chuckies
_-€X-_
Muhammed aleyhisselâm doğmadan önce meydâna gelen
ve peygamberliğine müjde olan alâmetler:
• Irbâz bin Sâriye “radıyallahü teâlâ anh” şöyle rivâyet etmişdir:
Hazret-i Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: Âdem aleyhisselâmın cesedi toprak hâlinde ve henüz rûh verilmemiş hâlde iken, Allahü teâlâ katında benim adım “Hâtemünnebiyyîn” diye yazılmışdı. Size hâlimin başlangıcından bahsedeyim diyerek buyurdular ki: Hazret-i İbrâhîm aleyhisselâm şöyle duâ etmişdir, [Bekara sûresi 129.cu âyetinde meâlen] (Yâ Rabbî! Onlara senin âyetlerini okuyacak bir resûl gönder.). Îsâ aleyhisselâm da şöyle müjde vermişdir: [Saf sûresi 6.cı âyetinde meâlen] (Ey İsrâîl oğulları!Ben size Allahın peygamberiyim. Tevrâtın tasdîkcisi ve benden sonra gelecek bir peygamberin müjdecisi olarak geldim ki, o peygamberin ismi “Ahmed”dir...). Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yine şöyle buyurdu: Annem Âmine kendisinden bir nûrun doğuya ve batıya yayıldığını görmüşdür. O nûrun aydınlığında Şâmın köşkleri ve serâyları görünmüşdür.
• Tevrâtın ilk âyeti:
“Allahü teâlâ önce mu’azzâm bir nesneyi yaratdı. Sonra gökleri, sonra da yeri yaratdı.” Bu âyetde geçen “Vehîm” kelimesi büyük şân sâhibi ma’nâsında olup, Muhammed aleyhisselâmın rûhu demekdir. Nitekim hadîs-i şerîfde şöyle buyrulmuşdur: (Allahü teâlânın ilk yaratdığı şey benim rûhum veyâ nûrumdur). Eğer yehûdîler derlerse ki bundan murâd neden Muhammedin “aleyhisselâm” rûhu olsun? Cevâb olarak deriz ki, size göre harflerle hesâb mu’teberdir. Nitekim Tevrâtda bir âyetde geçen “Bezât” kelimesinin dörtyüzon demek olduğunu söylersiniz. Bununla Süleymân aleyhisselâmın Beyt-i mukaddesi binâ etmesinden dörtyüzon sene sonra harâb olur diye söylemeniz gerçekleşdi. Bunun birçok başka misâlleri de vardır. Rivâyet olunur ki, Muhammed aleyhisselâma yehûdî âlimlerinden bir gurup geldiler ve yâ Muhammed! İşitdik ki, sana “Elif lâm mîm” âyeti gelmiş. Bu senin ümmetinin yetmişbir sene hükm süreceğine işâretdir dediler. Bunun üzerine Muhammed aleyhisselâm buyurdu ki: Bana sâdece “Elif lâm mîm” gelmedi. “Hâ mîm ayn sîn kaf” ve “Kaf ha yâ ayn sâd” ve “Elif lâm ra” ve “Elif lâm mîm sâd” âyet-i kerîmeleri de geldi. Yehûdî âlimleri bunları işitince işimiz çok zorlaşdı yâ Muhammed 'aleyhisselâm', diyerek ayrılıp gitdiler. Tevrâtın ilk âyetinde geçen 'El vehîm' kelimesini harf hesâbıyla hesâb ederek doksaniki çıkdığını gördük. Bu rakam “Muhammed” ismine uygundur. Yine i’tirâz ederek (El vehîm) kelimesi Tevrâtın ilk âyetinde geçen mu’azzâm bir nesne kelimesinin mef’ulü değil fâilidir. Ya’nî mu’azzâm nesne yaratandır, yaratılan değildir derlerse iki dürlü cevâb veririz. Birincisi, cümlede geçen “gökleri yaratdı” ifâdesinin mu’azzâm nesneye atf edilmesi yanlış olur. İkincisi, yaratma fi’linin fâili içinde gizlidir. Ya’nî yaratan Allahü teâlâdır. Nitekim, Tevrâtda bu ifâdenin birkaç satır altında açıkca “Allahü teâlâ bir mu’azzâm nesneyi gökleri ve yerleri yaratdı. Allah en iyi bilen ve en iyi hükm sâhibidir” yazılıdır.
• Haykuk nebî “aleyhisselâm” şöyle buyurmuşdur:
Tevrâtda şöyle yazılıdır: “Allahü teâlâ Fârân dağından bir peygamber getirir. Gökler Ahmed tesbîhi ile dolar. Onun ümmeti karada olduğu gibi, denizde de ata biner. O yeni bir kitâb ile gelir. Beyt-i mukaddesin yıkılmasından sonra tanınır.”
• Yine Abdürrahmân Cevzî nakl etmişdir:
Nemle “radıyallahü anh” babası Ebû Nemleden şöyle rivâyet etmişdir: Benî Kurayzâ yehûdîleri Muhammed aleyhisselâm gelmeden önce, Onun vasflarını kitâblarından ders olarak okuturlardı. Çocuklarına Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sıfatlarını, ismlerini ve Medîneye hicret edeceğini devâmlı anlatarak öğretirlerdi. Muhammed aleyhisselâma peygamberliği bildirilince ve Medîneye hicret edince hasedlerinden inkâr etdiler.
• İncîlde Îsâ aleyhisselâmın şöyle buyurduğu yazılıdır:
Ben, benim ve sizin Rabbiniz tarafına gidiciyim. Gâr Klita adında bir Peygamber gelecek ve size herşeyi bildirecekdir. Ben onun hak Peygamber olduğunu tasdîk etdiğim gibi, o da benim hak Peygamber olduğumu tasdîk edecekdir. Gâr Klita [Paraklit] ismiyle, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmı kasd etmişdir. Bu ism Ahmed isminin ma’nâsına yakın bir ismdir. Hazret-i Îsânın havârîlerinden Yuhannâ, şöyle demişdir: Îsâ “aleyhisselâm” bana kendinden sonra gelecek peygamber Muhammed-ül Arabîyi müjdeledi. Ben de bu müjdeyi havârîlere iletdim, hepsi îmân etdiler.
• Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” şöyle rivâyet etmişdir:
İsrâîl oğulları, memleketleri Buhtunnasâr tarafından istilâ edilip ve zulme uğradıkları için, memleketlerini terk etdiler. Bunlar arasında Hazret-i Hârûnun “aleyhisselâm” evlâdlarından bir gurub, Tevrâtda Muhammed aleyhisselâmın medh edildiğini ve Onun Arabistanda hurma ağaçlarının çok olduğu bir yerde bulunacağını okudular. Bu sebeble Şâmdan çıkıp, Yemene kadar bütün beldeleri dolaşdılar. Tevrâtda okuduklarına uygun yer olarak Medîneyi buldular ve orada yerleşdiler. Muhammed aleyhisselâmın zuhûr etmesini ve Onu görmekle şereflenmeyi ümmîdle beklediler. Fekat ömrleri yetmedi. Evlâdlarına Ona “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kavuşur ve görürseniz îmân ediniz diye vasıyyet etdiler.
• Şâmda yehûdî âlimlerinden birinin yanında beyâz yünden bir cübbe vardı. Bu cübbeye Yahyâ bin Zekeriyyâ aleyhimesselâmın kanı bulaşmışdı. Önceki mukaddes kitâblarda, bu hırkadaki kuruyan kanın damla hâlinde akıp, cübbe bembeyâz olunca, Muhammed aleyhisselâmın babası Abdüllah dünyâya gelecekdir diye okumuşlardı. Bir gün hırkadaki kan lekelerinin damla hâlinde akdığını ve cübbenin bembeyâz hâle geldiğini gördüler. Anladılar ki, hazret-i Abdüllah dünyâya geldi. Aradan epeyce zemân geçdikden sonra, Kureyş kabîlesinden bir gurub kimse ticâret için Şâma gitdiler. Yehûdî âlimleri bunlardan Abdüllah bin Abdülmuttalibin hâlini sordu. Onlar da Onun güzelliğinden, üstün ahlâkından ve alnında parlıyan nûrdan bahsetdiler. Yehûdî âlimleri: O nûr Abdüllahın nûru değil, bilâkis Muhammedin nûrudur. Onun sebebiyle Abdüllahın alnında parlıyor. Muhammed “aleyhisselâm” bütün putları kıracakdır, dediler. Kureyşliler bu sözleri işitince ve önceden bu alâmetleri gördükleri için, Kâ’benin Rabbi hakkı için yehûdî âlimleri doğru söylüyor diyerek, onların anlatdıklarını tasdîk etdiler.
Kaynak: Peygamberlik Müjdeleri - Molla Abdurrahman Cami
Muhammed aleyhisselâmın doğumundan peygamberliği bildirilinceye
kadar görülen peygamberlik müjdeleri ve alâmetleri:
• Abdülmuttalibin kızı Safiyye hâtun şöyle anlatmışdır:
Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” doğduğu sırada Âmine'nin ebesi idim. Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” nûru, lambanın ışığını basdırıyordu. O gece altı alâmet gördüm. Birincisi, doğardoğmaz secde etdi. İkincisi, başını kaldırıp, fasîh bir lisânla “Lâ ilâhe illallah innî Resûlullah” dedi. Üçüncüsü, Onun nûruyla ev çok aydınlandı. Dördüncüsü, doğdukdan sonra yıkamak istediğimde, zahmet etme, biz Onu yıkadık diye bir ses işitdim. Beşincisi, oğlan mıdır, kız mıdır diye merâk etdim. Göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş gördüm. Altıncısı, istedim ki Onu kundağa sarayım. Sırtında mühr-i nübüvveti gördüm. İki küreği ortasında “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” yazılı idi.
• Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin doğduğu gece, Îrân kralı (Kisrânın) serâyı sallandı ve ondört burcu yıkıldı. Fârisin (mecûsîlerin) bin seneden beri hiç sönmeden yanan ateşi söndü. Sâve gölünün suyu yere çekilip kurudu. Mecûsîlerin meşhûr âlimi Mü’bedân rü’yâsında, serkeş develerin önlerine katdığı atları öldürüp, Dicle nehrini geçirdiklerini ve memleketlerine dağıldıklarını gördü. Kisrâ, serâyının sallanmasından ve burçlarının yıkılmasından çok korkdu. Kimseye bildirmek istemedi. Fekat sabâhleyin tahtına oturunca sabr edemeyip bu hâdiseyi vezîrlerine ve ileri gelen adamlarına anlatdı. O bunları anlatırken mecûsîlerin ateşinin söndüğünü bildiren bir mektûb geldi. Kisrâ dahâ çok endişelendi. Sonra Mü’bedân gördüğü rü’yâyı anlatdı. Kisrâ, Mü’bedâna bu hâdiseler için ne denebilir? diye sordu. O da bunlar arablar arasında meydâna gelen bir hâdiseye işâretdir, dedi. Sonra Kisrâ, Nu’mân bin Münzîre mektûb yazıp, bu hâdisenin îzâhını sorabileceği bir âlim göndermesini istedi. O da Abdülmesîh Gassânîyi gönderdi. Kisrâ bu hâdiseleri ona sordu. Abdülmesîh Gassânî dedi ki: Bu ilmi dayım Satîh kâhin bilir. O Şâmdadır, dedi. Kisrâ, git ondan bu hâdiseleri sor dedi. Şâma gidip Satîh kâhini buldu. O ânda ölmek üzere idi. Selâm verdi, cevâb alamadı. Bir şi’r okumaya başladı. Satîh kâhin şi’ri işitince gözlerini açdı ve ey Abdülmesîh! Kisrâ, serâyının sallanması, burçlarının yıkılması, Mü’bedânın rü’yâsı, Sâve gölünün kuruması sebebiyle, bunları sordurmak için seni bana gönderdi, dedi. Bunların
hepsi âhır zemân Peygamberinin doğduğuna işâretdir. O bu beldeleri alacakdır. Kisrâlardan, yıkılan burçlar sayısı kadar kimse Îrâna pâdişâhlık yapacaklar. Sonra devletleri yıkılacakdır. Abdülmesîh bu haberi Kisrâya götürdü. Kisrâ ondört kişi pâdişâhlık yapdıkdan sonra bu devlet yıkılacak. Bu bir hayli iş ve uzun zemân alır, dedi. Fekat bu kisrâlardan on kişinin pâdişâhlığı dört senede bitdi. Diğer dördü Emîr-ül mü’minîn Osmân “radıyallahü anh” zemânına kadar saltanat sürdüler.
• Mekkede oturan bir yehûdî vardı. Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin doğduğu gece Kureyşden bir topluluğun yanına gelip; dün gece sizden bir oğlan dünyâya geldi mi diye sordu. Bilmiyoruz dediler. Eğer sizde değilse korku yokdur. İyi biliyorum ki dün gece bu ümmetin Peygamberi doğdu. Eğer sizde değilse Filistinde olsa gerekdir. Onun iki küreği arasında ince kıllar (nübüvvet mührü) vardır. Cinnîlerden bir ifrit parmağını onun ağzına koyduğu için, iki gün süt emmeyecekdir. Kureyşliler oradan ayrılınca, şaşdıkları bu sözleri büyüklerine söylediler. Bir de işitdiler ki, Abdüllah bin Abdülmuttalibe Allahü teâlâ bir oğul vermiş. Adını Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” koymuşlar. Bunu o yehûdîye haber verdiler. Hazret-i Âmine'nin evine geldi. O alâmeti çocuğun sırtında görünce, bayılıp düşdü. Aklı başına gelince: Vallahi peygamberlik artık Benî İsrâîlden gitdi, dedi. Sonra Kureyşlilere dönüp, siz bu hâdiseye sevinirsiniz, ama bu çocuk sizin üzerinize gâlib gelecekdir. Onun şânı doğudan batıya heryerde duyulacakdır, dedi.
• Halîme hâtun şöyle anlatmışdır:
Muhammedi “aleyhisselâm” evime götürmek için alınca, üç gün Mekkede kaldık. Üçüncü gece, yeşil elbiseler giymiş nûr yüzlü bir kimse Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” yasdığına oturmuş, yüzünden öpüyordu. Kocamada gösterdim. Kocam bunu sakın anlatma. Bilmiş ol ki, bizden dahâ mutlu olarak evine dönen yokdur, dedi.
• Abbâs “radıyallahü anh” Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” demişdir ki; sen beni beşikde iken islâma çağırsaydın kabûl ederdim. Sen beşikde yatarken ay ile konuşurdun. Parmağınla her ne tarafa işâret etsen, ay o tarafa meyl ederdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” şöyle buyurdu: “Ben ay ile, o da benimle konuşurduk. Beni ağlamakdan men’ ederdi. Ayın arş altında secde edişinin sesini işitirdim.”
• Hazret-i Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” her sabâh uykudan uyanınca, yüzünden nûr yayılırdı. Ebû Tâlibin oğulları Onun yüzünün nûru ile şereflenirlerdi. Hepsinin saçları karışık, kiprikleri yapışmış vaziyyetde olurdu. Muhammedin “aleyhisselâm” uyanınca misk kokulu saçları taranmış ve cihânı gören gözleri sürmelenmiş hâlde görürlerdi.
• Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Meysere ile Şâm seferine çıkdı. Bu seferde alış-veriş yapdığı bir kimseyle aralarında anlaşmazlık çıkdı. O kimse doğru söylüyorsan Lât ve Uzzaya and iç dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Ben Lât ve Uzza adına aslâ yemîn etmem. Bana göre onlardan dahâ kötü şey yokdur, buyurdu. Bunun üzerine o şahs, sen Harem ehlinden misin diye sorunca, evet buyurdu. O şahs Meysere ile tenhâ bir yerde iken, ona vallahi senin bu yol arkadaşın Hak Sübhânehü ve teâlânın Peygamberidir. O Hâtem-ülenbiyâdır. Meysere bu sözleri duyunca, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” hürmetini ve ikrâmını artdırdı. Ona hizmetde çok dikkatli davrandı.
Kaynak: Peygamberlik Müjdeleri - Molla Abdurrahman Cami
Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğinin bildirilmesinden hicretine kadar vukû’ bulan hâdiseler:
• Hazret-i Muhammede “sallallahü aleyhi ve sellem” Cebrâîlin “aleyhisselâm” gelmesi ve vahy getirmesi yaklaşmışdı. O sırada Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekkenin dışına çıkdığında, yanından geçdiği her taşdan: “Esselâmü aleyke yâ Resûlallah” diye ses gelirdi. Etrâfına bakınca, kimseyi göremezdi. (Sahîh-i Buhârî)de şöyle bildirilmişdir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” peygamberliği bildirilmeden önce sahîh rü’yâlar görürdü. Gördüğü rü’yâlar gündüz aynen çıkardı. Sonra yalnızlığı sevmeye başladı. Halkdan uzaklaşıp, çoğu geceleri Hira dağındaki mağarada ibâdet ile geçirirdi. Hazret-i Hadîcenin “radıyallahü anhâ” yanına gelir, birkaç günlük azığını alır giderdi. Ramezân ayında birgün Hira dağındaki mağarada ibâdet ile meşgûl iken, bir kimse geldi. Elinde ipekden bir örtü vardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” şöyle buyurmuşdur: O kimse bana “Oku” dedi. Ben okuma bilmem dedim. Elindeki örtüyü başımın üzerine koydu. Başımı ve yüzümü örtdü. Zan etdim ki öleceğim. Sonra o örtüyü başımdan kaldırdı ve “Oku” dedi. Ben okuma bilmem dedim. Yine önceki gibi, meâl-i şerîfi, (İnsanı bir kan pıhtısından yaratan Rabbinin adıyla oku! Oku, insana bilmediklerini öğreten ve kalemle yazdıran Rabbin en büyük kerem sâhibidir) olan Alak sûresinin [1-5] âyet-i kerîmelerini okudu. Sonra geri çekildi. Ondan işitdiklerim kalbime temâmen yerleşdi. Fekat bana mecnûn ve şâir demelerinden korkdum. Onları hiç sevmezdim. Çok endîşelendim. Bu sırada gök tarafından bir ses işitdim. Ey Muhammed! Sen Allahü teâlânın Resûlüsün. Ben de Cibrîlim, dedi. Semâda nereye baksam onu görüyordum. Tâ akşam nemâzına kadar bu hâlde hayret içinde kaldım. O vaktde Hadîce, beni aratmak için her tarafa adamlar göndermiş. Onlardan ba’zıları gelip beni buldular. Cebrâîl görünmez oldu. Hadîcenin “radıyallahü anhâ” yanına geldim. Üzerimde hayret hâli ve vücûdumda titreme vardı. Hadîcenin dizine dayandım ve hâlimi anlatdım. Kâhin olmakdan korkuyorum dedim. Hadîce “radıyallahü anhâ”, Allahü teâlâ korusun! Allahü teâlâ senin hakkında hayr murâd etmişdir. Ümmîd ediyorum ki sen, bu ümmetin
Peygamberi olacaksın, dedi. Sonra hazret-i Hadîce, amcasının oğlu ve eski kitâbları okumuş olan Varaka bin Nevfelin yanına gitdi. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ahvâlini söyledi. Varaka bin Nevfel anlatılanları dinledikden sonra, nefsim kudretinde olan Allahü teâlâ hakkı için, eğer bu söylediklerin doğru ise, Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” bu ümmetin Peygamberidir.
Mûsâya “aleyhisselâm” gelen Nâmûs-u Ekber “Cebrâîl aleyhisselâm” ona da gelmişdir. Dahâ sonra Varaka bin Nevfel, Muhammed aleyhisselâmı Kâ’benin yanında gördü ve başından geçenleri bana anlat dedi. O da anlatdı. Yemîn ederek dedi ki: Sana gelen Nâmûs-u
Ekberdir. O sana ilâhî hükmleri getirecekdir. Nitekim, Mûsâya da “aleyhisselâm” getirdi. Sen bu ümmetin Peygamberisin. Sana kavminden elemler gelecek. Seni memleketinden çıkaracaklar. Bir tâife sana yardım edecekdir. Eğer ömrüm vefâ ederse, sana elimle, dilimle, malımla ve canımla yardım ederim! Sonra hazret-i Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek başından öpdü. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kalbi mutmein bir hâlde hazret-i Hadîcenin “radıyallahü anhâ” evine geldi.
• Semhâc adlı Cinnin kıssası:
İbni Mes’ûd “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile Safâ tepesine çıkdık. Müşrikler orada toplanmışdı. Ebû Cehl de aralarında idi. Müşrikler oradaki bir puta tapıyorlardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” aralarına girip: Ey Kureyş cemâ’ati! Lâ ilâhe illallah diyerek îmân ediniz, dedi. Bunun üzerine Velîd bin Mugîre, Ebû Cehle; Muhammedi utandırayım mı dedi. Ebû Cehl yemîn vererek mutlakâ bunu yap, dedi. Velîd bin Mugîre o putu boynuna yaklaşdırarak, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” döndü ve: Ey Muhammed. Sen benim Rabbim şâh damarımdan dahâ yakındır, dersin. İşte benim rabbim de boynumdadır. Senin Rabbin nerededir, görelim dedi. Sonra putu yere koydu. Kureyşin müşrikleri puta secde etdiler. Puta ey tanrımız bize yardım et de Muhammedi öldürelim diye yalvardılar. O sırada putun içinden Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” aleyhinde birkaç beyt ile Ehl-i islâmın hilâfına şeyler işitildi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” oradan ayrıldı. İbni Mes’ûd “radıyallahü anh” demişdir ki; ben de Resûlullah ile geri döndüm ve annem babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! O putdan ne sesler geldiğini işitdiniz mi, dedim. Buyurdu ki: Evet işitdim. O bir şeytândır, putların içine girer ve halkı Peygamberleri öldürmeğe kışkırtır. Peygamberleri kötüleyen ve onlara dil uzatan şeytânları Allahü teâlâ çok çabuk helâk eder. Bu hâdiseden iki üç gün sonra, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrunda oturuyordum. Bir kimse geldi, esselâmü aleyke yâ Muhammed, dedi. Biz onun sözünü işitdik, ammâ kendisini göremedik. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ona gök ehlinden misin diye sordu. Hâyır, dedi. Cinnîlerden misin deyince, evet dedi. Niçin geldin deyince, ben gayb olmuşdum. Bana Allahü teâlânın Resûlünü, bir şeytân zemmetdi, diye haber verdiler. Ben o şeytânı arıyordum. Safâ tepesine yakın bir yerde buldum ve onu kılıç ile öldürdüm. Onu senden uzaklaşdırdım yâ Resûlallah, dedi. Yârın Safâ tepesine dostlarınızla birlikde teşrîf ediniz, sizi sevindireceğim, dedi. Resûlullah ona ismin nedir, dedi. Semhâc deyince, ister misin sana bundan dahâ güzel bir ism vereyim, buyurdu. O ism nedir yâ Resûlallah deyince: Sana Abdüllah ismini koydum buyurdu. Bundan sonra o cin ayrılıp gitdi. Abdüllah ibni Mes’ûd “radıyallahü anh” demişdir ki, bana o geceden dahâ uzun bir gece olmadı. Sabâhleyin Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile Safâ tepesine gitdik. Müşrikler orada toplanmışdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” aralarına girip: Ey Kureyşliler! Lâ ilâhe illallah deyiniz, buyurdu. Müşrikler yine oradaki putun önüne gidip, secde etdiler ve puta yalvarmağa başladılar. Bugün de önceki gibi olacak zan ederek korkdum. O sırada putun içinden âniden bir ses geldi. Ben Abdüllah bin Heyarâyım! Tertemiz Peygamberi kötüleyen fitne sâhibi şeytânı öldürdüm. Müşrikler putdan bu sesleri işitince puta söverek biz senin gibisine tapmadık. Muhammed sana sihr yapmış. Dün Onu kötülüyordun. Bugün medh ediyorsun, dediler. Sonra putu yere vurup parçaladılar. Sonra Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” hücûm etdiler. Mubârek alnını kanatdılar. O sırada müşriklerin arasından elinde demirli baston bulunan bir ihtiyâr ortaya çıkdı. Ey Kureyşliler, işitdim ki Muhammed sizden kuvvetli imiş. Beni Onun yanına götürün de, şu bastonu onun karnına vurayım, dedi. Vurmak için elini kaldırınca eli kurudu ve havada asılı kaldı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o mel’ûnun şerrinden kurtuldu.
• Süfyân Hüzelî “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır:
Bir kervânla Şâm yolunda gidiyorduk. Bir gece sabâha karşı bir yerde uyumak için konakladık. Âniden havada duran bir atlı gördük. Ey uyuyanlar! Kalkınız, uyku zemânı değildir. Çünki, Ahmed “sallallahü aleyhi ve sellem” zuhûr etdi ve cinnîlerin temâmı kovuldu, diyordu. Biz cesûr kimseler olduğumuz hâlde korkduk. Evlerimize döndüğümüzde, Mekkede bir ihtilâf ortaya çıkdığını, Abdülmuttalib oğullarından birinin Peygamber olduğunun bildirildiğini ve isminin Ahmed “aleyhisselâm” olduğunu işitdik.
• Zenîre adında bir câriye müslimân olmuşdu. O sıralarda gözleri görmez oldu. Ebû Cehl bu lât ve uzzanın işidir, dedi. Zenîre, lat ve uzza putları insanların ibâdet edip etmediklerinden haberdâr olamazlar. Benim gözlerimin kör olması Rabbimin takdîriyledir. Rabbim gözlerimi tekrâr açmaya kâdirdir, dedi. O gece gözleri açıldı. Tekrâr görmeğe başladı. Fekat Kureyş kabîlesinden, gönül gözü kör olanlar, bu iş de Muhammedin sihrlerindendir dediler ve dalâletde kaldılar.
• Habeşistân pâdişâhı Necâşinin üsküflerinden 20 kişi Necâşiden izn alarak, Mekkeye gitdiler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Kâ’bede Makâm-ı İbrâhîmde oturuyordu. İzn isteyip huzûruna geldiler. Onlardan Tapûr adındaki üsküf, Allahü teâlânın resûlü olduğunu söyleyen zât siz misiniz dedi. Evet benim buyurunca, halkı neye da’vet ediyorsun diye sordu. Şerîki olmayan Allahü teâlâya îmân etmeye çağırıyorum, buyurdu. Sonra onlara Kur’ân-ı kerîm okudu. Hepsi ağlamaya başladılar. Göz yaşları sakallarını ıslatdı. Tapûr üsküf, ben Allahü teâlâya ve senin Onun resûlü olduğuna îmân etdim, dedi. Diğer üsküfler de hemen o ânda îmân etmekle şereflendiler.
Bunlar, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrundan ayrılınca, Ebû Cehl ve Ümeyye bin Halef, Kureyşden bir cemâ’at ile onlara dediler ki, siz buraya din araştırmak için gönderildiniz. Bu kimsenin dîni hakkında haber götürecekdiniz. Sizin hiç aklınız yokmu. Onun huzûrunda bir sâat oturdunuz ve dîninizi değişdirdiniz. Ne söylediyse tasdîk etdiniz. O iki seneden beri Peygamber olduğunu söyler. Bizden birkaç aklsız ve birkaç fakîrden başka kimse inanmadı. Onların bu sözleri üzerine üsküfler, siz susun, biz kimsenin hakkını zâyi’ etmeyiz. Biz apaçık bir hakka kavuşduk. O hak dinle aydınlandık.
Câhillerin sözüyle bu hak dinden dönmeyiz, dediler. Sonra Kur’ân-ı kerîmi ve islâmiyyetin esâslarını öğrendiler ve memleketlerine döndüler.
• Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir gece: “Yâ Rabbî! Ömer bin Hattâb veyâ Ebû Cehl bin Hişâmdan biriyle islâmı kuvvetlendir” diye, düâ buyurdular. Sabâhleyin hazret-i Ömer bin Hattâb “radıyallahü anh” geldi ve müslimân oldu.
• Câbir “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır:
Ağaç altında bî’at yapıldığı sırada, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Kırmızı devenin sâhibi hâriç ağaç altında bî’at edenlerin hepsi Cennete girer.” Bi’atdan sonra o kırmızı devenin sâhibi kimdir, görelim diye aradık. Bakdık ki, bir kimse devesini kaybetmiş, onu arıyordu. Gel bî’at et deveni sonra ararsın dedik. Devemi bulmam benim için bî’at etmemden dahâ iyi olur, dedi!
Kaynak: Peygamberlik Müjdeleri - Molla Abdurrahman Cami
Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hicretinden vefâtına kadar meydâna gelen ve kitâblarda ne zemân meydâna geldiği bildirilen mu’cizeler:
• Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekkeden Medîneye hicret etmesi bildirildiği zemân, bi’setin ondördüncü senesi idi. Mekkeden ayrıldığı gece, Kureyş müşrikleri aralarında, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” öldürmek için anlaşdılar. Gece uyku vakti gelince, Resûlullahın kapısının önünde toplanıp, uyusun da öldürelim diye beklemeğe başladılar. O gece Yâsîn sûresinin ilk âyetleri nâzil oldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yerden bir avuç toprak aldı. Meâl-i şerîfi (Önlerinden bir sed ve arkalarından bir sed çekdik de onları kapatdık, artık göremezler.) olan Yasîn sûresi 9.cu âyetini üzerlerine okuyarak ve elindeki toprağı da başlarına saçarak, aralarından geçip gitdi. Hiç görmediler ve farkına varamadılar. İçlerinde sâdece biri gördü ve müşriklere Muhammedi göremediniz! O çıkıp gitdi, dedi. Müşrikler kalkıp yüzlerindeki ve başlarındaki toprağı
sildiler.
• Bedr gazâsında, müşriklerden bir takım gençler savaşa gitmemişdi. Gece ay ışığı altında birbirleriyle konuşup, birşeyler anlatıyorlar ve şi’rler okuyorlardı. O sırada âniden bir ses işitdiler. Birkaç beyt okundu ve “Hanîf cemâ’ati zafere ulaşdı” diyordu. Sesin geldiği yere gitdiler. Fekat kimseyi göremediler. Çok korkup geri döndüler. Hicre (Kâ’benin yanına) geldiler. Orada yaşlılardan bir gurub kimse oturuyordu. Durumu onlara anlatdılar. Yaşlı kimseler, eğer söylediğiniz doğru ise, Muhammed zafere ulaşmışdır. Çünki Muhammede ve eshâbına hanîf derler. Aradan bir gece geçdi. Bedr savaşında müşriklerin mağlûb olduğu, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” müşriklere karşı zafere ulaşdığı haberi geldi.
• İbni Abbâs “radıyallahü anhümâ” şöyle rivâyet etmişdir.
Ensârdan biri Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna geldi ve şöyle dedi. Yâ Resûlallah! Müşriklerden birinin peşine düşdüm. Dahâ bir adım atmadan başımın üstünde bir kamçı sesi ile atını sür’atle süren müşriğin sesini işitdim. Bir de bakdım ki, yüzüstü düşmüşdü. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: O melek idi, gökden yardım için inmişdi. O gün Ebû Bürde “radıyallahü anh” da Resûlullahın huzûruna üç kesik baş getirdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” memnûn oldu ve sağ elin dâimâ muzaffer olsun, buyurdu. Ebû Bürde; yâ Resûlallah! Bu başların ikisini ben kesdim. Üçüncü başı beyâz elbiseli, güzel yüzlü bir yiğit kesdi ve ben aldım, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bu inâyet-i Rabbânî ve meded-i âsûmânîdir. Allahü teâlâdan gelen yardımdır, buyurdu. Birçok kimseden şöyle dedikleri rivâyet edilmişdir. Kureyş müşriklerinden Bedr savaşı günü kime hücûm etsek dahâ kılıç vurmadan başı düşerdi.
• Ukâşe bin Mıhsan “radıyallahü anh” Bedr gazâsında düşmânla çarpışırken kılıcı iki parçaya ayrıldı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” onun eline bir ağaç dalı verdi ve bununla savaş buyurdu. Ağaç dalını eline alıp sallamaya başlayınca, iyi bir kılıç hâlini aldı. Bütün savaşlarda o kılıç ile savaşdı. O kılıcı mürtedlerle yapılan savaşda şehîd düşdüğü güne kadar kullandı. O kılıca Avn (ilâhî yardım) adını vermişlerdi.
• Bedr gazâsında, Katâde bin Nu’mânın “radıyallahü anh” gözüne bir nesne dokundu ve gözünü çıkardı. Gözü yüzü üzerine sarkdı. Kavmi onu keselim, fekat önce Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” sorup, istişâre edelim dediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Katâdeyi “radıyallahü anh” huzûruna çağırdı. Yanağına sarkmış olan gözünü yerine yerleşdirdi ve mubârek eliyle sıvazladı ve gözü iyileşdi. Öyle ki hangi gözü çıkmışdı bilemediler.
• Hâris bin Samma “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır:
Uhud savaşında Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Uhud dağında idi. Bana Abdürrahmân bin Avfı gördün mü, buyurdu. Gördüm yâ Resûlallah, dağdan aşağı indi. Müşriklerden bir gurub etrâfını sardı. Ona yardım etmek istedim. Sizi görünce yanınıza geldim, dedim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, ona melekler yardım ediyor ve müşriklerle savaşıyorlar, buyurdu. Bunları işitince geri dönüp, Abdürrahmân bin Avfın yanına gitdim. Bakdım ki, müşriklerden yedi kişinin ölüsü yanında duruyordu. Dâimâ muzaffer olasın. Bunları sen mi öldürdün, dedim. Şu ikisini ben öldürdüm. Diğerlerini bir kimse öldürdü. Fekat ben o kimseyi hiç tanımam dedi. O bunları söyleyince, kendi kendime, doğru söyledin yâ Resûlallah, dedim.
• Habîb bin Adî “radıyallahü anh” Recî’ vak’asında esîr düşdü. Onu Mekkede müşriklere yüz deveye satdılar. Müşrikler onu uzun zemân habs etdiler. Bir gün bakdılar ki, tâze üzüm yiyordu. Hâlbuki o sırada Mekkede aslâ tâze üzüm yokdu. Bu üzümü nereden buldun diye sordular. Bu Allahü teâlânın bana verdiği bir rızkdır, dedi.
• İmâm-ı Nevevî, Tahâvîden naklen Müslim şerhinde şöyle yazmışdır.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hendek kazarken ikindi nemâzının vakti geçdi. Güneş batmışken, Allahü teâlâ geri döndürdü. İkindi nemâzını kıldılar.
• Eshâb-ı kirâmdan biri şöyle anlatmışdır:
Hudeybiyeye yaklaşdığımız sırada, Kureyşin bir öncü kuvvet gönderdiği haberi geldi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bizi Hudeybiyeye başka yoldan kim götürebilir, buyurdu. Anam, babam sana fedâ olsun, yâ Resûlallah, ben götürebilirim, dedim. Bir başka yoldan hareket etdik. O yolda biraz yürüdükden sonra, nice tepeler ve engeller önümüzde dümdüz oldu. Hiçbir tepeye rastlamadan Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” Hudeybiyeye ulaşdırdım.
• Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Abdüllah bin Huzâfeyi, Kisrâya elçi olarak gönderdi. Kisrâya bir islâma da’vet mektûbu yazdı. Kisrâ o se’âdetli mektûbu, yırtıp parça parça etdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunu haber alınca, Allahü teâlâ da onun mülkünü parça parça etsin, buyurdu. Kısa zemân sonra Kisrâyı oğlu Şîreviyye öldürdü.
• Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır:
Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Kâ’beyi tavâf ederken, bir el ve bir alaca kaftân gördük. Ben, yâ Resûlallah, o el ve alaca kaftân ne idi diye sordum. Siz onu gördünüz mü, dedi. Gördük yâ Resûlallah, dedim. O Îsâ bin Meryem idi. Gelip bana selâm verdi, buyurdu.
• Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Tebük seferi sırasında, Vâdiyül-kurâdan Tebüke doğru yola çıkdıklarında; (Bu gece kuvvetli rüzgârlar esecek! Hiç kimse yerinden kalkmasın! Develeri sıkı bağlayın!) buyurdu. O gece şiddetli rüzgâr esdi. Her nasılsa iki kişi gece yerinden kalkmışdı. Rüzgâr onları alıp götürdü ve uzak dağlara bırakdı.
• Tebük seferinin yapıldığı sene Habeş meliki (Necâşi) vefât etdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbına Bakî’ kabristânında toplanmalarını emr buyurdu. Orada toplandılar. “Kardeşiniz Necâşî vefât etdi” buyurdu ve dört tekbîr alarak onun gıyâbına cenâze nemâzı kıldırdı. Hazret-i Âişe “radıyallahü anh” şöyle demişdir: “Necâşînin kabri üzerinde devâmlı bir nûr görülürdü.” [Bu melikin ismi Eshâme idi. Müslimân olmuşdu.]
• Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” son hastalığı sırasında hazret-i Fâtımayı “radıyallahü anhâ” yanına çağırdı. Kulağına birşeyler söyledi. Hazret-i Fâtımâ “radıyallahü anhâ” ağlamağa başladı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek başını tekrâr hazret-i Fâtımanın kulağına yaklaşdırıp, bir şeyler dahâ söyledi. Bu sefer hazret-i Fâtıma gülmeğe başladı. Ezvâc-ı Tâhirât hazret-i Fâtımadan bunun sebebini sordular. Bu sırrı açıklayamam dedi. Hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ” Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtından sonra tekrâr sordu. Cevâb verip dedi ki, babam bana, Cebrâîl “aleyhisselâm” bana Kur’ân-ı kerîmi her sene bir kerre arz ederdi. Bu sene iki kerre arz etdi. Vefâtımın yaklaşdığını anladım, dedi. Bunu işitince ağladım. İkinci def’a kulağıma yaklaşıp, bu ümmetin seyyidesi olacaksın ve bana ehlimden en önce sen kavuşacaksın, buyurdu. Bunu işitince de güldüm, dedi.
• Emîr-ül-mü’minîn Alî “kerremallahü vecheh” şöyle anlatmışdır:
Resûlullahı defn etdikden sonra, bir köylü geldi. Kendini kabr-i şerîfin üzerine bırakdı. Topraklarını başına saçdı. Yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”! Emr buyurdun, emrine itâ’at etdik. Allahü teâlâ sana Kur’ân-ı kerîmi gönderdi. Biz de senden kabûl etdik. O Kur’ân-ı kerîmden bir âyet-i kerîmede Allahü teâlâ [Nisâ sûresi 64.cü âyetinde meâlen] (Nefslerine zulm edenler, sana gelip, Allahü teâlâdan afv dilerse ve Resûlüm de, onlar için afv dilerse, Allahü teâlâyı, tevbeleri kabûl edici ve merhamet edici bulurlar) buyurmakdadır. Biz
kendi nefsimize zulm etdik. Şimdi bizim için avf dileyesin diye geldik, dedi. O ânda kabr-i şerîfden, afv etdiler diye bir ses işitildi.
ve peygamberliğine müjde olan alâmetler:
• Irbâz bin Sâriye “radıyallahü teâlâ anh” şöyle rivâyet etmişdir:
Hazret-i Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: Âdem aleyhisselâmın cesedi toprak hâlinde ve henüz rûh verilmemiş hâlde iken, Allahü teâlâ katında benim adım “Hâtemünnebiyyîn” diye yazılmışdı. Size hâlimin başlangıcından bahsedeyim diyerek buyurdular ki: Hazret-i İbrâhîm aleyhisselâm şöyle duâ etmişdir, [Bekara sûresi 129.cu âyetinde meâlen] (Yâ Rabbî! Onlara senin âyetlerini okuyacak bir resûl gönder.). Îsâ aleyhisselâm da şöyle müjde vermişdir: [Saf sûresi 6.cı âyetinde meâlen] (Ey İsrâîl oğulları!Ben size Allahın peygamberiyim. Tevrâtın tasdîkcisi ve benden sonra gelecek bir peygamberin müjdecisi olarak geldim ki, o peygamberin ismi “Ahmed”dir...). Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yine şöyle buyurdu: Annem Âmine kendisinden bir nûrun doğuya ve batıya yayıldığını görmüşdür. O nûrun aydınlığında Şâmın köşkleri ve serâyları görünmüşdür.
• Tevrâtın ilk âyeti:
“Allahü teâlâ önce mu’azzâm bir nesneyi yaratdı. Sonra gökleri, sonra da yeri yaratdı.” Bu âyetde geçen “Vehîm” kelimesi büyük şân sâhibi ma’nâsında olup, Muhammed aleyhisselâmın rûhu demekdir. Nitekim hadîs-i şerîfde şöyle buyrulmuşdur: (Allahü teâlânın ilk yaratdığı şey benim rûhum veyâ nûrumdur). Eğer yehûdîler derlerse ki bundan murâd neden Muhammedin “aleyhisselâm” rûhu olsun? Cevâb olarak deriz ki, size göre harflerle hesâb mu’teberdir. Nitekim Tevrâtda bir âyetde geçen “Bezât” kelimesinin dörtyüzon demek olduğunu söylersiniz. Bununla Süleymân aleyhisselâmın Beyt-i mukaddesi binâ etmesinden dörtyüzon sene sonra harâb olur diye söylemeniz gerçekleşdi. Bunun birçok başka misâlleri de vardır. Rivâyet olunur ki, Muhammed aleyhisselâma yehûdî âlimlerinden bir gurup geldiler ve yâ Muhammed! İşitdik ki, sana “Elif lâm mîm” âyeti gelmiş. Bu senin ümmetinin yetmişbir sene hükm süreceğine işâretdir dediler. Bunun üzerine Muhammed aleyhisselâm buyurdu ki: Bana sâdece “Elif lâm mîm” gelmedi. “Hâ mîm ayn sîn kaf” ve “Kaf ha yâ ayn sâd” ve “Elif lâm ra” ve “Elif lâm mîm sâd” âyet-i kerîmeleri de geldi. Yehûdî âlimleri bunları işitince işimiz çok zorlaşdı yâ Muhammed 'aleyhisselâm', diyerek ayrılıp gitdiler. Tevrâtın ilk âyetinde geçen 'El vehîm' kelimesini harf hesâbıyla hesâb ederek doksaniki çıkdığını gördük. Bu rakam “Muhammed” ismine uygundur. Yine i’tirâz ederek (El vehîm) kelimesi Tevrâtın ilk âyetinde geçen mu’azzâm bir nesne kelimesinin mef’ulü değil fâilidir. Ya’nî mu’azzâm nesne yaratandır, yaratılan değildir derlerse iki dürlü cevâb veririz. Birincisi, cümlede geçen “gökleri yaratdı” ifâdesinin mu’azzâm nesneye atf edilmesi yanlış olur. İkincisi, yaratma fi’linin fâili içinde gizlidir. Ya’nî yaratan Allahü teâlâdır. Nitekim, Tevrâtda bu ifâdenin birkaç satır altında açıkca “Allahü teâlâ bir mu’azzâm nesneyi gökleri ve yerleri yaratdı. Allah en iyi bilen ve en iyi hükm sâhibidir” yazılıdır.
• Haykuk nebî “aleyhisselâm” şöyle buyurmuşdur:
Tevrâtda şöyle yazılıdır: “Allahü teâlâ Fârân dağından bir peygamber getirir. Gökler Ahmed tesbîhi ile dolar. Onun ümmeti karada olduğu gibi, denizde de ata biner. O yeni bir kitâb ile gelir. Beyt-i mukaddesin yıkılmasından sonra tanınır.”
• Yine Abdürrahmân Cevzî nakl etmişdir:
Nemle “radıyallahü anh” babası Ebû Nemleden şöyle rivâyet etmişdir: Benî Kurayzâ yehûdîleri Muhammed aleyhisselâm gelmeden önce, Onun vasflarını kitâblarından ders olarak okuturlardı. Çocuklarına Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sıfatlarını, ismlerini ve Medîneye hicret edeceğini devâmlı anlatarak öğretirlerdi. Muhammed aleyhisselâma peygamberliği bildirilince ve Medîneye hicret edince hasedlerinden inkâr etdiler.
• İncîlde Îsâ aleyhisselâmın şöyle buyurduğu yazılıdır:
Ben, benim ve sizin Rabbiniz tarafına gidiciyim. Gâr Klita adında bir Peygamber gelecek ve size herşeyi bildirecekdir. Ben onun hak Peygamber olduğunu tasdîk etdiğim gibi, o da benim hak Peygamber olduğumu tasdîk edecekdir. Gâr Klita [Paraklit] ismiyle, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmı kasd etmişdir. Bu ism Ahmed isminin ma’nâsına yakın bir ismdir. Hazret-i Îsânın havârîlerinden Yuhannâ, şöyle demişdir: Îsâ “aleyhisselâm” bana kendinden sonra gelecek peygamber Muhammed-ül Arabîyi müjdeledi. Ben de bu müjdeyi havârîlere iletdim, hepsi îmân etdiler.
• Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” şöyle rivâyet etmişdir:
İsrâîl oğulları, memleketleri Buhtunnasâr tarafından istilâ edilip ve zulme uğradıkları için, memleketlerini terk etdiler. Bunlar arasında Hazret-i Hârûnun “aleyhisselâm” evlâdlarından bir gurub, Tevrâtda Muhammed aleyhisselâmın medh edildiğini ve Onun Arabistanda hurma ağaçlarının çok olduğu bir yerde bulunacağını okudular. Bu sebeble Şâmdan çıkıp, Yemene kadar bütün beldeleri dolaşdılar. Tevrâtda okuduklarına uygun yer olarak Medîneyi buldular ve orada yerleşdiler. Muhammed aleyhisselâmın zuhûr etmesini ve Onu görmekle şereflenmeyi ümmîdle beklediler. Fekat ömrleri yetmedi. Evlâdlarına Ona “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kavuşur ve görürseniz îmân ediniz diye vasıyyet etdiler.
• Şâmda yehûdî âlimlerinden birinin yanında beyâz yünden bir cübbe vardı. Bu cübbeye Yahyâ bin Zekeriyyâ aleyhimesselâmın kanı bulaşmışdı. Önceki mukaddes kitâblarda, bu hırkadaki kuruyan kanın damla hâlinde akıp, cübbe bembeyâz olunca, Muhammed aleyhisselâmın babası Abdüllah dünyâya gelecekdir diye okumuşlardı. Bir gün hırkadaki kan lekelerinin damla hâlinde akdığını ve cübbenin bembeyâz hâle geldiğini gördüler. Anladılar ki, hazret-i Abdüllah dünyâya geldi. Aradan epeyce zemân geçdikden sonra, Kureyş kabîlesinden bir gurub kimse ticâret için Şâma gitdiler. Yehûdî âlimleri bunlardan Abdüllah bin Abdülmuttalibin hâlini sordu. Onlar da Onun güzelliğinden, üstün ahlâkından ve alnında parlıyan nûrdan bahsetdiler. Yehûdî âlimleri: O nûr Abdüllahın nûru değil, bilâkis Muhammedin nûrudur. Onun sebebiyle Abdüllahın alnında parlıyor. Muhammed “aleyhisselâm” bütün putları kıracakdır, dediler. Kureyşliler bu sözleri işitince ve önceden bu alâmetleri gördükleri için, Kâ’benin Rabbi hakkı için yehûdî âlimleri doğru söylüyor diyerek, onların anlatdıklarını tasdîk etdiler.
Kaynak: Peygamberlik Müjdeleri - Molla Abdurrahman Cami
Muhammed aleyhisselâmın doğumundan peygamberliği bildirilinceye
kadar görülen peygamberlik müjdeleri ve alâmetleri:
• Abdülmuttalibin kızı Safiyye hâtun şöyle anlatmışdır:
Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” doğduğu sırada Âmine'nin ebesi idim. Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” nûru, lambanın ışığını basdırıyordu. O gece altı alâmet gördüm. Birincisi, doğardoğmaz secde etdi. İkincisi, başını kaldırıp, fasîh bir lisânla “Lâ ilâhe illallah innî Resûlullah” dedi. Üçüncüsü, Onun nûruyla ev çok aydınlandı. Dördüncüsü, doğdukdan sonra yıkamak istediğimde, zahmet etme, biz Onu yıkadık diye bir ses işitdim. Beşincisi, oğlan mıdır, kız mıdır diye merâk etdim. Göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş gördüm. Altıncısı, istedim ki Onu kundağa sarayım. Sırtında mühr-i nübüvveti gördüm. İki küreği ortasında “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” yazılı idi.
• Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin doğduğu gece, Îrân kralı (Kisrânın) serâyı sallandı ve ondört burcu yıkıldı. Fârisin (mecûsîlerin) bin seneden beri hiç sönmeden yanan ateşi söndü. Sâve gölünün suyu yere çekilip kurudu. Mecûsîlerin meşhûr âlimi Mü’bedân rü’yâsında, serkeş develerin önlerine katdığı atları öldürüp, Dicle nehrini geçirdiklerini ve memleketlerine dağıldıklarını gördü. Kisrâ, serâyının sallanmasından ve burçlarının yıkılmasından çok korkdu. Kimseye bildirmek istemedi. Fekat sabâhleyin tahtına oturunca sabr edemeyip bu hâdiseyi vezîrlerine ve ileri gelen adamlarına anlatdı. O bunları anlatırken mecûsîlerin ateşinin söndüğünü bildiren bir mektûb geldi. Kisrâ dahâ çok endişelendi. Sonra Mü’bedân gördüğü rü’yâyı anlatdı. Kisrâ, Mü’bedâna bu hâdiseler için ne denebilir? diye sordu. O da bunlar arablar arasında meydâna gelen bir hâdiseye işâretdir, dedi. Sonra Kisrâ, Nu’mân bin Münzîre mektûb yazıp, bu hâdisenin îzâhını sorabileceği bir âlim göndermesini istedi. O da Abdülmesîh Gassânîyi gönderdi. Kisrâ bu hâdiseleri ona sordu. Abdülmesîh Gassânî dedi ki: Bu ilmi dayım Satîh kâhin bilir. O Şâmdadır, dedi. Kisrâ, git ondan bu hâdiseleri sor dedi. Şâma gidip Satîh kâhini buldu. O ânda ölmek üzere idi. Selâm verdi, cevâb alamadı. Bir şi’r okumaya başladı. Satîh kâhin şi’ri işitince gözlerini açdı ve ey Abdülmesîh! Kisrâ, serâyının sallanması, burçlarının yıkılması, Mü’bedânın rü’yâsı, Sâve gölünün kuruması sebebiyle, bunları sordurmak için seni bana gönderdi, dedi. Bunların
hepsi âhır zemân Peygamberinin doğduğuna işâretdir. O bu beldeleri alacakdır. Kisrâlardan, yıkılan burçlar sayısı kadar kimse Îrâna pâdişâhlık yapacaklar. Sonra devletleri yıkılacakdır. Abdülmesîh bu haberi Kisrâya götürdü. Kisrâ ondört kişi pâdişâhlık yapdıkdan sonra bu devlet yıkılacak. Bu bir hayli iş ve uzun zemân alır, dedi. Fekat bu kisrâlardan on kişinin pâdişâhlığı dört senede bitdi. Diğer dördü Emîr-ül mü’minîn Osmân “radıyallahü anh” zemânına kadar saltanat sürdüler.
• Mekkede oturan bir yehûdî vardı. Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin doğduğu gece Kureyşden bir topluluğun yanına gelip; dün gece sizden bir oğlan dünyâya geldi mi diye sordu. Bilmiyoruz dediler. Eğer sizde değilse korku yokdur. İyi biliyorum ki dün gece bu ümmetin Peygamberi doğdu. Eğer sizde değilse Filistinde olsa gerekdir. Onun iki küreği arasında ince kıllar (nübüvvet mührü) vardır. Cinnîlerden bir ifrit parmağını onun ağzına koyduğu için, iki gün süt emmeyecekdir. Kureyşliler oradan ayrılınca, şaşdıkları bu sözleri büyüklerine söylediler. Bir de işitdiler ki, Abdüllah bin Abdülmuttalibe Allahü teâlâ bir oğul vermiş. Adını Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” koymuşlar. Bunu o yehûdîye haber verdiler. Hazret-i Âmine'nin evine geldi. O alâmeti çocuğun sırtında görünce, bayılıp düşdü. Aklı başına gelince: Vallahi peygamberlik artık Benî İsrâîlden gitdi, dedi. Sonra Kureyşlilere dönüp, siz bu hâdiseye sevinirsiniz, ama bu çocuk sizin üzerinize gâlib gelecekdir. Onun şânı doğudan batıya heryerde duyulacakdır, dedi.
• Halîme hâtun şöyle anlatmışdır:
Muhammedi “aleyhisselâm” evime götürmek için alınca, üç gün Mekkede kaldık. Üçüncü gece, yeşil elbiseler giymiş nûr yüzlü bir kimse Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” yasdığına oturmuş, yüzünden öpüyordu. Kocamada gösterdim. Kocam bunu sakın anlatma. Bilmiş ol ki, bizden dahâ mutlu olarak evine dönen yokdur, dedi.
• Abbâs “radıyallahü anh” Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” demişdir ki; sen beni beşikde iken islâma çağırsaydın kabûl ederdim. Sen beşikde yatarken ay ile konuşurdun. Parmağınla her ne tarafa işâret etsen, ay o tarafa meyl ederdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” şöyle buyurdu: “Ben ay ile, o da benimle konuşurduk. Beni ağlamakdan men’ ederdi. Ayın arş altında secde edişinin sesini işitirdim.”
• Hazret-i Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” her sabâh uykudan uyanınca, yüzünden nûr yayılırdı. Ebû Tâlibin oğulları Onun yüzünün nûru ile şereflenirlerdi. Hepsinin saçları karışık, kiprikleri yapışmış vaziyyetde olurdu. Muhammedin “aleyhisselâm” uyanınca misk kokulu saçları taranmış ve cihânı gören gözleri sürmelenmiş hâlde görürlerdi.
• Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Meysere ile Şâm seferine çıkdı. Bu seferde alış-veriş yapdığı bir kimseyle aralarında anlaşmazlık çıkdı. O kimse doğru söylüyorsan Lât ve Uzzaya and iç dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Ben Lât ve Uzza adına aslâ yemîn etmem. Bana göre onlardan dahâ kötü şey yokdur, buyurdu. Bunun üzerine o şahs, sen Harem ehlinden misin diye sorunca, evet buyurdu. O şahs Meysere ile tenhâ bir yerde iken, ona vallahi senin bu yol arkadaşın Hak Sübhânehü ve teâlânın Peygamberidir. O Hâtem-ülenbiyâdır. Meysere bu sözleri duyunca, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” hürmetini ve ikrâmını artdırdı. Ona hizmetde çok dikkatli davrandı.
Kaynak: Peygamberlik Müjdeleri - Molla Abdurrahman Cami
Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğinin bildirilmesinden hicretine kadar vukû’ bulan hâdiseler:
• Hazret-i Muhammede “sallallahü aleyhi ve sellem” Cebrâîlin “aleyhisselâm” gelmesi ve vahy getirmesi yaklaşmışdı. O sırada Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekkenin dışına çıkdığında, yanından geçdiği her taşdan: “Esselâmü aleyke yâ Resûlallah” diye ses gelirdi. Etrâfına bakınca, kimseyi göremezdi. (Sahîh-i Buhârî)de şöyle bildirilmişdir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” peygamberliği bildirilmeden önce sahîh rü’yâlar görürdü. Gördüğü rü’yâlar gündüz aynen çıkardı. Sonra yalnızlığı sevmeye başladı. Halkdan uzaklaşıp, çoğu geceleri Hira dağındaki mağarada ibâdet ile geçirirdi. Hazret-i Hadîcenin “radıyallahü anhâ” yanına gelir, birkaç günlük azığını alır giderdi. Ramezân ayında birgün Hira dağındaki mağarada ibâdet ile meşgûl iken, bir kimse geldi. Elinde ipekden bir örtü vardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” şöyle buyurmuşdur: O kimse bana “Oku” dedi. Ben okuma bilmem dedim. Elindeki örtüyü başımın üzerine koydu. Başımı ve yüzümü örtdü. Zan etdim ki öleceğim. Sonra o örtüyü başımdan kaldırdı ve “Oku” dedi. Ben okuma bilmem dedim. Yine önceki gibi, meâl-i şerîfi, (İnsanı bir kan pıhtısından yaratan Rabbinin adıyla oku! Oku, insana bilmediklerini öğreten ve kalemle yazdıran Rabbin en büyük kerem sâhibidir) olan Alak sûresinin [1-5] âyet-i kerîmelerini okudu. Sonra geri çekildi. Ondan işitdiklerim kalbime temâmen yerleşdi. Fekat bana mecnûn ve şâir demelerinden korkdum. Onları hiç sevmezdim. Çok endîşelendim. Bu sırada gök tarafından bir ses işitdim. Ey Muhammed! Sen Allahü teâlânın Resûlüsün. Ben de Cibrîlim, dedi. Semâda nereye baksam onu görüyordum. Tâ akşam nemâzına kadar bu hâlde hayret içinde kaldım. O vaktde Hadîce, beni aratmak için her tarafa adamlar göndermiş. Onlardan ba’zıları gelip beni buldular. Cebrâîl görünmez oldu. Hadîcenin “radıyallahü anhâ” yanına geldim. Üzerimde hayret hâli ve vücûdumda titreme vardı. Hadîcenin dizine dayandım ve hâlimi anlatdım. Kâhin olmakdan korkuyorum dedim. Hadîce “radıyallahü anhâ”, Allahü teâlâ korusun! Allahü teâlâ senin hakkında hayr murâd etmişdir. Ümmîd ediyorum ki sen, bu ümmetin
Peygamberi olacaksın, dedi. Sonra hazret-i Hadîce, amcasının oğlu ve eski kitâbları okumuş olan Varaka bin Nevfelin yanına gitdi. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ahvâlini söyledi. Varaka bin Nevfel anlatılanları dinledikden sonra, nefsim kudretinde olan Allahü teâlâ hakkı için, eğer bu söylediklerin doğru ise, Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” bu ümmetin Peygamberidir.
Mûsâya “aleyhisselâm” gelen Nâmûs-u Ekber “Cebrâîl aleyhisselâm” ona da gelmişdir. Dahâ sonra Varaka bin Nevfel, Muhammed aleyhisselâmı Kâ’benin yanında gördü ve başından geçenleri bana anlat dedi. O da anlatdı. Yemîn ederek dedi ki: Sana gelen Nâmûs-u
Ekberdir. O sana ilâhî hükmleri getirecekdir. Nitekim, Mûsâya da “aleyhisselâm” getirdi. Sen bu ümmetin Peygamberisin. Sana kavminden elemler gelecek. Seni memleketinden çıkaracaklar. Bir tâife sana yardım edecekdir. Eğer ömrüm vefâ ederse, sana elimle, dilimle, malımla ve canımla yardım ederim! Sonra hazret-i Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek başından öpdü. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kalbi mutmein bir hâlde hazret-i Hadîcenin “radıyallahü anhâ” evine geldi.
• Semhâc adlı Cinnin kıssası:
İbni Mes’ûd “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile Safâ tepesine çıkdık. Müşrikler orada toplanmışdı. Ebû Cehl de aralarında idi. Müşrikler oradaki bir puta tapıyorlardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” aralarına girip: Ey Kureyş cemâ’ati! Lâ ilâhe illallah diyerek îmân ediniz, dedi. Bunun üzerine Velîd bin Mugîre, Ebû Cehle; Muhammedi utandırayım mı dedi. Ebû Cehl yemîn vererek mutlakâ bunu yap, dedi. Velîd bin Mugîre o putu boynuna yaklaşdırarak, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” döndü ve: Ey Muhammed. Sen benim Rabbim şâh damarımdan dahâ yakındır, dersin. İşte benim rabbim de boynumdadır. Senin Rabbin nerededir, görelim dedi. Sonra putu yere koydu. Kureyşin müşrikleri puta secde etdiler. Puta ey tanrımız bize yardım et de Muhammedi öldürelim diye yalvardılar. O sırada putun içinden Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” aleyhinde birkaç beyt ile Ehl-i islâmın hilâfına şeyler işitildi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” oradan ayrıldı. İbni Mes’ûd “radıyallahü anh” demişdir ki; ben de Resûlullah ile geri döndüm ve annem babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! O putdan ne sesler geldiğini işitdiniz mi, dedim. Buyurdu ki: Evet işitdim. O bir şeytândır, putların içine girer ve halkı Peygamberleri öldürmeğe kışkırtır. Peygamberleri kötüleyen ve onlara dil uzatan şeytânları Allahü teâlâ çok çabuk helâk eder. Bu hâdiseden iki üç gün sonra, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrunda oturuyordum. Bir kimse geldi, esselâmü aleyke yâ Muhammed, dedi. Biz onun sözünü işitdik, ammâ kendisini göremedik. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ona gök ehlinden misin diye sordu. Hâyır, dedi. Cinnîlerden misin deyince, evet dedi. Niçin geldin deyince, ben gayb olmuşdum. Bana Allahü teâlânın Resûlünü, bir şeytân zemmetdi, diye haber verdiler. Ben o şeytânı arıyordum. Safâ tepesine yakın bir yerde buldum ve onu kılıç ile öldürdüm. Onu senden uzaklaşdırdım yâ Resûlallah, dedi. Yârın Safâ tepesine dostlarınızla birlikde teşrîf ediniz, sizi sevindireceğim, dedi. Resûlullah ona ismin nedir, dedi. Semhâc deyince, ister misin sana bundan dahâ güzel bir ism vereyim, buyurdu. O ism nedir yâ Resûlallah deyince: Sana Abdüllah ismini koydum buyurdu. Bundan sonra o cin ayrılıp gitdi. Abdüllah ibni Mes’ûd “radıyallahü anh” demişdir ki, bana o geceden dahâ uzun bir gece olmadı. Sabâhleyin Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile Safâ tepesine gitdik. Müşrikler orada toplanmışdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” aralarına girip: Ey Kureyşliler! Lâ ilâhe illallah deyiniz, buyurdu. Müşrikler yine oradaki putun önüne gidip, secde etdiler ve puta yalvarmağa başladılar. Bugün de önceki gibi olacak zan ederek korkdum. O sırada putun içinden âniden bir ses geldi. Ben Abdüllah bin Heyarâyım! Tertemiz Peygamberi kötüleyen fitne sâhibi şeytânı öldürdüm. Müşrikler putdan bu sesleri işitince puta söverek biz senin gibisine tapmadık. Muhammed sana sihr yapmış. Dün Onu kötülüyordun. Bugün medh ediyorsun, dediler. Sonra putu yere vurup parçaladılar. Sonra Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” hücûm etdiler. Mubârek alnını kanatdılar. O sırada müşriklerin arasından elinde demirli baston bulunan bir ihtiyâr ortaya çıkdı. Ey Kureyşliler, işitdim ki Muhammed sizden kuvvetli imiş. Beni Onun yanına götürün de, şu bastonu onun karnına vurayım, dedi. Vurmak için elini kaldırınca eli kurudu ve havada asılı kaldı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o mel’ûnun şerrinden kurtuldu.
• Süfyân Hüzelî “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır:
Bir kervânla Şâm yolunda gidiyorduk. Bir gece sabâha karşı bir yerde uyumak için konakladık. Âniden havada duran bir atlı gördük. Ey uyuyanlar! Kalkınız, uyku zemânı değildir. Çünki, Ahmed “sallallahü aleyhi ve sellem” zuhûr etdi ve cinnîlerin temâmı kovuldu, diyordu. Biz cesûr kimseler olduğumuz hâlde korkduk. Evlerimize döndüğümüzde, Mekkede bir ihtilâf ortaya çıkdığını, Abdülmuttalib oğullarından birinin Peygamber olduğunun bildirildiğini ve isminin Ahmed “aleyhisselâm” olduğunu işitdik.
• Zenîre adında bir câriye müslimân olmuşdu. O sıralarda gözleri görmez oldu. Ebû Cehl bu lât ve uzzanın işidir, dedi. Zenîre, lat ve uzza putları insanların ibâdet edip etmediklerinden haberdâr olamazlar. Benim gözlerimin kör olması Rabbimin takdîriyledir. Rabbim gözlerimi tekrâr açmaya kâdirdir, dedi. O gece gözleri açıldı. Tekrâr görmeğe başladı. Fekat Kureyş kabîlesinden, gönül gözü kör olanlar, bu iş de Muhammedin sihrlerindendir dediler ve dalâletde kaldılar.
• Habeşistân pâdişâhı Necâşinin üsküflerinden 20 kişi Necâşiden izn alarak, Mekkeye gitdiler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Kâ’bede Makâm-ı İbrâhîmde oturuyordu. İzn isteyip huzûruna geldiler. Onlardan Tapûr adındaki üsküf, Allahü teâlânın resûlü olduğunu söyleyen zât siz misiniz dedi. Evet benim buyurunca, halkı neye da’vet ediyorsun diye sordu. Şerîki olmayan Allahü teâlâya îmân etmeye çağırıyorum, buyurdu. Sonra onlara Kur’ân-ı kerîm okudu. Hepsi ağlamaya başladılar. Göz yaşları sakallarını ıslatdı. Tapûr üsküf, ben Allahü teâlâya ve senin Onun resûlü olduğuna îmân etdim, dedi. Diğer üsküfler de hemen o ânda îmân etmekle şereflendiler.
Bunlar, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrundan ayrılınca, Ebû Cehl ve Ümeyye bin Halef, Kureyşden bir cemâ’at ile onlara dediler ki, siz buraya din araştırmak için gönderildiniz. Bu kimsenin dîni hakkında haber götürecekdiniz. Sizin hiç aklınız yokmu. Onun huzûrunda bir sâat oturdunuz ve dîninizi değişdirdiniz. Ne söylediyse tasdîk etdiniz. O iki seneden beri Peygamber olduğunu söyler. Bizden birkaç aklsız ve birkaç fakîrden başka kimse inanmadı. Onların bu sözleri üzerine üsküfler, siz susun, biz kimsenin hakkını zâyi’ etmeyiz. Biz apaçık bir hakka kavuşduk. O hak dinle aydınlandık.
Câhillerin sözüyle bu hak dinden dönmeyiz, dediler. Sonra Kur’ân-ı kerîmi ve islâmiyyetin esâslarını öğrendiler ve memleketlerine döndüler.
• Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir gece: “Yâ Rabbî! Ömer bin Hattâb veyâ Ebû Cehl bin Hişâmdan biriyle islâmı kuvvetlendir” diye, düâ buyurdular. Sabâhleyin hazret-i Ömer bin Hattâb “radıyallahü anh” geldi ve müslimân oldu.
• Câbir “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır:
Ağaç altında bî’at yapıldığı sırada, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Kırmızı devenin sâhibi hâriç ağaç altında bî’at edenlerin hepsi Cennete girer.” Bi’atdan sonra o kırmızı devenin sâhibi kimdir, görelim diye aradık. Bakdık ki, bir kimse devesini kaybetmiş, onu arıyordu. Gel bî’at et deveni sonra ararsın dedik. Devemi bulmam benim için bî’at etmemden dahâ iyi olur, dedi!
Kaynak: Peygamberlik Müjdeleri - Molla Abdurrahman Cami
Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hicretinden vefâtına kadar meydâna gelen ve kitâblarda ne zemân meydâna geldiği bildirilen mu’cizeler:
• Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekkeden Medîneye hicret etmesi bildirildiği zemân, bi’setin ondördüncü senesi idi. Mekkeden ayrıldığı gece, Kureyş müşrikleri aralarında, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” öldürmek için anlaşdılar. Gece uyku vakti gelince, Resûlullahın kapısının önünde toplanıp, uyusun da öldürelim diye beklemeğe başladılar. O gece Yâsîn sûresinin ilk âyetleri nâzil oldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yerden bir avuç toprak aldı. Meâl-i şerîfi (Önlerinden bir sed ve arkalarından bir sed çekdik de onları kapatdık, artık göremezler.) olan Yasîn sûresi 9.cu âyetini üzerlerine okuyarak ve elindeki toprağı da başlarına saçarak, aralarından geçip gitdi. Hiç görmediler ve farkına varamadılar. İçlerinde sâdece biri gördü ve müşriklere Muhammedi göremediniz! O çıkıp gitdi, dedi. Müşrikler kalkıp yüzlerindeki ve başlarındaki toprağı
sildiler.
• Bedr gazâsında, müşriklerden bir takım gençler savaşa gitmemişdi. Gece ay ışığı altında birbirleriyle konuşup, birşeyler anlatıyorlar ve şi’rler okuyorlardı. O sırada âniden bir ses işitdiler. Birkaç beyt okundu ve “Hanîf cemâ’ati zafere ulaşdı” diyordu. Sesin geldiği yere gitdiler. Fekat kimseyi göremediler. Çok korkup geri döndüler. Hicre (Kâ’benin yanına) geldiler. Orada yaşlılardan bir gurub kimse oturuyordu. Durumu onlara anlatdılar. Yaşlı kimseler, eğer söylediğiniz doğru ise, Muhammed zafere ulaşmışdır. Çünki Muhammede ve eshâbına hanîf derler. Aradan bir gece geçdi. Bedr savaşında müşriklerin mağlûb olduğu, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” müşriklere karşı zafere ulaşdığı haberi geldi.
• İbni Abbâs “radıyallahü anhümâ” şöyle rivâyet etmişdir.
Ensârdan biri Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna geldi ve şöyle dedi. Yâ Resûlallah! Müşriklerden birinin peşine düşdüm. Dahâ bir adım atmadan başımın üstünde bir kamçı sesi ile atını sür’atle süren müşriğin sesini işitdim. Bir de bakdım ki, yüzüstü düşmüşdü. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: O melek idi, gökden yardım için inmişdi. O gün Ebû Bürde “radıyallahü anh” da Resûlullahın huzûruna üç kesik baş getirdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” memnûn oldu ve sağ elin dâimâ muzaffer olsun, buyurdu. Ebû Bürde; yâ Resûlallah! Bu başların ikisini ben kesdim. Üçüncü başı beyâz elbiseli, güzel yüzlü bir yiğit kesdi ve ben aldım, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bu inâyet-i Rabbânî ve meded-i âsûmânîdir. Allahü teâlâdan gelen yardımdır, buyurdu. Birçok kimseden şöyle dedikleri rivâyet edilmişdir. Kureyş müşriklerinden Bedr savaşı günü kime hücûm etsek dahâ kılıç vurmadan başı düşerdi.
• Ukâşe bin Mıhsan “radıyallahü anh” Bedr gazâsında düşmânla çarpışırken kılıcı iki parçaya ayrıldı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” onun eline bir ağaç dalı verdi ve bununla savaş buyurdu. Ağaç dalını eline alıp sallamaya başlayınca, iyi bir kılıç hâlini aldı. Bütün savaşlarda o kılıç ile savaşdı. O kılıcı mürtedlerle yapılan savaşda şehîd düşdüğü güne kadar kullandı. O kılıca Avn (ilâhî yardım) adını vermişlerdi.
• Bedr gazâsında, Katâde bin Nu’mânın “radıyallahü anh” gözüne bir nesne dokundu ve gözünü çıkardı. Gözü yüzü üzerine sarkdı. Kavmi onu keselim, fekat önce Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” sorup, istişâre edelim dediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Katâdeyi “radıyallahü anh” huzûruna çağırdı. Yanağına sarkmış olan gözünü yerine yerleşdirdi ve mubârek eliyle sıvazladı ve gözü iyileşdi. Öyle ki hangi gözü çıkmışdı bilemediler.
• Hâris bin Samma “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır:
Uhud savaşında Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Uhud dağında idi. Bana Abdürrahmân bin Avfı gördün mü, buyurdu. Gördüm yâ Resûlallah, dağdan aşağı indi. Müşriklerden bir gurub etrâfını sardı. Ona yardım etmek istedim. Sizi görünce yanınıza geldim, dedim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, ona melekler yardım ediyor ve müşriklerle savaşıyorlar, buyurdu. Bunları işitince geri dönüp, Abdürrahmân bin Avfın yanına gitdim. Bakdım ki, müşriklerden yedi kişinin ölüsü yanında duruyordu. Dâimâ muzaffer olasın. Bunları sen mi öldürdün, dedim. Şu ikisini ben öldürdüm. Diğerlerini bir kimse öldürdü. Fekat ben o kimseyi hiç tanımam dedi. O bunları söyleyince, kendi kendime, doğru söyledin yâ Resûlallah, dedim.
• Habîb bin Adî “radıyallahü anh” Recî’ vak’asında esîr düşdü. Onu Mekkede müşriklere yüz deveye satdılar. Müşrikler onu uzun zemân habs etdiler. Bir gün bakdılar ki, tâze üzüm yiyordu. Hâlbuki o sırada Mekkede aslâ tâze üzüm yokdu. Bu üzümü nereden buldun diye sordular. Bu Allahü teâlânın bana verdiği bir rızkdır, dedi.
• İmâm-ı Nevevî, Tahâvîden naklen Müslim şerhinde şöyle yazmışdır.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hendek kazarken ikindi nemâzının vakti geçdi. Güneş batmışken, Allahü teâlâ geri döndürdü. İkindi nemâzını kıldılar.
• Eshâb-ı kirâmdan biri şöyle anlatmışdır:
Hudeybiyeye yaklaşdığımız sırada, Kureyşin bir öncü kuvvet gönderdiği haberi geldi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bizi Hudeybiyeye başka yoldan kim götürebilir, buyurdu. Anam, babam sana fedâ olsun, yâ Resûlallah, ben götürebilirim, dedim. Bir başka yoldan hareket etdik. O yolda biraz yürüdükden sonra, nice tepeler ve engeller önümüzde dümdüz oldu. Hiçbir tepeye rastlamadan Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” Hudeybiyeye ulaşdırdım.
• Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Abdüllah bin Huzâfeyi, Kisrâya elçi olarak gönderdi. Kisrâya bir islâma da’vet mektûbu yazdı. Kisrâ o se’âdetli mektûbu, yırtıp parça parça etdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunu haber alınca, Allahü teâlâ da onun mülkünü parça parça etsin, buyurdu. Kısa zemân sonra Kisrâyı oğlu Şîreviyye öldürdü.
• Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır:
Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Kâ’beyi tavâf ederken, bir el ve bir alaca kaftân gördük. Ben, yâ Resûlallah, o el ve alaca kaftân ne idi diye sordum. Siz onu gördünüz mü, dedi. Gördük yâ Resûlallah, dedim. O Îsâ bin Meryem idi. Gelip bana selâm verdi, buyurdu.
• Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Tebük seferi sırasında, Vâdiyül-kurâdan Tebüke doğru yola çıkdıklarında; (Bu gece kuvvetli rüzgârlar esecek! Hiç kimse yerinden kalkmasın! Develeri sıkı bağlayın!) buyurdu. O gece şiddetli rüzgâr esdi. Her nasılsa iki kişi gece yerinden kalkmışdı. Rüzgâr onları alıp götürdü ve uzak dağlara bırakdı.
• Tebük seferinin yapıldığı sene Habeş meliki (Necâşi) vefât etdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbına Bakî’ kabristânında toplanmalarını emr buyurdu. Orada toplandılar. “Kardeşiniz Necâşî vefât etdi” buyurdu ve dört tekbîr alarak onun gıyâbına cenâze nemâzı kıldırdı. Hazret-i Âişe “radıyallahü anh” şöyle demişdir: “Necâşînin kabri üzerinde devâmlı bir nûr görülürdü.” [Bu melikin ismi Eshâme idi. Müslimân olmuşdu.]
• Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” son hastalığı sırasında hazret-i Fâtımayı “radıyallahü anhâ” yanına çağırdı. Kulağına birşeyler söyledi. Hazret-i Fâtımâ “radıyallahü anhâ” ağlamağa başladı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek başını tekrâr hazret-i Fâtımanın kulağına yaklaşdırıp, bir şeyler dahâ söyledi. Bu sefer hazret-i Fâtıma gülmeğe başladı. Ezvâc-ı Tâhirât hazret-i Fâtımadan bunun sebebini sordular. Bu sırrı açıklayamam dedi. Hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ” Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtından sonra tekrâr sordu. Cevâb verip dedi ki, babam bana, Cebrâîl “aleyhisselâm” bana Kur’ân-ı kerîmi her sene bir kerre arz ederdi. Bu sene iki kerre arz etdi. Vefâtımın yaklaşdığını anladım, dedi. Bunu işitince ağladım. İkinci def’a kulağıma yaklaşıp, bu ümmetin seyyidesi olacaksın ve bana ehlimden en önce sen kavuşacaksın, buyurdu. Bunu işitince de güldüm, dedi.
• Emîr-ül-mü’minîn Alî “kerremallahü vecheh” şöyle anlatmışdır:
Resûlullahı defn etdikden sonra, bir köylü geldi. Kendini kabr-i şerîfin üzerine bırakdı. Topraklarını başına saçdı. Yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”! Emr buyurdun, emrine itâ’at etdik. Allahü teâlâ sana Kur’ân-ı kerîmi gönderdi. Biz de senden kabûl etdik. O Kur’ân-ı kerîmden bir âyet-i kerîmede Allahü teâlâ [Nisâ sûresi 64.cü âyetinde meâlen] (Nefslerine zulm edenler, sana gelip, Allahü teâlâdan afv dilerse ve Resûlüm de, onlar için afv dilerse, Allahü teâlâyı, tevbeleri kabûl edici ve merhamet edici bulurlar) buyurmakdadır. Biz
kendi nefsimize zulm etdik. Şimdi bizim için avf dileyesin diye geldik, dedi. O ânda kabr-i şerîfden, afv etdiler diye bir ses işitildi.