Satılık basının deşifre olan bir kanadı

64general1

New member
HH Üyesi
Katılım
14 Haz 2007
Mesajlar
1,720
Reaction score
0
Puanları
0
Ertuğrul Özkök Konuşuyor...

Açık İstihbarat Özel

Emin Çölaşan'ın Bilgi Yayınlarından yeni çıkan "Kovulduk Ey Halkım, Unutma Bizi" başlıklı kitabında yeralan anektodlar; Ertuğrul Özkök'ün maskesini indiriyor.

"Ben gazetecilik değil canbazlık yapıyorum" itirafında bulunan; geldiği noktayı "eskiden iyi bir şarap alacak param bile yoktu" cümlesi ile özetleyen Ertuğrul Özkök isimli bu şahsiyetin nezdinde Türk medyasının geldiği canbazlık noktasını; Emin Çölaşan'la ilgili eleştiri hakkımızı saklı tutarak, siz okurlarımızın dikkatine sunuyoruz...

"Keyfimize bakalım. Paramız iyi, maaşımız iyi. Rahatımız yerinde. Niye kendimizi sıkıntıya sokalım. Frenli gidersek ; hükümeti eleştirmezsek hiç sorun kalmaz. "

"Hürriyet'i yönetmek Türkiye'yi yönetmekten çok daha zordur. Bu işin başında bugün ben varım. Ben aslında burada gazetecilik yapmıyorum, canbazlık yapıyorum. Benim zamanımın ancak %20'si gazetecilikle geçiyor.%80'i canbazlıkla geçiyor."


"Beyler hiç merak etmeyin. Biz bu iktidarla el veya geç papaz olacağız. Şimdi erken zamanı gelecek. Biz onlara dünyayı dar edeceğiz, kimse merak etmesin.


İnsanlar gazetelerde muhalefet görmek istemiyor. Bakın Sabah gazetesi hiç muhalefet yapmadığı halde tiraj alıyor. Demek ki millet muhalafet yapılmasını istemiyor.

Beyler; şunu iyi bilin. Dünyanın hiç bir ülkesinde gazetenin yayın politikasına aykırı yazılar gazetede yeralmaz.

"Zaman gazetesinin dağıtımını biz yapıyoruz. Hergün 500.000 gazetenin dağıtım parasını alıyoruz. Herifleri ürkütüp kaçırırsak Sabah'ın dağıtım şirketi ile anlaşırlar, çok büyük para kaybederiz."

(Hürriyet'in Ankara bürosu çalışanlarına yaptığı konuşma)

Arkadaşlar; Eylül ayından itibaren yeni bir gazetecilik anlayışını başlatıyoruz.

Millet artık siyasetten bıktı. Siyaset, terör v.s. gibi haberler gazeteye artık en az biçimde girecek. Magazin ve renkli yaşam ağırlıklı olacağız.

Hepiniz ona göre davranacaksınız.

Patronla arayı iyi tut. O da sana her olanağı fazlası ile sağlasın.

Haftada bir kaç defa arayıp , hatırını sorsan küçülür müsün? Bak yılbaşı geliyor; bakarsın iyi bir prim verir.

Rahatımıza bakalım şu dünyada be; bize ne yolsuzluktan, siyasetten. Millet bıkmış artık bunlardan, bunları okumak istemiyor.

Dünyanın her yerinde patronlar gazetenin mutlak hakimidir. Gazete onun istediği çizgide çıkar.

Bir yazar patronun çizgisi dışında yazı yazamaz. Dikkatli olmakta fayda var.

Türkiye'de konu mu yok...arada bir de başka şeyler yaz. Kuş gribi yaz, CHP yaz, başka bir şey yaz...

(Ertuğrul Özkök'ün Sheraton'daki yemekte Bekir Çoşkun'a söyledikleri)

Tayyip'in üzerine gitmeyin. Eşini ve çocuklarını yazı konusu yapmayın; onu rahat bırakın.

Biz laiklik konusunda ödün vermeyiz ama ekonominin gidişine dokundurmam. Biz o dengeyi kurarız.

Beyler; basında artık magazincilik geçerli. Halk magazin istiyor. Bundan sonra Hürriyet böyle olacak. Bir Kelebek eki çıkardık, satışımız elli bin arttı.


Benim yaptığım işi iyi bilin. Ben burada gazetecilik değil, jonglörlük yapıyorum. Elimdeki beş topu yere düşürmeden havaya atıp tutuyorum.


Doğan Medya grubunun bütün kuruluşları şu anda iyi gidiyor. Fakat hükümet isterse en sağlam kuruluşları, en sağlam bankaları bile bir günde batırır.

Müfettiş gönderir, maliyeci gönderir. Nasıl olsa bir eksik veya yanlış bulur.

Geçenlerde Doğu Perinçek'in dergisinden alıntı yaptın. Ben o yazıyı önceden okusaydım, koymazdım. Ne yazık ki okumamıştım. Kendisinden hoşlanmayız.


Bak arkadaş, hükümetin POAŞ'ta üzerimize nasıl geldiğini görüyorsun. Biz de önlem almak zorundayız.

Aydın Bey'in sana çok selamı ve çok önemli bir ricası var. Şimdi sana onları aynen aktaracağım ve karar vermeni isteyeceğim :

1) Başbakan, Maliye Bakanı ve hükümet hakkında yazı yazma. Bizim bunlarla işimiz var.

2) İstersen uzun süreli izne çık ve bir süre yazma.

3) İstersen gazeteden tümü ile ayrıl, bu takdirde Aydın Bey sana yüklü bir para verecek.

Patron diyor ki; "Emin'e istediği her türlü olanağı sağlayalım, gelecek kaygısı olmasın"

Bunlar (hükümet) bizi batıracak tahkikat komisyonları kurdular, üzerimize geliyorlar. POAŞ olayında korkunç para cezaları var. Dava açsak bile parayı yatırmamız lazım.

O yüzden yayın politikasını biraz daha yumuşatmamız gerekiyor.


Öbür yanda Sabah'ı koruyorlar. Akşam grubuna bir sürü kıyak yapıyorlar.

Arkadaş; ben Aydın Bey dönemine kadar parasız biriydim. İyi bir şarap alacak param bile yoktu.

Aydın Bey bizi ihya etmedi mi? Refaha kavuşturmadı mı? Bizi bu AKP döneminde çok sıkıyorlar. Lütfen biraz yardımcı olun.

Tayyip Cumhurbaşkanı, Abdullah Başbakan olacak. O daha ılımlı bir adam. Köprüyü geçene kadar ......... Abdullah üzerimize bu kadar gelmez. Şimdi Tayyip bizi batırmaya çalışıyor.

Başımıza bir de promosyon belası çıktı, haftada bir trilyon zarar ediyoruz.

Bak hepimiz refah içerisinde yaşıyoruz. Rahat edelim, keyfimize bakalım. Sana İstanbul'dan çok güzel şaraplar göndereyim. Sen vodka seversin, çok güzel vodkalar göndereyim.

Yazılarında patronu biraz öv. Bu POAŞ olayında anamızı .........

Ama Turgay Ciner'in; Mehmet Emin Karamehmet'in marifetlerini hiç görmediler.



İ. Melih yazma. Mehmed Ali Birand'ın dolandırıcılığını yazma. Mehmet Barlas'a liboş deme.

Medyayı eleştirme. Medyanın yarısı biziz. Yazılan her şey bize yöneliyor.



Yarın çıkacak yazında Ergun Poyraz'ın gözaltına alındığını yazmışsın.

Kim bu herif ya. Başbakana, Abdullah Gül'e saldıran kitaplar yazdı.

Ayıp değil mi...

Birisi bunları bizim için yazsa hoşumuza gider mi...

Aydın Bey artık seninle çalışmak istemiyor.

Diyor ki ;

"Beni patron olarak takmıyor ve tanımıyor. Beni dışarıya karşı zor durumda bırakıyor. Ben AB'den yanayım. Emin AB'den yana olanlara hain diyor. Beni de hain yapıyor. Ben özelleştirmeden yanayım. Emin karşı çıkıyor. Emin takım oyununun dışında kaldı. "

Patron artık seninle çalışmayacak. Bu kesin karardır. Bu zor görevi sana bildirmeyi ben üstlendim. Karım dün gece bana; "bunu Emin'e nasıl söyleyeceksin" dedi ama çarem yok.

İnan ki dün gece bir şişe şarap içip yattım.


Patron bana da sık sık küser ama ben aldırış etmem. Esnek davranacaksın böyle konularda.

Bir seferinde bana iki ay küstü. Bazen kovmaya kalkıştı. Hatta benim yerime Seçkin Türesay'ı, Güneri Cıvaoğlu'nu getirme kararı aldı.

Ama ben hep esnek davrandım, gönlünü almayı bildim ve işi bitirdim.



Cumhuriyet mitinglerinde, POAŞ olayında patrona ve bizim Doğan Grubu'na ana avrat sövüldü.

Bir tek satır yazıp patronu savunmadın.

Dünyanın artık hiç bir büyük medya grubu sadece yayıncılıktan para kazanmıyor. Hepsinin yan işleri var. Bizim de var.

Dünyanın artık hiç bir büyük medya grubu sadece yayıncılıktan para kazanmıyor. Hepsinin yan işleri var. Bizim de var.


Kaynak : Kovulduk Ey Halkım, Unutma Bizi - Emin Çölaşan - Bilgi Yayınları
Hürriyet'in iç yüzünü gördünüz.İnanın diger basınımızın matbu olsun,görsel olsun üç aşagı,beş yukarı aynı ve hepsi kapitalizmin acımasız çarkına kapılmışlar.Asker şehit olmuşmuş,Ülke çıkarlarıymış,hepsi hikaye onlar için ve Vatandaştan üç kuruş fazla para kopartabilmek onlar için herşeyden önemli.Bunlar bir yerde,ülkemizdeki ahlak kirliligininde, çok güzel bir göstergesi ve bunlar çıkarlarına geldigi zaman ülkemizide haraç mezat edebilecekleride ortada,bu örnekler parti ayrımsız siyasete de uyarlanabilir ve kişisel çıkarlar için her şeyi yapabilecek politikacılarında olabilecegini bir yerde toplum olarak bize gösterir diye düşünüyorum.Uyanalım ey halkım.Aldıgımız gazeteye,izledigimiz televizyona,oy verdigimiz siyasetçiye çok dikkat edelim.
 
medyanın içler acısı durumunu,hükümetin yayın organı olmaktan öteye gidemediğini,gitmeye kalktığı zaman da başına neler geleceğini anlatan güzel bir yazı olmuş..

konuyuda güncele taşıdım..
 
en kısa zaman da alıp okumayı düsünüyorum .. saol paylasım için ..
 
EMİN ÇÖLAŞAN NASIL KOVULDUĞUNU YAZDI



Emin Çölaşan, 22 yıl çalıştığı Hürriyet’ten kovuldu. “Kovulduk Ey Halkım, Unutma Bizi” adlı kitabını tamamlayan Çölaşan’ın yazdıkları ortalığı karıştıracak. Hangi fotoğraf ve yazı Aydın Doğan’ı kızdırdı ve Çölaşan’ın kovulma sürecini hızlandırdı? Özkök, Çölaşan’dan hükümet aleyhinde yazmaması için nasıl bir rüşvet önerdi? Özkök’ün Zaman gazetesini ziyaretinin ardındaki sır ne? Özkök, AKP için ağza alınmayacak hangi sözleri sarfetti? Özkök’ten itiraflar: “Ben cambazım”… Özkök: “Senin yüzünden intihar edeceğim”… Hürriyet ve Aydın Doğan hangi siyasi gelişmede büyük bir tahmin hatası yaptı?

Muhalif yazıları nedeniyle Hürriyet’ten kovulan Emin Çölaşan gazeteden çıkarılış öyküsünü yazdı. ‘Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi’ adlı kitap salı günü piyasaya çıkıyor. Çölaşan, Aydın Doğan’ın memleketi Kelkit ile ilgili bir yazısının da kovulmasında etkili olduğunu yazdı. Çölaşan’ın 210 sayfalık kitabındaki bazı ilginç bölümler şöyle:

AYDIN DOĞAN’DAN ‘FIRÇA’ MEKTUBU

Kitaptaki en önemli bölümlerden biri de AKP’nin 8 aydır iktidarda olduğu 24 Temmuz 2003’te Aydın Doğan’ın Çölaşan’a yazdığı mektup. “Sevgili Emin” diye başlayan ve “Gözlerinden öperim” diye bitirdiği “fırça” mektubunda Aydın Doğan kibarca şu uyarılarda bulunuyor:

“.... Bugün denizde yüzerken iki önemli arkadaşım bana şu suali sordu: ‘Yahu Emin Çölaşan yıllardır İ. Melih’i yazar, onun fakir çocuklara dağıttığı 150 futbol topunu. Herkes ‘Emin Bey soyguncularla hiç uğraşmıyor’ diyor. Tabii cevap vermekte zorlanıyorum. Evet Emin, 25 yıl sonra sana böyle bir mektup yazmak durumunda kaldım...”

BEKİR’İ İPLEMİYORLAR

Ertuğrul Özkök hep arkadan vuruyordu. Bana dokunduran köşe yazıları yazıyordu. Hükümet aleyhinde yazmamamı istiyor ‘Beni çarmıha germe’ diyordu. Beni kimin şikayet ettiğini sorup Tayyip mi dedim. ‘Yorum yok’ cevabını verdi. Peki Bekir Coşkun’u da şikayet ediyor muydu hükümet. Özkök ‘O mizah uslubu ile yazdığı için kimse iplemiyor’ dedi. TRT’yi dolandırdığı Yargıtay kararı ile sabit olan Mehmet Ali Birant aleyhinde de yazmamam isteniyordu.

BEN CAMBAZIM

10 Mart 2004’te Özkök’ün Ankara Hilton’daki kral dairesinde Bekir Coşkun, Sedat Ergin ve kendisiyle yaptığı sohbette şunları söylediğini anlatıyor Çölaşan: “Bakın beyler gazeteyi yazar okutmaz, haber okutur. Biz hiçbir şey değiliz. Önemli olan haberlerdir. En baba yazar gazeteden ayrılsa tantanası bilemedin bir ay sürer ve unutulur. Hürriyet’i yönetmek Türkiye’yi yönetmekten çok daha zordur. Aslında gazetecilik yapmıyorum burada biliyor musunuz? Ben cambazım cambaz. Cambazlık yapıyorum. Ben rüzgarın karşısında kavak ağacı gibiyim. Rüzgar nereden eserse o yöne eğilirim. Siz bilmezsiniz. Benim zamanımın ancak yüzde 20’si gazetecilikle geçiyor. Yüzde 80’i cambazlıkla geçiyor. Benim karşımda patron var. Kızları var, damadı var. Hangisine dert anlatacağımı şaşırıyorum. Yediğim fırçaların haddi hesabı yok. Bakın benim yaptığım işi iyi bilin. Ben burada gazetecilik değil jonglörlük yapıyorum. Elimdeki beş topu yere düşürmeden havaya atıp tutuyorum. Hükümeti az yaz. Hiç merak etme biz bu iktidarla er veya geç papaz olacağız. Zamanı gelecek. Biz onlara dünyaya dar edeceğiz. Kimse merak etmesin.’

FETHULLAH VE PERİNÇEK

Bir gün de Aydınlık Dergisinden alıntı yapıp yazımda kullanmıştım. Önce Özkök arayıp uyardı. Sonra Aydın Doğan (O topal’ın dergisinden yazmışsın) dedi.

Topal kim? diye sordum. Doğu Perinçek dedi.

12 Kasım 2004 günü Fethullah Gülen’le ilgili bir yazı yazmıştım. Ertuğrul aradı ‘Gözünü seveyim Fethullah Gülen’le, Zaman Gazetesi ile ilgili bir şey yazma’ dedi. Biz Zaman’ın dağıtımını yapıyormuşuz. Her gün 500 bin gazetenin parasını alıyormuşuz. Özkök, ‘Herifleri ürkütüp kaçırırsak Sabah’ın dağıtım şirketiyle anlaşırlar. Çok para kaybederiz’ dedi. Sonra zaten Zaman gazetesini ziyaret edip övgüler düzdü. Kendisine orada yakası kapalı özel Fethullah hoca gömleği armağan ettiler. Pek mutlu olmuştu.

YOLSUZLUK DOSYASI

TMSF Demirel ailesine ait Göltaş’a el koymuştu. TMSF’nin bazı çalışanları Göltaş’ın paralarını özel harcamalarında kullanıyordu. Bu belgeli haberi ekonomi muhabirimiz Çiğdem Toker yazacak, ben de bu konuda yazı yazacaktım. Haberi yazıp geçtik. Ertuğrul Özkök, Ankara’ya geldi. Belgelerin düzmece olabileceğini söyledi. ‘Ben bu dosyayı İstanbul’da bizim muhasebe servisine bir göstereyim de onlar incelesin’ demesin mi? Dosyayı vermek istemedim ama geri göndereceğini söyleyince verdim. Fakat, o dosya bir daha geri gelmedi. Haber de çıkmadı.

EMİNE HANIM

13 Ekim 2005 günü hastayım, evde yatıyorum. Ertuğrul aradı. Ertesi günkü yazımı hatırlatıp, ‘Tayyip Bey’in Alman Başbakanına verdiği iftarla alay etmişsin. Oysa ne güzel bir şey yaptı. Sen artık Erbakan çizgisine geldin.’ dedi.

Herhalde şaka yapıyordu. Sonra devam etti. Ayrıca ‘Emine Erdoğan’a bulaşmışsın. Patronla da kavga ediyorsun. O seni Ankara’da uyarmıştı. Hükümet’i eleştirmeni istemiyor. Haftada bir eleştir kardeşim. Araya başka şeyler koy. Kuş gribini yaz mesela. Belediyelerdeki ufak tefek yolsuzlukları yaz. İş kopma noktasına geliyor haberin olsun.’ Bu sözler üzerine Özkök’e ‘Ne demek yani? Kimi tehdit ediyorsun! Kovarsanız kovun’ dedim.

VOTKA, ŞARAP MUHABBETİ

Bir gün öğlen saat 12.00’de Ertuğrul’un Shareton Oteli’nde kaldığı kral dairesine gittim. Hayatımda ilk kez kral dairesi görüyordum. ‘Seninle ne yapacağız’ diye söze başladı. Ve şunları söyledi: “Arkadaş ben Aydın Bey dönemine kadar parasız biriydim. İyi bir şarap alacak param bile yoktu. Aydın Bey bizi ihya etmedi mi, refaha kavuşturmadı mı? Bizi bu AKP döneminde çok sıkıyorlar. Lütfen biraz yardımcı ol.

Sonra Ankara’da Tirilye Restoran’da Özkök’le yemek yedik. Restoran sahibi masaya 15 çeşit şarap getirdi. Ertuğrul bunların hiçbirini beğenmeyip şoförünü çağırdı. Arabasının arkasından başka bir marka şarap getirtip onu içti. Bu yemekte de yumuşak yazmamı istedi ve ‘Rahat edelim keyfimize bakalım. Sana İstanbul’dan çok güzel şaraplar göndereyim. Sen votka seversin. Çok güzel votkalar göndereyim’ dedi.

BENİ DE KOVACAKTI

Özkök bu yemekte yazılarımda gazeteden de bahsetmemi isteyip şöyle dedi: ‘’Patronu öv. Duygusal adamdır. Hoşuna gider. Ben patronla aranızda kalmaktan sıkıldım. Sinir sistemim bozuldu. Dün gece senin yüzünden yine şarap içmeye başladım. Patron bana da sık sık küser ama ben aldırış etmem. Bir seferinde bana iki ay küstü. Bazen kovmaya kalkıştı. Hatta benim yerime Seçkin Türesay’ı, Güneri Civaoğlu’nu getirmeye kalktı. Ama ben hep esnek davrandım, gönlünü almayı bildim ve işi bitirdim. Ne olur hükümetle iktidarla ilgili bir şey yazma. Bu POAŞ olayında anamızı ( …)

İNTİHAR EDECEĞİM

8 Şubat 2007 günü Akşam Gazetesi benimle ilgili manşet atmış Hükümet aleyhine yazı yazmamam konusunda uyarıldığım belirtiliyor. Ertuğrul saat 11.00’de gazeteden aradı. ‘Vallahi billahi senin yüzünden intihar edeceğim. Silahla mı edeyim, kendimi gazetenin 11’nci katından mı atayım’ bilemiyorum. Ben de kendisine ‘İkisi de olmaz. İlle de intihar edeceksen eşin senin elini ayağını güzelce bağlasın. Hava gazı borusunu burnuna dayasın. En kolay öyle oluyormuş.’ cevabını verdim.

KIRILMA NOKTASI

Çölaşan, Aydın Doğan’la aralarındaki “kırılma noktası”nın ise, 27 Mayıs’taki köşesinde yer verdiği bir pankart haberi olduğunu söylüyor. Gümüşhane Kelkit’te asılan bu pankartta, “Alkollü sürücüler her gün trafik kazalarında hayat kaybediyor, kaybettiriyor” denildikten sonra Atatürk’ün resmi kullanılmış ve “Sizce suç kimde?” denilmiş.

Yazısında, “Atatürk düşmanlığının hangi boyutlara ulaştığını ve nasıl sinsice sergilendiğini bu fotoğrafta bire bir görüyorsunuz. Gümüşhane Valisi ve Kelkit Kaymakamı, bu afişi herhalde görmemişler! Görseler bile anlamını, verdiği mesajı kavramamışlar! Türkiye’de şimdi böyle oyunları çaktırmadan oynuyorlar” diyen Çölaşan, sonrasını şöyle aktarıyor: “Bilmeden cami duvarına işemişim. Çünkü bizim patron Aydın Doğan Kelkitli... Bunu kovulma saatlerinden önce Ertuğrul söyledi. Kovulma sonrasında Sedat Ergin ‘Senin olayında kırılma noktası bu Kelkit yazısı oldu’ dedi. Onca sorun içerisinde bunun ne kadar doğru olduğunu bilemem.

Belki de bir bahane idi. Her şey aklıma gelirdi de, Kelkit’in başıma iş açacağı doğrusu gelmezdi!”

Çölaşan’a sunulan üç seçenek AKP milletvekili Ömer Çelik ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında yazdığı iki yazının ardından gelişen olayları ise Çölaşan şöyle aktarıyor: “Ertuğrul yine aramaya başladı: ‘Yine yazıyorsun bunları be kardeşim, bin defa rica ettim yazma diye. Ondan sonra başımıza bela açıyorsun. Geliyorum Ankara’ya’ dedi. 16 Ocak’ta geldi. Derhal konuya girdi.

‘Bak arkadaş, hükümetin POAŞ’ta üzerimize nasıl geldiğini görüyorsun. Biz de önlem almak zorundayız. Aydın Bey’in sana çok selamları ve ayrıca senden çok önemli bir ricası var. Dedi ki; ‘Emin benim eski arkadaşımdır, bunların kesin olarak iletilmesini istiyorum.’ Şimdi sana onları aynen aktaracağım ve karar vermeni isteyeceğim.

• Başbakan, Maliye Bakanı ve hükümet hakkında yazı yazma. Bizim bunlarla işimiz var.

• İstersen uzun süreli izne çık ve bir süre yazma.

• İstersen gazeteden tümüyle ayrıl. Bu takdirde Aydın Bey, sana yüklü bir para verecek. Patron diyor ki ‘Emin’e istediği her türlü olanağı sağlayalım, gelecek kaygısı olmasın.”

Sezer’le karşılaşma

KOVULMA olayının ardından 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, eşi Tansel Çölaşan’la telefonda görüşerek “geçmiş olsun” dediğini anlatan Çölaşan, Farabi’den Cinnah’a doğru yürürken Sezer’in konvoyuyla karşılaşmasını da kitabında şöyle anlatıyor: “Konvoy beni geçti, dört-beş metre ilerimde ve yolun ortasında birdenbire durdu. Şaşırmıştım. Siyah Mercedes’in sağ ön kapısı açıldı ve yaver inip selam durdu. Sonra sağ arka kapıyı açtı ve Ahmet Necdet Sezer aracından çıktı...

Ayağımda kot pantolon, yaka bağır açık durumdayım. Sezer’le birbirimize doğru yürüdük. ‘Emin Bey, önce size geçmiş olsun diyorum. Hepimiz çok üzüldük başınıza gelene. Semra da çok üzüldü...”

Simavi telefon edip dert yandı

ESKİ patronu Erol Simavi’nin geçmiş olsun demek için aradıktan sonra söylediklerine, Çölaşan kitabında şöyle yer vermiş: “(Gazetenin başına elleriyle getirdiği Ertuğrul hakkında burada yazılması mümkün olmayan şeyler söylüyordu. Sonra içini döktü) Bak Çölaşan, param olsa inan ki şu yaşımda Babıali’ye dönüp gazete çıkaracağım. Param var ama bana yetecek kadar var. Senin olaydan sonra çok iyi bir promosyon verdikleri halde gazetenin satışı çok düştü. İnşallah ders almışlardır.”

Tekelleşme muhalefeti bitirdi

ÇÖLAŞAN, kitabında, Doğan Medya Grubu’nun tekelleşmesi konusunda da şunları söylüyor: “Doğan Medya Grubu’nda muhalefet yapan bir tek gazete vardı: Gözcü. Gün geldi, zarar ediyor gerekçesiyle onu da kapattılar. Patron, Vatan Gazetesi’ni de satın aldı. Sahip olduğu gazeteler, 2007 sonunda şöyle: Hürriyet, Milliyet, Posta, Radikal, Fanatik, Referans, Vatan. Yazılı basının yaklaşık yarısı. Tekelleşme denilen olayın ta kendisi. Sahip olduğu televizyon kanalları, (eksiğim olabilir) Kanal D, CNN Türk, Star TV. Öbür yanda POAŞ, İstanbul Hilton... Hilton arazisine gökdelenler dikmek için beklenen izinler... Enerji ihaleleri, özelleştirme işleri, yurtdışında satın alınan şirketler. Grup çok büyümüş, büyüdükçe AKP hükümetine olan ihtiyacı artmıştı. Muhalefet yapmak mümkün değildi.”

ABDULLAH ILIMLI, BiZi ANLAR

Çölaşan ve Özkök arasında, sansürün süresi için şu konuşma geçmiş:

* Peki ne zaman bitecek bu sıkıntılı dönem?

* Tayyip cumhurbaşkanı olunca bitecek. Abdullah başbakan olacak. O daha ılılmlı bir adam. Söylediğimizi anlar. O zamana kadar biraz ılımlı gidelim. Köprüyü geçene kadar... Abdullah üzerimize bu kadar gelmez. Şimdi Tayyip bizi batırmaya çalışıyor.

* Peki cumhurbaşkanlığı konusuda Doğan Grubu olarak nasıl bir tavır alacaksınız?

- Sessiz kalacağız, destek vermeyeceğiz ama karşı da çıkmayacağız. Bunlar bizi batıracak. Şu POAŞ olayında üzerimize nasıl geldiklerini gör. Ama Aydın Bey de kinleniyor. Zamanı gelince bunların (...)
 
Rodos Ayini
(POAŞ İçin Secdeye Değen Alınlar)

Fatma Sibel Yüksek

Aydın Doğan, Ertuğrul Özkök, Mehmet Y. Yılmaz, Ahmet Hakan ve Fehmi Koru bayram namazlarını Rodos'taki İbrahim Paşa Camii'nde kıldılar..

Allah kabul etsin!
Allah kabul etsin de nereden çıktı şimdi bu?

Misak-ı Milli sınırları içerisinde namaz kılmadıkları cami kalmadı da şimdi de ecdat yadigârı topraklara mı yöneldiler? Batı alemine bizim anlayamadığımız bir mesaj mı verdiler? Yoksa, kendi aralarında vardıkları bir uzlaşmayı "toplu namaz" görüntüsü altında ayine mi döktüler?
Özel ve tüzel hayatlarında denemedikleri tek fantezi bu mu kalmıştı?
Ne oldu da bayram namazını Rodos'ta kıldılar?

Fehmi Bey, "Taha Kıvanç" kod adıyla yazdığı köşesinde bu 'namaz merakını' şöyle açıkladı:
"Ülkemizin en büyük medya patronu Aydın Doğan, yıllık Rodos çıkarmalarının sonuncusunda, "Yunanlılar yortularında İstanbul'a gelip Fener'deki âyine katılıyorlar da, biz neden burada ecdat camilerinde bayram namazı kılmıyoruz?" diye sormuş... Fikir Aydın Bey'e ait yani. Diğerleri de Aydın Bey'in bu fikrine iştirak etmişler..." (Kendisini Aydın Bey'in davet ettiğini daha önceki yazısında yazmıştı)

............................

Ben kendi adıma, bu zevatı -İslamcı Fehmi Bey de dahil-namaz kılarken gözümün önüne getiremiyorum.

Çünkü namazın diğer bütün ibadetlere oranla daha mütevazı, insanın Allah karşısındaki aczini tam olarak ortaya koyan ( alın secdeye geliyor çünkü), ilahi iradeye teslim oluşu tam olarak resmeden bir özelliği var...

Oysa bu beylerin o kadar tuzları kuru, o kadar komprador, o kadar para babası, o kadar şarap düşkünü ve küresel güç yanaşması bir tipleri var ki...

İnsan ister istemez, "Böyle adamların Allah'la ne işi olur?" diye düşünüyor...

Sonra, bunlar daha geçen ay birbirleri ile kanlı bıçaklı değiller miydi?

Fehmi Bey, AKP'ye muhalefet edenlerin basından dışlanması gerektiğini yazıp durmuyor muydu? Listeler yayınlamıyor muydu?

Tayyip Bey ve Abdullah Gül'ü eleştiren köşe yazarlarını "İktidarın gücüne yaslanarak" tehdit etmiyor muydu?

Mehmet Y. Yılmaz ile Ertuğrul Özkök de kendisine zehir zemberek cevaplar yetiştirmiyorlar mıydı?

Ne oldu da hep birlikte secdeye geldiler?

Olan şu:

Aydın Bey BİAT etti!

Zaten etmişti de, bu kez tam siper secdeye yattı(!)

Büyük teslimiyetini 'Rodos ayini' ile resmiyete bağladı; kamuoyu önünde tescil etti..Erdoğan ve Gül beylere sıkı bir mesaj gönderdi. Fehmi Koru'nun iktidar indindeki gücünü bildiğinden, bu işleri onun tanıklığında ve iştirakinde gerçekleştirdi...

Bunu biz söylemiyoruz...

Bunu, Taha Kıvanç Rodos'tan döndükten sonra Yeni Şafak'taki köşesinde kendisi söylüyor..

Yani, Doğan'ın 'büyük ittifaklar" ve "büyük sulhları" hep "Rodos ayinleri" ile gerçekleştirdiğini kendisi yazıyor...

İşte okuyun:

"Rodos seferi" yazımı herhalde hatırlayacaksınız. Aydın Bey ve beraberindeki Rodos'un müdavimleri, son on yıldır her ağustos ayında, yollarını Rodos'a düşürüyorlar. Türk siyasî tarihine 'Rodos protokolleri' olarak geçen gelişmeler tatil vesilesiyle geldikleri adada yaşanıyor. Bir keresinde, zamanın DYP lideri Tansu Çiller'in eşiyle gelmişlerdi Rodos'a, birlikteliklerinin medyaya yansıması, Türkiye'yi 2002 yılında erken seçime taşımıştı.

Bu yıl ağustos ayında yaptıkları Rodos çıkartması da ilgi uyandırmıştı. Çıkarmanın 22 Temmuz'daki genel seçimden hemen sonra yapıldığına dikkat ederseniz, Rodos seferinden döndükten hemen sonra Hürriyet'in başlattığı yayınları orada aldıkları 'Rodos protokolleri' ile irtibatlandırdığımı da hatırlarsınız" (Rodos'tan geliyorum, Yeni Şafak, 13.10.2007)

Nasıl ama!

POAŞ'ın borçları çok büyük oranda silindi, Doğan grubu seçimlerde AKP'yi destekledi, çıban başı Emin Çölaşan nihayet giderildi! (Hürriyet'ten iktidarın isteği üzerine kovulan Çölaşan ,Hacı Bayram'da duaya giderken, Aydın Bey'le Fehmi Bey de Rodos'ta kıyama durdular... İki rekât da Çölaşan için kılmışlardır herhalde!)

Daha başka hangi "anlaşmalar" takdis edildi acaba Rodos'ta?

Hangi yeni ortak girişimlere yelken açıldı? Hangi büyük kazançların temeli atıldı?

"Bayram namazı" görüntüsü altında?

Dini siyasete alet ederek?

Menfaatleri ibadete dökerek?

Sen bu işlerle ilgilenme ey Türk milleti..

Sen, şehidini kefenle; işsizlikle, açlıkla boğuş..Kredi kartı batağında intihara sürüklen, borcunu ödeyeme, kızların kötü yola düşsün, oğulların tinerci olsun..

Cinnet katliamlarına uğra ki "Rodos fatihlerinin" gazetelerinde üçüncü sayfaya girebilesin..Karının kızının türbanını sömürerek semirenler, daha dün "Yahudi basını" dedikleri kompradorlarla işte böyle Rodoslarda halvet olsun..

Sen hiç bir şeye karışma olur mu Sayın Türk milleti?

Sen ne yap?

Sen sadece seçimlerde bunlara oy ver, azgınlıklarını seyret...
 
Fatih Altaylı Yalan Söylüyor

Fatma Sibel Yüksek

Ertuğrul Özkök'ün gazetecilik mesleğinin bundan sonra nasıl icra edileceğine ilişkin savurduğu hikmetleri, Emin Çölaşan'dan alıntılanmış haliyle Açık İstihbarat'ta okudunuz..

"Yiyelim, içelim, tatlı hayat yaşayalım"

diyor Özkök...

"Hükümetlere övgüler düzelim, siyasetten uzak duralım, halka yalan söyleyelim; doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterelim..Aldığımız yüksek maaşların keyfini çıkaralım..."
Ülkenin önde gelen hukukçularından birisi, kendi meslektaşlarına,

"Hep haksızdan yana karar verelim, güçlü olanı haklı çıkaralım, zayıf olanı yok edelim"

telkininde bulunsa, hukuk meslek örgütleri her halde ayağa kalkardı..Veya, bir ordu kumandanının

"Savaşta erleri öne atalım, biz arkada düşman orduları ile kadeh tokuşturalım"

dediğini düşünebiliyor musunuz?

Darağacında kelleler sallanırdı, askerliğin tarihi yeniden yazılırdı...

Ertuğrul Özkök'ün gazetecililk mesleğine açıkça ihanet anlamına gelen sözlerine 'tık' çıkmadı..

Gazeteciler de, meslek örgütleri de bir güzel sustular.

Özkök'ü bir tek Deniz Baykal aradı, o da tebrik etmek için!

Evet, yanlış okumadınız tebrik etmek için...

Emperyalist kuklası aşiret reisini yıllardır sempatiyle zikreden amiral gemisi kaptanı, bir sabah uyandığında aniden "Türkiye'nin hedefi artık Barzani'dir!" deyiverdi..Bu durum, Deniz Bey'i pek duygulandırmış, "Bravo Ertuğrul, gözlerim doldu" demek için aramış...

Allah muhabbetlerini arttırsın..Aman kimse hesap vermesin, bedel ödemesin!

Herkes birbirini ağırlasın..Sanki Türk medyasını bu hale ben getirdim.. (Meclis'te ilk gördüğümde Deniz Bey'i de ben tebrik edeceğim...)
Neyse, konumuz Ertuğrul Özkök değil; konumuz Fatih Altaylı...

Açık İstihbarat'ın derlediği "Ertuğrul Özkök Deyişleri"ni "Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi" adlı kitabında dile getiren Emin Çölaşan, geçtiğimiz günlerde kovuluşunun öyküsünü bir de Kanal Türk'te Merdan Yanardağ'a anlattı...
Bilindiği gibi yayına Aydın Doğan da bağlandı ve Emin Çölaşan'a çeşitli sitemlerde bulundu eski patronu olarak. Yiğidi öldürüp hakkını da verdi ama,

"Kitapta yazılanların yüzde 80'i doğrudur"

dedi. Emin Ağabey'e "bol kazançlar" dilemeyi de unutmadı...

Efendim, sonra baktık Fatih Altaylı bağlandı yayına...

"Emin abinin kovulmasında Başbakan'ın dahli yok. Aydın Bey'in ben artık Emin'i istemiyorum demelerinin bazılarına ben de şahit oldum"

dedi...

Yalan!
Ne biliyorsun Başbakan'ın dahlinin olmadığını?

Emin Çölaşan, kitabında Ertuğrul Özkök'e açıkça soruyor

"Hükümetten baskı mı var?"

diye; Özkök kem küm ediyor...

Üstelik, Aydın Bey yayına bağlanmış "yazılanların yüzde 80'i doğru" derken, Fatih Altaylı'ya ne oluyor ki 'buğday dövücünün hık deyicisi' gibi "Başbakan'ın bu işle ilgisi yok" diye çırpınıyor?
Yirmi yıllık Çölaşan'ı neden birden bire istemez olmuş Aydın Doğan?

Sorun, "yazıları artık okunmuyor" sorunuysa, Hadi Uluengin'in yazıları da okunmuyor...Cüneyt Ülsever'in yazıları da okunmuyor? Doğan Hızlan'mış, Ferai Tınç'mış hiç okunmuyor..

Enis Berberoğlu diye birini tanıyan bile yok...
Fatih Altaylı'ya ne oluyor? Başbakan'ı mı aklamak istiyor?
Hayır...Kendisini aklamak istiyor!

Çünkü, Aydın Bey'le yaptığı POAŞ pazarlığına Emin Çölaşan'ın kellesini de dahil eden Başbakan, ilk etapta sonuç alamayınca ne oldu?

POAŞ'ın vergi dosyası, Fatih Altaylı'nın yönetimindeki Sabah gazetesine servis edildi...
(Biz bunları 7 ve 8 Ocak 2007 tarihlerinde "özgür" internet medyasınının birinde yazdık..Sitenin sahibi adamcağıza bir haller oldu. Bizi siteden atmakla kalmayıp, yazılarımızı internet arşivinden bile silmiş..Neyin korkusudur bu? Ocak 2007'de sözkonusu internet sitesinde yayınlanıp sonradan kaybolan yazılarımızı aşağıda sunuyoruz..)

Fatih Altaylı o günlerde hiç de

"TMSF'nin el koyduğu bir gazetede genel yayın yönetmeni adı altında kuklalık yapamam"

demiyordu..

Hatta, "TMSF yönetimi altında özgür gazetecilik yapacağız" diye yazılar yazıyordu...

Ne yaptı?

'Tak' diye servis edilen 'vergi kaçağı' dosyasını 'şak' diye manşet yaptı...Ne uğruna? Koltukta oturmak uğruna...
Bu insanlar şimdi "iktidarın gadrine uğramış, dik duruşlu gazeteci" pozunda karşımıza çıkmaya çalışıyorlar...

Ola ki, yarın öbür gün memlekette "bağımsız gazetecilik" modası baş gösterirse, biz şimdiden saf tutalım..Bu payeyi de kimseye bırakmayalım!
Keza, aynı şeyi Tuncay Özkan için de söylerim...

O da telefonlara bağlanıp "ağlamak istiyorum" modunda konuşmalar yaptı.

Fatih Bey de, Tuncay Bey de Aydın Doğan'ın kapısında çok büyük paralar karşılığında çalışmış ve o büyük paraların karşılıkları kendilerinden misliyle alınmış gazetecilerdir. Dua etsinler de bir gün de Aydın Bey anılarını yazmaya kalkışmasın(!) Kimsede insan içine çıkacak hâl kalmaz valla!
Emin Ağabey, hazır Altaylı'yı karşısında bulunca neden,

"Fatih'ciğim, Hürriyet'te Ertuğrul her gün bana kan kustururuken bir gün sen aniden köşende bana vuran yazılar yazmaya başladın. Oysa benim seninle hiç bir şahsi meselem yoktu.. Bunu neden yapmıştın, açıklar mısın? Patrondan talimat mı almıştın?"

diye sormadı doğrusu şaşırdık. Kitabında böyle bir iddiaya yer vermiş oysa...
Tabii, Altaylı'ya sorulacak en esaslı soru, aşağıdaki yazılarda da okuyacağınız gibi "POAŞ olayıdır"
Madem kimse sormuyor biz soralım, Açık İstihbarat'tan öte köy yok nasılsa...
"Fatih Bey..Sabah'ın 'POAŞ'ta vergi kaçağı" manşetinin hikayesi nedir? Bu dosyayı size gerçekte kim servis etti ve yayınlamaya nasıl karar verdiniz?"
Gerçi Fatih Bey, "POAŞ belgesini ben buldum, Doğan grubundan biri verdi" diyor ama, geçmişte olanlar hiç de bu ifadeyi doğrulamıyor.

Bir gazeteci haber kaynağını açıklar mı?

"Doğan'a yakın biri" diye neden bangır bangır bağırıyor Altaylı? Hedef mi saptırmak istiyor?

AKP hükümeti ile geçmişteki teşrik-i mesaisi ortaya çıkmasın mı istiyor?
"Akif Beki'nin talimatlarını yerine getirmediğim için Sabah'ta barınamadım"

deyip duruyor da...Peki ya "yerine getirdiği talimatlar" hiç mi yok??
Bu soruların cevabı verilemedikçe, Fatih Altaylı'nın "siyasi baskılara direnmiş yürekli gazeteci" raconları inandırıcı olamaz...

Nedir ey vatandaş, ne oluyor?

Nedir bu Çölaşan'ın kovulmaları, Ertuğrul Özkök'ün "haberi bırakın, şaraba bakın" demeleri, Fatih ile Tuncay'ın aslan kesilmeleri falan?

Olan şu:

Medyanın üst düzeyinde iktidar savaşı oluyor.

Kimsenin gerçekleri yazan, milletine karşı namus borcu olan, yurtseverliği temel değer edinmiş bir medya yaratmak derdi falan yok..

Herkes, Ertuğrul Özkök'ün koltuğunda oturmak, onun yediği nanelerden biraz da kendisi yemek istiyor..

"En kıvrak yılan dansını ben yaparım" kavgası bu...Altta kalanın aklına 'onurlu gazetecilik' geliyor...
Medya patronları şimdilik bu kavganın dışında...

Olan bu..Başka da bir şey değil!


-------------------------------------------------------------------------------------------------------


Ocak 2007'de "internethaber" sitesinde Fatma Sibel Yüksek tarafından yazılan iki yazıyı okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz.

Ayrıca, konuyla ilgili Açık İstihbarat'ta yayınlanmış

"Ey Medya Patronları İblisleri Sırtınızdan Atın" ve "Emin Çölaşan'ın Kellesi, Aydın Doğan'ın Öfkesi" adlı yazılara bir kez daha dikkat çekiyoruz.
MEDYA PATRONLARI BAŞBAKANLIK'TA-1
Demokrasilerde basın, Başbakanların ayağına gider mi?

Siz hiç Independent yetkililerinin, Tony Blair'in daveti üzerine Downing Street N.10 adresine gittiklerini, arka kapıdan gizlice içeri süzüldüklerini duydunuz mu?

Belki gitmişlerdir de, İngiliz gazetecileri bizim kadar 'uyanık' olmadıkları için olayın farkına varamamışlardır(!)

Yaklaşık dört ay önce, Başbakanlığın C kapısında (eski Dışişleri Bakanlığı yönündeki arka kapı) siyah takım elbiseli, siyah kaşmir paltolu, yaşlı fakat dinç bir beyefendi belirdi..

Bankodaki görevliye nazik bir şekilde

"Günaydın hanımefendi. Ben Aydın Doğan, Sayın Başbakan'la randevum var.."

dedi...

İletişim Fakültesini bitirmiş, ancak Başbakanlık Hakla İlişkiler'de asgari ücretle çalışan kızcağızın eli ayağına dolandı. Fakülte'deki derslerde sık sık adı geçen efsanevi medya patronu, 'mütevazı bir Türk insanı olarak' karşısındaydı...

Aydın Bey'in kimlik kartı alındı (Sarı basın kartını verdi), Özel Kalem'den bir görevli aşağıya indi ve birlikte Başbakanlık makamına çıktılar...

Eylül ayında gerçekleşen bu ziyaretin ardından, Turgay Bey (Ciner), en son da Mehmet Ali Yalçındağ, ortalama birer ay arayla Başbakan tarafından 'kabul edildiler'...

Aydın Doğan ve Mehmet Ali Yalçındağ'a ziyaretlerinde, gazeteci Taha Akyol refakat etti...

Bu ziyaretler, Erdoğan'ın davetine icabet şeklinde gerçekleşmekte ve Başbakan her ziyaretçiyi masasının üstünde duran 'kalın bir dosya ile' karşılamaktadır...

Ne konuşuyorlar?

" Oooo! Hoşgeldiniz Sayın medya patronu.Sıhhatte, afiyettesiniz inşallah?

"Çok şükür, çok şükür Sayın Başbakan...Siz de biraz kilo verdiniz galiba, iyi görünüyorsunuz maaşallah.."

"Yok, kilo vermedim ben; aldım...Eee? Havalar soğuyacakmış diyorlar..."

"Valla, İstanbul'da iyiydi ama...Meteroloji yağış var diyor, tedbirli olmak lazım...

(Başbakan, elinin altındaki dosyaya orta parmağıyla 'tık tık' diye vurur..)

"Eeee Aydın Bey... Benzin istasyonları nasıl gidiyor? Memnun musunuz kazançlardan?"

!!!!!

Tabii, yukarıdaki diyalog muhayile...

Başbakan'ın medya patronları ile yaptığı görüşmelerin detayları şimdilik bilinmiyor. Ama, genel olarak büyük basının tutumundan, hele de 'cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde bazı dosyalar yayınlayacaklarmış" şeklindeki dedikodulardan çok rahatsız olduğu biliniyor...

Bir de Aydın Doğan ve damadı ile yapılan görüşmelerde 'Petrol Ofisi meselesinin' geniş bir şekilde gündeme geldiği biliniyor...

Bu da bir yöntem...

Rahmetli Ecevit, böyle işlere girmezdi. 'Basını ayağına getirmeyi' etik olarak yanlış bulurdu.

Bu tür işleri genellikle yardımcısı Hüsamettin Bey kendine has yöntemlerle halletmekteydi.

Tansu Çiller, medya patronlarına 'aracı gazeteciler vasıtasıyla' haber gönderirdi.

Mesut Yılmaz da aşağı yukarı aynı yolu izledi.Bahçeli derseniz, bu tür ilişkilenden çok uzak bir liderdi; zaten hükümetin küçük ortağı olarak böyle bir konumu da yoktu...

Ama, Erdoğan bambaşka...

Diyelim, danışmanları

"Efendim, duyum aldık seçimler öncesinde büyük bir kampanyaya hazırlanıyorlarmış..Cem Uzan'dan dosya falan almışlar..."

diye bir bilgi mi getirdi?

Başbakan, "Vay!" deyip hemen harekete geçiyor; 'karşı dosyalar' hazırlandıktan sonra medya patronları 'huzura' çağrılıyor...

AKP'nin 'akademisyen' medya sorumlusu Edibe Sözen de gazetecilerle kahvaltılı sohbet toplantıları düzenleyip, "basınla ilişkilerde bilimsel teknikler kullanacağız" falan diye bir kitap dolusu laf etsin..

Çağırıp "N'oluyor beyler?" diye sormak varken, bilimsel yöntem de neymiş?

Bu konuya devam edeceğiz...

(8 Ocak 2007, İnternethaber)

MEDYA PATRONLARI BAŞBAKANLIK'TA-2

Aydın Doğan ve Turgay Ciner ile Başbakanlık'ta yapılan görüşmelerin tümü, EPDK'nın 'benzin istasyonları operasyonundan' sonra gerçekleşti...

Kim kime ne söz verdi, hangi noktalarda anlaşmaya varıldı, hangi noktalarda varılamadı? Erdoğan'ın elinin altındaki dosyada ne gibi bilgiler vardı?..Bunları zaman içinde öğrenebileceğiz...

Turgay Ciner'in Sabah'ında zaten 'hükümet karşıtı' bir pozisyon hiç olmadı..Ancak, Aydın Doğan'ın gazete ve televizyonlarında bir 'keskinlik törpülenmesi' göze çarpmadı diyen yalan söyler...

Başbakan'ın patronlarla görüşmesinden sonraki bir kaç hafta, sessiz-sakin geçti..Adeta Doğan Grubu'na bir 'süre verilmiş' havası vardı..

Taa ki, Sabah gazetesinin 26 Aralık 2006 tarihli manşetine kadar...

Bilindiği gibi Sabah, 'ekonomi servisi' imzalı bu manşetinde, Gelirler İdaresi Başkanlığı'nın 1.2 milyar YTL'lik vergi kaçağını tahsil için düğmeye basıldığını yazıyordu.

Ortalık bir miktar sakinleştikten sonra, Radikal Gazetesi Genel Yayın Müdürü İsmet Berkan; pek de topa girmek istemeyen bir tavırla,

"Açıkçası ben böyle bir incelemenin yapıldığından Sabah gazetesi sayesinde haberdar oldum, anladığım kadarıyla Petrol Ofisi yönetimi de aynı şekilde konuyu Sabah gazetesinden öğrenmiş.."

diyerek, Sabah gazetesi ile hükümet arasında bu konuda bir işbirliği olabileceğini ima etti..

(Doğan grubu yazarlarının bu konuda kavgacı üsluptan ve 'karşı saldırı'dan kaçınmaları dikkat çekti..Eskiden olduğu gibi bir kıvılcımla 'medya savaşlarına tutuşmayacaklar demek ki..Çok akıllıca bir tavır...)

Bu arada, parçaları birleştirmemize katkıda bulunsun diye, Başbakan Erdoğan'ın 21 Aralık gecesi Fatih Altaylı'nın Tek'e Tek programına katıldığını hatırlatalım..

"Vergi kaçağı" haberinden 5 gün önce yani...

Biliyorsunuz, bu tür program çekimlerinin öncesi ve sonrasında biraz karşılıklı sohbet edilir, çay-kahve falan içilir. Öyle hemen çekime geçilmez..(Gönül sohbet ister, çekim bahane...)

Sözü toparlayacak olursak, şöyle bir manzarayla karşı karşıyayız:

Önce, EPDK Petrol Ofisi'ne büyük cezalar kesiyor, sonra Başbakanlığa Aydın Doğan geliyor.

Ardından Turgay Ciner davet ediliyor ve en son Mehmet Ali Yalçındağ teşrif ediyor...

Derken, kısa bir sessizlik dönemi yaşanıyor ve bir de bakıyoruz ki Sabah gazetesi POAŞ'a büyük bir vergi cezasının gelmekte olduğunu yazmış...

POAŞ yöneticileri ve İsmet Berkan, "Böyle bir haberden Sabah yazınca haberdar olduk" diyorlar...


Olanları kavramakta güçlük çeken var mı?

İki seçim için geriye sayımın başladığı aylarda, koskoca bir medya grubu gözümüzün önünde köşeye sıkıştırılıyor; biz de hala burada 'Erdoğan cumhurbaşkanlığını aklından geçiriyor mu, geçirmiyor mu" diye siyasi lotolar oynuyoruz...

Herkes olanları seyretmekle ve kapalı kapılar ardında dedikodu yapmakla yetiniyor, bunları yazmak da internet gazetelerine düşüyor...

(10 Ocak 2007, İnternethaber)
 
Geri
Üst