MG_eVİL
New member
- Katılım
- 20 May 2008
- Mesajlar
- 3,623
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Sevgili okurlar; Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ağır ve tehlikeli ortamına doğru hızla gidiyor. Sağduyu ve soğukkanlılıkla halledilebilecek sorunlar, iktidarın ve faşist yandaşlarının hırs ve öfkeleri sonucunda hem daha da çözülemez hale geldi hem de Türkiye bir uçurumun kenarına itildi.
Manzaraya bakın
İktidar Kürt sorununu çözmek adı altında başlattığı operasyonda o kadar ağır hatalar işledi, kendisini popülizmin batağına öyle bir soktu ki, şimdi yarattığı ortamın ağırlığı altında ezilmenin sıkıntısını yaşıyor. “Bedeli ne olursa olsun” sloganıyla başlayan açılım kördüğüm olurken, Başbakan tüm Türkiye’de caddeleri Türk bayraklarıyla donatarak işin içinden çıkmaya çalışıyor.
Sağduyuya kulak verilmedi
Bir Kürt açılımı yapmak yanlış mıydı? Hayır, elbette değildi. Ki iktidar şimdi söylerken, sağduyulu insanlar uzun yıllardır bu konunun üzerinde kafa yoruyor, azim ve cesaretle sorunu dile getirmeye çalışıyordu. Ancak iktidar belki de iyi niyetle başladığı bu açılımı yüzüne gözüne bulaştırdı. Eğer bu süreçte sağduyunun sesine kulak verilseydi manzara bugünkü gibi olmayacaktı.
Açılım ama nasıl?
Bu satırların yazarı olarak açılımın başladığı günden bu yana, akıllı, mantıklı ve doğru adımlar atılmasının yanında olduğumu sürekli belirttim. Ancak iktidar, faşist yandaşlarının adeta dolduruşuna gelerek sağduyuya kulak vermeden ve bir hedef belirlemeden açılıma kalkıştı. Açılım talebinin yurt dışından geldiği gerçeği altında ezildiğini hissettiğim iktidar alelacele “sorunu çözüyoruz” diye ortaya çıktı ama henüz olgunlaşmış bir görüşü olmadığı için içini dolduramadı.
Çevreyi suçlamak
İktidar açılımın içini dolduramazken, bundan öncelikle muhalefeti sorumlu tutarak “açılıma karşı çıkıyorlar, demokrasinin önüne set koyuyorlar” popülist suçlaması ile bir yandan Kürt seçmene selam dururken diğer yandan terör ve akan kandan bunalmış sağduyulu vatandaşlara sevimli görünmek istedi. Aklın yolu birdi, elbette akan kan durmalı, anaların gözyaşı dinmeli, kendisini Kürt hisseden vatandaşların ezikliği ortadan kaldırılmalıydı. Ama iktidar yöntemin yanlış olduğunu göremedi.
Geldiğimiz nokta
Şimdi manzaraya bir daha bakalım. İktidar demokrasi ve hukuka gerçekten inanan, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, vatandaşlar arasındaki barışın bozulmamak üzere sürmesini isteyen sağduyulu insanların sesine hiç kulak asmadan “Ancak ben yaparım” havası içinde en son yapılacak eylemi en başa çekerek kimi teröristleri ülkeye getirdi. Amaç belli ki “Bakın ben barış elimi uzatınca nasıl da karşılık buluyorum” mesajı vermekti.
Evdeki hesap ve çarşı
Başbakan Erdoğan iktidara geldiği günden bu yana pek çok krizin çıkmasına neden oldu. Bunların çoğu bana göre kasıtlı çıkarılmıştı ve Başbakan bu krizleri hep kendi yönetti. Muhalefetin cılızlığından, medyanın korkusundan, kamuoyunun duyarsızlığından, iş dünyasının pasifliğinden yararlanan Başbakan yarattığı krizlerle hep gündemde oturdu ve gücünü artırdı. Ancak Kürt konusunda evdeki hesap çarşıya uymadı.
Kırılma noktası
İktidar yurt dışındaki terörislerin eve dönmesi sırasında çıkacak krizi de yönetebileceğini sanıyordu. Ama beklenmedik bir gelişme oldu ve teröristler on binlerce kişi tarafından coşkuyla karşılandı. Bu bölgede yaşayanlar için belki normaldi ama Türkiye’nin diğer bölgelerinde görüntüler müthiş bir öfke yarattı. O ana kadar teröristle Kürt halkını ayırmayı çok iyi bilen vatandaşlar gördükleri manzara karşısında “Demek ki Kürtlerin büyük bölümü teröristlerin yanındaymış” duygusuna kapıldı. Bu kırılma noktasıydı.
Ok yaydan çıktı
Bugüne kadar her krizi yönetmeyi başaran iktidar bu beklenmedik kırılma noktası karşısında sıkıştı, panikledi. Terör örgütü ve yandaşları ise bu fırsatı kaçırmadı elbette. Ama PKK’nın kuruluş yıldönümü, ama terör liderinin hapishane koşulları bahaneleriyle ülkenin pek çok yerinde eylemlere kalkıştı ki bu eylemler devam ediyor.
Tehlikenin boyutu
Şimdi gelelim ülkenin vardığı tehlikenin boyutuna. Sağduyu hiç dikkate alınmayınca bir yandan PKK terörürün türevleri harekete geçerken diğer taraftan da Türk olmayı da bir tür ırkçı yaklaşımda yüceltenlerin sesi yükselmeye başladı. İktidar ve faşist yandaşları sağduyulu her yaklaşımı Kürt düşmanı, ırkçı yaklaşımlar olarak aynı kefeye koydu. Sonuçta sağduyulu insanların sesi azalırken, konuya “şahin” bakışlar yöneltenler öne çıktı.
Barut fıçısı gibi
Bu yanlışlar ülkenin pek çok yerini “barut fıçısı” haline getirdi. Hemen her gün bir yerden eylem haberleri gelirken, bugüne kadar iç içe yaşamış Türk ve Kürt halkları arasına ısrarla atılan husumet ve düşmanlık tohumlarının filizlenip ortaya çıkacağını söylemek kehanet değil artık. Çok basit bir nedenle başlayacak sıradan kavgaların bir anda Türk-Kürt çatışmasına dönmeyeceğinin garantisi yok. Ve “Bedeli ne olursa olsun” diyen siyasi zihniyetin bu konuda ne yapacağını bilemiyorum açıkçası.
DTP’ye bakış açım
Sevgili okurlar; bugüne kadar pek çok uygulamasını eleştirmeme rağmen DTP’yi demokratik mücadelelerden geçerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kadar gelmiş, özellikle Kürt halkının sorunlarını dile getirmek adına çok önemli bir siyasi parti olarak değerlendirdim ve destekledim. Çünkü Kürt halkının teröre teslim olmaması için siyasi bir hareketin öncülük yapması gerektiğine inanıyorum. Her ne kadar bir bölgeyi veya bir etnik kökenin siyasal olarak temsil edilmesini yanlış bulsam da DTP’nin önümüzdeki süreçte tüm ülkenin partisi olabileceğine inanmak istiyordum.
Gerçek yüzü ortaya çıktı
Oysa açılım konusunda en duyarlı olması ve bundan yararlanması gereken DTP tahminlerimin tam aksine adeta gerçek yüzünü gösterdi. İktidarın (belki) iyi niyetini, Türk halkının hoşgörüsünü istismar eden DTP, Türkiye’ye her şeyi yaptırabileceği güce eriştiği vehmine kapılarak süreci baltalayan bir tavır takındı. Aslında en son dile getirilmesi ve hatta kabul bile görmesi muhtemel bir konuyu, İmralı’daki teröristi gündemin başına koyarak hem fanatikleri harekete geçirdi, hem de Türk halkının derin öfkesine hedef oldu.
Kapatma davası
Ve bu en kritik dönemde karşımızda bir de kapatma davası var. Belge ve kanıtlara bakıldığında, hukukçuların yorumuna göre DTP’nin kapatılması anayasal kurallara göre bir zorunluluk olabilir. Böyle bir kararın ardından DTP’nin teröre daha da fazla prim vereceğini görmemek mümkün mü? Böyle olmasın diye hukuku çiğnemeye kalkmak ve duruma göre yargı kararı alınmasını istemek de devlet olma vasfını ortadan kaldıracağı için çok vahim bir durumla karşı karşıya kalacağız.
Komutanlar ifadede
Üç eski kuvvet komutanı hafta sonu Ergenekon savcılarının karşısına geçti ve ifade verdi. Benim en çok canımı sıkan ne oldu biliyor musunuz, bu emekli generallerin sanki bir şeyden kaçıyormuş gibi içeri gizlice girmeleri ve serbest bırakılmalarından sonra yine aynı yöntemle çıkmaları. Kuvvet komutanlığı yapmış generaller neden böyle saklanma ihtiyacı hisseder ki? Eğer sakındıkları bir şey yoksa göğüslerini gererek gelirler. Ergenekon savcılarının karşısına geçen paşaların hepsi beni çok şaşırtıyor.
Ergenekon çöktü mü?
Komutanların sorgulandıktan sonra serbest bırakılmaları “Ergenekon çöktü” yorumunu güçlendirecektir. Gerçi komutanlar hakkında dava açılıp açılmadığını henüz bilmiyorum, ama yüzlerce kişi Örnek’in günlükleri esas alınarak soruşturmaya uğradı, tutuklandı. Oysa şimdi bu günlükler bir kenara atılmış oldu. Peki bu günlükler nedeniyle tutuklananlar ve davanın akıbeti ne olacak? Bana göre, zaten hiç de inandırıcı olmayan Ergenekon davasının sonu gelmiştir. Hafta içindeki gelişmelere göre konuya nasıl olsa tekrar değineceğim.
Nida Garipoğlu mektubu
Sevgili okurlar; bu hafta sohbetinin sonunda aldığım bir mektuptan söz etmek istiyorum. Oğluyla birlikte genç bir kızı öldürmekten yargılanmaya başlanacak olan Nida Garipoğlu hapishaneden bir mektup göndermiş. İçinde ilginç bilgiler var. Hafta içinde size bu mektuptan da söz etmek istiyorum. Hepinize iyi haftalar...
..::CAN ATAKLI::..
Manzaraya bakın
İktidar Kürt sorununu çözmek adı altında başlattığı operasyonda o kadar ağır hatalar işledi, kendisini popülizmin batağına öyle bir soktu ki, şimdi yarattığı ortamın ağırlığı altında ezilmenin sıkıntısını yaşıyor. “Bedeli ne olursa olsun” sloganıyla başlayan açılım kördüğüm olurken, Başbakan tüm Türkiye’de caddeleri Türk bayraklarıyla donatarak işin içinden çıkmaya çalışıyor.
Sağduyuya kulak verilmedi
Bir Kürt açılımı yapmak yanlış mıydı? Hayır, elbette değildi. Ki iktidar şimdi söylerken, sağduyulu insanlar uzun yıllardır bu konunun üzerinde kafa yoruyor, azim ve cesaretle sorunu dile getirmeye çalışıyordu. Ancak iktidar belki de iyi niyetle başladığı bu açılımı yüzüne gözüne bulaştırdı. Eğer bu süreçte sağduyunun sesine kulak verilseydi manzara bugünkü gibi olmayacaktı.
Açılım ama nasıl?
Bu satırların yazarı olarak açılımın başladığı günden bu yana, akıllı, mantıklı ve doğru adımlar atılmasının yanında olduğumu sürekli belirttim. Ancak iktidar, faşist yandaşlarının adeta dolduruşuna gelerek sağduyuya kulak vermeden ve bir hedef belirlemeden açılıma kalkıştı. Açılım talebinin yurt dışından geldiği gerçeği altında ezildiğini hissettiğim iktidar alelacele “sorunu çözüyoruz” diye ortaya çıktı ama henüz olgunlaşmış bir görüşü olmadığı için içini dolduramadı.
Çevreyi suçlamak
İktidar açılımın içini dolduramazken, bundan öncelikle muhalefeti sorumlu tutarak “açılıma karşı çıkıyorlar, demokrasinin önüne set koyuyorlar” popülist suçlaması ile bir yandan Kürt seçmene selam dururken diğer yandan terör ve akan kandan bunalmış sağduyulu vatandaşlara sevimli görünmek istedi. Aklın yolu birdi, elbette akan kan durmalı, anaların gözyaşı dinmeli, kendisini Kürt hisseden vatandaşların ezikliği ortadan kaldırılmalıydı. Ama iktidar yöntemin yanlış olduğunu göremedi.
Geldiğimiz nokta
Şimdi manzaraya bir daha bakalım. İktidar demokrasi ve hukuka gerçekten inanan, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, vatandaşlar arasındaki barışın bozulmamak üzere sürmesini isteyen sağduyulu insanların sesine hiç kulak asmadan “Ancak ben yaparım” havası içinde en son yapılacak eylemi en başa çekerek kimi teröristleri ülkeye getirdi. Amaç belli ki “Bakın ben barış elimi uzatınca nasıl da karşılık buluyorum” mesajı vermekti.
Evdeki hesap ve çarşı
Başbakan Erdoğan iktidara geldiği günden bu yana pek çok krizin çıkmasına neden oldu. Bunların çoğu bana göre kasıtlı çıkarılmıştı ve Başbakan bu krizleri hep kendi yönetti. Muhalefetin cılızlığından, medyanın korkusundan, kamuoyunun duyarsızlığından, iş dünyasının pasifliğinden yararlanan Başbakan yarattığı krizlerle hep gündemde oturdu ve gücünü artırdı. Ancak Kürt konusunda evdeki hesap çarşıya uymadı.
Kırılma noktası
İktidar yurt dışındaki terörislerin eve dönmesi sırasında çıkacak krizi de yönetebileceğini sanıyordu. Ama beklenmedik bir gelişme oldu ve teröristler on binlerce kişi tarafından coşkuyla karşılandı. Bu bölgede yaşayanlar için belki normaldi ama Türkiye’nin diğer bölgelerinde görüntüler müthiş bir öfke yarattı. O ana kadar teröristle Kürt halkını ayırmayı çok iyi bilen vatandaşlar gördükleri manzara karşısında “Demek ki Kürtlerin büyük bölümü teröristlerin yanındaymış” duygusuna kapıldı. Bu kırılma noktasıydı.
Ok yaydan çıktı
Bugüne kadar her krizi yönetmeyi başaran iktidar bu beklenmedik kırılma noktası karşısında sıkıştı, panikledi. Terör örgütü ve yandaşları ise bu fırsatı kaçırmadı elbette. Ama PKK’nın kuruluş yıldönümü, ama terör liderinin hapishane koşulları bahaneleriyle ülkenin pek çok yerinde eylemlere kalkıştı ki bu eylemler devam ediyor.
Tehlikenin boyutu
Şimdi gelelim ülkenin vardığı tehlikenin boyutuna. Sağduyu hiç dikkate alınmayınca bir yandan PKK terörürün türevleri harekete geçerken diğer taraftan da Türk olmayı da bir tür ırkçı yaklaşımda yüceltenlerin sesi yükselmeye başladı. İktidar ve faşist yandaşları sağduyulu her yaklaşımı Kürt düşmanı, ırkçı yaklaşımlar olarak aynı kefeye koydu. Sonuçta sağduyulu insanların sesi azalırken, konuya “şahin” bakışlar yöneltenler öne çıktı.
Barut fıçısı gibi
Bu yanlışlar ülkenin pek çok yerini “barut fıçısı” haline getirdi. Hemen her gün bir yerden eylem haberleri gelirken, bugüne kadar iç içe yaşamış Türk ve Kürt halkları arasına ısrarla atılan husumet ve düşmanlık tohumlarının filizlenip ortaya çıkacağını söylemek kehanet değil artık. Çok basit bir nedenle başlayacak sıradan kavgaların bir anda Türk-Kürt çatışmasına dönmeyeceğinin garantisi yok. Ve “Bedeli ne olursa olsun” diyen siyasi zihniyetin bu konuda ne yapacağını bilemiyorum açıkçası.
DTP’ye bakış açım
Sevgili okurlar; bugüne kadar pek çok uygulamasını eleştirmeme rağmen DTP’yi demokratik mücadelelerden geçerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kadar gelmiş, özellikle Kürt halkının sorunlarını dile getirmek adına çok önemli bir siyasi parti olarak değerlendirdim ve destekledim. Çünkü Kürt halkının teröre teslim olmaması için siyasi bir hareketin öncülük yapması gerektiğine inanıyorum. Her ne kadar bir bölgeyi veya bir etnik kökenin siyasal olarak temsil edilmesini yanlış bulsam da DTP’nin önümüzdeki süreçte tüm ülkenin partisi olabileceğine inanmak istiyordum.
Gerçek yüzü ortaya çıktı
Oysa açılım konusunda en duyarlı olması ve bundan yararlanması gereken DTP tahminlerimin tam aksine adeta gerçek yüzünü gösterdi. İktidarın (belki) iyi niyetini, Türk halkının hoşgörüsünü istismar eden DTP, Türkiye’ye her şeyi yaptırabileceği güce eriştiği vehmine kapılarak süreci baltalayan bir tavır takındı. Aslında en son dile getirilmesi ve hatta kabul bile görmesi muhtemel bir konuyu, İmralı’daki teröristi gündemin başına koyarak hem fanatikleri harekete geçirdi, hem de Türk halkının derin öfkesine hedef oldu.
Kapatma davası
Ve bu en kritik dönemde karşımızda bir de kapatma davası var. Belge ve kanıtlara bakıldığında, hukukçuların yorumuna göre DTP’nin kapatılması anayasal kurallara göre bir zorunluluk olabilir. Böyle bir kararın ardından DTP’nin teröre daha da fazla prim vereceğini görmemek mümkün mü? Böyle olmasın diye hukuku çiğnemeye kalkmak ve duruma göre yargı kararı alınmasını istemek de devlet olma vasfını ortadan kaldıracağı için çok vahim bir durumla karşı karşıya kalacağız.
Komutanlar ifadede
Üç eski kuvvet komutanı hafta sonu Ergenekon savcılarının karşısına geçti ve ifade verdi. Benim en çok canımı sıkan ne oldu biliyor musunuz, bu emekli generallerin sanki bir şeyden kaçıyormuş gibi içeri gizlice girmeleri ve serbest bırakılmalarından sonra yine aynı yöntemle çıkmaları. Kuvvet komutanlığı yapmış generaller neden böyle saklanma ihtiyacı hisseder ki? Eğer sakındıkları bir şey yoksa göğüslerini gererek gelirler. Ergenekon savcılarının karşısına geçen paşaların hepsi beni çok şaşırtıyor.
Ergenekon çöktü mü?
Komutanların sorgulandıktan sonra serbest bırakılmaları “Ergenekon çöktü” yorumunu güçlendirecektir. Gerçi komutanlar hakkında dava açılıp açılmadığını henüz bilmiyorum, ama yüzlerce kişi Örnek’in günlükleri esas alınarak soruşturmaya uğradı, tutuklandı. Oysa şimdi bu günlükler bir kenara atılmış oldu. Peki bu günlükler nedeniyle tutuklananlar ve davanın akıbeti ne olacak? Bana göre, zaten hiç de inandırıcı olmayan Ergenekon davasının sonu gelmiştir. Hafta içindeki gelişmelere göre konuya nasıl olsa tekrar değineceğim.
Nida Garipoğlu mektubu
Sevgili okurlar; bu hafta sohbetinin sonunda aldığım bir mektuptan söz etmek istiyorum. Oğluyla birlikte genç bir kızı öldürmekten yargılanmaya başlanacak olan Nida Garipoğlu hapishaneden bir mektup göndermiş. İçinde ilginç bilgiler var. Hafta içinde size bu mektuptan da söz etmek istiyorum. Hepinize iyi haftalar...
..::CAN ATAKLI::..