Nikos Kazancakis-Zorba

Ata Kızı

Angel Of Revenge
Moderatör
Katılım
23 May 2010
Mesajlar
10,583
Reaction score
0
Puanları
0

"İNSAN GÜBRE,
ÖZGÜRLÜK DE ÇİÇEKTİR"


Hukuk doktoru, şair, siyasetçi ve 20. yüzyılın en önemli Yunan filozoflarından Nikos Kazancakis, 1883 yılında Girit'te doğdu. Eserleri yabancı dillere en çok çevrilmiş Yunan yazarlardan biri olan Kazancakis, 1957'nin sonlarına doğru yakalandığı lösemi hastalığına rağmen Çin ve Japonya'ya son bir gezi turuna çıktı; dönüşte yolunda ise iyice hastalandı ve Almanya'nın Freiburg kentinde hayata veda etti.
Varoluşçuluk akımını benimseyen Kazancakis'in mezar taşında yazılı olan yazı hayata karşı duruşunun açık bir ifadesidir; “Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.”
1946'da Yunan Yazarlar Topluluğu tarafından Nobel Edebiyat Ödülü için kurula tavsiye edildi. 1957 yılında, bu ödülü bir oy farkıyla Albert Camus'ya kaptırdı. Camus ise, ödülü aldıktan sonra, Kazancakis'in bu ödülü kendisinden yüzlerce kez daha fazla hak ettiğini söylemiştir.
Homeros, Buddha, Bergson, Nietzsche ve Aleksi Zorba gibi isimler Kazancakis'in ruhunda derin izler bırakmıştır. Fakat hiç şanı şöhreti olmayan, ne şair ne de bir düşünür olan Aleksi Zorba'yı diğerlerinden ayrı tutar ve onun için şunları söyler; “Eğer bugün, dünyada bir ruh kılavuzu, Hintlilerin dediği gibi bir 'guru' seçmem gerekseydi; kesinlikle Zorba'yı seçerdim.” Kazancakis'in nezdinde Zorba'nın önemi ve değeri bu cümlede ortaya çıkar.
“Zorba sadece bir roman kahramanı mıdır yoksa etten kemikten, gerçekten yaşayan bir insan mıdır?” sorusu zaman zaman kafaları karıştırmıştır. Fakat Kazancakis'in Üsküp'te yaşayan kızıyla bir Alman televizyonuna verdiği röportajda anlaşılıyor ki, Zorba yaşamıştır ve Kazancakis'in hayatında da önemli bir yere sahiptir.
Öte yandan Kazancakis'in, Michael Cacoyannis'in yönetiği ve 1964 yılında gösterime giren "Zorba the Grek" adlı sinema filmiyle bugünkü ününe kavuştuğu söylenebilir. Eser aynı adlı kitabından uyarlanmıştı.
1964 yılında yayımlanmış kitabın konusu özetle şöyledir:
“Hayattan fazlaca bir beklentisi olmayan mutsuz İngiliz yazar, Yunan asıllı Basil'e Girit'te bir maden ocağı miras kalmıştır. Hayatına yeniden bir çekidüzen verme umudunu taşıyarak adaya gelen Basil burada aşırı davranışları olan, kaba saba ama hayata şehvetle bağlı orta yaşlı bir Yunanlı olan Aleksi Zorba'yla tanışır. Kendisini adeta himayesine alan Zorba'nın kendisine kabul ettirmeye çalıştığı hayat tarzının bir parçası da yenilgileri umursamamaktır. Zorba'ya göre yenilgiler hayatın kaçınılmaz parçalarıdır ve ancak yenilginin sürekli olarak tadılmasıyla hayatın zaferlerinin tadına varılabilir. Zorba sayesinde Yunanlıların dünyevi zevklerini keşfettikçe Basil'in hayata bakış açısı gitgide değişmeye başlar.” (Wikipedia)
Bir okur olarak Aleksi Zorba'yı Kazancakis'in gözüyle biraz tanımaya çalışalım.
Zorba, Basil'in Yunanistan için savaşa giden arkadaşının boşluğunu doldurur. Patron (Zorba, Basil'e “patron” diye hitap eder) Budizm'le ilgilidir; fakat aradığı yanıtları Buda'da bulamaz. Yanıtlar Zorba'nın hayat tecrübesinde ortaya çıkınca Patron ve Zorba yakınlaşır.
Zorba ihtiyar bir bilgedir. Onun bilgeliği zamanla Kazancakis'in bilgeliğine dönüşür. Yaşamla ilgili pek çok soruya yanıt veren Zorba'yı ve düşüncelerini basit ve ustalıklı bir anlatımla okuyucuya aktaran Kazancakis, çoğu zaman içinde bulunduğumuz durumlara dışarıdan bakmayı öğretir.
Zorba, hemşerisi Büyük İskender gibi bir kılıç darbesiyle bütün sorunları çözebilmektedir. Patron, Zorba'nın “okula gitmediği için beyninin bozulmamış olduğunu” düşünür; çünkü Zorba'nın kalbi ilkel cesaretini kaybetmeden genişlemiştir. Zorba, ne iyilik için sevinen ne de kötülük için üzülen bir adamdır. Her an ölümü düşünerek yaşamak neyse, hiç ölümü düşünmeden yaşamak da aynı şeydir onun için. Türklerin Atina'yı alması veya Yunanlıların İstanbul'u almasının onun için hiçbir önemi yoktur; zira vatan ve millet anlayışlarından nefret etmektedir. Lakin bir akşam bir Bulgar köyünü nasıl yaktığını, onu saklayan Bulgar hanımının da alevler içinde ne feci şekilde can verdiğini anlatır. Hem Bulgar çetecilere hem de Girit ayaklanmasında Türklere karşı savaşmış olmasına karşın, gençlik heyecanıyla savaştığını ve bundan pişman olduğunu söyler. Öte yandan ölümle defalarca burun buruna gelmesi nedeniyle de yaşama sıkıca bağlanmıştır.
Zorba cesurdur. Patronu ve işçileri çöken madenden tereddüt etmeden kurtarmayı başarmıştır. Zorba çalışkan ve azimlidir. Öyle ki, çalışacağı zaman sadece çalışır, hayatla işi birbirinden ayırır, işçileri sonuna kadar ama mertçe sömürür ve işine patronu dahi karıştırmaz.
Zorba bir çapkındır. Zorba'nın hayatta en değer verdiği canlı “kadın” dır. Kadınlar onun için kutsaldır. “Yatağında yalnız yatan her kadından bir erkek sorumludur” ya da “bir kadın bir erkeği yatağına davet ettiğinde, o erkek reddederse bu teklifi, yaşamı boyunca hatta yaşamından sonra da lanetlenir” der. Kadınların hiç kapanmayan bir yarası olduğunu düşünür. Sevdiği her kadını ilk aşkı gibi severken, ettiği her lafın sonunda ya da başında “şeytan götürsün kadını” diyecek kadar da kadınlardan ürker. Şu sözleriyle de kadınsız bir hayatı düşünememesine karşılık, kadının yaradılışıyla ilgili isyanını dile getirir; “Bu kararsızlık geçidini, şarlatanlık tapınağını, bu günah testisini, bu hile otlarının dikilmiş bulunduğu tarlayı, bu cehennemin giriş yerini, bu kurnazlık taşan sepeti, bu bala benzeyen zehri, ölümlüleri dünyaya bağlayan zinciri: kadını kim yarattı?”
Zorba bir dinsizdir. Aslında onun tanrısı papazların ve manastırların olduğu yerlere uğramamaktadır. Onun tanrısı, “İnsanın kalbine sığacak kadar küçük ama evrenden daha büyük bir tanrıdır.” Bu bilinci ona kazandıran ihtiyar Türk'ü ve hayatına yön veren bir olayı da şöyle anlatır: “Komşumuz Hüseyin Ağa çok yoksuldu, hanımı, çocukları da yoktu. Akşam eve geldi mi, avluda diğer ihtiyarlarla oturur, çorap örerdi. Ermiş bir adamdı Hüseyin Ağa. Bir gün beni dizlerine aldı; hayır duası eder gibi elini başıma koydu; 'Aleksi' dedi, 'Bak sana bir şey söyleyeceğim, küçük olduğun için anlamayacaksın, büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum, Tanrı'yı yedi kat gökler ve yedi kat yerler almaz; ama insanın kalbi alır, onun için aklını başına topla Aleksi, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama.'” Bunları dinleyen Kazancakis şöyle hayıflanır: “Ah ben de soyut düşünce doruk noktasına ulaştığı, masal olduğu zaman ağzımı açmayı becerebilseydim. Ama bunu yalnız büyük bir ozan ya da bir halk, yüzyıllarca süren sessiz bir işleyişten sonra başarabilir.” Yani özetle bu olayın üzerine diyebiliriz ki, Aleksi Zorba biraz da Hüseyin Ağa'nın eseridir.
Zorba bir yaşam kılavuzudur. Özgür ufukların ve özgür insanların simgesidir. İnsanı arayışın serüvenidir. Zorba, Kazancakis'e ve tüm okurlara korkmamayı, yaşamı sevmeyi ve ayakta durabilmeyi öğretmiştir.
"Sırları yaşayanların vakti yok;
vakti olanlar ise sırları yaşayamıyorlar"

Zorba'nın bir yazar olan Basil'e ettiği birkaç sözü vardır ki, yazı yazmaya gönül vermişleri çok ilgilendirir.

“Sen neden yazıp da, bize dünyanın bütün sırlarını anlatmıyorsun Zorba?” diye sorar Patron. “Neden mi? Çünkü ben, senin dediğin o bütün sırları yaşıyordum, yazmaya vaktim yok da ondan. Bazen dünya, bazen kadın, bazen şarap, bazen santur... Onun için, şu saçmalar yumurtlayan kalemi ele alacak zamanım yok. Böylece de dünya, kâğıt farelerinin ellerine kaldı; sırları yaşayanların vakti yok; vakti olanlar ise sırları yaşayamıyorlar.” Zorba'nın cesaretsiz dediği bu kalemşorlar olmasaydı, acaba biz bugün Zorba'yı ve onun gibi daha nice kahramanı nereden bilecektik?!
Bir gün de bu sefer Zorba Patron'a –amiyane tabirle– kazık mı kazık bir soru sorar:
“Sen bir bavul dolusu sayfa okumuş olmalısın, belki bilirsin… Dünyaya özgürlüğün gelmesi için bu kadar çok cinayet ve alçaklık mı gerekli?”
Patron bu soruya karşılık ne söyleyeceğini bilemez ve içinden şunu geçirir:
“Tanrı dediğiniz şey yoktur, ya da Tanrı cinayetlerle alçaklıkları seviyor da ondan, ya da bizim cinayet ve alçaklık dediklerimiz, savaş ve dünya özgürlüğü için gereklidir…” Fakat aklından geçirdiklerini Zorba'ya söyleyemez ve başka bir açıklama yolu bularak şunları söyler: “Gübre ve pislikten bir çiçek nasıl filizlenip beslenir? Varsay ki Zorba, insan gübre, özgürlük de çiçektir…” Zorba yumruğunu masaya vurup, “İyi ama” der, “ya tohum? Bir çiçeğin bitmesi için tohum gerekli. Bizim pis içimize, böyle bir tohumu kim koydu? Bu tohum niçin iyilik ve namusla beslenip çiçek açmasın? Ve kanla pislik istesin?”
Kazancakis ve Zorba, bu yanıtsız büyük soruların cevabını belki de hayatları boyunca aradı. Oysa kendini arayan insanların sayısının arttığı günümüz modern toplumu günden güne kültürel ve insani değerlerini yitirmekte, bireyler yalnızlığa/ karamsarlığa itilip kin, nefret ve hırsla dolarken edebiyattan ve sanattan giderek uzaklaşmaktadır. İşte tam da bu noktada, Kazancakis'in bu eseri, neredeyse unutulmak üzere olan tüm güzellikleri bizlere hatırlatır. Zorba, bugün bile güncelliğini korumakta ve bir başyapıt olarak yazın dünyasındaki yerini almaktadır. Hümanizmin coşkun sularında yüzmek ve yaşama sevincinizi yeniden kazanmak için Zorba'yla mutlaka tanışmalısınız…
~~~
Zorba / Roman
Nikos Kazancakis
Türkçesi: Ahmet Angın
Can Yayınları, 1993, 319 s.
 
Geri
Üst