Ramazan-ı Şerif ve Oruç

T

Banned
Katılım
8 May 2006
Mesajlar
3,665
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun
Siyam (oruç) şuuru

Sıyam’ veya ‘savm’ sözlükte; herhangi bir şeyden çekinmek, onu yapmamak, terketmek demektir.

Bir başka deyişle; nefsi, onun meylettiği şeylerden, -isterse bir söz olsun- alıkoymaktır. Yemek, konuşmak

ve yürümekten uzak durmaktır. Nitekim Arapçada yürümeyen ata, durgun suya veya durgun rüzgâra ‘saím’ denmektedir.

Kelime bu anlamıyla Kur’an’da şöyle geçmektedir:

“Artık ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir insan görürsen, de ki: ‘Ben Rahman’a oruç (savm) adadım. Bugün hiç bir insanla konuşmayacağım.’” (19 Meryem/26)



Türkçe’de aslı Farsça olan ‘oruç’ kelimesi bu anlamda kullanılmaktadır.

Şeriat dilinde ‘sıyam’ veya ‘savm’ nefsin en büyük istekleri olan yeme, içme ve cinsel ilişki gibi

bilinen zorunlu ihtiyaçlardan gün boyu, niyet ederek ve Allah’ın rızasını gözeterek uzak kalmak,

nefsi bu gibi şeylerden alıkoymaktır.

Oruç ibadeti müslümanlara Kur’an’ın açık âyetleriyle farzdır. Kamerí aylardan Ramazan ayı

gelince aklı başında, büluğ çağına ulaşmış, hasta ve yolcu olmayan bütün mü’minlerin oruç

tutması dinen mecburidir. Hasta olanlar ve uzak yolculuğa gidenler, güçleri yeterse oruçlarını

zamanında tutarlar. Güçleri yetmezse, Ramazan’dan sonra kaza ederler. Bunun dışındaki herhangi

bir sebep oruç tutmaya engel değildir. Meselâ çalışma, kısa yolculuğa çıkma, dayanılabilecek hafif

hastalıklar, çocuklara veya birilerine bakmak gibi.

Oruç ibadeti hakkındaki fıkhí bilgiler herhangi bir fıkıh kitabında bulunabilir. Burada onların

üzerinde durmayacağız. Burada daha çok orucun dindeki yerini, hikmetlerini ve imanın bir

gereği olarak müslümanlara pratik hayatta kazandıracağı şuurdan bahsetmeye çalışacağız.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Sizden önceki (ümmetlere) sıyam (oruç) farz kılındığı gibi size de farz

kılındı. Umulur ki hakkıyla korkup sakınırsınız.” “Ramazan ayı ki, insanlar için hidayet (yol gösterici)

olan, hak ile batılı birbirinden ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse

sizden kim o aya şahit olursa (Ramazan’a ulaşırsa); artık onda (oruç) tutsun. Kim de hasta ya da

yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun (kaza etsin). Allah, size kolaylık

diler, güçlük dilemez....” (2 Bekara/183, 185)



Muhammed (sav) ümmetine farz kılınan oruç, daha önceki ümmetlere de farz kılınmıştı. Demek ki başka

din mensupları daha sonradan dinlerini değiştirdiler ve böylece oruç ibadetini unuttular veya başka bir

şekle soktular.

Oruç ayı Ramazan’dır. Ramazan, kameri aylardan biridir. Kamerí takvim Ay’ın dünyanın

etrafındaki hareketini esas alan bir takvim olduğu için, Güneş takvimine göre her yıl onbir gün önce gelir.

Böyle olunca Ramazan ve diğer kamerí aylar, otuzaltı senede bütün yılı, yılın her gününü dolaşırlar.

Bunun hikmeti, yazın sıcak ve uzun, kışın soğuk ve kısa günlerinde, zorluğu ve meşekkati ile

beraber oruç ibadetini yerine getirmektir. Bütün zamanlar, bütün günler Allah’ın olduğuna göre

elli yıl kadar ömrü olan bir müslüman, senenin bütün günlerini bir defalığına oruç gibi yüce bir ibadetle

geçirebilir.

Ramazan ayı aynı zamanda Kur’an ayıdır. Çünkü yine Kur’an’ın açıklamasına göre bu ilâhi

Kitap, Ramazan ayında indirilmeye başlanmıştır. Evet ilk vahiy Ramazan ayında, Hira dağında

“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (96 Alak/1-4) sözleriyle gelmeye başlamıştı.

Kur’an, Rabbimizin insanlığa en son olarak gönderdiği mesajıdır. O, insanlara yalnızca

doğru yolu gösterir. Sözleriyle, hükümleriyle, haberleriyle, müjdeleriyle, mucize oluşuyla insanlair

hidayete sevkeder. O, Hakk ile batılın, doğru ile yanlışın, hidayet ile dalâletin (sapıklığın) ne olduğunu

açıklar. Allah’a nasıl kulluk yapılacağını gösterir. Hayatın ve ölümün mantığını, var oluşun sebeplerini

açıklar. İnsanın bilmediklerini öğretir. İçerisinde hikmetler, insanın hayatı ve ruhu için lazım olan

güzellikler, prensipler, ahlâkí ilkeler, öğütler ve ibretler vardır.



Kur’an bir nur’dur, yani insanlık için bir ışıktır; onların yollarını aydınlatır. Dosdoğru yolun

hangisi olduğunu gösterir. Yanlışı, sapıklığı, karanlığı, zulmü ve azgınlığı tanıtır; bütün bunlardan

insanları sakındırır. Hayatı kolaylaştırır. Hayatı süsleyecek, onu insana tatlı hale getirecek bütün

güzellikleri ortaya koyar. İnsanları düşünmeye davet eder ve hayatlarına çeki düzen vermeyi öğretir

. Nefislerini nasıl kontrol altına alacakları ve ona nasıl hayırlı ameller yaptıracakları bildirir.

Kur’an, insana verilen yaşama emanetinin başlangıç noktasını, varacağı sonucu haber verir.

Hayatın sırlarını, insanın evren içerisindeki fonksiyonunu ortaya koyar.

Kur’an, insanın insan olarak sorabileceği yaratılış ve var oluş sorularının cevabını verir.

İşte bu mucize ilâhi Kitap, Ramazan ayında insanlığa sunulmaya başlandı. Bu insanlık

tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Aynı noktada Hz. Muhammed gibi en güzel insanın, son

peygamberin risaletinin başladığını da görmekteyiz. Hz. Muhammed, insanlık tarihi içerisinde

Kur’an’la beraber en önemli inkılabı (değişimi) gerçekleştiren, sapıklığı inanç olarak seçen ve

seçmeye devam edecek olanlara, hidayeti gösteren, bunu hayatıyla ortaya koyan örnek insandır.

İşte O’nun peygamberlik görevi de Ramazan ayında başlıyor.

Bin aydan daha faziletli bir gece ‘Kadir Gecesi’ de Ramazan ayı içerisindedir. Zamanlar içerisinde

Kadir Gecesi özel bir andır. Adı gibi kadri çok yücedir. Kimbilir Allah katında ne gibi hikmetleri vardır.

Bu hikmetlerin bir kısmını azıcık bilgimizle Kur’an’ın haber verdikleriyle ve Hz. Muhammed’in hayatıyla,

getirip öğrettikleriyle anlayabiliyoruz.

Ramazan ayının oruç ayı seçilmesinin belki böyle nükteleri vardır. Ancak oruç ibadetinin İslam’daki

yeri şüphesiz daha da anlamlıdır, daha da büyüktür.

Bilindiği gibi ‘oruç’ İslâmın temellerinden (şartlarından) biridir. (Buhari, İman/1. Müslim, İman/22.

Nesai, İman/13. Tirmizi, İman/3. nak. Kütüb-ü Sitte 2/213) Namaz ibadeti gibi oruç ibadeti de mü’minin

İslâmí hayatını ayakta tutabilecek en önemli temellerden biridir. Din binasının tamamlanması

orucun tutulmasıyla mümkün olmaktadır. Üstelik oruç bedenle yapılan bir ibadet olduğu için, namaz gibi

başkası tarafından yapılması mümkün değildir. Bizzat her müslümanın kendisinin yapması gerekir.

Bu özelliği ile oruç, mü’min bir kimsenin İslâmí hayatını düzenleyici bir role sahiptir.



Oruç, şeriatın en kuvvetli kanunlarından biridir. İnsana kötülüğü emreden nefis, oruç cihadıyla

(cehdiyle) terbiye edilir. Kötülüğü meyilli duygular bununla sakinleştirilir, aşırı hırs ve istekler

bununla dizginlenir. Doymak bilmeyen iştahlar bununla azaltılır. Kişideki şehvet ve günâha gitme

duyguları oruçla törpülenir ve dizginlenir. Aşırı arzular onunla sınırlandırılır.

Allah’ın nizamını hayata kılmak üzere cehd eden (çalışan) ve insanlar üzerinde şahid (tanık)

olan mü’min (2 Bekara/143), oruçla beraber azim ve irade sahibi olur. Rabbine bu ibadetle beraber

biraz daha sevgiyle bağlanır. O, oruçla beraber yalnızca Allah’a ibadet edeceğini, O’nun emrine

uyacağını gösterir. Rabbinin kendisine nimet olarak verdiklerine, o nimetlerden biraz uzak kalmak

suretiyle şükreder.



Oruç, Allah’ın verdiği helâl nimetleri, sırf Allah rızası için belli bir zaman terketmektir.

Bu bazılarının sandığı gibi bir perhiz veya sağlıklı yaşam alıştırması değildir. Bu, Allah için nefsin

isteklerini kontrol altına alabilme alıştırması, bir nefis eğitimidir.

Mü’minin nefsinin böyle bir eğitime ihtiyacı vardır. Çünkü o inandığı dini, hayatına hakim

kılmakla yükümlüdür. O bunu görevi Allah’ın kulu olduğuna kesin olarak inandığı ve gerçek

kurtuluşun İslâmı yaşamakla mümkün olduğunu bildiği için yerine getirir.

Müslüman aynı zamanda inandığı dinin bir temsilcisidir. Mü’min yeryüzünde, inkârcılar arasında

Hakk’ın şahididir. O, örnek hayatıyla inandığı dinin güzelliklerini başkalarına aktaracaktır, gösterecektir.

Bundan dolayı o, nefsini iyi şekilde terbiye etmesi gerekir. İman yolu şüphesiz kolay değildir. Engeller,

zorluklar, nefsin ve şeytanın aldatmaları, şehvet duygularının yaygın kolları, dünya hayatının çekicilikleri

vardır. Mü’min bütün bunlara karşı dikkatli olacak, hepsini inancının izin verdiği ölçüde halledecek ve

hayatının amacını gerçekleştirecektir.

İşte oruç ibadeti bu eğitimi sağlayan bir imkandır.

Mü’min orucu, bir takım maddi faydaları yüzünden tutmaz. Bilim ve tecrübe göstermiştir ki,

oruç tutmanın inanan veya inanmayan herkese faydası vardır. Ancak mü’min orucu bir ibadet olduğu için,

bir Allah (cc) emri olduğu için tutar. Sonunda da elbette onun her türlü faydasına kavuşur.

İbadetlerin değeri maddi faydalarıyla ölçülemez. İbadet, kul olmanın bir gereğidir.

İman etmenin sonucudur. Şükretmenin göstergesidir, dünya ve ahiret saadetinin anahtarıdır.

Mü’min, yeryüzündeki gürevini hakkıyla yerine getirebilmek için beden, ruh ve ahlâk

olgunluğuna ulaşmalıdır. İslâmí çabalar her bakımdan olgun mü’mine ihtiyaç duyar.



Oruç mü’mine maddí ve maneví olgunluk sağlar.

Oruç, müthiş bir sabır imtihanıdır. Sabır ahlâkının bir nimet ve önemli bir enerji kaynağı

olduğunu düşünürsek, orucun önemini bir kat daha anlarız. Oruçla sabretmeyi, direnmeyi, istekler

karşısında hür olmayı öğreniriz.

Kişinin en özgür olduğu an isteklerine, şehvetine ve kızgınlığına yenilmediği andır. Ya da,

her ne kadar hoşa gitse de dünyalıklar karşısında teslim olmamadır. Dünyalıkların içerisinde

olmasına rağmen onların karşısında kul-köle olmadığını ortaya koyabilmesidir.

İşte oruç bu özgür iradeye kapı açar. Oruçlu gündüzün ilerleyen saatlerinde açtır.

Yemeye ve içmeye ihtiyacı vardır. Vücudunun, midesinin, aklının ve duygularının yeme

ve içmeden yana müthiş bir iştâhı vardır. Yeme şehveti gitgide artar. Ama o Allah’a söz vermiştir.

Gündüzün sonuna kadar bütün bu isteklere karşı koyacaktır. Ve çok ihtiyacı olmasına

rağmen iştâh çeken şeylerden yemeyecektir.

Oruçlu iken yemeği de vardır, içeceği de vardır. Bütün güzel yiyecek ve içecekler hemen

yanıbaşındadır. Hatta iftar için yemek hazırlıyordur, ya da iftar sofrasının başındadır. Ama oruçlu

olduğu için akşama kadar onlardan yemez. Nefsine hakim olur. Niçin? Onu bu noktada tutan

şuur nedir? Kimsenin görmediği bir yerde, nefsin müthiş bir ihtiyaç içinde olduğu bir anda,

onu yemeden ve içmeden alıkoyan dikkatin kaynağı nedir? İşte bu kaynak imandır.

Allah’a karşı duyulan sorumluluk bilinci, O’na karşı verilen sözdür.

Mü’min, diğer zamanlarda dünyalığa sahiptir, dünyalıklar elinin altındadır ama onlara t

eslim olmaz, akıllıca kullanır, dünyalıklarla şımarmaz, dünyalıklarla ahiret yurduna da hazırlık yapar.

Oruçla bu direnci, bu takvayı ve bu şuuru kazanan mü’min, hayatının diğer zamanlarında

da kendini Rabbinden uzaklaştıracak, onu gaflete ve günâha düşürebilecek isteklerine

karşı koyacaktır. Dünyalıklar karşısında zelil olmayacak, onların karşısında küçülüp hata yapmayacaktır.

Harama bakmaya istekli, haram işlemeye meyilli arzular oruçla azaltılır. Ramazan ayında yorulan

mideler ve organların dinlendirildiği gibi, ibadetlerle de hisler ve ruhlar dinlendirilir.

Oruç, mü’minin duygu ve düşüncelerini inceltir, yardım duygularını artırır, şefkat ve merhamet

ahlâkını geliştirir. Açlık çekmenin zorluğunu gösterir, fakirleri, zorluk ve darlık çekenleri düşünmeyi sağlar.

Mü’min oruçla beraber nimetlere sahip olmanın kıymetini daha iyi anlar, nimet verene

şükrünü artırır. Elindeki nimetlerin değerini daha iyi anlar. Allah’ın verdiği nimetleri diğer kullarla

paylaşmayı öğrenir.

Oruç günâhlara karşı bir perdedir. Cehenneme karşı bir kalkandır. Kötü davranışlara karşı bir

siperdir. Hastalıklara karşı sağlık, tehlikelere karşı sığınılacak bir kale, şeytaní dürtülere karşı

bir zırh, ağız kokusunu bile misk kokusu haline getiren bir güzelliktir. Oruç Allah’a ihtiyaç duymanın,

Allah’a şükretmenin, kulluğu yalnızca O’na karşı yapmanın göstergesidir.



Kısaca oruç veya Ramazan ayı ibadet, sabır, hürriyet; aynı zamanda iman ve takva şuurudur.



alıntıdır (site ismi yasak olduğu için kaynak yazmıyorum)
 
site ismi forum olmadığı müddetçe sorun yok emeğine sağlık kardeşim
 
güzel anlatım allah(c.c.) razı olsun
 
Emegine saglik.Allah c.c razi olsun
 
Güzel bi paylaşım eline emeğine sağlık...
Allah razı olsun...
 
"Ey iman etmiş kullar! Oruç sizden evvelkilere yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Ta ki sakınabilesiniz.”

"Ey iman etmiş kullar! Oruç sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı (farz kılındığı) gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Ta ki sakınabilesiniz (nefsinizi haramlardan koruyup, müttakilerden olasınız)."(1)

Kazi Beyzavi'nin buyurduğuna göre, müslümanlar üzerine orucun farz oluşu bu ayetle sabit olduğu gibi, Adem Aleyhisselam'dan beri bütün peygamberler ve ümmetler üzerine orucun farz kılındığı ve bütün şeriâtle de tayin edilmiş eski bir ibadet olduğu meydana çıkmıştır. Fakat bilâhare Yahudi ve Hristiyanlar, mükellef oldukları oruçların, günlerini, sayılarını ve şartlarını değiştirmişler, perhiz vesair isimlerle uydurma törenler ortaya koymuşlardır.

Allah Celle Celâlûhu bu ümmet üzerine orucun farz edilişini kuvvetlendirmek, iman ehlini oruca teşvik etmek ve nefislerini rahatlatmak için, orucun geçmiş ümmetlere de farz kılındığını beyan etmiştir.

Çünkü oruç, insanların nefislerine zor ve ağır gelen bir ibadettir. Zor olan bir şeyin ise, herkes tarafından yapılması kalpleri rahatlandırır, zorluğu giderir.

Sıyam=Oruç:

Lügatta nefsi; meylettiği, arzu ettiği şeylerden imsak etmek, yani o şeyleri yapmaktan kendini tutmaktır.

Şer'an ise:

Mükellef (akıllı, bulûğa ermiş vb. şartlar kendinde mevcut olan) bir insanın ikinci fecirden (imsak vaktinden) güneşin batmasına kadar yemekten, içmekten ve cinsi münasebetten oruç niyetiyle uzak durmasıdır.

İşte bu, Avam orucudur. Haramlardan sakınılmadan tutulan bu oruç, sıradan insanların orucudur ki, nasipleri sadece açlıktır.

"Nice oruç tutanlar vardır ki (haramdan sakınmadıkları için) oruçlarından nasipleri sadece açlıktır."(2)

Oruçlarımıza dikkât edelim. Bilhassa dedikodu, gıybet ve yalan söylememeye!

İmamı Mücahid buyurdu ki: "İki huy vardır ki. onlardan sakınanın orucu kurtulur, bunlarda gıybet ve yalandır."

Ebu Hüreyre Radîyâllahû Anh buyurdu ki:

"Gıybet orucu yırtar, istiğfar ise onu yamalar. İçinizden her kim yarın ahirette orucunu yamalanmış olarak getirmeye güçlü ise, bunu mutlaka yapsın."(3)

Yine Ebu Hüreyre Radîyâllahû Anh'dan rivayet edilen bir başka hadisi şerifte:

"Her kim yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa, o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına Allah Celle Celâlûhu'nun ihtiyacı yoktur."(4) buyurulmuştur.

Havas (Hususi kullar)'ın orucu ise, bütün haramlardan vazgeçmektir. Sadece midene ve tenasül uzvuna değil bütün organlarına oruç tutturmaktır.

Göz, kulak, dil, el, ayak hepsini haramdan uzak tutmaktır.

Ehassûl Havas (en hususi kullar)'ın orucu da Mevlâ Celle Celâlûhu'dan başka herşeyden vazgeçmektir. Yani tüm organların dışında, kalbine de oruç tutturuyor. Mevlâ Celle Celâlûhu'dan başkasını koymuyor oraya, masivaya yer yok.

Allahû Tealâ bizlere; hususi, özel kullarının, dostlarının orucunu nasip eylesin. Amin!

Oruç Hicret'ten bir buçuk sene sonra, Şaban ayının 10. gününde Ramazan'ın farziyeti Peygamberimiz Sâllâlahû Aleyhi Vesellem'e beyan olunmuştur.

Orucun meşruiyetindeki hikmet, nefsi haramlardan korumak olduğuna işaret etmek için Cenabı Hak ayetin sonunda buyurmuştur ki:

"Oruç sizin (haramlardan sakınmanız) için farz kılınmıştır."

Zira oruç insanın şehavani gücünü kırdığı gibi heva ve hevesini de kökünden sökmekte ve uzuvların bütün arzularını azaltmaktadır.

Vücutta bir organ vardır ki, o aç olunca tüm organlar tok olur. O tok olunca tüm organlar aç olur.

O organ midedir. Aç oldu mu organlar, hele iftara doğru iyice acıkmışsın, gözünde harama bakacak fer, dizinde sağda solda gezecek kuvvet yok. Lâkin iftardan sonra mide doydu mu, organlar acıkır, gözler açılır fıldır fıldır. Tükürük bezleri çalışır, dil konuşur, şunun bunun hakkında dır dır eder...

Velhasıl oruç, nefisleri gemler, fakirin, yoksulun, açın derdini anlatır. Özellikle Çeçenistan'da mücadele veren, rahat yemek yiyemeyen müslüman kardeşlerimizin derdini bir nebze olsun hissettirir.

Onlara dua edelim iftar saatlerinde...

İbni Amr Radîyâllahû Anh'dan rivayet edilen bir hadisi şerifte:

"Oruçlunun iftar vakti mutlaka kabul olunmuş bir duası vardır."(5) buyurulmuştur.

Öyle bir aydayız ki, orucuyla, teravihleriyle, mukabeleleriyle bütün hayırları ve bereketleri kendinde toplamıştır.

"Ramazan ayı, öyle bir aydır ki, Kur'an onda indirildi."(6)

"Ramazan ayı girdiğinde, Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar o ayda zincire vurulur."(7)

İmamı Rabbani Kuddise Sirrûhu Mektubat'ında şöyle buyuruyor:

"Bilinmelidir ki, Ramazanı Şerif ayı çok büyük bir aydır. Bu ayda namaz, zikir, sadaka gibi, yapılan her nafile ibadet Ramazan ayı dışında bir farzı edaya denktir. Bu ayda bir farzı eda eden ise, diğer aylarda yetmiş farz eda etmiş gibidir."

Efendimiz Aleyhisselam buyurmuştur ki:

"Kim bu ayda bir oruçluyu iftar ettirirse, günahları affolunur. Boynu Cehennemden azad olur ve iftar ettirdiği kişinin ecrinden bir şey eksilmeden, bir misli de iftar ettiren alır."(8)

Bu arada Sahabei Kiram şöyle dedi:

'Ya Rasulûllah! Bizden hemen herkesin oruçluya iftar ziyafeti vermeye gücü yetmez ki."

Peygamberimiz Sâllâllahû Aleyhi Vesellem buyurdu ki:

"Oruçluya bir hurma veren de bu sevabı alır... Oruçluya bir bardak su veren, bir tas süt ikram eden de bu sevabı alır."

Bu ayda işçisinin işini hafifleteni Allah Celle Celâlûhu affeder

ve Cehennemden azad eder. Ramazan ayı girdiğinde Efendimiz Aleyhisselâm bütün esirleri salar ve isteyene izin verirdi. Bu ayda hayırlara muvaffak olan kişiye, o senenin tamamında Allah Celle Celâlûhu'nun muvaffak kılması refik olur. Bu ay kalp huzuru olmadan geçerse bütün sene dağınıklık üzere geçer.

Yani bu ay nasıl geçerse, bütün sene öyle geçer. O hâlde bu ayı ganimet bilerek kendimize çeki düzen verelim, ibadet ve taâtimize dikkât edelim. Tevbe istiğfarla kendimizi mutlaka affettirelim. Bu ay da affolunmayan daha ne zaman affolunacak?

Kul tevbe kapıları kapanmadan Allah Celle Celâlûhu'ya tevbe etmelidir. Mevlâ'ya dönüş zamanı geçip gitmeden, O'na dönmelidir.

Yine Ramazanı Şerifin faziletine dair, Ebu Hûreyre Radîyâllahû Anh'dan rivayet edildiğine göre Resulûllah Sâllâllahû Aleyhi Vesellem buyurdu ki:

"Ümmetime Ramazan'ı Şerif ayında beş haslet verilmiştir ki, onlar kendilerinden evvel hiç bir ümmete verilmemiştir. Oruçlunun ağız kokusu Allah Celle Celâlûhu indinde misk kokusundan daha hoştur. İftar edilinceye kadar melekler, onlar için istiğfar eder. Allah Celle Celâlûhu hergün Cennetini süsler, sonra (ona hitaben) "yakında salih kullarım kendilerinden sıkıntı ve eziyetleri atıp sana varacaklar" buyurur. O ayda azgın şeytanlar zincire vurulur. Binaenaleyh başka ayda yaptıklarına o ayda ulaşamazlar. Ramazanı Şerifin son gecesinde (oruç tutan kullar) affolunurlar. O zaman:

'Ya Resulûllah! O gece Kadir Gecesi'midir?" diye sorulunca;

"Hayır!

Lâkin çalışan kişiye ücreti, işini bitirdiği zaman verilir." buyurdu.(9)

Mevlâ Celle Celâlûhu bizleri böyle bir aydaki hayır ve bereketlere muvaffak kılarak en büyük bir nasiple en yüksek ücretle (mükâfatla) merzuk eylesin. AMİN

_________________________________________
DİPNOTLAR

1. Bakara. 183

2. Hakîm, Müstedrek: 1/431

3. Suyûti, Durrûl Mensur: 1/484

4. Buhari, Kitabüs Savm: 2/228

5. Ali elMütteki, Kenzûl Ummûl: 8/448 No: 23592

6.Bakara 185

7. Nesei, Siyam: 5

8. Ali elMütteki Kenzûl Ummal; 8/477, No: 23714

9. Ahmed Bin Hanbel. 2/292

 
Ramazana az kala cok guzel bir konuya deyinmissin.Allah c.c senden razi olsun.Emegine saglik
 
Ramazan-i Serif ve Oruç

i129705_bismi6.gif


Oruç ayi olan Ramazan-i Serîf, feyizli bir hayatin yasandigi mübârek bir mükâfât ayidir. Nâil oldugumuz sayisiz nîmetlerin kadrini hatirlatan bu ayda, fânî lezzetlerden vazgeçip bâkî lezzetlere nâil olmanin sirrina, Hakk Teâlâ’nin emir buyurdugu oruç nîmeti ile kavusulur.

Oruç, fazîleti ve aslî gâyesi dâimî bir ibâdet suûru içinde nefs engeliyle mücâdele etmek ve nefsi baski altinda tutarak te’sîrini asgarîye indirebilmektir.

Oruç, hayat mücâdelesinde zarûrî olan "sabir, irâde, nefsî arzulardan uzaklasma" gibi hallerin tâlimi ile ahlâkî durumumuzu kemâle erdirir. Yine bu ibâdet, nefsin bitmez tükenmez arzularina karsi insanin seref ve haysiyetini koruyucu bir kalkandir.

Yine oruç; sahibini, azm ü sebât, kanâat, hâle rizâ, metânet, sabir gibi ahlâkî güzelliklere erdirmenin fazîleti ile beraber mahrûmiyyet ve açlikla nîmetlerin kadrini hatirlatir ve bu vesîle ile yoksullarin hallerini düsündürüp onlara merhamet ve sefkat hisleriyle yüreklerimizi hassaslastirir. Sükrân duygularini canlandirir. Bu vasfiyla oruç, sosyal hayattaki kin, hased, kiskançlik gibi kitleyi huzûrsuzluga bogan menfîlikleri bertaraf etmekte en müessir bir ilâhî emirdir.

Ashâb-i kirâmin oruca karsi çok büyük ragbetleri vardi. Onlar, tahammülü güç sicak günlerde dahî nâfile oruç tumaya gayret ederlerdi. Bir kisminin, günes isiginin yakiciligindan korunacak ölçüde elbiseleri bile yoktu. Elleri ile günes isigindan ve sicaktan korunmaya çalisirlardi. Bütün bunlara ragmen büyük bir mânevî haz ve lezzet içinde nâfile de olsa oruçlarini devam ettirirlerdi.

Sakîk-i Belhî buyurur:

"Ibâdeti lâyikiyla îfâ edebilmek, bir san’attir. Onun kazanç mekâni, halvet; vâsitasi ise açliktir."

O açlik ki, modern tipta bile diyet adiyla sihhatli kalmanin en birinci sartidir. O açlik ki, tahammülü en zor olan bir mahrûmiyyettir. Rivâyet olunur ki, nefis, yaratildigi zaman çesitli iptilâ ve mahrûmiyetlere ragmen Cenâb-i Hakk’a {REF Sen sensin, ben benim..} deme cür’et ve cehâletinde bulundu, ancak ve ancak açlik sebebiyle aczini kabûl etti. Bu sebepledir ki, irâde terbiyesinde açliga katlanabilmek kadar müessir baska bir husûs yoktur. Irâde ise, tabiî ve nefsânî meyillere karsi koyabilmenin temel sartlarindan biridir.

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:

"Insanin asil gidâsi Allâh’in nûrudur. Ona asiri ten gidâsi vermek lâyik degildir. Insanin asil gidâsi, ilâhî ask ve ilâhî akildir."

"Insan, asil rûhânî gidâsini unuttugu ve ten gidâsina düstügü için huzûrsuzdur. Doymak bilmez. Ihtirasindan yüzü sararmis, ayaklari titremekte, kalbi telasla çarpmaktadir. Nerede yeryüzü gidâsi, nerede sonsuzlugun gidâsi?!."

"Allâh sehîdler için: {REF Riziklandilar} diye buyurdu. O mânevî gidâ için ne agiz, ne de cesed vardir."

Hazret-i Lokmân, ogluna söyle nasîhat ederdi:

"Miden doyunca, fikrin uykuya dalar, hikmet susar, âzâlar ibâdetten geri kalir."

Velîlerden bir zât söyle derdi:

"Çesit çesit yiyeceklerle midesini fesâda ugratan zâhidden Allâh’a siginirim."

Âise -radiyallâhü anhâ-:

"Melekût kapisini açmak için gayret edin!" demisti.

Sordular:

"–Ne ile?"

Mü’minlerin annesi söyle cevap verdi:

"–Açlik ve susuzlukla!"

Sayili günlerden ibaret olan oruç, yine sayili günlerden ibaren olan hayatimiza incelik, derinlik ve zerâfet kazandirir.

Çünkü tokluk, nefsânî arzulari tahrîk ederken; açlik, -çok had safhaya varmadikça- tefekkür ve tehassüs melekesini güçlendirir. Bundan dolayi akil hastalarina ilk tatbîk edilen tedâvî perhizdir.

Bununla beraber oruç, bir ibâdet oldugundan, sirf o gâye ile icrâ edilmelidir. Onun faydalari gâye hâline getirilirse, oruç, ibâdet olmaktan çikar. Yâni oruçlarimizda mide dolgunluklarini önlemek, kilo vermek gibi gâyeler olmamalidir. Böyle oruçlarda rizâ-yi ilâhî düsünülemez.

Bedenî hareketlerin faydasini kasdederek veya gaflet ve kasvet-i kalb ile kilinan namazlar bile bu kabîldendir.

Ibâdetler, yalniz rizâ-yi ilâhiyyeyi tahsîl gâyesi ile yapilir. Bu gâyenin gerçeklesmesi için, kalbin seviye kazanmasi, hamliktan kurtulup kemâle erismesi zarûrîdir.

Ramazan-i Serîfte Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in de tavsiyelerinde yer alan belli basli birtakim husûslara dikkat etmek îcâb eder:

a. Kelime-i sehâdet,

b. Istigfâr ve zikir,

c. Cenneti tahsîl edebilmek için bolca amel-i sâlih,

d. Cehennemden kurtulus için harâmlardan ve kerâhetten sakinmak,

e. Imkânlar nisbetinde çokça hayir ve hasenatta bulunmak, kirik ve mahzûn kalblerin duâsini almak,

f. Oruçlu bir kimseye iftar ettirmek.

Ve emsâli...

Ramazan-i Serîf, mü’minlere fazîlet ve olgunluk kazandirabilecek ilâhî bir rahmet mevsimidir. Oruçlu iken agiza bir sey girmemege dikkat edildigi gibi agizdan çikan kelâma da dikkat edilmelidir. Dedikodu ve incitmeden son derece sakinmali ve orucun fazîletini azaltmamalidir.

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

"Oruç, oruçluya yakismayan seylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kalkandir."

Denildi ki:

"(Oruçlu) onu ne ile zedeler?"

Buyurdular:

"Yalan ve giybetle..." (Nesâî; Mu’cemu’l-Evsât)

Çünkü yalan ve giybet sahipleri, gündüzleri helâl yiyeceklerden nefislerini mahrûm birakarak oruç tutarlar, ancak yalan ve giybetleri sebebiyle de insan eti yiyerek mânen harâmla iftar etmis sayilirlar. Bu sekilde zâhiren oruçlu olup mânen giybet sebebiyle iftar etmis olanlar hakkinda Süfyân-i Sevrî Hazretleri, takvâ ölçülerine göre:

"Giybet edenin orucu bozulur." demistir.

Hazret-i Mücâhid de, ayni hassâsiyete binâen:

"Giybet ve yalan orucu bozar!" buyurmustur.

Yâni giybet edip yalan söyleyerek oruçlarini mânen sakatlayanlar, orucun asil matlûb olan bir kisim yüksek fazîletinden tamamen mahrûm kalirlar.

Bunun içindir ki, dünyâ gâyeleri ile bulandirilmis, riyâ, gösteris ve gafletle kirlenmis oruçlar ve namazlar hakkkinda Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz söyle buyururlar:

"Nice oruç tutanlar vardir ki, kendisine orucundan kuru bir açliktan baska bir sey kalmaz! Geceleri nice namaz (terâvih ve teheccüd) kilanlar olur ki, namazlarindan kendilerine kalan yalniz uykusuzluktur." (Taberânî)

Namazlar, bilhassa gece namazi olan terâvih ve teheccüdler, kalbe huzûr saglamalidir. Bu mübârek ayda namazlara daha da itinâ etmeli, Kur’ân-i Kerîm’i husû ile okumali, zikirle rûhumuzu inceltmeli, zekât ve sadakalar ile de, vicdan huzûruna kavusmaliyiz. Kur’ân-i Kerîm Ramazan ayinda dünyâ semâsina indirildigi için bu mübârek ayda Kur’ân terbiyesine girmeli, o istikâmette ibâdetler degerlendirilmelidir.

Kur’ân-i Kerîm, asil kalble okunur. Gözün vazîfesi, kalbe gözlük olabilmektir.

Ramazan-i Serîf’in diger bir kiymeti de mü’minlere feyz ü bereket dolu bir Kur’ân hayati yasatmasi bakimindan mütâlaa olunmalidir.

Ramazan-i Serîf, oruç ve Kur’ân arasinda ince bir râbita ve derin bir yakinlik vardir. Hayat ve ölüm ögütlerini, Kur’ân-i Kerîm’den baska hangi salâhiyetli kürsüden dinlemek mümkündür?

Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"Oruçla Kur’ân, kiyâmet gününde kula sefâat edecektir. Oruç, sabrin yarisidir." buyurmuslardir.

Orucun ecri Cenâb-i Hakk katinda mahfûzdur. Hadîs-i kudsîde buyurulur:

"Âdemoglunun her amel ve hareketi kendisine âiddir. Oruç ise böyle degil! Çünkü o, benim içindir. (Çünkü ben yemem, içmem ve bütün beserî sifatlardan münezzehim.) Dolayisiyla ben, onun mükâfâtini (husûsî bir sekilde) bol bol verecegim."

Bu hadîs-i kudsînin ardindan Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, söyle buyurdular:

"Oruçlunun sevinecegi iki ferâhlik vardir:

1. Iftâr ettigi zaman (Cenâb-i Hakk’in nîmetlerine kavustugu için) sevinir.

2. Rabbine kavustugunda da orucu berekâtiyla nâil oldugu yüksek derece için sevinir." (Buhârî)

Görüldügü üzere Cenâb-i Hakk, oruca olan ragbeti beyânin yaninda ona verecegi mükâfat ve karsiligi, beserin oruca olan ragbetini te’mîn zimninda sakli tutmustur. Tipki bir müsâbakada câzibeyi artirmak için sakli tutulan çok büyük bir mükâfat gibi...

Oruç, nîmetlerin kadrini bildiren, sükrân hisleri uyandiran, yoksullarin, çâresizlerin hâlinden anlama suûru veren, nefsânî arzu ve temâyülleri bertaraf eden, maddenin esâretinden kurtarip "sabir" denilen en yüksek ahlâkî bir meziyyete eristiren bir ibâdettir.

Ramazan-i Serîf orucu, terâvih namazi, sahur ve seher uyanikligi bakimindan çok mühimdir. Hadîs-i serîfde buyurulur:

"Allâh -celle celâlühû-, size Ramazan-i Serîf orucunu farz kilmistir. Ben de gece namazini, terâvihi sünnet kildim. Eger bir kimse îmânli bir yürekle ve sevabina ermek emeli ile Ramazan-i Serîf orucunu tutar, terâvih namazini kilarsa, anadan dogdugu gibi günâhlarindan kurtulur."

Hâli ile oruç ve namazin îfâsinin kabûlünde kalbin seviye kazanmasi, yâni "husû" sarttir. Namazlar, sür’atli kilinarak bir hazim vâsitasi olmamalidir.

Ramazan-i Serîf’in hakîkatine erebilmek için o mevsime mahsûs olan gufrân yagmurlarindan istifâde zarûrîdir. Zîrâ tasa veya denize yagan nisan yagmurunun hiçbir fâidesi yoktur. Ancak takvâ nes’esiyle bu sükrân ve gufrân faslinin tadini çikarabiliriz.

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

"Ramazan ayi girdigi zaman cennet kapilari açilir; cehennem kapilari kilitlenir; seytanlar zincire vurulur." (Buhârî, Müslim)

Yâni beserî suçlar ve günâhlar, gerçek oruç tutanlarda en asgarî bir seviyeye iner. Seytanin serri de biter. Ancak nefsin serrine dikkatli olmak gerekir...

Hadîs-i serîfte buyurulur:

"Cennet seneden seneye Ramazan için süslenerek söyle der:

{Allâh’im! Bizim için bu ayda kullarindan bizde kalacak insanlar kil!..}......" (Taberânî)

Yine Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

"Oruç tutunuz ki, sihhat bulunuz!" (Taberânî)

"Iftari acele ediniz; sahûru geciktiriniz!.."

Oruçlarimizi sakatlayacak ihmâllerden kaçinmak îcâb eder. Öfkeden siddetle uzaklasmalidir.

Hadîs-i serîfde buyurulur:

"Oruç, sadece yemek, içmek vesaireden kesilmek degildir. Kâmil ve sevabli oruç, ancak faydasiz laftan, bos vakit geçirmekten, kötü söylemekten (dedikodudan) ve nefs-i emmârenin bütün temâyüllerinden vazgeçmektir. Sâyet biri sana söver, yahut sana karsi câhilce herhangi bir harekette bulunursa, kendi kendine: {_F deüphesiz ki ben oruçluyum!} de; sabret!" (Hakim , Beyhakî)

Zîrâ Ramazan-i Serîf’in bir adi da {_F feehru’s-sabir}dir.

Sabir, güzel ahlâkin agirlik merkezidir. Îmânin yarisi, ferah ve seâdetin anahtaridir. Cennet nîmetlerine kavusturan büyük bir nîmettir.

Dîn ve ahlâkda sabir, hosa gitmeyen ve izdirap veren hâdiseler karsisinda muvâzeneyi bozmadan sükûnete bürünmek, Hakk’a teslîm olmakdir.

Enbiyâ ve evliyâ, sabirla Allâh’in yardimina nâil oldular. Onlar bizim yüksek örneklerimiz olmalidir.

Sabrin dünyevî tarafi aci, âhiret tarafi çok parlaktir. Sabrin acilarini sîneye çekenler, ebediyyet devleti olan cennete ve Allâh’in rizâsina kavusurlar.

Her hâlukârda Allâh’in emir ve yasaklarindaki nîmet, hikmet ve ilâhî mükâfâtlari düsünmek, sabri kolaylastirir.

Sabrin ilk sarti da, hâdise ile ilk karsilasma zamaninda olmasidir. Tavi geçmis bir sabrin, fazla bir mükâfâti yoktur.

"Sabûr" ism-i serîfinin en güzel tecellî merkezi peygamberler ve evliyâullâhdir. Nitekim onlardan bizlere intikâl eden en güzel ahlâk-i seniyyeden biri olarak varlik ve darlik zamanlarinda sabir, çok mühimdir.

***

Oruçlarimizi Allâh -celle celâlühû- beraberliginde tutmamiz için "sahur, terâvih, zikir, Kur’ân ve duâ" gibi mânevî istinadlardan lezzet almak îcâb eder.

Iftar zamani da, duâlarin kabûl oldugu ince bir vuslat demidir. Bunun içindir ki, bu heyecanli anlarin birlikte yasanmasi da ayrica bir rahmet ve huzûr kaynagidir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyururlar:

"Kim bir oruçluya iftar verirse, oruçlunun ecri gibi -oruçlunun sevabindan hiçbir sey eksilmeden- ecir alir." (Tirmizî)

Bu müjdeyi duyan ashâb-i kirâmin fakîrleri, Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’e gelerek kendilerinin zenginler gibi oruçluyu doyuracak derecede iftâr yemegi vermeye güçlerinin yetmedigini hüzünle arzettiklerinde de Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, söyle buyurdular:

"Kim bir oruçluyu bir hurma ile iftâr ettirirse veya bir içecek su ile veya tadimlik bir süt ile iftâr ettirirse, Allâh Teâlâ, ona ayni sevabi verir."

***

Nâfile oruçlarda ayri bir hassasiyet vardir. Zîrâ has kullarin amelinin esasi sidktir. Bu da, niyyetin hâlisiyyeti ve nefsin tezkiyesi nisbetindedir.

Bu husûsda gerek nâfile oruç tutmak, gerek oruçsuzluk, gerek oruç tutmayanlarin israri ile nâfile orucu bozmak, gerekse bozmamak seklinde saglam bir niyete bagli olan her amel efdaldir.û Saîd -radiyallâhü anh- anlatir:

"Ben Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- ve ashâbi için bir yemek hazirlamistim. Yemegi kendilerine takdîm edince, aralarindan bir kimse çikip {REF Ben oruçluyum!} dedi. Bunun üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"–Kardesiniz sizi çagirdi ve sizin için hazirlik yapti. Simdi sen {REF oruçluyum} diyorsun. Orucunu boz ve onu bir baska gün kazâ et!» buyurdu." (Tirmizî, Ebû Dâvûd)

Orucu bozmamakla alâkali rivâyet ise söyledir:

"Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- ve ashâbi, Bilâl -radiyallâhü anh-’in oruçlu oldugu bir mecliste yediler ve içtiler. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

{ Biz rizkimizi yiyoruz.. Bilâl’in rizki ise cennettedir.} buyurdular." (Ibn-i Mâce)

Bu hadîs-i serîfler gösteriyor ki, niyet ve kalbin durumuna göre nâfile orucu îcâb ettiginde bozup bozmamak husûsunda her iki davranis da câizdir.

Amellerin degerlendirilmesi Allâh’a âiddir. Ömrün hayirlisi, O’nun yaninda geçen ve O’nun ugrunda harcanandir. Insan, mezara indirilirken fânî hayatin ancak hâtiralari ile gömülecektir. Mezarlar, amel-i sâlihden baska hiçbir seyin giremedigi mekânlardir.

Allâh rizâsina uygun düsmeyen bir hayat, çöllerdeki seraplara benzer. Hakîkatten nasîbsiz hayâlden ibârettir.

Hadîs-i serîfde:

"Mü’min öldügü zaman, namazi bas ucunda, sadakasi saginda, oruç gögsünde bulunur." buyurulmasi, bunun en güzel bir delîlidir.

Allâh’in sonsuz kereminden umulur ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in buyruklari sebebiyle bizlerin mübârek Ramazan ayinin biraz daha fazla kiymetini bilmemize, ona daha fazla deger verip daha fazla sevap islememize ve daha az günâha girmemize sebep olur.

Hadîs-i serîfde buyurulur:

"Eger insanlar, Ramazan-i Serîf’in ne oldugunu lâyikiyla bilselerdi, senenin tamaminin Ramazan olmasini arzu ederlerdi."

Günlerimiz mübârek, Ramazan-i Serîf’imiz makbûl olsun!..

Istikbâl mü’minlerindir...



Kaynak: Gönül Bahçesinden: Osman Nuri TOPBAS



© Ekrem Yolcu
[/COLOR][/COLOR][/COLOR][/SIZE]
 
bu değerli bilgileri hackhell ailesiyle paylaşman çok hoş...

Allah razı olsun....
 
Ramazan a bir kac gun kala cok guzel paylasim yapmissin arkadasim.Allah c.c senden razi olsun.Emegine saglik.
Allah hepimize hayirli ramazanlar gecirmesini nasip eder Insallah
(Amin)
 
Zamanında ve gerekli bir paylaşım...

Allah razı olsun...
 
"Ey iman etmiş kullar! Oruç sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı (farz kılındığı) gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Ta ki sakınabilesiniz (nefsinizi haramlardan koruyup, müttakilerden olasınız)."(1)

Allah (c.c) kuluna her türlü imkanı en önemlisi aklı vermiştir. İnşallah doğru yoldan şaşmayız. Nefsimize hiç değilse 1 ay sahip çıkalım.
 
Geri
Üst