Said Nursi Gercegi 1

kardeş neyi ıspatlamaya çalışıyorsun ...
hurdacıya altını anlatmaya çalışmak gibi bir çabaya girmişsin...
sen cevap verdikçe onlar azıtacaktır ...
Biz kimizki bediüzzaman gibi bir şahsiyeti böyle basit insanlara kanıtlamaya çalışıyoruzki ?

DİYECEĞİMİZ TEK KELİME AÇIN RİSALE İ NUR KÜLLİYATINI VE BİR TANE OLUMSUZ GÖZE BATAN BİR NÜKTE GÖSTERİN .. HATTA İÇLERİNİZDEN EN ZEKİLERİNİZİ SEÇİN .. ÇÜNKİ BU ZEKANIZ İLE ANCA OKURSUNUZ .. ÇOBANIN FÜLÜT HESABI ...

benim anlatacağım senin anlayacağınla sınırlı olduğu için haklısın anlatmaya gerekyok
 
kürt tealiyi ilk senden duyuyorum
ŞEYH SAİD isyanınıda ingilizler içinden sahte bir şeyh sait çıkardı ve malesef gerçek said idam edildi bunu bilmeyen yoktur

kurtuluş savaşı veriliyorken bir sürü din adamları milli mücadeleye destek verirken saidi nursi nerdeydi? millet sap gibi savaşırken o neden istanbuldaydı?

tarihi bilmiyorsun konusuyorsun kürt teali cemiyeti ingiliz destekli kurulan bir cemiyetir

gerçek şeyh said asıldı dıyorsun bunu bilmeyen yoktur diyorsun dönemin yöneticileri bunu bilmiyor ki asıyor

bak sana kanıt : )

oku öğren


Kurtuluş Savaşı veya Türk İstiklal Harbi 31 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile başlayan ve 11 Ekim 1922 Mudanya mütarekesi ile sonuçlanan “Milli Mücadele” dönemidir. Bu dönem Bediüzzaman’ın Rusya’daki esaretinden firar ederek 25 Haziran 1918 tarihinde İstanbul’a geldiği ve Büyük Taarruz’dan sonra Kasım 1922’de Ankara’ya geldiği dönemi kapsar. Bediüzzaman Kurtuluş Savaşının başladığı Mondros Mütarekesi tarihi olan 31 Ekim 1918 ile 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ile bittiği dönemde hep İstanbul’da Anadolu işgalinin gerçek müsebbibi ve işgalci devletlerinin lideri konumunda olan İngilizlere karşı mücadele etmiştir.

I. Dünya savaşı öncesinde Bediüzzaman Doğu Anadolu’da kuracağı üniversitenin yani, “Medresetü’zzehra”nın tahakkuku için çalışıyordu. I. Dünya Savaşı’nın başlaması Bediüzzaman’ın üniversite ile ilgili projesinin maddi şeklinin tahakkukunu imkânsız hale getirince şartların gereği olarak talebeleri ile Doğu Milis Gönüllü Alayını kurar. Van ve Bitlis cephesinde gönüllü alay kumandanı olarak Ermeniler ve Ruslara karşı savaşır. (Mektubat, 2004, s.125-126) Cephede boş durmayarak “Kur’ânın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu ispat eden, Kurân-ı kerimin lafzındaki i’câzı gösteren ‘İşâratu’l-İ’câz’ isimli eserini telif eder. (İşâratu’l-İ’câz, 2006, s.23)

Bitlis müdafaasında pek çok talebesini şehit veren Bediüzzaman’ın ayağı da kırılınca dört talebesi ise Ruslara esir düşer. Ruslar da Bediüzzaman’ın Van, Culfa, Tiflis ve Klogrif üzerinden Rusya’nın Kosturma esir kampına sevk ederler. (İçtimai Reçeteler, İstanbul 1990, 1:28) Esir kampını bir medrese, iman ve irfan mektebi haline getiren Bediüzzaman (Şualar, 451; Mektubat, 77) esir kampını teftişe gelen Rus orduları başkomutanı Grandük Nikola Nikolaviç’in önünde ayağa kalkmaz ve “İzzet-i İslamiye” dersi verir. (Şualar, 431, 448) Daha sonra Tatar mahallesinde Volga nehrinin kenarında bir camide hem imamlık yapar, hem de iman dersi vermeye başlar. Burada uzun zaman yalnız kaldığı esnada iç âlemine yönelir ve kendisini “Eski Said’den yeni Said’e” inkılâp ettirecek olan değişimin temellerini atar. (Lem’alar, 234)


Bediüzzaman’ın esarette bulunduğu bu dönemde (1917) Rusya’da başlayan Kominizim ihtilali büyük bir karışıklığa sebep olur. Bu karışıklıktan istifade eden Bediüzzaman Kosturma’dan firar ederek Petesburg, Varşova, Viyana ve Sofya üzerinden İstanbul’a gelir. 19 Şubat 1916 tarihinde başlayan ve iki sene dört ay ve üç gün süren esaret hayatı 24 Haziran 1918 (15 Ramazan 1334) tarihinde İstanbul’a gelmesi ile nihayet bulur. 25 Haziran 1918 tarihli gazeteler Bediüzzaman’ın dönüşünü birinci sayfadan haber olarak verirler. (Tanin, 25 Haziran 1918) Bediüzzaman Kosturma’dan firar ederek İstanbul’a geldiği zaman tam 40 yaşındadır.

Beidüzzaman 1918 yazında İstanbul’a geldiği zaman Genel Kurmay Başkanı Enver Paşa tarafından kahramanlar gibi karşılanır. Kafkas Cephesindeki kahramanlıklarından dolayı Harbiye Nezaretine (Genel Kurmay) davet edilir ve oradaki subaylara “Şarkta Rus Kazaklarına karşı koyan Hoca” olarak takdim eder. Genelkurmay Bediüzzaman’ı bir harp madalyası ve üç ay ellişer lira ikramiye ile ödüllendirir. (Albayrak, Daru’l-Hikmetü’l-İslâmiye, 186) Kendisine görev vermek ister. Bediüzzaman da “İlm-ü irfana ait olursa kabul edebileceğini” söyler. 13 Ağustos 1918 tarihinde İslam İlimleri Akademisi olarak kurulan “Dâru’l-Hikmetü’l-İslâmiye”ye ordunun üyesi olarak sadrazamlığa Bediüzzaman’ı teklif ederler. (İçtimai Reçeteler, 1990, 1:29) Sadrazam (Başbakan) Talat Paşa “Bediüzzaman büyük bir vatanperver, kahraman bir fedaidir. Millet ve memleket yoluna fisebilillah hayatını vakfetmiştir. Dâru’l-Hikmetü’l-İslamiyeye namzettir ve layıktır” diyerek oraya tayin eder. (Necmettin Şâhiner, Bilinmeyen Yönleriyle Bediüzzaman, 169)

Enver Paşa Bediüzzaman’ın harp cephesinde yazmış olduğu İşârâtu’l-İ’câz tefsirini bizzat kendi parası ile bastırır ve Meşihat-ı İslamiye’ye (Diyanet İşleri Başkanlığı) bütün müftülüklere gönderilmek üzere verir. Enver Paşa’nın teklifini kabul eden Şeyhu’l-İslam bu tefsiri resmi bir yazı ile bütün müftülüklere göndermiş ve müftüler tarafından okunarak gerek dinsizliğe, gerekse Hıristiyanların Misyonerlik faaliyetlerine karşı çok büyük hizmet etmiştir. (Şualar, 2005, s.1107)

Bediüzzaman’ın bu ilmî tefsiri ve çalışmaları Şeyhü’l-İslam Musa Kâzım tarafından takdir edilerek Sultan Vahdettin’e en yüksek ilmî paye olan “Mahrec Mevleviyyeti” verilmesi teklif edilir. Padişah tarafından tasdik edilir. (26 Ağustos 1918) Bu paye Osmanlı’nın en üstün payesi olarak bilinmektedir. Bediüzzaman daha sonra kendisine tahsis edilen ve Çamlıca’da bulunan Yusuf İzzettin Paşa köşküne yerleşir ve burada ilmî çalışmalarına devam eder. (Lem’alar, 2005, s. 530)

Bediüzzaman Dâru’l-Hikmet’te bulunduğu süre içinde “Mesnevi-i Nuriye” “Sünuhat” “Tuluat” “İşârât” “Hakikat Çekirdekleri” ve “Lemaat” gibi eserlerini telif eder. Daha önce 1911 yılında yazmış olduğu “Muhâkemat” isimli “Usul-i İslamiyeye” ait eserini bastırır. Bediüzzaman kendisine verilen maaşın ancak zaruri ihtiyaçları kadarını harcıyor geriye kalanını da eserlerinin basımına veriyor, kitaplarını da meccanen dağıtıyordu. (Emirdağ Lâhikası, 2006, s.59)

Bediüzzaman’ın çalışmalarını ve dine olan hizmetlerini takip eden ve çok takdir eden Sadrazam Said Halim Paşa Yeniköy’deki yalısını arazisi ile beraber vermek ister. Bediüzzaman hizmetteki ihlâsına zarar gelmemesi için bu teklifi “Beni dünyaya çağrıma / Ona geldim fena gördüm…” ifadeleri ile kabul etmez. (Sözler, 351)

Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesini imzalamış ve 13 Kasım 1918 tarihinden itibaren İstanbul Müttefik Kuvvetler tarafından işgal edilmeye başlanmıştı. Müttefik Devletlerden İngiltere işgalin kalıcı olması için kendi politikalarını Osmanlı halkına kabul ettirmek için basın yoluyla büyük bir propaganda çalışmalarına girmişti. “İngiliz Muhipler Cemiyeti” kurulmuş, pek çok yazar, politikacı, ilim adamı İngiliz mandası taraftarı olarak kamuoyunu iknaya çalışıyorlardı. Bu cemiyetin başkanı Şura-yı Devlet azası, Adalet Bakanlığı Müsteşarı olan Şeyhu’l-İslam Cemalettin Efendi’nin yeğeni Said Molla yapıyordu. Fahri başkanlığını ise Şeyhu’l-İslam Mustafa Sabri Efendi’ye verilmişti. Bediüzzaman bu durumdan çok rahatsız olmuş ve kamuoyunu ikaz etmek, İngiliz politikalarını akim bırakmak ve İlim adamlarını, yazarları ve politikacıları bu durumdan kurtarmak amacı ile “Hutuvât-ı Sitte” isimli eserini gizli olarak bastırıp meccanen dağıttırdı. (Şualar, 2005, s. 699, 711, 839) Bu durumdan çok rahatsız olan İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington Bediüzzaman’ın ölü veya diri yakalanması emrini çıkarttı. Bediüzzaman tedbir olarak sürekli yer değiştirerek çalışmalarına devam etti. (Tarihçe-i Hayat, 2006, s.216) Bediüzzaman’ın bu çalışmaları ile İngiliz propagandası akim kaldı ve İstanbul’da gizli olarak Talat Paşa’nın direktifi ile kurulan “Karakol Cemiyeti” Anadolu’nun kurtuluşu için çalışmalar başladı. Bu gizli cemiyetin çalışmaları ile pek çok subay ve yüklü miktarda silah Anadolu’ya kaçırılmıştır. Meclis-i Mebusan kapatıldıktan sonra da pek çok mebusu gizli olarak Ankara’ya taşımıştır. Bu cemiyetin Bediüzzaman’ın “Hutuvat-ı Sitte” eserini “Eşref Edib’in gayretleri ile (Şualar, 2005, s. 699) gizli olarak dağıtması muhtemeldir. Bu cemiyet daha sonra “Milli Emniyet Hizmetleri Teşkilatı” 6 Temmuz 1965 tarihinde de MİT oldu.

Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kongreler toplanıyor ve Mülkî, askerî, dinî erkân tarafından halk organize ediliyor ve kurtuluş hareketleri başlatılmaya çalışılıyordu. Bu bağlamda 1 Aralık 1918 tarihinde “İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” Aralık 1018 “Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hey’et-i Osmaniye Cemiyeti” Şubat 1919 tarihinde “Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti” 24 Şubat 1919 tarihinde “Vilayat-ı Şarkıye Müdafa-i Hukuk Cemiyeti” kurulur ve faaliyetlerine başlar. Daha sonra Kâzım Karabekir Paşa 11 Nisan 1919 tarihinde Padişah Vahdettin ile görüşür ve 12 Nisan 1919 tarihinde Gülcemal Vapuru ile İstanbul’dan hareket etti. Zonguldak, Sinop, Samsun ve Trabzon’a uğrayarak halka moral vererek 3 Mayıs 1919 tarihinde Erzurum’a gelir ve burada halkı organize eder. “Erzurum Müdafa-i Hukuk Cemiyeti”ni kurar. İzmir’de 17 Mart 1919 tarihinde çevrede kurulan bütün Cemiyetlerin ortaklaşa çabası ile “Müdafa-i Hukuk-u Osmaniye Kongresi” yapılır. Mustafa Kemal ise ancak 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkar. (M. Ali Kaya, Cumhuriyetin Manevi Temelleri, 2001, s. 127-130)

Buna mukabil İngilizlerin baskısı ile Şeyhu’l-İslam Dürrizâde bir fetva yayınlayarak “Anadolu’da kurtuluş mücadelesini başlatanların “âsî ve bâği oldukları, isyana teşebbüs ettikleri ve dinen onlara yardımcı olmanın caiz olmadığı” ifade ediliyordu. (Tarihçe-i Hayat, 217) Bediüzzaman ise bu fetvaya mukabil fetva vererek “Şeyhu’l-İslam’ın fetvasının geçerli olmadığını, baskı altında verilen böyle bir fetvanın muallel olduğunu, İstiklal mücadelesinin “Cihad” Kuvay-ı Milliyecileri de “Mücahit” olarak ilan etti. Anadolu’daki Kurtuluş hareketini her yönü ile destekledi. İstanbul’da Anadolu’yu destekleyenlere güç ve kuvvet verdi.

İstanbul’da bu faaliyetler devam ederken Ankara’da kurulan “Büyük Millet Meclisi” Bediüzzaman’ın bu çalışmalarını takdirle karşılıyor ve mebus olarak Ankara’ya çağırıyorlardı. Bediüzzaman başta meclis başkanı olan M. Kemal’in müteaddit telgraflarına cevap vermedi. Ancak eski Van Valisi dostu Tahsin Bey gibi dostlarının ısrarlı davetleri sonucu 1922 Kasım ayında Ankara’ya geldi. (Tarihçe-i Hayat, 218-219)



kardeş neyi ıspatlamaya çalışıyorsun ...
hurdacıya altını anlatmaya çalışmak gibi bir çabaya girmişsin...
sen cevap verdikçe onlar azıtacaktır ...
Biz kimizki bediüzzaman gibi bir şahsiyeti böyle basit insanlara kanıtlamaya çalışıyoruzki ?

DİYECEĞİMİZ TEK KELİME AÇIN RİSALE İ NUR KÜLLİYATINI VE BİR TANE OLUMSUZ GÖZE BATAN BİR NÜKTE GÖSTERİN .. HATTA İÇLERİNİZDEN EN ZEKİLERİNİZİ SEÇİN .. ÇÜNKİ BU ZEKANIZ İLE ANCA OKURSUNUZ .. ÇOBANIN FÜLÜT HESABI ...


öyle deme belki değişirler :) belki birisi bu sayede bu inadından vaz gecer : )







 
Geri
Üst