T
Banned
- Katılım
- 8 May 2006
- Mesajlar
- 3,665
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Siyam (oruç) şuuru
Sıyam’ veya ‘savm’ sözlükte; herhangi bir şeyden çekinmek, onu yapmamak, terketmek demektir.
Bir başka deyişle; nefsi, onun meylettiği şeylerden, -isterse bir söz olsun- alıkoymaktır. Yemek, konuşmak
ve yürümekten uzak durmaktır. Nitekim Arapçada yürümeyen ata, durgun suya veya durgun rüzgâra ‘saím’ denmektedir.
Kelime bu anlamıyla Kur’an’da şöyle geçmektedir:
“Artık ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir insan görürsen, de ki: ‘Ben Rahman’a oruç (savm) adadım. Bugün hiç bir insanla konuşmayacağım.’” (19 Meryem/26)
Türkçe’de aslı Farsça olan ‘oruç’ kelimesi bu anlamda kullanılmaktadır.
Şeriat dilinde ‘sıyam’ veya ‘savm’ nefsin en büyük istekleri olan yeme, içme ve cinsel ilişki gibi
bilinen zorunlu ihtiyaçlardan gün boyu, niyet ederek ve Allah’ın rızasını gözeterek uzak kalmak,
nefsi bu gibi şeylerden alıkoymaktır.
Oruç ibadeti müslümanlara Kur’an’ın açık âyetleriyle farzdır. Kamerí aylardan Ramazan ayı
gelince aklı başında, büluğ çağına ulaşmış, hasta ve yolcu olmayan bütün mü’minlerin oruç
tutması dinen mecburidir. Hasta olanlar ve uzak yolculuğa gidenler, güçleri yeterse oruçlarını
zamanında tutarlar. Güçleri yetmezse, Ramazan’dan sonra kaza ederler. Bunun dışındaki herhangi
bir sebep oruç tutmaya engel değildir. Meselâ çalışma, kısa yolculuğa çıkma, dayanılabilecek hafif
hastalıklar, çocuklara veya birilerine bakmak gibi.
Oruç ibadeti hakkındaki fıkhí bilgiler herhangi bir fıkıh kitabında bulunabilir. Burada onların
üzerinde durmayacağız. Burada daha çok orucun dindeki yerini, hikmetlerini ve imanın bir
gereği olarak müslümanlara pratik hayatta kazandıracağı şuurdan bahsetmeye çalışacağız.
Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Sizden önceki (ümmetlere) sıyam (oruç) farz kılındığı gibi size de farz
kılındı. Umulur ki hakkıyla korkup sakınırsınız.” “Ramazan ayı ki, insanlar için hidayet (yol gösterici)
olan, hak ile batılı birbirinden ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse
sizden kim o aya şahit olursa (Ramazan’a ulaşırsa); artık onda (oruç) tutsun. Kim de hasta ya da
yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun (kaza etsin). Allah, size kolaylık
diler, güçlük dilemez....” (2 Bekara/183, 185)
Muhammed (sav) ümmetine farz kılınan oruç, daha önceki ümmetlere de farz kılınmıştı. Demek ki başka
din mensupları daha sonradan dinlerini değiştirdiler ve böylece oruç ibadetini unuttular veya başka bir
şekle soktular.
Oruç ayı Ramazan’dır. Ramazan, kameri aylardan biridir. Kamerí takvim Ay’ın dünyanın
etrafındaki hareketini esas alan bir takvim olduğu için, Güneş takvimine göre her yıl onbir gün önce gelir.
Böyle olunca Ramazan ve diğer kamerí aylar, otuzaltı senede bütün yılı, yılın her gününü dolaşırlar.
Bunun hikmeti, yazın sıcak ve uzun, kışın soğuk ve kısa günlerinde, zorluğu ve meşekkati ile
beraber oruç ibadetini yerine getirmektir. Bütün zamanlar, bütün günler Allah’ın olduğuna göre
elli yıl kadar ömrü olan bir müslüman, senenin bütün günlerini bir defalığına oruç gibi yüce bir ibadetle
geçirebilir.
Ramazan ayı aynı zamanda Kur’an ayıdır. Çünkü yine Kur’an’ın açıklamasına göre bu ilâhi
Kitap, Ramazan ayında indirilmeye başlanmıştır. Evet ilk vahiy Ramazan ayında, Hira dağında
“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (96 Alak/1-4) sözleriyle gelmeye başlamıştı.
Kur’an, Rabbimizin insanlığa en son olarak gönderdiği mesajıdır. O, insanlara yalnızca
doğru yolu gösterir. Sözleriyle, hükümleriyle, haberleriyle, müjdeleriyle, mucize oluşuyla insanlair
hidayete sevkeder. O, Hakk ile batılın, doğru ile yanlışın, hidayet ile dalâletin (sapıklığın) ne olduğunu
açıklar. Allah’a nasıl kulluk yapılacağını gösterir. Hayatın ve ölümün mantığını, var oluşun sebeplerini
açıklar. İnsanın bilmediklerini öğretir. İçerisinde hikmetler, insanın hayatı ve ruhu için lazım olan
güzellikler, prensipler, ahlâkí ilkeler, öğütler ve ibretler vardır.
Kur’an bir nur’dur, yani insanlık için bir ışıktır; onların yollarını aydınlatır. Dosdoğru yolun
hangisi olduğunu gösterir. Yanlışı, sapıklığı, karanlığı, zulmü ve azgınlığı tanıtır; bütün bunlardan
insanları sakındırır. Hayatı kolaylaştırır. Hayatı süsleyecek, onu insana tatlı hale getirecek bütün
güzellikleri ortaya koyar. İnsanları düşünmeye davet eder ve hayatlarına çeki düzen vermeyi öğretir
. Nefislerini nasıl kontrol altına alacakları ve ona nasıl hayırlı ameller yaptıracakları bildirir.
Kur’an, insana verilen yaşama emanetinin başlangıç noktasını, varacağı sonucu haber verir.
Hayatın sırlarını, insanın evren içerisindeki fonksiyonunu ortaya koyar.
Kur’an, insanın insan olarak sorabileceği yaratılış ve var oluş sorularının cevabını verir.
İşte bu mucize ilâhi Kitap, Ramazan ayında insanlığa sunulmaya başlandı. Bu insanlık
tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Aynı noktada Hz. Muhammed gibi en güzel insanın, son
peygamberin risaletinin başladığını da görmekteyiz. Hz. Muhammed, insanlık tarihi içerisinde
Kur’an’la beraber en önemli inkılabı (değişimi) gerçekleştiren, sapıklığı inanç olarak seçen ve
seçmeye devam edecek olanlara, hidayeti gösteren, bunu hayatıyla ortaya koyan örnek insandır.
İşte O’nun peygamberlik görevi de Ramazan ayında başlıyor.
Bin aydan daha faziletli bir gece ‘Kadir Gecesi’ de Ramazan ayı içerisindedir. Zamanlar içerisinde
Kadir Gecesi özel bir andır. Adı gibi kadri çok yücedir. Kimbilir Allah katında ne gibi hikmetleri vardır.
Bu hikmetlerin bir kısmını azıcık bilgimizle Kur’an’ın haber verdikleriyle ve Hz. Muhammed’in hayatıyla,
getirip öğrettikleriyle anlayabiliyoruz.
Ramazan ayının oruç ayı seçilmesinin belki böyle nükteleri vardır. Ancak oruç ibadetinin İslam’daki
yeri şüphesiz daha da anlamlıdır, daha da büyüktür.
Bilindiği gibi ‘oruç’ İslâmın temellerinden (şartlarından) biridir. (Buhari, İman/1. Müslim, İman/22.
Nesai, İman/13. Tirmizi, İman/3. nak. Kütüb-ü Sitte 2/213) Namaz ibadeti gibi oruç ibadeti de mü’minin
İslâmí hayatını ayakta tutabilecek en önemli temellerden biridir. Din binasının tamamlanması
orucun tutulmasıyla mümkün olmaktadır. Üstelik oruç bedenle yapılan bir ibadet olduğu için, namaz gibi
başkası tarafından yapılması mümkün değildir. Bizzat her müslümanın kendisinin yapması gerekir.
Bu özelliği ile oruç, mü’min bir kimsenin İslâmí hayatını düzenleyici bir role sahiptir.
Oruç, şeriatın en kuvvetli kanunlarından biridir. İnsana kötülüğü emreden nefis, oruç cihadıyla
(cehdiyle) terbiye edilir. Kötülüğü meyilli duygular bununla sakinleştirilir, aşırı hırs ve istekler
bununla dizginlenir. Doymak bilmeyen iştahlar bununla azaltılır. Kişideki şehvet ve günâha gitme
duyguları oruçla törpülenir ve dizginlenir. Aşırı arzular onunla sınırlandırılır.
Allah’ın nizamını hayata kılmak üzere cehd eden (çalışan) ve insanlar üzerinde şahid (tanık)
olan mü’min (2 Bekara/143), oruçla beraber azim ve irade sahibi olur. Rabbine bu ibadetle beraber
biraz daha sevgiyle bağlanır. O, oruçla beraber yalnızca Allah’a ibadet edeceğini, O’nun emrine
uyacağını gösterir. Rabbinin kendisine nimet olarak verdiklerine, o nimetlerden biraz uzak kalmak
suretiyle şükreder.
Oruç, Allah’ın verdiği helâl nimetleri, sırf Allah rızası için belli bir zaman terketmektir.
Bu bazılarının sandığı gibi bir perhiz veya sağlıklı yaşam alıştırması değildir. Bu, Allah için nefsin
isteklerini kontrol altına alabilme alıştırması, bir nefis eğitimidir.
Mü’minin nefsinin böyle bir eğitime ihtiyacı vardır. Çünkü o inandığı dini, hayatına hakim
kılmakla yükümlüdür. O bunu görevi Allah’ın kulu olduğuna kesin olarak inandığı ve gerçek
kurtuluşun İslâmı yaşamakla mümkün olduğunu bildiği için yerine getirir.
Müslüman aynı zamanda inandığı dinin bir temsilcisidir. Mü’min yeryüzünde, inkârcılar arasında
Hakk’ın şahididir. O, örnek hayatıyla inandığı dinin güzelliklerini başkalarına aktaracaktır, gösterecektir.
Bundan dolayı o, nefsini iyi şekilde terbiye etmesi gerekir. İman yolu şüphesiz kolay değildir. Engeller,
zorluklar, nefsin ve şeytanın aldatmaları, şehvet duygularının yaygın kolları, dünya hayatının çekicilikleri
vardır. Mü’min bütün bunlara karşı dikkatli olacak, hepsini inancının izin verdiği ölçüde halledecek ve
hayatının amacını gerçekleştirecektir.
İşte oruç ibadeti bu eğitimi sağlayan bir imkandır.
Mü’min orucu, bir takım maddi faydaları yüzünden tutmaz. Bilim ve tecrübe göstermiştir ki,
oruç tutmanın inanan veya inanmayan herkese faydası vardır. Ancak mü’min orucu bir ibadet olduğu için,
bir Allah (cc) emri olduğu için tutar. Sonunda da elbette onun her türlü faydasına kavuşur.
İbadetlerin değeri maddi faydalarıyla ölçülemez. İbadet, kul olmanın bir gereğidir.
İman etmenin sonucudur. Şükretmenin göstergesidir, dünya ve ahiret saadetinin anahtarıdır.
Mü’min, yeryüzündeki gürevini hakkıyla yerine getirebilmek için beden, ruh ve ahlâk
olgunluğuna ulaşmalıdır. İslâmí çabalar her bakımdan olgun mü’mine ihtiyaç duyar.
Oruç mü’mine maddí ve maneví olgunluk sağlar.
Oruç, müthiş bir sabır imtihanıdır. Sabır ahlâkının bir nimet ve önemli bir enerji kaynağı
olduğunu düşünürsek, orucun önemini bir kat daha anlarız. Oruçla sabretmeyi, direnmeyi, istekler
karşısında hür olmayı öğreniriz.
Kişinin en özgür olduğu an isteklerine, şehvetine ve kızgınlığına yenilmediği andır. Ya da,
her ne kadar hoşa gitse de dünyalıklar karşısında teslim olmamadır. Dünyalıkların içerisinde
olmasına rağmen onların karşısında kul-köle olmadığını ortaya koyabilmesidir.
İşte oruç bu özgür iradeye kapı açar. Oruçlu gündüzün ilerleyen saatlerinde açtır.
Yemeye ve içmeye ihtiyacı vardır. Vücudunun, midesinin, aklının ve duygularının yeme
ve içmeden yana müthiş bir iştâhı vardır. Yeme şehveti gitgide artar. Ama o Allah’a söz vermiştir.
Gündüzün sonuna kadar bütün bu isteklere karşı koyacaktır. Ve çok ihtiyacı olmasına
rağmen iştâh çeken şeylerden yemeyecektir.
Oruçlu iken yemeği de vardır, içeceği de vardır. Bütün güzel yiyecek ve içecekler hemen
yanıbaşındadır. Hatta iftar için yemek hazırlıyordur, ya da iftar sofrasının başındadır. Ama oruçlu
olduğu için akşama kadar onlardan yemez. Nefsine hakim olur. Niçin? Onu bu noktada tutan
şuur nedir? Kimsenin görmediği bir yerde, nefsin müthiş bir ihtiyaç içinde olduğu bir anda,
onu yemeden ve içmeden alıkoyan dikkatin kaynağı nedir? İşte bu kaynak imandır.
Allah’a karşı duyulan sorumluluk bilinci, O’na karşı verilen sözdür.
Mü’min, diğer zamanlarda dünyalığa sahiptir, dünyalıklar elinin altındadır ama onlara t
eslim olmaz, akıllıca kullanır, dünyalıklarla şımarmaz, dünyalıklarla ahiret yurduna da hazırlık yapar.
Oruçla bu direnci, bu takvayı ve bu şuuru kazanan mü’min, hayatının diğer zamanlarında
da kendini Rabbinden uzaklaştıracak, onu gaflete ve günâha düşürebilecek isteklerine
karşı koyacaktır. Dünyalıklar karşısında zelil olmayacak, onların karşısında küçülüp hata yapmayacaktır.
Harama bakmaya istekli, haram işlemeye meyilli arzular oruçla azaltılır. Ramazan ayında yorulan
mideler ve organların dinlendirildiği gibi, ibadetlerle de hisler ve ruhlar dinlendirilir.
Oruç, mü’minin duygu ve düşüncelerini inceltir, yardım duygularını artırır, şefkat ve merhamet
ahlâkını geliştirir. Açlık çekmenin zorluğunu gösterir, fakirleri, zorluk ve darlık çekenleri düşünmeyi sağlar.
Mü’min oruçla beraber nimetlere sahip olmanın kıymetini daha iyi anlar, nimet verene
şükrünü artırır. Elindeki nimetlerin değerini daha iyi anlar. Allah’ın verdiği nimetleri diğer kullarla
paylaşmayı öğrenir.
Oruç günâhlara karşı bir perdedir. Cehenneme karşı bir kalkandır. Kötü davranışlara karşı bir
siperdir. Hastalıklara karşı sağlık, tehlikelere karşı sığınılacak bir kale, şeytaní dürtülere karşı
bir zırh, ağız kokusunu bile misk kokusu haline getiren bir güzelliktir. Oruç Allah’a ihtiyaç duymanın,
Allah’a şükretmenin, kulluğu yalnızca O’na karşı yapmanın göstergesidir.
Kısaca oruç veya Ramazan ayı ibadet, sabır, hürriyet; aynı zamanda iman ve takva şuurudur.
alıntıdır (site ismi yasak olduğu için kaynak yazmıyorum)
Sıyam’ veya ‘savm’ sözlükte; herhangi bir şeyden çekinmek, onu yapmamak, terketmek demektir.
Bir başka deyişle; nefsi, onun meylettiği şeylerden, -isterse bir söz olsun- alıkoymaktır. Yemek, konuşmak
ve yürümekten uzak durmaktır. Nitekim Arapçada yürümeyen ata, durgun suya veya durgun rüzgâra ‘saím’ denmektedir.
Kelime bu anlamıyla Kur’an’da şöyle geçmektedir:
“Artık ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir insan görürsen, de ki: ‘Ben Rahman’a oruç (savm) adadım. Bugün hiç bir insanla konuşmayacağım.’” (19 Meryem/26)
Türkçe’de aslı Farsça olan ‘oruç’ kelimesi bu anlamda kullanılmaktadır.
Şeriat dilinde ‘sıyam’ veya ‘savm’ nefsin en büyük istekleri olan yeme, içme ve cinsel ilişki gibi
bilinen zorunlu ihtiyaçlardan gün boyu, niyet ederek ve Allah’ın rızasını gözeterek uzak kalmak,
nefsi bu gibi şeylerden alıkoymaktır.
Oruç ibadeti müslümanlara Kur’an’ın açık âyetleriyle farzdır. Kamerí aylardan Ramazan ayı
gelince aklı başında, büluğ çağına ulaşmış, hasta ve yolcu olmayan bütün mü’minlerin oruç
tutması dinen mecburidir. Hasta olanlar ve uzak yolculuğa gidenler, güçleri yeterse oruçlarını
zamanında tutarlar. Güçleri yetmezse, Ramazan’dan sonra kaza ederler. Bunun dışındaki herhangi
bir sebep oruç tutmaya engel değildir. Meselâ çalışma, kısa yolculuğa çıkma, dayanılabilecek hafif
hastalıklar, çocuklara veya birilerine bakmak gibi.
Oruç ibadeti hakkındaki fıkhí bilgiler herhangi bir fıkıh kitabında bulunabilir. Burada onların
üzerinde durmayacağız. Burada daha çok orucun dindeki yerini, hikmetlerini ve imanın bir
gereği olarak müslümanlara pratik hayatta kazandıracağı şuurdan bahsetmeye çalışacağız.
Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Sizden önceki (ümmetlere) sıyam (oruç) farz kılındığı gibi size de farz
kılındı. Umulur ki hakkıyla korkup sakınırsınız.” “Ramazan ayı ki, insanlar için hidayet (yol gösterici)
olan, hak ile batılı birbirinden ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse
sizden kim o aya şahit olursa (Ramazan’a ulaşırsa); artık onda (oruç) tutsun. Kim de hasta ya da
yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun (kaza etsin). Allah, size kolaylık
diler, güçlük dilemez....” (2 Bekara/183, 185)
Muhammed (sav) ümmetine farz kılınan oruç, daha önceki ümmetlere de farz kılınmıştı. Demek ki başka
din mensupları daha sonradan dinlerini değiştirdiler ve böylece oruç ibadetini unuttular veya başka bir
şekle soktular.
Oruç ayı Ramazan’dır. Ramazan, kameri aylardan biridir. Kamerí takvim Ay’ın dünyanın
etrafındaki hareketini esas alan bir takvim olduğu için, Güneş takvimine göre her yıl onbir gün önce gelir.
Böyle olunca Ramazan ve diğer kamerí aylar, otuzaltı senede bütün yılı, yılın her gününü dolaşırlar.
Bunun hikmeti, yazın sıcak ve uzun, kışın soğuk ve kısa günlerinde, zorluğu ve meşekkati ile
beraber oruç ibadetini yerine getirmektir. Bütün zamanlar, bütün günler Allah’ın olduğuna göre
elli yıl kadar ömrü olan bir müslüman, senenin bütün günlerini bir defalığına oruç gibi yüce bir ibadetle
geçirebilir.
Ramazan ayı aynı zamanda Kur’an ayıdır. Çünkü yine Kur’an’ın açıklamasına göre bu ilâhi
Kitap, Ramazan ayında indirilmeye başlanmıştır. Evet ilk vahiy Ramazan ayında, Hira dağında
“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (96 Alak/1-4) sözleriyle gelmeye başlamıştı.
Kur’an, Rabbimizin insanlığa en son olarak gönderdiği mesajıdır. O, insanlara yalnızca
doğru yolu gösterir. Sözleriyle, hükümleriyle, haberleriyle, müjdeleriyle, mucize oluşuyla insanlair
hidayete sevkeder. O, Hakk ile batılın, doğru ile yanlışın, hidayet ile dalâletin (sapıklığın) ne olduğunu
açıklar. Allah’a nasıl kulluk yapılacağını gösterir. Hayatın ve ölümün mantığını, var oluşun sebeplerini
açıklar. İnsanın bilmediklerini öğretir. İçerisinde hikmetler, insanın hayatı ve ruhu için lazım olan
güzellikler, prensipler, ahlâkí ilkeler, öğütler ve ibretler vardır.
Kur’an bir nur’dur, yani insanlık için bir ışıktır; onların yollarını aydınlatır. Dosdoğru yolun
hangisi olduğunu gösterir. Yanlışı, sapıklığı, karanlığı, zulmü ve azgınlığı tanıtır; bütün bunlardan
insanları sakındırır. Hayatı kolaylaştırır. Hayatı süsleyecek, onu insana tatlı hale getirecek bütün
güzellikleri ortaya koyar. İnsanları düşünmeye davet eder ve hayatlarına çeki düzen vermeyi öğretir
. Nefislerini nasıl kontrol altına alacakları ve ona nasıl hayırlı ameller yaptıracakları bildirir.
Kur’an, insana verilen yaşama emanetinin başlangıç noktasını, varacağı sonucu haber verir.
Hayatın sırlarını, insanın evren içerisindeki fonksiyonunu ortaya koyar.
Kur’an, insanın insan olarak sorabileceği yaratılış ve var oluş sorularının cevabını verir.
İşte bu mucize ilâhi Kitap, Ramazan ayında insanlığa sunulmaya başlandı. Bu insanlık
tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Aynı noktada Hz. Muhammed gibi en güzel insanın, son
peygamberin risaletinin başladığını da görmekteyiz. Hz. Muhammed, insanlık tarihi içerisinde
Kur’an’la beraber en önemli inkılabı (değişimi) gerçekleştiren, sapıklığı inanç olarak seçen ve
seçmeye devam edecek olanlara, hidayeti gösteren, bunu hayatıyla ortaya koyan örnek insandır.
İşte O’nun peygamberlik görevi de Ramazan ayında başlıyor.
Bin aydan daha faziletli bir gece ‘Kadir Gecesi’ de Ramazan ayı içerisindedir. Zamanlar içerisinde
Kadir Gecesi özel bir andır. Adı gibi kadri çok yücedir. Kimbilir Allah katında ne gibi hikmetleri vardır.
Bu hikmetlerin bir kısmını azıcık bilgimizle Kur’an’ın haber verdikleriyle ve Hz. Muhammed’in hayatıyla,
getirip öğrettikleriyle anlayabiliyoruz.
Ramazan ayının oruç ayı seçilmesinin belki böyle nükteleri vardır. Ancak oruç ibadetinin İslam’daki
yeri şüphesiz daha da anlamlıdır, daha da büyüktür.
Bilindiği gibi ‘oruç’ İslâmın temellerinden (şartlarından) biridir. (Buhari, İman/1. Müslim, İman/22.
Nesai, İman/13. Tirmizi, İman/3. nak. Kütüb-ü Sitte 2/213) Namaz ibadeti gibi oruç ibadeti de mü’minin
İslâmí hayatını ayakta tutabilecek en önemli temellerden biridir. Din binasının tamamlanması
orucun tutulmasıyla mümkün olmaktadır. Üstelik oruç bedenle yapılan bir ibadet olduğu için, namaz gibi
başkası tarafından yapılması mümkün değildir. Bizzat her müslümanın kendisinin yapması gerekir.
Bu özelliği ile oruç, mü’min bir kimsenin İslâmí hayatını düzenleyici bir role sahiptir.
Oruç, şeriatın en kuvvetli kanunlarından biridir. İnsana kötülüğü emreden nefis, oruç cihadıyla
(cehdiyle) terbiye edilir. Kötülüğü meyilli duygular bununla sakinleştirilir, aşırı hırs ve istekler
bununla dizginlenir. Doymak bilmeyen iştahlar bununla azaltılır. Kişideki şehvet ve günâha gitme
duyguları oruçla törpülenir ve dizginlenir. Aşırı arzular onunla sınırlandırılır.
Allah’ın nizamını hayata kılmak üzere cehd eden (çalışan) ve insanlar üzerinde şahid (tanık)
olan mü’min (2 Bekara/143), oruçla beraber azim ve irade sahibi olur. Rabbine bu ibadetle beraber
biraz daha sevgiyle bağlanır. O, oruçla beraber yalnızca Allah’a ibadet edeceğini, O’nun emrine
uyacağını gösterir. Rabbinin kendisine nimet olarak verdiklerine, o nimetlerden biraz uzak kalmak
suretiyle şükreder.
Oruç, Allah’ın verdiği helâl nimetleri, sırf Allah rızası için belli bir zaman terketmektir.
Bu bazılarının sandığı gibi bir perhiz veya sağlıklı yaşam alıştırması değildir. Bu, Allah için nefsin
isteklerini kontrol altına alabilme alıştırması, bir nefis eğitimidir.
Mü’minin nefsinin böyle bir eğitime ihtiyacı vardır. Çünkü o inandığı dini, hayatına hakim
kılmakla yükümlüdür. O bunu görevi Allah’ın kulu olduğuna kesin olarak inandığı ve gerçek
kurtuluşun İslâmı yaşamakla mümkün olduğunu bildiği için yerine getirir.
Müslüman aynı zamanda inandığı dinin bir temsilcisidir. Mü’min yeryüzünde, inkârcılar arasında
Hakk’ın şahididir. O, örnek hayatıyla inandığı dinin güzelliklerini başkalarına aktaracaktır, gösterecektir.
Bundan dolayı o, nefsini iyi şekilde terbiye etmesi gerekir. İman yolu şüphesiz kolay değildir. Engeller,
zorluklar, nefsin ve şeytanın aldatmaları, şehvet duygularının yaygın kolları, dünya hayatının çekicilikleri
vardır. Mü’min bütün bunlara karşı dikkatli olacak, hepsini inancının izin verdiği ölçüde halledecek ve
hayatının amacını gerçekleştirecektir.
İşte oruç ibadeti bu eğitimi sağlayan bir imkandır.
Mü’min orucu, bir takım maddi faydaları yüzünden tutmaz. Bilim ve tecrübe göstermiştir ki,
oruç tutmanın inanan veya inanmayan herkese faydası vardır. Ancak mü’min orucu bir ibadet olduğu için,
bir Allah (cc) emri olduğu için tutar. Sonunda da elbette onun her türlü faydasına kavuşur.
İbadetlerin değeri maddi faydalarıyla ölçülemez. İbadet, kul olmanın bir gereğidir.
İman etmenin sonucudur. Şükretmenin göstergesidir, dünya ve ahiret saadetinin anahtarıdır.
Mü’min, yeryüzündeki gürevini hakkıyla yerine getirebilmek için beden, ruh ve ahlâk
olgunluğuna ulaşmalıdır. İslâmí çabalar her bakımdan olgun mü’mine ihtiyaç duyar.
Oruç mü’mine maddí ve maneví olgunluk sağlar.
Oruç, müthiş bir sabır imtihanıdır. Sabır ahlâkının bir nimet ve önemli bir enerji kaynağı
olduğunu düşünürsek, orucun önemini bir kat daha anlarız. Oruçla sabretmeyi, direnmeyi, istekler
karşısında hür olmayı öğreniriz.
Kişinin en özgür olduğu an isteklerine, şehvetine ve kızgınlığına yenilmediği andır. Ya da,
her ne kadar hoşa gitse de dünyalıklar karşısında teslim olmamadır. Dünyalıkların içerisinde
olmasına rağmen onların karşısında kul-köle olmadığını ortaya koyabilmesidir.
İşte oruç bu özgür iradeye kapı açar. Oruçlu gündüzün ilerleyen saatlerinde açtır.
Yemeye ve içmeye ihtiyacı vardır. Vücudunun, midesinin, aklının ve duygularının yeme
ve içmeden yana müthiş bir iştâhı vardır. Yeme şehveti gitgide artar. Ama o Allah’a söz vermiştir.
Gündüzün sonuna kadar bütün bu isteklere karşı koyacaktır. Ve çok ihtiyacı olmasına
rağmen iştâh çeken şeylerden yemeyecektir.
Oruçlu iken yemeği de vardır, içeceği de vardır. Bütün güzel yiyecek ve içecekler hemen
yanıbaşındadır. Hatta iftar için yemek hazırlıyordur, ya da iftar sofrasının başındadır. Ama oruçlu
olduğu için akşama kadar onlardan yemez. Nefsine hakim olur. Niçin? Onu bu noktada tutan
şuur nedir? Kimsenin görmediği bir yerde, nefsin müthiş bir ihtiyaç içinde olduğu bir anda,
onu yemeden ve içmeden alıkoyan dikkatin kaynağı nedir? İşte bu kaynak imandır.
Allah’a karşı duyulan sorumluluk bilinci, O’na karşı verilen sözdür.
Mü’min, diğer zamanlarda dünyalığa sahiptir, dünyalıklar elinin altındadır ama onlara t
eslim olmaz, akıllıca kullanır, dünyalıklarla şımarmaz, dünyalıklarla ahiret yurduna da hazırlık yapar.
Oruçla bu direnci, bu takvayı ve bu şuuru kazanan mü’min, hayatının diğer zamanlarında
da kendini Rabbinden uzaklaştıracak, onu gaflete ve günâha düşürebilecek isteklerine
karşı koyacaktır. Dünyalıklar karşısında zelil olmayacak, onların karşısında küçülüp hata yapmayacaktır.
Harama bakmaya istekli, haram işlemeye meyilli arzular oruçla azaltılır. Ramazan ayında yorulan
mideler ve organların dinlendirildiği gibi, ibadetlerle de hisler ve ruhlar dinlendirilir.
Oruç, mü’minin duygu ve düşüncelerini inceltir, yardım duygularını artırır, şefkat ve merhamet
ahlâkını geliştirir. Açlık çekmenin zorluğunu gösterir, fakirleri, zorluk ve darlık çekenleri düşünmeyi sağlar.
Mü’min oruçla beraber nimetlere sahip olmanın kıymetini daha iyi anlar, nimet verene
şükrünü artırır. Elindeki nimetlerin değerini daha iyi anlar. Allah’ın verdiği nimetleri diğer kullarla
paylaşmayı öğrenir.
Oruç günâhlara karşı bir perdedir. Cehenneme karşı bir kalkandır. Kötü davranışlara karşı bir
siperdir. Hastalıklara karşı sağlık, tehlikelere karşı sığınılacak bir kale, şeytaní dürtülere karşı
bir zırh, ağız kokusunu bile misk kokusu haline getiren bir güzelliktir. Oruç Allah’a ihtiyaç duymanın,
Allah’a şükretmenin, kulluğu yalnızca O’na karşı yapmanın göstergesidir.
Kısaca oruç veya Ramazan ayı ibadet, sabır, hürriyet; aynı zamanda iman ve takva şuurudur.
alıntıdır (site ismi yasak olduğu için kaynak yazmıyorum)