerden, çatışkılardan, çelişkilerden oluşur; Hayat aynı zamanda Kötülük'ün bütün tohumlarını da içinde taşır.

İmdi; Anadil'de Eğitim talebi, gayr-i kaabil-i içtinab bir sûrette bizi gerçekler dünyasına, Hayat'a Siyâset'e götürmektedir; çünkü böyle bir talep, Resmî Eğitim Dili konusuna müteveccîhtir
çünküler çünküsü, asıl hedefi odur.

Resmî Eğitim Dili konusunu da sâfî mücerret bir düzlemde değil siyâsî düzlemde ele aldığımızda - ki öyle almalıyız - şu taş gibi katı ve sert gerçeklik ile karşılaşmakta olduğumuzu göreceğiz: Resmî Eğitim Dili, doğrudan-doğruya siyâsettir; Siyâset'in ta kendisi; hem de en radikal esaslarından birisi.

Zîra, bütün zamanlar boyunca da ehemmiyetli olmakla berâber, bilhassa günümüz modern devlet modellerinin aslî şeklini oluşturan Ulus-Devlet ile birlikte, resmî dil ve ona bağlı olarak resmî eğitim dili fevkalâde büyük bir ehemmiyet kesbetmiş bulunmaktadır ki bu da şöyle özetlenebilir: Bir ülkede "resmî eğitim dili", başka hiçbirşey değil, "hükümranlık sembolü"dür.

Bu açıdan, bir ülkenin "resmî eğitim dili" ile "resmî dili" fonksiyonellik açısından özdeştir; tamâmiyle ve bire-bir özdeştir. Bu sebeple, resmî eğitim dili değişimi talebinde bulunmak, hükümranlık değişimi talebinde bulunmak demektir.

Şimdi bu noktada gözleri asıl konuya çevirmeye başlamanın lâzım geldiğini ihtâr etmeliyiz: Türkiye'de siyâsî Kürtçülük cereyanının en başından beri yöneldiği ve bu açıdan çok ciddîye alınması şart olan büyük bir hedefi bulunmaktadır: Türkiye'yi, "iki dilli, iki halklı" bir ülke olarak önce fiîlen ve sonra da hukuken tescîl ettirmek: "Türk Dili ve Kürt Dili" ve "Türk Halkı ve Kürt Halkı". Bu büyük gayenin gerçekliğe taşınabilmesi için, en etkili silahların başında Kürtçe Eğitim'in tescîli gelmektedir; yâni, Kürt dilinde eğitim, sâdece bir paravanadır. Yoksa, bu teklîfi ileri sürenlerin kaahır ekseriyetinin maksadı bu dil ile gerçek bir eğitim yapılması değil, Türkiye'nin, iki dilli bir ülke olduğunun tescîl edilmesidir. Mükerreren ve vurgulayarak söylüyorum: Bu vazıyeti bir defa tescîl ettirdikten sonra, bir tek kişinin Kürtçe dilinde eğitim görmemesi dahi zerre kadar ehemmiyet taşımayacaktır; çünkü maksat bu değildir! Çünkü asıl maksat, azar-azar, safha, kademe-kademe geliştirilecek olan büyük bir projedir.

Bu büyük projenin mîmarlarının - asıl mîmarların, yâni büyük patronların başkası olduğu kanâatindeyim; bizdeki taşeronların öyle büyük projelere soyunacak zekâ ve diğer kaabiliyetlerinin bulunduğunu düşünmüyorum bile - Bouterweck'in bir felsefî prensip şeklinde ifâde ettiği şu siyâset kuralını çok iyi bildikleri anlaşılıyor: "Bir kamışı aşırı derecede bükerseniz kırılır; çok isteyen azı da bulamaz".

***

Şâyet bu büyük projenin bu ilk safhası, İç Kamuoyu - yâni onların aptal telâkkî ettiği biz Türkler'in kamuoyu - ve "ricâl-i devlet" pasifize edilerek gerçekleştirilebilecek olursa, diğer safhalar çorap söküğü gibi kendiliğinden gelecektir.

Safahatı sıralayalım:

1. Safha, Kürtçe'nin eğitimde Türkçe'nin yanında ikinci resmî dil olarak tescîlidir; bu safha, bu büyük projenin giriş kapısıdır;

2. Safha'da sıra, Kürtçe'nin mahkemelerde Türkçe'nin yanında ikinci resmî dil olarak tescîline gelecektir;

3. Safha'da, ilk ikisinin tamamlanmış olması ile, Türkiye'nin Türkçe ve Kürtçe diye iki ayrı dil sâhibi olan Türk ve Kürt adlı iki ayrı halktan oluştuğu da "de facto" (fiîlen) tescîl edilmiş olacaktır. Artık Türkiye bir üniter ülke değildir, o iş bitmiştir. Zîra, iki dilli ve iki halklı bir ülkenin hâlâ "üniter" sıfatı ile muttasîf olduğunun iddia edilmesi abesle iştigalden başka birşey olamaz. Bakmayınız siz bu zekâ küplerinin "ama biz Türkiye'nin üniter yapısının bozulmasına karşıyız, efendim" diyerek tatlı dille konuşmalarına; bu sözler önce biz Türklerin zekâsını ciddîye almamanın ve sonra da daha keskin zekâ oyunlarının alâmetidir.

4. Safha'da sıra, Türkiye'nin ikili yapısının "de facto" (fiîlî) tescîlinin "de jura" (hukukî) tescîline gelecektir. En önemli safha budur ve muhtemelen şöyle olacaktır: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda çok köklü bir tâdilât yapılarak şu meâlde hükümler konacaktır:

1: Türkiye Cumhuriyeti, Türk ve Kürt halklarından oluşmuş bir devlettir.
2: Türkiye Cumhuriyeti'nin resmî dilleri Türkçe ve Kürtçe'dir.


***
Hârika! Hakîkaten hârika!

Efendiler; bu safhadan îtibâren, artık "Türkiye", "Türkiye" değildir; haberiniz olsun ve dahi geçmiş olsun! Zâten, kat'iyete yakın bir ihtimâl-i gaalibe ile birgün sıra onun adına ve bayrağına da gelecektir; buraya kadar getiren bu noktada bırakmaz; ama henüz vakit erkendir. Bouterweck'i hâtırlayınız: Kamışı kırmamak için onu sonuna kadar bükmemek gerektir. Bu metodun o kadar filozofça olmayan âmiyâne ismi "Salam Metodu"dur ki Salam'ın yenme şeklinden mülhemdir: Salam'ı bütün olarak birden ağzına atan, tıkanıp fücceten gidebilir; ol sebepten nâşî, dilimlemek evlâdır.


Bölüm: II

"Büyük Proje"nin Final Safhası


Bundan önceki bölümde çok ince hesaplara müstenîd bir "büyük proje"nin adım-adım yürütülecek ilk dört safhasını irdelemiştik. Şimdiki bundan sonraki safhaları ve finali ele alalım:

5. Safha'da sıra, 4. safhada söz konusu ettiğimiz Anayasa değişikliği ile dönülmesi çok zor ve hattâ imkânsız bir yola girmiş olan Türkiye'nin idârî (administratif) yapısının "üniter" (bütüncül) sistemden "federatif" sisteme tebdîl edilmesi olacaktır. Bu değişiklik dahi çok radikal olacağı için muhtemelen birden teşebbüs edilmeyecektir; bu dilim hâlâ boğaza takılabilecek kadar kalındır; biraz daha inceltmek lâzım gelmektedir. Evet, bu hâlâ, ağzına atanın ağzını ilelebed kapattırabilecek kadar kalın bir dilimdir; çünkü zâten Anayasa değişikliği ile çok radikal bir değişim sürecine adım atmış olmakla ciddî bir rahatsızlık ortamının husûle geleceği âşikâr olan Türkiye'de sert bir şekilde federatif sisteme geçiş şiddetli bir tepki doğurabilir; henüz hazım sıkıntısı çeken Türkler uyanıp "neler oluyor, yâhû" diyebilirler; bu sebebe binâen Türk kamuoyunun - artık bu ülkede bir önceki safhadan îtibâren birbirine zıt ve hattâ cepheleşmiş iki ayrı ve farklı kamuoyu bulunduğunu da içimize sindirecek kadar geniş mîdeli olmaklığımız gerekir - bir müddet daha zihin alıştırmasına ihtiyâcı vardır; damardan iğne yapılırken şırınganın birden boşaltılmaması gibidir bu. Ne gibi derseniz, meselâ, bir vakitler "Türkiye'nin federasyonu tartışmaya alışması lâzım" diyerek damardan ağır-ağır federasyon enjeksiyonu yapmaya kalkışan, bu bahtsız memleketin kaderine senelerce hükmedebilecek en tepeleri işgal etmiş, görülmemiş derecede vatan-perver bir hipnozcu ve iğneci "tonton amca" gibi.

***

İmdi; üniter yapıdan federatif yapıya, "Türkiye Cumhuriyeti"nden "Türkiye Federal Cumhuriyeti"ne geçişin hukukî sürecinin şu şekilde olacağını tahmîn ediyorum:

1: Mahallî İdâreler Reformu yapılarak, Merkezî Sistem aşamalar hâlinde dağıtılacaktır. Bunun için bugün de tedâvüle sürülen çok kurnaz gerekçe(ler) özetle şu şekilde olacaktır:

a: Türkiye'de merkezî idârenin gerçekten de rezâlet seviyesindeki hımbıllığı ve hantallığı çok ciddî ve haklı tutamakları da olabilen, ama arkasında başka hesaplar saklayan bir gerekçe olarak öne sürülecek, ve "yerinde yönetim" sloganı ile Türk Kamuoyu (eğer hâlâ öyle bir kamuoyu kalmışsa) ve Devlet pasifize edilecektir.

b: Ayrıca, hepimizin gururunu okşayan ve bizleri sarhoş eden şu fikir ileri sürülecektir: "Türkiye o kadar büyüdü o kadar büyüdü ki, sormayın gitsin; bir dev oldu, dev! O, artık - bakınız hele zekânın mertebe ve derecesine - merkezden yönetilemeyecek kadar büyük bir güçtür." Merkez'den yönetilemeyecek kadar büyümüş bir "süper Türkiye" imajı! Nasıl; beğendiniz mi? Sanırım gururumuz kifâyet miktarınca okşanmıştır. Öyleyse artık bu kadar büyümüş, azmanlaşmış, yere-göğe sığmazlaşmış devlerin devi bir ülkenin bir nebzecik küçültülerek ekonomik boya indirilmesi gerektiğini siz de kabul edersiniz herhalde; devam edelim.

6: Mahallî İdâreler ile açılan yol, yavaş-yavaş, adım-adım "federasyon"u tahakkuk ettirecektir; ama dikkat! Hâlâ adım-adım; burasını asla unutmamalıyız: Kamış hâlâ sert ve salam hâlâ kalın!

a: Bu federatif yapı ana hatlarıyla iki kısımdan oluşacaktır; Kürt Bölgeleri ve "diğerleri". "Kürt" adı ve "federasyon" sıfatı muhtemelen hiç zikredilmeyecektir; adın ne önemi var ki, birâder! Önemli olan "cisim"; "isim" dediğim sonradan da gelir; önce tosunumuz bir doğsun; isim babası, vaftiz babası, her ne ise.. mutlaka gelir Hind'den veya Yemen'den yâhut Evropa Birleşik Devletleri'nden.

b: Olağan-üstü yetkilerle donatılmış Belediyeler, Federasyonlaşma sürecini adım-adım gerçekleştirecek olan motorlar olacaktır; müstakbel Kürdistan haritasında yer alan her belediye meclisi, resmî veya gayri resmî olarak bir "mahallî parlamento" olacaktır; işbu mahallî parlamentolar birer "mahallî hükûmet" teşkîl edecek ve Fâtih'in bir sığır derisinden koca bir Rumeli Hisârı çıkardığını anlatan menkîbede olduğu gibi, zaman içerisinde durmadan yetkileri ve güçleri büyüyecek olan bu mahallî yönetimlerle durdurulamaz bir süreç başlatılarak, "belediyeler"den "devlet" çıkarılacaktır. Artık "cihangîrâne bir devlet çıkardık bir aşîretten"deme zamanıdır. İlk önceleri muhtemelen bütünüyle "merkezî hükûmet" - behey akıllı Türkler; bu terimleri şimdiden içinize sindirmeye başlayınız, çünkü el'ân dahi kullanılmaktadır - yetkisinde ve emrinde olacak olan vergi tahsîlâtı, jandarma ve polis gibi dâhilî güvenlik kurumları, yine aynı "efendim, merkezden olmuyor" gerekçesi ile "mahallî hükûmet"lere bırakılacaktır; ağır-ağır; yavaş-yavaş! Kamışı fazla bükmeyiniz! Hem aslında olmuyor da canım! Kürd'ün başında Türk emniyetçisi olur mu? Dilleri birbirini tutmuyor ki!

c: Bütün bu süreçte ve bu müddet zarfında, müstakbel "Devlet-i Aliyye-yi Kürdistân"ın bağrından fışkıracağı federasyonlaştırma bölgeleri Merkezî Hükûmet'in - yani biz aptal Türklerin - sırtından ve kesesinden tosun gibi büyütülmeye devam edilecek; müstakbel Ebed-Müddet Büyük Kürdistan'ın bütün alt ve üst yapısı biz sivri zekâ Türklere hazırlatılacaktır. Meselâ, Büyük Kürdistan'ın bütün yolları, barajları yapılacak; sanâyii kurulacak; ilkokuldan üniversiteye dek bilumum eğitim kurumları te'sîs edilecek, hattâ müstakbel Kürt Ordusu yetiştirilecek ve şık bir hediye ambalajı içerisinde takdîm edilecektir. "Biz Türkiye'den şu kadar sene kopamayız" diyen dehhâş zekânın ne demek istediğini şimdi anlayabildiniz mi akıldâne Türkler! Siz hâlâ uyumaya ve "Vay be! Adamların bizden ayrılmaya niyeti yokmuş; demek ki aslında bizim içimiz-dışımız fesad!" demeye devam ediniz.

7: Final sahnesine çok yaklaşmış bulunuyoruz: Türkler, artık yapabileceğini yapmış, verebileceğini vermiştir; sıra, adı ne olursa olsun, fiîlen federasyon olan bu yapının hukukî bir statüye kavuşturulması ve daha ileri bir aşama olan, "bağımsız devlet"e tahvîlidir. Bu da güzellikle olmazsa zorla olur: Bütün bu mahallî yönetimlerin parlamentoları olağan-üstü bir celse aktederek bütün dünyaya bir deklarasyon yayınlar ve nominal (adsal) federasyon - veya otonomi veya bağımsızlık - satütüsünden real (gerçek) federasyon - veya otonomi veya bağımsızlık - statüsüne geçtiklerini îlân ederler. Merkezî Hükûmet ve Merkezî Parlamento bunu kabul ederse ne alâ; değilse, buradan kavga, yâni iç-savaş çıkar.

Amma velâkin; artık atı alan Üsküdar'ı geçmiştir: Bu deklarasyon ile tebliğ edilen hukukî statüyü tanıyacak kıyâmet kadar devlet vardır; Avrupa Birliği başta olmak üzere! Bu durumda Türkiye, kırk katır ile kırk satırdan birisini beğenmek zorunda kalacaktır. İşte Irak örneği; işte Yugoslavya örneği. Hangi kaya daha sertse git başını on vur! Zâten psikoloji ve ekonomik olarak omurgası ezilmiş bir Türkiye'nin yapacağı fazla bir şey de kalmış değildir.

***

Şimdi ise, bu azîm projenin noktayı koyacağı yeri, Biz Türklerin elinden, saflığımıza güvenerek yumuşak metodlarla toprak almanın, bir koyundan iki post çıkarırcasına bir devletten iki devlet, bir vatandan iki vatan çıkarmanın son safhasını, yâni "perde"nin nasıl indirileceğini görelim.





Bölüm: IV

...ve "Perde"!


Artık gerekli bütün zemîn, ahvâl ve şerâit bilâ noksan tahakkuk etmiştir; herşey hazırdır: Türkiye'nin doğum sancıları sona ermiş ve nur topu gibi bir Kürdistan peydahlamıştır.

Perde budur. Oyun sona ermiştir; herkes evine gidebilir.

Öyle ise, muhteremler: Kendi ellerimizle kurduğumuz Büyük Kürdistan hayırlı olsun!

Kürdistan da ne Kürdistan! Tarih boyunca hiçbir Kürd'ün adım atmamış olduğu Karadeniz'e, Akdeniz'e açılan; yetişmiş elemanı, yolu, garajı-barajı, sanâyii, herşeyi ile biz "ağa" Türklerin sırtından servetiyle ve kesesinden kurulmuş, yetiştirilmiş, saat gibi çalışan bir "Büyük Kürdistan"!

***

Birkaç yıl sonra Kürt ve Türk devlet adamları biraraya gelerek birbirlerinin elini sıkabilir ve "kültürel ve tarihî ortak paydalar" mavalını anlatabilirler.

***

Unutmadan eklemeliyim: Buna rağmen "Kürt Sorunu"nun bittiğini sanmayınız, ağalar. Bitmez; bitebilemez. Zîra, Büyük Kürdistan'ın hâricindeki Türk bölgelerinde kalan Kürtlerin hiçbirisi yerinden kımıldamayacaktır; İstanbul ya da Bursa, Balıkesir dururken Hakkâri'ye kim gider? Muhtemeldir ki, birçok yerde Kürt kantonları oluşturulacak ve biz bütün bu problemleri aynen ve daha şedîdâne yaşamaya devam edeceğiz; kolay mı; adamların arkasında artık bir de Büyük Kürdistan var.

***

Böyle bir projenin tahakkuk imkânı ve ihtimâli nedir? Bu imkân ve ihtimal, hiçbir zaman sıfır değildir; ama yüzde yüz olması da fevkalâde zordur.

Amma dikkat! Tarih bizlere, nice "fevkalâde" zorlukların tahakkuk ettiğini anlatmaktadır. Bu imkân ve ihtimâlin sıfır olmayacağını, siyâseti ve tarihi gündelik kaba algılamaların ötesine ve fevkıne yükselerek okuyabilen, basîret ve ferâset sâhibi herhangi bir kişi rahatlıkla görebilir. Öncelikle ve behemehâl, Tarih!

Tarih'in filozofça tetkiki, birbiriyle korelatif bir münâsebet içerisinde bulunan Modern Milliyetçilik akımları ve Ulus-Devlet'lerin, İmparatorluklar'ı tasfiye ettiğini göstermektedir; şimdi ise, Mikro-Milliyetçilik olarak da adlandırılan Etnikçilik akımları Ulus-Devletler'i tehdit etmektedir. Bilhassa, Türkiye gibi, Ulus-Devlet olma sürecini henüz kâmilen ikmâl edememiş ülkelerde bu tehdit çok daha ciddî bir mâhiyet arzetmektedir.

Bir kere daha ve vurgulayarak belirtmeyi üzerime düşen bir görev telâkki ediyorum: Siyâset, evvelen bir hükümranlık alanıdır; sâniyen, romantizme, fantaziye asla tahammül etmeyen; cezâsı çok ağır olan, çok katı, çok sert, çok merhametsiz bir menfâatler çatışması alanıdır.

Bu sebepledir ki, bir ülkede şâyet herhangi bir şekilde, birbirleriyle uyuşması, te'lif edilmesi mümkün olmayacak, bir "toplumsal sözleşme" hâline getirilemeyecek kadar derin zıtlıklar ve çatışmalara dayanan, birbiriyle yolları kesişen siyâsî menfâat farkılılaşmaları ve bununla râbıtalı olarak da aynı evsafta, birbiriyle yolları kesişen siyâsî hükümranlık alanları teşekkül edecek olursa, bu yol kesişmeleri, bu barışmaz, bu gayri kaabil-i te'lif (antagonistik) farklılaşmalar eninde sonunda kaçınılmaz bir ayrışmaya doğru gider ki bu ayrışmanın muhtemel versiyonları burada etüd edilemeyecek kadar geniş bir spektrum teşkil etmektedir: Dostça bir boşanmadan, en kanlı çatışmalara kadar uzayan geniş bir spektrum.

Şu hâlde, öncelikle yapılması mutlak îcap eden şey, yolların kesişmesine sebebiyet verecek disosasyonlardan (çözülmeler) uzak durmak olmalıdır. Toplumda böyle bir çözülmeye ve bir daha te'lifi mümkün olmayacak derece kutuplaşmalara giden yolu başlatacak girişimlerden birisi, dilimizin döndüğünce anlatmaya çalıştığımız, toplumun tehlikeli bir şekilde heterojenleşmesinin motoru olacak olan "birden fazla dilde eğitim" talebinin kuvveden fiile çıkarılmasıdır.

***

Türkler, Cumhuriyet tesis edilirken, Araplar ile olduğu gibi Kürtler ile de radikal bir biçimde ayrılmış olsalardı bu problemlerin hiçbirisi bugün yaşanmayacaktı; öylesi muhtemelen - bilhasa Türkler için - çok faha hayırlı olacaktı. Kürtlerle olan birliktelik Biz Türkler'e hiçbirşey kazandırmış değildir; ama ne yapalım ki bir kere olan olmuştur; artık bu birliktelik bizim kaderimizdir.

Fakat şu husûsa da dikkat edilmesini salık veririm: Bütün ayrımcılığa rağmen, Türkler ve Kürtler Cumhuriyet süresince halk tabanında bu birlikteliği daha da fazla pekiştirmişlerdir. Nitekim muhtelif sebeplerle ve muhtelif şekillerde, her ikisi de birbiriyle çok fazla iç-içe girmiş bulunmaktadır. Türk-Kürt evliliği ile oluşan aile sayısının milyonu aşmış olması; gırtlağına kadar hıyânete batmış hâin veya saf gaafillerin Kürdistan dedikleri bölgelerden Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere doğru, tamâmiyle irâdî ve gönüllü olarak yapılan göçler; karşılıklı olarak te'sis edilen iş ve komşuluk münâsebetleri iyi okunmalı ve ham hayâller peşinde koşulmamalıdır. Ben bu tabloyu şöyle okuyorum: Bu evlilikleri yapanlar, "biz biriz" diyorlar ve dahi bu göçü yapanlar "Türkiye'nin her yeri bizim için aynı derecede vatandır" diyorlar.

Kezâ, daha başka birkaç yerde ve daha mufassalan yazmış olduğum gibi, Türkiye'nin tabiî gelişim sürecinin toplumsal bir homojenleşmeye ve entegrasyona doğru yürüdüğünü ve bu îtibarla, Türkiye Kürtleri'nin büyük kısmının "Sosyolojik Türk" olduğunu dahi söyleyebilirim.

Bu iyi bir gidiştir; iyi bir fırsattır. Tarihin bize sunduğu bu fırsat iyi değerlendirilmeli, birtakım uçuk-kaçık ve mâhiyeti karanlık entel makulesinin kışkırtıcı fantazileriyle zihinlerin iğfal edilmesine izin verilmemeli, mikro-milliyetçiliklere, daha sahih bir deyimle, Kürt etnikçiliği'ne îtibâr edilmemelidir.

Akıllar başlara devşirilmeli ve kimin adamı olduğu meçhul karanlık eşhâsa yüz ve prim verilmemelidir.

Aksi takdirde, ne sosyolojik Türkleşme, ne evlilik ve ne de başka hiçbir şey, etnikçiliğin açtığı yarayı kapatmaya kifâyet edebilir.

Aksi takdirde, "Siyon Protokolleri"nde yazdığı gibi, kan gövdeyi götürür; kardeş, kardeşin kılıcıyla düşer.

Bu kan denizinde kimin boğulacağını da herkes çok iyi bilir.
Devlet'i ve Vatan'ı müdâfaa etmek için herşey câizdir, mübahtır ve meşrûdur.
Ve dahi bilinmelidir ki, "herşey" demek "herşey" demektir.

DURMUŞ HOCAOĞLU


k:Durmuş Hocaoğlu Resmi Web Sitesi - Anadil'de Eğitim Üzerine Odaklandırılmış Bir Büyük Projeye Dâir
 
Muhsin Yazıcıoğlu suikasti ve ondan sonra yaşadıklarım, gözümün açılmasına sebep oldu.
Gözüm açıldı demişsin ama gördüğüm kadarıyla yanlış açılmış. Ulusalcı darbecilerin katlettiği merhum Yazıcıoğlunun suikastından sonra gözünün açıldığını söyleyip ulusalcı darbecilerden yana saf tutmuşsun

hakikaten keşke hiç açılmasaymış yazık
 
Gözüm açıldı demişsin ama gördüğüm kadarıyla yanlış açılmış. Ulusalcı darbecilerin katlettiği merhum Yazıcıoğlunun suikastından sonra gözünün açıldığını söyleyip ulusalcı darbecilerden yana saf tutmuşsun

hakikaten keşke hiç açılmasaymış yazık

Bir şey demiyorum kardeşim, vaktinizi alacak ama paylaştığım yazıyı okuyunuz. BBP de siyaset yaptım. Suikast ve sonrası yaşananları camianın içinden biri olarak müsade ette senden daha iyi bileyim ...
 
Detayları bekli bilebilirisn de katledenlerin kim olduğu açık seçik ortada. Birileri gibi Hayır darbeciler katletmedi başbakan katlettirdi zırvalığını terennüm edeceksen anlatma üstü kalsın
 
Detayları bekli bilebilirisn de katledenlerin kim olduğu açık seçik ortada. Birileri gibi Hayır darbeciler katletmedi başbakan katlettirdi zırvalığını terennüm edeceksen anlatma üstü kalsın

Diktatörlüğe bak. Sen suçla başkası suçlayamasın. Harbiden aynı sudan içmişsiniz. Bu suikastı kimin düzenlediği ile ilgili hala somut bir belge somut bir delil yok ortada. hükümet sallamıyor üstüne bile gitmedi bu işin. neden ? Ezbere konuştuğunuzu bir kere daha anlamış olduk.
 
Degerli kardesim Allaha emanet ol mukemmel ozetlemissin bu aralar etrafta o kadar cok sinek var ki....

basiretsizlik cahillik gericilik hepsi bir arada uyutuluyor gonuldasim bu mucadele ozunde iyilik ve kotuluk savasidir...

Allahin izniyle Turk milleti kazacaktir

bu necip millet her yuz yil bu badireleri yasadi icten distan hainlerle yara aldi suan ki gidisat hic i degil bunu anlamak icin tv de 10 kanali degistir 10 gazete oku kimlerin ne oldugunu bu gidisati cozmeye yeter

milletimiz buyuk bir gaflet icinde malesef ummetcilik adi altinda herkesin agiza bir parmak bal caldilar herkesi uyutuyorlar ulkeyi peskes cekiyorlar amac siyonizme hizmet buyuk israilin temelini musluman kanlariyla atiyorlar

anlatsam tesiri yok sussam gönül razı degil neyse kardesim Allaha emanet ol dua ile
 
telefon 7/24 açık :)

ama

gün döner keserin sapı gideceği yeri bulur :)

Allah'a emanet üstad
 
Sonunda uyduruk din ile gerçek din arasındaki farkı anlamışsın ve şimdi hakikatleri daha net görüyorsun. Başlarda sana katılmasamda yozluk yobazlık karşısında düşünen sorgulayan biri olduğundan dolayı hep destekledim desteklemeye çalıştım çünkü seni kazanacağımızdan emindim. Bu forumda islam bölümünde yönetici olmanı isterdim.

Kırgınlığını anlıyorum ancak hata yaptığını düşünüyorum çünkü laf anlatmaya çalıştığın güruhu kendin gibi sanıyorsun hatta kardeş diyorsun, bu senin saflığından iyi niyetinden olsa gerek. Ülkemizde ortalığı karıştıranların, bozgunculuk bölücülük yapan maymunların soyu sopu belli şimdi ülkemizde ortalığı karıştıran bölücülük yapan maymunları görüyorsun, onlara kardeş diyormusun? Ülkemizde bölücülük bozgunculuk yapan maymunlar malesef forumdada var birine kardeş diyorsan iki kere düşün ve herkesi kendin gibi sanma bu sana naçizane öğütüm olsun. Kan kardeşliğinden gayrısı yalan dolandır, Din kardeşliği ancak TANRI katında mümkündür, biz TANRI katında değil türlü türlü namussuzluğun türlü türlü dolabın döndüğü bir dünyada yaşıyoruz, Tanrı katında olsaydık şerefsizlik namusuzluk olmaz kardeşlik olurdu.

Ben uzun zamandır bu forumu takip ediyorum ara verdiğimde üyelik bilgilerimi unutuyorum şifreleri kaybediyorum yeniden üyelik yapıyorum. Seni burada görmek isterim, kimseye bir şey anlatma zorunda değilsin seni anlayan anlıyor mesajlarını takip eden ediyor zaten.

Allaha Emanet Ol....

Not: Durmuş Hocağolunun sitesini tarayıcıma kaydettim, mümkün oldukça takip edeceğim...
 
Gözüm açıldı demişsin ama gördüğüm kadarıyla yanlış açılmış. Ulusalcı darbecilerin katlettiği merhum Yazıcıoğlunun suikastından sonra gözünün açıldığını söyleyip ulusalcı darbecilerden yana saf tutmuşsun

hakikaten keşke hiç açılmasaymış yazık

yahu bu mantığı bir türlü çözemiyorum.yada ortada bir mantık yok.ulusalcılar muhsin yazıcıoğlunu katletmiş!ne yaptılar peki?ordunun içerisindeki ulusalcılar f-16 füzesi mi fırlattı?ya da yerden roket,lav silahı mı salladılar?ey cahil insanlar..

memleketimde olan bir olay.bizim memleketin kışının bir sivasın kışından farkı yoktur.kaza olduğu zaman zaten her yer karlarla kaplı.bırak uçağı,helikopteri; kuş bile uçamıyor o soğukta,ayazda.
yaşanan bir teknik arıza ve risk alınarak çıkılmış bir yolculuk.tabi kimse sonucun böyle olmasını istemezdi.

Bilmeden sallayan insanlara sesleniyorum.Bırakın şu çamur at izi kalsın mantığını.mantık sahibi olun.Amacınız ordudaki atatürkçü ve ulusalcılara çamur atmak.tüm mesele bu.ama ancak kendi çamurunuzda yüzersiniz siz!
 
Aramızda kal diyeceğim, ama sen kararını vermişsin.
Mükemmel bir paylaşım, teşekkürler.

Allah, yar ve yardımcın olsun.
 

Ya bilmeden konuşuyorsunuz yada herzaman ki gibi ulusalcı darbeci katilleri koruma refleksi ile saçmalıyorsunuz

Muhsin Yazıcıoğlunun helikopteri bulunduğunda beyni sökülmüştü









[video=Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinden kara kutuyu söken subaylar]14336[/video]

Helikopterdeki beyni keçiler sökmüş gibi mi görünüyor.Yada görüntülerdeki subaylar aslında subay değilde subay elbisesi giymiş AKP milletvekilleri mi

Muhsin yazıcıoğlu'nu AKP ortadan kaldırttı diyecek kadar zırvalayan densizlere kapak olsun
 

Ya bilmeden konuşuyorsunuz yada herzaman ki gibi ulusalcı darbeci katilleri koruma refleksi ile saçmalıyorsunuz

Muhsin Yazıcıoğlunun helikopteri bulunduğunda beyni sökülmüştü









[video=Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinden kara kutuyu söken subaylar]14336[/video]

Helikopterdeki beyni keçiler sökmüş gibi mi görünüyor.Yada görüntülerdeki subaylar aslında subay değilde subay elbisesi giymiş AKP milletvekilleri mi

Muhsin yazıcıoğlu'nu AKP ortadan kaldırttı diyecek kadar zırvalayan densizlere kapak olsun

Yahu arkadaş söylediklerine sen inanabiliyormusun acaba?nedir bu kin,bu yafta,bu öfke..

kazadan sonra yaralı olan muhabir telefonda konuşmadımı?son sözlerinde bizi f-16 jetimi düşürdü dedi?ya da roket salladılar mı dedi.kaza arkadaşım kazaa!.

yolda bir trafik kazası oldumu polis olay yerine gelip tutanak tutmazmı?

Ne oldu peki nasıl düştü helikopter?onun görüntüsü de varmı?f-16 mı düşürdü,f-4 mü?eğer düşürmüş olsaydı helikopterin külü kalırmıydı sence? nasıl bir senaryo çizersin?bırakın bu işleri..

kışın ortasında insan dışarı çıkamıyor,eski bir helikopter maraşın en soğuk,en yağışlı gününde ve en yüksek tepesinde düşüyor ve bunu türk ordusundan birileri yapıyor.
Tsk nın kar,sis ve olumsuz koşullar içerisinde atış yapabilen füzeleri var sanırım biz bilmiyoruz.
 


DESTİCİ: 'DÜŞTÜĞÜ ZAMAN BULUNDU'

BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, Muhsin Yazıcıoğlu'nun kazasıyla ilgili o iddiaların doğru olduğunu söyledi.

Savcılığın konuyu açıklığa kavuşturmasını beklediklerini bildiren Destici, hava araçlarının olay günü kaza yerine ulaştığına dair belgelerin bulunduğunu teyit etti. Bu konuda kendilerine yönelik bilgi ve belgelerin akmaya devam ettiğini belirten Destici, ''Düştüğü zaman bulunduğuna dair bilgiler var." dedi. Destici, kazanın üzerine gittikçe bir takım çevrelerden de uyarılar gelmeye başladığını dile getirerek, ''Özellikle emekli askerler uyarı mahiyetinde, 'Neden bu kadar üzerine düşüyorsunuz? Bu bir kaza, altında bir şey aramayın' diyorlar.'' dedi.

İyi okuyun amigolar bunları ben demiyorum.Muhsin Yszıcıoğlu'nun dava arkadaşı ve şuan BBP Genel başkanı Mustafa Destici söylüyor

ve dahası


'JETLERİN DÜŞÜRDÜĞÜNE İLİŞKİN ŞÜPHELER ARTIYOR'

Konuyla ilgili "Kanlı Çukur" kitabına değerlendirmelerde bulunan Emekli Hava Albay Mustafa Hacımustafaoğulları, saat 14.59'da helikopter ile jetlerin bir noktada buluşması jetlerin helikopteri bilerek veya bilmeyerek düşürdüğüne ilişkin şüpheleri artırdığını belirtti. Hacımustafaoğulları'nın yaptığı analiz şöyle: "Genelkurmay Başkanlığı'nın bugüne kadar hazırladığı raporlarda, jetlerin helikoptere mesafesinin 28,5 km olduğunu söylüyordu. Ortaya çıkan belgeler ile bunun doğru olmadığı anlaşılıyor. Jetlerin helikoptere çok daha yakın mesafede uçtuğu anlaşılıyor. 14.43'de helikopter Çağlayancerit'ten kalkış yaptıktan sonra 2 dakika sonra HK046 iz numaralı F4'ün kalkış yapıp helikopterin uçtuğu istikamette uçması bir tesadüf olamaz. Dolayısıyla diğer savaş uçaklarıyla saat: 14.59'da bir noktada buluşması jetlerin helikopteri düşürdüğüne ilişkin kuşkuları daha da artırmaktadır. Kısaca şunu söyleyebiliriz. Jetler, saat: 14.59'da helikopterin tepesindeydi.

PATLAMA SESİNİ DUYAN KÖYLÜLERİN İHBARI, DİKKATE ALINMADI

Öte yandan "Kanlı Çukur" kitabında DDK'nın konuyla ilgili yaptığı çok önemli bir tespite de veriliyor. Jetler ile Yazıcıoğlu'nun helikopteri karşılaşma olasılığına ilişkin DDK, patlama sesini duyan köylülerin ihbarda bulunduğuna vurgu yapıyor.

Öte yandan Gülefer Yazıcıoğlu'nun avukatı Selami Ekici'nin radar uzmanları, pilotlar ve mühendislerin içinde olduğu bir ekip tarafından olayın simülasyon görüntüsü de hazırlandı. Soruşturmayı yürüten savcılığı da teslim edilen simülasyon, DDK'nın yaptığı tespitler, İsmail Güneş'in çektiği fotoğraflar, helikopterin sürati, yerden yüksekliği, jetlerin irtifa bilgileri hesaplanarak hazırlandığı iddia edildi. Simülasyon görüntüsüne göre de saat: 14.59'da helikopter jetler ile karşılaşıyor
.

Muhsin Yazıcıoğlunun eşi Gülefer Hanımın kim olduğunu söylememe gerek yok sanırım artık onuda anlayacak kapasiteniz vardır diye düşünüyorum

Yoksa.......
 
Tabii ya.. Mesela bende birini öldürsem. Gidip başında sigara içerken ya da cebinden paraları alırken bi sigara yakar , poz veririm. Yoksa benim yaptığımı nasıl anlayacaklar. Hey allahım ya.
 
türk ocağı nerelerdesin ne diyorsun bu bilgi ve belgelere buna göre sen Stockholm sendromuna yakalanmışsın.
 
Adam sana kapağı bırakmış gitmiş daha neyin peşindesin.

Ergenekon dediğin olay tam bir komedi. Bi bok bildiğiniz yok , ağa babanız bunlar suçlu dedi , toprak altına 2 gün önceden gömdüler mühimmatı , 2 tane uyduruk belge Hoopp bunlar devleti yıkma planı içindeydiler haydi içeriye. Yapılan kazı çalışmalarının hepsi medyaya kesilerek servis edildi. Hiçbirisi tam anlamıyla gerçeği yansıtmıyor.

Ergenekon dediğin olayı 2007 de içi boş gece konduyla başladı değil mi ? Koskoca ergenekoncular , devleti yıkacaklar ya. Muhimmat sandığını gecekondu çatısının üzerinde bırakmışlar :) Daha sonra o evden çıkan 20 tane el bombası imha edildi denildi. Tabi devlet baba gereğini yaptı türkiyeyi felaketten kurtardı.. Yüzlerce tutuklamaya neden olan bombalar ortada yoktu. Bombaların mahkeme kararıyla imha edildiği açıklandı. Gerekçe olarak bombaların “patlama tehlikesi” gösterildi. savcılık el bombalarının imha edilmesi için talepte bulunmuş, mahkeme de aynı gün aldığı kararda bombaların imha edilmesine karar vermişti. Yani çok gizli örgütü ortaya çıkaran deliller, mahkeme kararıyla imha edilmişti.

Sonra ne oldu ? aaa O da ne ? başka bir kazıda imha edildi denilen bombalar oradan çıktı. Üstelik ümraniyede ki sözde baskında doğru düzgün tutanak bile yok.

Adamları ergenekoncu diye içeri aldın. Sonra Kafana göre bir yerleri kazdırdın. Nereye elini atsan ne hikmetse mühimmat çıktı. Hemde adamlar içerdeyken biri gelmiş 2 gün öncesinin gazetelerine sarıp gömmüş. Çıkan mühimmatlar hep jelatinli yani sıfır. Üstelik ankara gibi kışı sert bir iklimde kırsal bir bölgedeki topağın altına gazeteyle gömülmüş silahlar o şartlara rağmen hiiiçç yıpranmamış. O yağmura çamura nasıl dayandıysa artık . Şimdi bunu niye anlattım. Bütün tezgah hazır. Askerin üzerine bir bu suikastı yıkmamıştınız.

Bu memlekette ki demokrasi, hak , hukuk , adaleti akp bitirmiştir. Biat etmeyene , el etek öpmeyene ne ekmek ne de saygı var.

Neyse.. Adalet er geç yerini bulacaktır. Kim suçluysa çekecektir cezasını..
 
Ne yapsak boş. her lafa maydanoz oluyor her cümleye sazan gibi atlıyor bir sonraki durumu ise her tuza hıyar olma durumu
 
Verecek cevaplarınız olmadığında hakaret etmeyi kesseniz iyi olur. Akpyi eleştiriyoruz sanki sülalenize sövmüş gibi hakaret ediyorsunuz. Eminim ki direk küfür etsek bu kadar tepki vermezsiniz..
 
türk ocağı nerelerdesin ne diyorsun bu bilgi ve belgelere buna göre sen Stockholm sendromuna yakalanmışsın.

Yazdığım cevabın seni tatmin edeceğini sanmıyorum zira AKP narkozu yemişlerden tedavi umudumu keseli yıllar oldu. Yinede diğer arkadaşlarım için izah edeyim de rahmetlinin niçin katledildiğini daha iyi anlayasın.

2005-2006 yıllarında Türk Milliyetçisi akademisyenler ülkenin gidişatını ne yöne olacağını kestiriyor ve ne yapılması gerektiğini istişare etmeye başladılar.

MHP içerisinde mücadele etmek Bahçeliye rağmen mümkün değildi. Mevcut gidişatın değişmemesine sebep olanlardan biride bizatihi Bahçeliydi zaten.( Her ne kadar muhalefet ederse etsin son MHP kongresinde Bahçeliyi hararetle destekleyen ve kazandığında derin bir oh çeken AKP hükümetidir.)

Genel kabul milliyetçi bir parti kurmak ve böylece siyasi mücadele vermek oldu.

Muhsin Yazıcıoğlu süreci takip ediyordu, bu kişilerle görüştü. Aynı kaygıları taşıdığını ve halihazırda bir parti varken başka bir parti kurup sıfırdan başlamanın mantıksız olduğunu söyledi. BBP çatısı altında birleşilip mücadele verilebilirdi.

Bu görüş kabul gördü. BBP kurulduğu yıldan bu yana hiç bu kadar hareketli günler yaşamamıştı her hafta bir başka yerde katılım törenleri düzenleniyor, parti günden güne güçleniyordu. MHP ye yakın sitelerde yapılan anketlerde mhp ile kafa kafaya çıkıyordu. Alperen Ocakları büyüyor, ülkücülerin akınına uğruyordu, hatta yorgun ve en sağlam adamlarını kaybetmiş BBP teşkilatları bu yoğunluğu kaldırmada zorlanıyor, aksaklıklar çıkıyordu.

BBP yorgundu çünkü yıllar süren başarısızlık, her seçim meydanında Muhsin Başkanın en önemli komutanlarını cephelerde kaybetmesine sebep olmuştu geride kalanlar piyadelerdi(topçu destici v.s.)

BBP kuruluş itibariyle milliyetçilikten ziyade siyasal islamcı bir politika güttü. 2005 den sonra ise ivmesini daha ziyade milliyetçiliğe çevirdi. Yuhalanan bozkurt figürü yerini bozkurtlu resimler altında mitinglere çevirdi. Lakin parti tabanı ve teşkilatları daha önce narkozu yemişti:

Hatırlayın, Muhsin Yazıcıoğlu’nun küçük ama iddialı ve birbirine imanla kenetlenmiş dava arkadaşlarıyla bir partisi vardı.. Yakın zamanlarda zehirli balık iskorpit(gülen cemaati) bu küçük ama sesi çok yüksek partinin sularına sızıverdi. Kırk yılın dava arkadaşları bir anda karanlıkta kayboldular, hiçbir siyasi duruşa dokunamaz oldular, hayatlarını bir davaya adamış ve hep kahraman gibi konuşmuş yüzlerce genç lider adayı öldürücü bir sessizlik içinde kavranılmaz bir savrulmaya düştüler.. Kan mı zehirlendi kemikler mi kırıldı, ne olduysa, zehirli balık’ın oltada görünmesiyle oldu. NİHAT GENÇ(ZEHİRLİ BALIK İSKORPİT YAZISINDAN)

Herneyse Muhsin Başkanın söylemleri ve tavırları değişti, çok sert ve vurucu bir milliyetçi söyleme büründü. Haliyle ülkücülerin dikkatini çekmeye başladı. Bazı kişiler BBP ulusalcıların eline geçiyor söylemlerini dillendirmeye başladılar. Hrant Dink, Rahip santora cinayeleri Alperen Ocaklı gençlere fatura edildi, yinede BBP nin yükselişi önlenemedi. Derken 2007 cumhurbaşkanlığı seçimi tıkanıklığı ve erken seçim kararı işin rengini değiştirdi. Ne oldu bilinmez lakin Muhsin Başkan seçime katılıp en az yüzde 5 oy alacak ve şeytanın bacağını kıracakken önce ittifak söylemleri sonrada bağımsızlarla katılma kararı alındı. İşte bu noktada Muhsin Başkanı bu duruma kim ikna etti bilemiyoruz. Parti seçime katılmadı ve partiye katılan bütün milliyetçiler hayal kırıklığı içerisinde istifa ettiler.

Ancak şunu iyi biliyoruz. O yıllarda partiyi ulusalcılar bastı diyenlerden biri BBP genel başkan yardımcısı, bugün AKP manisa milletvekilidir. Bir diğeri elazığ akp milletvekilliğine aday oldu ama seçilmedi. Vakit gazetesinin internet sitesinde hükümet goygoyculuğu yaptılar. Bir başka rivayet ise Muhsin Başkanın AKP milletvekili kayınçosunun süreçte etkisi olduğu.

Vehlasıl Muhsin Başkan tek başına meclise girdi ve mücadele etti taki suikast gününe kadar. Kazanın olduğu gün TOPÇU denilen adam hiç bir arama kurtarma çalışması olmadığı halde devlete hükümete teşekkür edip durdu. Destici denilen adam ise parti binasını ziyaret eden böyüklerin ellerini öpmekle meşguldü (demirel v.s.).

Muhsin Başkanın en yakın arkadaşlarından biri Abdurrahim Karakoç dahi ertesi gün "devlet elinden geleni yapıyor" diye yazabilecekti.

Velhasıl Muhsin Başkan koskoca bir yanlızlığa ve ölüme kendi dava arkadaşları tarafından terkedildi. Yıllar süren davasında ise mahkemeye müşteki imzası atmaya bile yanaşmadılar mevcut TOPÇU ve DESTİCİ beyler. Bırakın davayı takip etmeyi müdahil dahi olmaktan KORKTULAR. Çünkü BBP topyekün cemaatin eline geçmişti artık.

Muhsin Başkanın ardından genel başkan olan TOPÇU partiyi topyekün AKP nin stepnesi durumuna soktu referandumda açılımda hükümeti destekledi. TOPÇU yu o koltuktan indirmek için imza toplayan YAVUZ AĞIRALİOĞLU ve yanındakiler ZAMAN gazetesi tarafından " ERGENEKONCULAR BBP Yİ İŞGAL ETMEYE ÇALIŞTI" diye haber konusu oldu.

Narkozlu taban ve delege yapısı sayesinde milliyetçiler BBP de söz sahibi olamadılar. Seçimde arkadan nal toplayan partinin başkanlığı için tekrara aday olan yavuz ağıralioğluna karşı bu sefer Muhsin Başkanın eşi ve çocukları Mustafa Desticiyi başkan adaylığı için zorla aday ettiler. Mustafa Destici kazandı. Milliyetçiler Yavuz Beyle birlikte istifa ettiler. Parti devşirilmiş şekilde yeni dönemde kullanılmak üzere yedekte tutulmaya devam ediyor.

Geçen sene daha ortada müzakere felan yokken Alperen Ocakları "terör özel sayısında" nur cemaatinden bir akademisyen müstear isimle iki yazı kaleme aldı. apoyla kucaklaşılmalı, federasyon özerklik anadilde eğitim gibi bir sürü saçmalık bu dergide yazıldı paylaşıldı.

BUGÜN BBP İÇİNDE BİR TANE DAHİ TÜRK MİLLİYETÇİSİ BARINDIRMAYAN, AKP NİN UCUZ BİR YALAKASI OLMAYA FETULLAH EFENDİLERİNE BOYUN EĞMEYE DEVAM EDEN PESPAYE BİR SİYASETİN TEMSİLCİSİ MESABESİNDEDİR.

SENİN BUGÜN MUHSİN BAŞKANIN DAVA ARKADAŞLARI, AİLESİ FELAN DİYE SAYDIĞIN ADAMLAR BAŞKANIN HESABINI SORMAKTAN KORKAN ZAVALLILARDIR. MELİH GÖKÇEĞİN İHALE YANDAŞLARIDIR, GÜLEN CEMAATİNİN GÖNÜLLÜ KÖLELERİDİR. MUHSİN BAŞKANIN EN BÜYÜK TALİHSİZLİĞİ ETRAFINI BU TİP ADAMLARIN SARMIŞ OLMASIDIR.

DEVAMLI ASKERİN ÜZERİNE ATMAK NİYETİNDESİNİZ SUÇU. MUHSİN BAŞKAN BÜYÜK BİR OPERASYONLA ŞEHİD EDİLDİ VE SADECE TSK DEĞİL, EMNİYET, MİT, HÜKÜMET BÜTÜN DEVLET KURUMLARININ ORTAKLAŞA ÇABASIYLA YOKEDİLDİ.

TSK içerisinne NATO cu ABD ci komutanlarla Milliyetçi Komutanlar arasında mücadele yokmu sanırsınız? Her üniformalı HAİN mi sizin gözünüzde? Her üniforma taşıyan subay ulusalcımı sizin gözünüzde?

Muhsin Başkan Türk Milleti diyen, Üniter yapıyı savunan, Türkiye Cumhuriyetinin kıymetini değerini bilen bir siyasetçiydi. Vatan dediğin nedirki iki kadın memesine satarım diyen liberallerden bölcülerden ve siyasal islamcılardan nefret ediyordu. Bugün yokluğu kimin işine yarıyorsa Muhsin Başkanı katledenler onlardır. ÜLKE BÖLÜNMENİN EŞİĞİNE GELECEKTİDE BAŞKAN YERİNDE OTURACAKTI ÖYLEMİ? BİRDE UTANMADAN SÜRECE DESTEK OLURDU DİYENLER VAR. BUNLAR BİR KEZ BİLE BBP YE OY VERMİŞ DEĞİLDİR, BİR KEZ BİLE MUHSİN BAŞKANI DİNLEMİŞ DEĞİLDİR, AMAÇLARI BÜYÜK BİR İSMİN İSTİSMARINI YAPMAKTIR. YUKARIDA YAZDIKLARIM BİZATİHİ YAŞADIKLARIMDIR İÇİNDEN GELİYORUM.

BBP DE NE OLMUŞ NE BİTMİŞ BAŞKANI KİM KATLETMİŞ SAMANYOLU TV DEN TAKİP EDİP BURALARDA ZIRVALAMAYIN.
 
Geri
Üst