Nihat GENÇ'le Söyleşi [ABD,İran,]
Nihat GENÇ'in
www.nihat-genc.com sitesinde yayınlanan söyleşisi...
--------------------
www.nihat-genc.com: Nihat Genç her zaman doğruları konuşan, hiç kimsenin söyleyemediğinisöyleyebilen satılmış sözde aydınları ve paralı yazarları karşısına alabilen bu toprakları belki en iyi tanıyan yaşayan ve yaşatan bu coğrafyada en çok okunan yazardır.
Peki neden sizi halktan uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Neden çok okunan bir gazetede başyazar değilsiniz. Ve sizce neden hak ettiğiniz üne sahip değilsiniz?
Nihat GENÇ: Önce yorgunum, tadında bir cevap yazamayabilirim, şimdiden özür dilerim.
Hak ettiğim üne sahibim. Bu topraklarda şöhret peşinde koşan ve onlarca gazete tarafından onlarca yıldır binlerce röportajla ödüllendirilmiş onlarca yazardan daha ünlüyüm.
Sorun da burda. Bu, eyvallahı olmayan, kimseyi takmayan, tek başına şöhret olmuş, ünümü kıskanıyorlar. Ben kimseye ağbi demedim, kimse önümü açmadı, hiçbir ideoloji beni dergilerinde takdim etmedi, Zaman Hürriyet Cumhuriyet Radikal her görüşten gazete bana ambargo koydu, yoksaydı, ama başaramadı. Benim kim olduğumu merak ediyorsanız, önce bunu merak etmelisiniz. Bu çocuğa bu kadar yoğur ambargo niçin koyuluyor.
Başlayalım. Ben 9l"li yıllarda Leman"da yazmaya başladım, işte bu tuhaf macera böyle oluştu, çünkü, 90 lı yıllar Türkiye"nin soyulduğu bankaların soyulduğu medyanın alikıran başkesen olduğu ve tekzip dahi yayınlamayan ve binlerce gazetecenin sorgusuz sendikasız işten atıldığı yıllardı. Biz ise Leman"ı çıkartıyorduk ve veryansın ediyorduk, bu büyük medyanın üzerine işemeye başladık, aklımıza geldiğince gücümüz yettiğince on yılın üstünde medyaya karşı amansız bir savaş açtık ve trajımız yüzbinlere yükseldi ve bu medyanın pisliğine bulaşan herkes yazılarımızın manşetlerimizin konusuydu. İşte bugünlerde Cumhuriyet Milliyet Radikal Hürriyet Zaman Türkiye gazetesi kim varsa malum o yazarların hepsini teşhir etmeye başladık.
Ortaokul çocuklarının harçlıklarıyla çıkan bir dergiydik ve tam bağımsızdık ve reklam dahi almıyorduk ve yüzde otuzbeş gibi dağıtım payı ödememize rağmen Leman dergisini inanılmaz trajlarda yani yüzbinlerde beş-altı yıl tutmayı başardık. İşte bu yıllarda Türkiye Leman"ı tanırken bir taraftan da durmaksızın upuzun heyecanlı öfkeli yazıların sahibi olarak beni tanıdı.
Yani bana şimdi ambargo koyup yoksayan bu beylerin alayı sülalesi beni o günlerden tanır. Benim adımı ağızlarına almaya korkarlar, ama, beni okumadan da edemezler. Hep gözucuyla uzaktan izlediler ve benim Leman"da yani yüzbin trajlı bir yerde kalmamı kendilerince çok faydalı buldular. Ancak yıllar sonra ben, değişik sebeplerden dolayı bu cepheyi genişletmek istedim ve daha büyük kitle gazete ve TV"lerine gidip Leman"dan yazdıklarımın aynısını kaldığım yerden devam ettirdim ve kızıl kıyamet burda koptu.
Çünkü beni artık ve yalnız üniversite gençliği ya da sadece Leman okurları değil tüm Türkiye halkı tanımaya başladı. Fakat daha da rahatsız olacakları şeyler yaptım, mesela Radikal"de yazarlığa başlayan solcu yazarlara Aydın Doğan"ın kucağında ne işiniz var dedim ve burda ip koptu.
Çünkü bu yazarlar 90 lı yıllarda bankalar soyulurken medya alıkıran başkesenlik yaparken medyayı tek satır eleştirmediler, ne bankaları sorguladılar mesela ne de Karadeniz otoyolu bitene kadar bu yol hakkında karşı tek yazı yazmadılar. Ama solculuk oynamaktan da geri kalmadılar, zaten Aydın Doğan"ın müsaadesiyle bu kadar solculuk yapılabilirdi ve ben de bunu sorgulamıştım. İşte kültür edebiyat sanat dergilerini çıkartan büyük bir solcu kesim, ki, çoğu bu medyanın yan organı olarak kendilerine hayat alanı bulur, hepsiyle cepheleştik. Beni suçlayacak hiçbirşey bütün dedikoduculuk ve iftiralarına rağmen bulamadılar, sonunda, benim öfkeli oluşumu dahi bir kusur olarak takdim ettiler, ne yani, Türkiye halkının yüz milyar doları bu medya tarafından soyulurken, ayıp ediyorsunuz gibi zarif cümleler mi kurmalıydım..
Neyse size başka şeyler söyleyeyim, bu yazarların çoğu arkadaşımdır ve bana kitaplarım ve hikayelerimi okuduklarında ağlayarak duygulanarak ve beni sarsan olağanüstü iltifatları yüzüme karşı çoğu yapmıştır, ama yazmaya gelince bunu yapamadılar, çünkü yazdıkları ye Aydın Doğan"ın ya da onun etkisinde medya organlarıydı. Bu uzun bir hikayedir sonu gelmez, ben, şimdi bu topraklarda şu cümleleri kurarken, bana kalkıp cevap verecek tek kişi yoktur, ben bu topraklara matbaa geldiği günden beri bu kadar çok baskı yapıp yüzbinler satan dergilerde yüzbinlerce okunduğum halde en çok görmezden gelinen en çok ambargo koyulan yazarım. Beni yoksayarak başaracaklarını saydılar ama olmadı, çünkü TV"yle büyük kitlelere ulaştım ve hikayelerimi artık ekrandan anlatmaya çalıştım. Yani şimdi beni milyonlar izliyor ve takdir ediyor ve bağrına basıyor ama onları üçbeş binkişi ancak okuyor, beni artık görmezden gelmek, başını kuma gömmüş deve kuşu hikayesidir, yani, gülünç durumdalar.
Şimdi durum daha da farklı, onlara benimle tanışmak benimle arkadaş olmak benimle yazışmak benim adımı ağızlarına gelişigüzel alma şansını ben hayattayken asla vermeyeceğim. Gücü yeten varsa denesin. Tek başınayım ve burdayım, artık bu iğrenç insanların hikayesine sizler de şahitsiniz, yani dün kadar yalnız değilim.
Bu maceramı artık milyonlar biliyor ve sizin gibi soruyor, niçin bu çocuğa ambargo koyuluyor. Bu soruyu deşen kurcalayan herkes bu medyayı oluşturan ya da bu medya patronlarının kucaklarında oturan satılmış ya da kendine sözümona solcu diyen sahtekarların iç yüzlerini bulacaktır.
------------------
www.nihat-genc.com: Bir kitabınızda beni simitçiler çaycılar beğeniyor okuyor diye eleştiriler aldığınızı söylemiştiniz. Eleştirilerde bulunan insanlar, İhtiyar Kemancı'yı Memleket Hikayelerini, Arkası Karanlık Ağaçları, Soğuk Sabun'u, Edebiyat Dersleri'ni Bu çağın Soylusunu, yaniyazdıklarınızı okumuşlar mıdır?
Yapıtlarınızın edebi olarak değil de okuyucu kitlesi olarak eleştirilmesini nasıl buluyorsunuz?
Nihat GENÇ: Eğer siz gerçekten hakiki eserler yazmışsanız bu eserlerin estetik değerleri bütün sınırları aşar ve kendini kabullendirir, benim yazdığım yüzlerce hikaye bu topraklarda en çok okunan hikayeler oldu, ancak, bir takım dergileri elinde tutanlar bir yığın kompleks ya da ideolojik sebeplerden dolayı sizi yoksayabilir, saymıştır da, ama, bu görmezden gelme zamana karşı dayanamaz. Zaman herşeye kadirdir.
Bugün bu yüzbinlerce okuyucu beğendiği eserleri her yerde söyleyecek anlatacak tavsiye edecek, ediyor da. Hatta çocuklarına hatta torunlarına tavsiye edecek, ben gençliğimde okumuş etkilenmiştim, mutlaka okumalısın diye, böyle de olmaktadır.
Benim hikayelerimin gücü sorunuzda saklıdır, çünkü eserlerimi herkes anlar herkes okur, yazarlar için en büyük başarı da budur, yani, benim anlaşılmazlık gibi bir problemim yoktur, ben anlaşılmıyorum, bu adi okumamış insanlar iyi eser tanımıyor o yüzden anlaşılmıyorum diyen insanlar piskopattır ve bu sözlerinin dünyada karşılığı yoktur, çünkü dünyanın en çok bilinen en çok okunan diyelim bin yazarının hepsini tüm dünyalılar bilir anlar ve üzerinde yorum yapacak kadar konuşur tartışır, o halde, anlaşılmaz olmak okuyucunun kusuru değil kendilerinin öküzlüğü ya da bu mesleği hiç bilmediklerindendir. Bu da uzun konu geçelim.
Ben hikayelerime güvendiğim için onları hiç savunmadım, çıktığı yıllarda bu hikayeleri en arka raflara atanlar ya da kitapçı dükkanına almayanlar şimdi benim kitaplarım için özel raflar hazırlamak zorundalar. Ben, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Refik Halit vb. geleneğinden geliyorum ve bu soylu yazarların uzandıkları her yere hem cümlelerimle hem etkimle hem de trajlarımla ulaştım, yani, bana muhatap olan yeni kuşaklara yani bugünün milyonlarına kitabı hikayeyi kendi hikayelerimle tanıttım, okuttum.
Yazarlığa başlarken eserlerim ve kitaplarım üzerine bir onbeş yıl konuşmayacağım dedim ve birkaç küçük istisna dışında bunu gerçekleştirdim, kendime, bir zaman gelecek, bu hikayelerin hepsi onbinlerce okunacak ve bu hikayeler üzerine işte o onbeş yıl geçtikten sonra konuşacağım, şimdi o gün gelmiştir ve ilerleyen yıllarda hikayelerimi enine boyuna konuşacağım.
Ancak bu hikaye kitaplarını kitapçı vitrinlerinde yalnız bıraktığım bu on beş yılda bu kitaplar çoktan kendi kişiliklerini kimliklerini kabul ettirdiler ve kimsenin torpili olmadan kendilerini ispat ettiler. Nesli tükenmiş eski edebiyatçılar gibi bir yığın edebi ahlak kuralına harfiyen uymak istedim,yani, eserlerime karışmadım, okuyucuyu fazla bol reklamla boğmadım yönlendirmedim ve okuyucuyu yönlendirmedim, şunu istedim, sen kitaplarını vitrine bırak, onları okuyucu gelip bulacak ve takdir edecektir, öyle de oldu, belki çok uzun bir sabır istiyordu ama böyle olmalıydı çünkü eser zamana karşı yapılan bir soylu estetik kavganın adıdır.
-----------------
www.nihat-genc.com: Halkımızın İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat'ın ABD aleyhindeki tutum ve sözlerini büyük bir beğeniyle ve hayranlıkla izlemekte olduğunu söyleyebilir miyiz?
Böyle bir tavrı Türkiye gösterebilir mi, göstermeli midir?
Ahmedinejat'la ilgili görüşleriniz nelerdir?
Nihat GENÇ: Ahmedinejad nasıl biridir sorusuna cevap vermek istiyor ve bu münasebetle dış politikamız üzerine küçük bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Irak işgali sonrası bölgede çok şeyin değişmekte olduğu ortada ama asıl değişen şey siyasi dengeler, yani, soğuk savaş yıllarından göbekten bağlı olduğumuz Amerika İsrail ve Nato siyasetinde çok ciddi çatırtılar hissediyoruz. Türkiye hala soğuk savaş ittifakı içinde mi yoksa başka şeyler mi oluyor?
Bu soruyu açıklamak için size bir yığın kaba saba bilgiler vereyim, birincisi, TBMM"nin tezkeresidir ve dünyada büyük tepkilere sebep olmuştur, peşinden, Türkiye Genelkurmay Başkanı"nın geçtiğimiz aylarda PKK"nın arkasında Amerika var açıklamasıdır ki tek başına bu açıklama çok önemlidir, bir başka gelişme Güneydoğu"da rayından çıkartılan trendir ve trenin İran"dan Hizbullah"a silah taşıdığı biliniyor, sadece bu muamma dahi derinlerde nelerin kaymakta olduğunun habercisidir, bir başka gelişme üçyıl kadar önce Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer"in yıllarca savaş durumunda olduğumuz Suriye"yi dostluktan öte bir anlam taşıyan gezisidir ve hatta CHP genel başkanı Baykal"ın dahi gezisi hafızalardadır, bir başka gelişme, geçtiğimiz günlerde İsrail uçaklarından Urfa bölgesinde düşen yakıt tankıdır, bir başka gelişme ise geçtiğimiz yıllarda Suud kralının onlarca uçakla İstanbul"a gelişi ve hararetli görüşmelerde bulunmalarıdır, bir başka gelişme, Maliye Bakanımız Unakıtan"ın eskiden anayasa kitapçığı atılınca kriz çıkardı şimdi ansiklopedi atın birşey olmaz demesidir, bir başka gelişme de asla yanyana gelmeyecek İran ve Suudlar"ın yakınlaşması ve geçtiğimiz aylarda Ahmedinejad"ın Suudlar"la görüşmesi ki bölgedeki en ilgi çekici görüşme burasıdır.
Bunları topladığımızda bölge ülkelerinin İran, Türkiye, Suriye, Suudlar"ın sanki el altından Amerika"ya karşı hem silah olarak hem para olarak hem de istihbarat olarak yanyana gelmekte olduğunu izliyoruz. Ya da yukarıda sıraladığım gelişmeleri kendinize birkaç saat ayırarak aklı selim olarak düşünün, nasıl bir sonuca varacaksınız.
Benim vardığım sonuç şudur: Bölgede Amerika"ya karşı derinden ittifaklar kurulmaktadır, hiç yanyana gelmeyecek İran-Türkiye İran-Suudlar yanyana gelmekte ve el altından bir takım istihbarati faaliyetler birbirini izlemekte, Ankara"da yakalanan bomba dolu minibüsü de böyle okuyabilir miyiz, yani, Amerika"nın bu derinden işbirliğine karşı, kardeşim dikkatli olun yoksa sizi yakarım tehdidi midir, bilemem, belki fazla uçuk yorum olur ama görünen birşeyler değişiyor, yerinden oynuyor.
Şimdi değerlendirmemim ikinci safhasına geçmek istiyor ve Türkiye"nin yeni dış politikasının temelleri üzerine birkaç laf söyleyeyim. Türkiye komşularıyla savaşmak istemiyor, Türkiye bütün komşularıyla iyi geçinmek ve ticaret yapmak istiyor, yani kapılarımız herkese açık politikası, buna çok yönlü dış politika da diyebilirsiniz, ancak bunun tam adı şöyledir: Artık soğuk savaş ittifakları ya da Avrupa"nın yönlerdirdiği politikalarla değil, küreselleşmenin de gereği olarak herkesle herkesle tek başımıza istediğimiz çoklukta ve genişlikte ilişkiye gireceğiz. Bu temel politikamızın yanında dış politikamızda önemli bir başka gelişme şudur, o da şudur, bizler artık birileri istiyor diye komşularımıza tavır alamayız, onların savaş stratejilerinin tetikçisi karakolu uzantısı asla olmayacağız. Bu ne demek, mesela Amerika İran"a düşman diye bizim de düşman olmamız gerekmiyor ve sanırım sıkıntılar burda başlıyor. Çünkü Türkiye Irak savaşı boyunca Amerika"nın ortadoğu politikasına alet olmamak için çok çalıştı. Amerika"nın ve İsrail"inr düşmanlığını üzerine çekti.
Diyelim Türkiye"yi borsadan ekonomiden sıkıştırabilirler, paraları çekerek bmir kriz gerçekleştirebilirler, Suudlar"dan gelen destekle Türkiye bu çabayı boşa çıkartıyor, başka ne yapabilirler, PKK"yı kullanarak içerde ve sınırlarımızda büyük çatışmalar çıkartabilirler, ki yapıyorlar, hatta İsrail generalleri kuzey ırakta PKK"yı eğiterek bomba eğitimleri veriyor, Türkiye bunun karşılığı olarak İran"ı yanına alıyor ve İran bugün PKK kamplarını bombalıyor.. Ve daha derinden başka şeyler de oluyor, İsrail Suriye"yle sertleştikçe Türkiye Suriye yanında tavır almaya çaba gösteriyor ancak Suriye her fırsatta gerekirse Türkiye"yle biriz hatta Türkiye"ye bağlanırız diyebilecek samimiyette açıklamaları gizli aleni yapmaya devam ediyor. Bu bilgileri toplayın. Ben de topladım ve şu sonuca varıyorum, Türkiye Amerika"ya karşı..
Ama elli yılın siyasi diplomatik gelişmelerini bir anda kesmek kırmak mümkün değildir ama altan alta bir büyük çatırtının seslerini de duymaktayız. Ben bir yazar olarak, komşularımızla iyi geçinmek istiyorum ve bizi savaşa sürükleyecek batının oyunlarına asla gelmemeliyiz diyorum. Ben İran"da değil molla rejimi firavun rejimi dahi olsa bütün komşularımızla iyi geçinmeliyiz diyorum. Ayrımca batılıların gerçek siyasetleri ortaya çıkmıştır, ya bizi tetikçi olarak kullanmak istiyorlar ya karakol olarak ya da bizleri mezhep ırk kültür çeşitlilikleriyle bölüp birbirimizle savaştırıyorlar. Bu oyunları hepimiz iyi görelim ve Türkiye"nin derinlerindeki büyük siyasi fay hatlarının değişmekte kırılmakta olduğunu anlayalım. Bize düşen savaşlara alet olmamak, bize düşman komşularımızla asla savaşmamak, bize düşen etnik dil kültür mezhep savaşlarına asla alet olmamak ve bize düşen bir zamanlar bu toprakların sahipleri olarak batılıların Amerikalılar"ın yanında değil mazlumların bombaları yiyenlerin Araplar"ın Kürtlerin Acemlerin Suriye"nin Hizbullah"ın İran"ın yani bölgemizdeki bütün ülkelerin yanında olabilmektir.
Türkiyi hiç kimsenin köpeği değildir, ama, unutmayalım soğuk savaş yıllarında dünya ikiye bölünmüştü ve cici ülkemiz batının Amerika"nın köpeğiydi, artık dünya değişti, ama bizi hala karakol gibi üs gibi tetikçisi gibi görmek isteyen ve politikasını böyle yapmaya çalışan batılılar Amerikalılar birşeylerin değişmekte olduğunu görüyor ve bizleri karıştırmak için ciddi suikastler ve tertipler içine giriyor. Ama en önemlisi, hiçkimse ve hiçbirimiz ve hiçbir Irak"ta öldürülen bir milyon Iraklı"yı unutmayacağız ve bunun hesabını soracağız.
Bağdat kurulduğunda yüzkilometre büyüklüğünde gelmiş geçmiş tarihin en büyük şehriydi, bugünkü sanat müziği sazlarınızı bugünkü cebiri astronomiyi Bağdat"a borçlusunuz, İspanya"dan Çin"in içlerine kadar bir büyük imparatorluk zenginliğiyle tarihte eşi benzeri olmayan büyük bir uygarlık başlattı. Bu şehir birçok kez işgal edildi, Moğol komutanı Hulagu Bağdat" tarihten sildi, Osmanlılar Bağdat"ı sadece onaltıbin şehitle fethetti, ancak bugünkü kadar ölüm kan işkence tarihin hiçbir döneminde olmadı.
Batı uygarlığı ve onun gazeteleri ve onun silahları bütün vahşiliğini Irak topraklarında gösterdi. Bu karşılıksız kalmayacak, gidip, biz de batıya aynısını yapacağız asla demiyorum, bunun karşılığı, bu topraklarda oturan ülkeler insanlar artık ve bir dahi batının tetikçisi karakolu adamı ajanı olmayacaktır, bunu önümüzdeki otuz yıl içinde bu bölgede yeniden oluşmakta olan siyaset dengeleriyle hepimiz göreceğiz. Bize de bir yazar olarak düşen görev, bölge ülkelerinin kardeşliğini pekiştirecek bir siyaset izlemektir. Şunu unutmayın, Batılalır"ın bu topraklarla istedikleri vahşilikte oynamalarına kan dökmelerine artık çok fazla seyirci olmayacağız.
Biz Türkiye olarak bu toprakların çocukları olarak Irak işgalinden bu dersleri çıkarttık ve biz bu toprakların insanları artık batıyla hertürlü sosyal iktisadi ilişkilerimizi düzenlerken onların siyasi köleleri siyasi oyuncakları onların savaş alanı onların suikast planları ve ajanlarına ve onların ayarttığı gazetecilerin oyunlarına gelmemek için dünden daha dikkatli ve tetikteyiz.
Şimdi sorunuzu cevaplamak istiyorum, bir başka yazımda İran"ı daha uzun ve detaylı anlatmak istiyorum, çünkü, İran üzerine çok çok çok kitap okudum, gittim gördüm tartıştım, çok şey söylemem lazım, ancak, bugün söyleyeceğim şey biz komşularımızla huzur dirlik düzen istiyoruz ve bu huzuru sırf Amerika"nın keyfi böyle istedi diye asla bozmak istemiyoruz. Teşekkür ediyorum.
-------
www.nihat-genc.com: Vatansever aydınlarımızın söylemlerine baktığımızda hiçbir parti lideri ile uyuşamadıklarını görüyoruz.
Bu anlamda ülkemizdeki siyasal yapı ve liderler hakkındaki genel düşünceleriniz nelerdir?
Türkiye dışa bağımlı olmayan cesur liderleri görebilecek midir?
Ambargo korkusu olmadan ülkemizi yönetmek mümkün müdür?
Nihat GENÇ: Bakalım münasip bir cevap verebilecek miyim?
Önce şunu öğrenelim, Türkiye"deki liderlerin hepsi soğuk savaş öncesinden kalma ya da fikirleri soğuk savaş öncesi oluştu. Baykal"ın Bahçeli"nin Tayyip Erdoğan"ın fikirleri, yani kemalist, sosyal demokrat, milliyetçi, islamcı, muhafazakar bu ideolojiler, fikirler, dogmalar, ya da düşünce sistemlerinin hepsi soğuk savaş yıllarındaki dünya şartlarında hazırlandı.
Dikkat eder, benim konuşmalarımdaki düşünce açılımlarına bakarsanız, benim şansım, Soğuk Savaş sonrası bir dünyanın imkan ve verileriyle konuşuyorum. Soğuk savaş çoktan bitti ama ülkemizde sağcı solcu liberal aydınlar bu bitişin ne olduğunu farketmiş değil.
Kendini yeni kurulmakta olan dünyaya ayarlayan tek parti ÖDP. Bilindiği gibi radikal bir sol gelenekten gelen ÖDP 90"lı yıllarda inşa edildi ve 90"lı yıllardaki Avrupacı ve liberal fikirlerden çok etkilendi. ÖDP"nin niçin başarılı olmadığı ayrı bir yazı konusu, ancak, ülkemizde soğuk savaş sonrası yeniden revize edilen tek ideolojik açılım ÖDP"dir. ÖDP başarısızlığını Avrupacı liberal özgürlükcü aydınlarına borçludur, ve hatta, Radikal 2"nin yayın politikasından fazla etkilenmiş olması ve ülkemizi tehdit eden iç savaş başlatan Hadep, PKK gibi yapılarla ilişkilerini düzenlemekte çok geç kalmıştır ve ayrıca kitle partisi değil marjinal eğilimlerin partisi olduğunu ilk çıkış bildirilerinde sıkça belirtip ve eşcinsel, feminist.. yani kendi ifadeleriyle gökkuşağı çeşitliliğini ekstrem dediğimiz bir avuç grupların derneği haline gelmiştir.
Kitle partisi başka birşeydir, yaşadığınız ülkenin dününü bugününü, milyonların heyecanlarını beklentilerini öfkelerini iyi bilmeniz hesaplamanız gerekir ve ayrıca bu parti, Avrupacı liberal acemi yazarların deneme tahtası olmuştur ve yüzde birlerin altına düşerek rezil kepaze olmuştur.
Geçelim. Benim 90"lı yılların sonlarında yazdığım bir yazının başlığı ve ana fikri şöyledir, Anadolu"da bugün birmilyon Türkeşçi birmilyon Erbakancı birmilyon Apocu var. İşte Anadolu gençliğinin sığındığı dernekler ideolojiler fikirler kümesi bunlardı, şimdi, işin içine AKP girdi ve Irak savaşından sonra da çok güçlü bir Kemalist Ulusalcı denilen yeni bir heyecan girdi.
Ayrıca son yıllarda Ermeni lobileri, vakıflar, Soroslar, Avrupacılar ve liberallerin fütürsuz küstah yazıları büyük bir karşı refleks oluşturdu. Cumhuriyet çocuğu, cumhuriyet ideoloji, kendilerine cumhuriyetçi diyen bir büyük kitle siyaset sahnesine demeyelim ama siyasi olarak öne fırladı.
Mesela ben bu Kemalist cumhuriyetçi kuşağın çok zorlukları olduğunu henüz acemilik yıllarını yaşadığını ve kime neye nasıl inanacağını bilmediğini görüyor çok üzülüyorum. Sebataycilikten istihbaratcılığa kadar tuhaf saçma konuşan herkesi panikle alıp okuyor ve etkileniyor.
Ayrıca Yök"de kurumsallaşmış ya da Emekli yargıtay üyeleriyle simgeleşmiş birçok insanın kemalizm ve cumhuriyet değerlendirmelerinin ne anlama geldiğini çözemiyor, şöyle, birileri, çoğunlukla, mason demiyorum, masonik bir dayanışmayla kemalizmi ve cumhuriyet değerlerini sırf kendi makamları uğruna kullanıyor ve siyaseti çözümsüz bırakıp darbeci bir edebiyatla konuşmaktan haz alıyorlar. Bu insanların küflendiğini fikirlerinin halkı ve ülkeyi değil kendi varlıklarını teminat altına almak için konuştuklarını artık hepimiz biliyoruz.
Anadolu"da yüzlerce üniversite ve milyonlarca genç var, işsiz yoksul ya da hayatlarına bir imkan arayan ya da bu dünyanın ne olduğunu merak eden ya da yazmak çizmek koşmak çalışmak isteyen ya da ülkesinin madenlerini bitki örtüsünü tanımak ve bu ülkeye bir değer katmak isteyen yüzbinlerce genç var, şarkılar söylemek, dağlara çıkmak, kasaba kasaba gezmek, bir meslek sahibi olmak, ülkemizin yağından toprağından havasından heyecanlar duyup tarihimizin dününü bugününü okuyan bir genç nesil.
Sanırım bu genç neslin henüz bir gazetesi henüz bir yazarı henüz bir düşünce sistemi yok.
Sadece ülkelerine bir değer katmak ve ülkeleri için birşey yapmak çabası içindeler, ancak, daha önce köşeleri tutmuş eski yargıtay üyeleri ya da eski gazeteler ya da turşu kokan yazarları okuyup kendilerine bir ideal edinmek istiyorlar ve her defasında çiğ çiğ kuyruk yağı yemiş gibi tükürüyorlar..
Ya da başka kanaldan gidelim, cemaat yurtlarına cemaat gazetelerine cemaat dergilerine cemaat dersanelerine bakıp bunlarla yetişen ve cemaat liderinin ağzının içine bakan milyonlarca gencin kaderi daha da içler acısı.. Gördüğüm şu, hem evrensel dünyanın değerleri, temel insan hakları ve altta kalanların ezilenlerin yoksulların dinini ve dilini öğrenecek, hem de küreselleşen dünyada stratejik olarak yalnızlaşan ülkelerinin değerlerini savunup koruyacak ve tüm cumhuriyet değerleriyle halkın yaşattığı muhafazakar değerleri çatıştırmadan yanyana içiçe kardeşçe tutabilecek bir yeni nesil..
Bir yeni fikir..
--------------
www.nihat-genc.com: Sitemizdeki kullanıcı isimlerinden de anlaşılacağı üzere çok farklı düşüncelere sahip insanlar tarafından seviliyorsunuz. Yani devrimci de ateist biri de kendi halindeki vatandaş da sağcı da ülkücü de sizi seviyor, okuyor, takip ediyor.
Bu durum ülkemizde pek fazla kimseye nasip olmamıştır. Öncelikle bu durum karşısındaki düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
Nihat GENÇ: Bu soruyu vereceğim cevap benden sonra yazarlığa sulananlara ders olur inşallah.
Henüz yirmili yaşlarda yazar olmağa karar verdiğimde bu mesleğin evrensel ahlak ilkelerine bağlı kalacağıma dair kendimle sıkı bir sonsuzluk andlaşması imzaladım, yani, yazarlık benim için ölümüne bir meslekti ve bu mesleğin geçmiş soylu yazarlarına yakışır onurlu tadıyla ahlakıyla yaşatmalıydım.
Bunun ilk olmazsa olmaz kaçınılmaz şartı bağımsız olabilmektir. Şu anda karşınızda konuşan yazar hem ideolojileri hem eleştirmenleri hem de medyayı bulunduğunuz toprak parçasında en çok eleştiren ve korkusuzca karşısına çıkabilmiş bir yazardır. Sadece bir önceki cümleyi kaleme alabilmek için otuz yıllık bir çalışmanın içinden geliyorum.
Birkaç küçük örnek, kimsenin adamı olmadım, olmadın da ne oldu, kapıda kaldın dışarda kaldın, kimse seni dergisine almadı, partisine almadı, arkadaş dost çevresine almadı ve sürekli yoksaydı. Buna dayanmak mümkün mü, l2 Eylül"den bugüne iktidara gelen partileri bir sıralayın ve yine l2 Eylül"den bugüne çıkmakta olan ideoloji dergilerine ya da medyanın kültür sanat dergilerine bir bakın, neler geçti, kimler geldi, ne çok fırtınalar oldu ve ben her dönem hepsiyle kavga halindeydim, ki, bu topraklarda mahkeme kapılarına en çok giden yazarlardan biri oldum, belki yaşayan yazarlardan ençok mahkeme edilen oldum, yetmedi, mafya peşime düştü yolumu kesti aylarca tehditlerini sürdürdü, ayrıca derin devlet tehdit etti, silah çekti, ayrıca ülkemizdeki bölücü güçlerin hücumuna uğradım, neler oldu neler, şimdi düşünüyorum tüm bunları uzun uzadıya anlatacak vaktim olsa da bir yazarın nasıl ortaya çıktığını tane tane söyleyebilsem.
Edebiyat eleştirmenleri ve kendini bir bok sanan edebiyat dergi sahiplerini karşıma almam da ayrı bir hikayedir, bunu da şöyle özetleyeyim, şimdi bu satırları kaleme alan yazar bu ülkede en çok yazar adı vererek eleştireler çoğaltan insandır. Peki bu kadar geniş cepheyi niçin karşıma aldım, niçin herkesle düşmanlaştım?
Sebebi basit, edebiyatı kullanarak hava ve isim yapıyorlardı ve torpilli arkadaş çevreleriyle dergiler çıkartıp birbirlerini pohpohluyorlardı ya da medyanın holdinglerin adamı olmuşlardı.Hadi bu ahlaksızlıkları yaptın, o zaman otur adam gibi eser yaz, hayır, eserleri işte ortada, şimdi geçtiğimiz bu otuz yılın kaç tane ve hangi eserlerini tanıyorsunuz? Birkaç isim zor sayarsınız, oysa, yüzlerce eser, her yıl büyük medya bombardımanları ve skandalvari reklamlarla takdim edilip yüzbinlerce insana nerdeyse zorla okutulmuştur, sonuç büyük bir kandırmaca.
Ben bir genç yazar olarak önce şunu sordum kendime, Dostoyevski, ya da Yunus Emre ya da Binbir Gece Masalları senden daha iyi macerayı, aşkı, Tanrı"yı tabiatı tasvir etmiş ve tarihi değiştirecek zenginlikte büyük bir estetik haz ve tad ve harikalar yaratmışsa, sen kim oluyorsun da devreye giriyorsun, çünkü, bu isimleri aşman mümkün değildir, aşamayacağına göre, sıradan vasat biri olacaksın, o zaman hiç başlama..
Bu çok zor bir sorudur, hatta, l2 Eylül günlerinde ünlü edebiyatçımız Oğuz Atay"ın eserleri gençleri derinden etkilemişti ve bizlerin bu üslubun etkisinden çıkmamız mümkün değildi.
Dersime sıkı çalıştım, Türk Edebiyatı"nın ünlü ustalarını önüme koydum, yakın tarihte Yahya Kemal"den Kemal Tahir"e Orhan Kemal"den Sabahattin Ali"ye kadar onlarca yazarımızın külliyatını harfiyen okumaya başladım. Şunu farkettim, benim yaşadığım zaman dilimi, yani, içinde bulunduğum zamanın değeri başka, birşey yapacaksam bu zamanı dillendirmek bu çağla şimdi burada konuşmak ve tartışmak, buradan dünyaya seslenmek zorundayım. Hem üslup olarak çok denemelerde bulundum hem de felsefi olarak edebiyatın ne olduğu üzerine yıllarımı verdim. Sonunda Oğuz Alay"ın alaycı dilini diğer yazarların tasvirci dilini ya da gençliğimizde çokca övülen gerçekçi toplumcu yazarların dilini bir şekilde aşmalıydım. Aşırı gerçekçi ve romantik bir üslupta karar kıldım. Daha doğrusu binlerce sayfa yazı yazdım ve bu yazıları elemeye başladığımda en çok beğendiğim metinlerim aşırı coşkun ve aşırı gerçekçi bölümler oluyordu ve edebiyatımı bu aşırı coşkun aşırı gerçekçi metinler oluşturdu. Ayrıca,ilk yıllarda klasik hikaye anlatımını redettim, ki, bu uzun bir hikayedir, bir çok yeni denemelerde bulundum, hatta, ilk iki romanımdan sonra hikaye kurgusunu daha da dağıtan parçalayan bir plana doğru ilerledim. Ki, gücüm yetmedi, bu denemeleri yarıda bırakmak zorunda kaldım. Çünkü karnımı doyuramıyordum, roman ve hikayede fazlasıyla lüks sayılacak denemelere gücüm yetmiyordu, işte yapabileceğim kadar yaptım dedim ve giriştiğim büyük maratonu yarıda kestim. Hemen herkesin anlayacağı giriş gelişme sonuçlu düz hikayeler yazmaya başladım ve yüzbinlerce genç okuyucuya ulaştım ve asıl şöhretimi bu hikayelerle yaptım, çünkü, kitlelerin tadını dilini konuşmasını tavırlarını derinliklerini bağırmalarını içinden bilecek bir hayatım vardı.
Herkese benzeyen adam bendim ve kalemim herkesi anlatırken kendimi anlatıyordu. Hikaye yazarken gündelik tartışmalara yani makalelere girmek zorundaydım ve buna fazlasıyla içerliyordum, bunun da yolunu buldum, diyelim Tansu Çiller"le ilgili gündelik siyasetten birşey yazıyorum, bu makaleyi yarıdan sonra hemen hikayeleştirmeye başladım ve böyle de başka bir tarzım oldu, hikayelerim makale, makalelerim hikayelere karışıyordu.
Edebiyatta dürüstlük ciddi bir tartışmadır, yazdıklarınızın ne kadarı gerçek ne kadarı fantazi kurgu bütün dünya yazarları için tartışılmalıdır, ama edebiyatın Tanrısı şöyle der, sizin kurguladığınız hikaye gerçek gibiyse o artık hakikaten yaşanmış bir hayattır ve gerçekten estetik dili cümleleri atasözleri nidaları iç konuşmaları yerli yerinde kullanma maharetine sahipseniz yüzbinlerce gerçeklik ortaya koyabilirsiniz, bu şöyle olur, hergün seyrettiğiniz düm düz bir deniz manzarası düşünün, yirmi otuz yıl sonra aynı yerde yine aynı düz denizi seyrediyorsunuz ama dalgaların gelgitleri yeni ve bilinmeyen küçük adalar ortaya çıkartıyor ve adalarda aslında ne çok trajik masalsı hikayeleri de yanında getirir.Bu da uzun tartışma geçelim.
Benim sırrım sadece kelimelere güvenerek bir dünya inşa etmek. Bu mümkün mü? Yayıncınız yok, holdinginiz yok, torpilli dayınız yok, sadece bir daktilonuz ve bembeyaz bir kağıt var. Şimdi o kağıt üzerine kelimeleri nasıl yerleştireceksiniz ki bir zaman sonra bu ülkede yüzbinlerce insan o kelimeleri okuyacak ve o kelimeler okudunça sizden daha fazlasını isteyecekler ve kimseye muhtaç olmayan bir hayatınız olacak.
Bugün kitapçı vitrininde dokunduğunuz sıradan bir kitabı fiatı 20 milyon lira, benim gençliğimde de fiatlar aynıydı, maaş yetmiyordu, sokaklarda işpirto yaparak ve belki ayıp olacak ama bir çok zaman karnımı doyurmak için kanımı sattım bir çok zaman kanımı satıp kitap aldım, bu da uzun hikaye geçelim.
Bence asıl sorun insanın kendiyle ve tanrıyla nasıl konuştuğudur, benim edebiyatımı bilenler olabildiğince çıplak ve sonsuzluk önünde kimseden korkmadan hesaplaşan bir adam tanır. Burası önemli. Sizleri kimse bilmeden hiçbir hayat sigortanız yokken sabah yiyecek ekmeğiniz yokken siz, kendinizle çağınızla Tanrınızla sıkı bir kavgaya giriyorsunuz, ancak, sizden önce bu kavgaya girmiş yüzlerce yazarı şairi tanımak zorundasınız, çünkü, yazdıklarınız heyecanlarınız hezeyanlarınız tekrar ve sıradan ve çok bilindik olabilir. Bunu da geçelim. Galiba bildiğim tek makine daktiloydu ve bu daktilo önünde yıllarım geçti, otuzlu yıllardan bugüne hala sırt ve boyun tedavisi görüyorum, ayrıca çok hızlı rekortmen bir daktilocuyum, defalarca temize çekmeden hiç yorulmadım. Galiba bunlar da değil.
Gençlik yıllarımda Türkiye"de iç savaş vardı ve mahallede birlikte büyüdüğüm birçok arkadaşım sokak aralarında gözümün önünde öldü. Bunu kaldırmak mümkün değil, o öldü ve ben yaşıyorum, bu duyguya dayanmak mümkün değil, niçin o öldü ve ben niçin yaşıyorum, belki de bunun sebeplerini aramaya çalıştım, siyasi olarak psikolojik olarak, ne bileyim. Belki de hala soruyu cevaplayamadım, sanırım, aşık olduğum kızların yanına gidip onlarla konuşacak bir ortamım bir yürekliliğim şansım olmadı, bir altta kalma değil, onlara uzanamadım, belki bu kelimeler onlara uzanmanın bir yoluydu. Sanırım bu sorunun asıl cevabı şu, ilk gençliğimde henüz büyük felsefeleri büyük ahlakçıları büyük siyasileri tanımadan şöyle bir düşünce kafamı zorluyordu, bu dünyaya bir kere geldik diyordum, bir kere şans verildi, bu şansı herkes yalan söyleyerek birbirlerine tezgah hazırlayarak komplo tezgah hile şantaj pislik yaparak yani yavşakça geçiriyor, bence, bu dünyanın sırrı, işte geldik gidiyoruz, yalan söylemeden ne kadar ayakta kalabiliriz, yalan söylemeden bir insan nereye kadar uzanabilir ve yalan söylemeden yaşanabilir mi, şüphesiz az yalan söylemek için çok bilmek şarttır, ancak, her insan gözünün beyninin mesafesindeki yalanları bilir anlar koklar ve buna göre hareket eder, benim edebiyattan anladığım şu, bu yazdığım kelimeler ayetler gibi kutsaldır, dinimize, annemize, ülkemize, Tanrımıza bu kelimelerle sarılır ya da sitemler şikayetler edebiliriz, o halde, bu kelimeleri holdinglere ideolojilere ona buna yakına dosta torpile kurban etmemeli.
Ben yaşadığım bugünler içinde kendine yazar kendine edebiyatçı diyen onlarca insanın sırf şöhret ya da sırf karınlarını doyurmak için yalan söylediklerini gördüm, dayanamadım. Allah şimdiye kadar yolumu şaşırtmadı, direndim, aç kaldım kimsesiz kaldım yüzüme bakan beni hatırlayan neler yaptığımı bilen hiçkimselerin olmadığı onlarca yıl boyunca direndim ve kendime birgün dinleyen olur, birgün bu kitaplara bakanlar olur, sen onlardan olma, çünkü, sana bu kelimeleri önce Annen ve sonra Tanrı öğretti.. Onlar sana bu kelimeleri öğretirken rüzgarı yağmuru mamayı oyunu gülmeyi ağlamayı tad ve anlam olarak koydu, o halde, kelimeleri ayakta tutan onların derinlerinde yaşayan bu evrensel tadlardır, içinde sahiden çiçekler sahiden denizler sahiden balıklar sahiden gözyaşları sahiden trajediler vardır, bir holding ya da bir ideoloji uğruna bunları adını kirletme...
Tabii bu uzun serüven içinde beni tanımadan bana iftira eden bir çok insan çıktı, ama sonra hepsi sustu ve beni karalamaya çalışanlar taş oldu duvar oldu, çünkü, söyledikleri şeylerin aslı astarı olmadığını hepsi gördü, bilmeyenler yeniden denedi yeniden taşa döndüler, işte burdayım, ben edebiyatı ahlaklı bir insan olabilir miyim diye denedim, bu yüzden bu basit beyinsiz insanların şimdi akıllarına gelen suçlama ve iftiraları ben otuz yıllar öncesinden tahmin ediyor düşünüyor bekliyor ve ona göre dikkatli ve ona göre biraz da delice evet bayağı delice bir titizlikte oturduğum kalktığım konuştuğum yazdığım yaptığım aldığım yediğim söylediğim herşeye dikkat ederek geldim. Ancak benim metinlerimi derinden bilenler benim yapılan suçlama ve iftiralara hemen anında cevap verme hatasına düşmediğimi bilirler, çünkü ben, bu sinsiliği taşıyan insanları tarihe geçirmek ve adam gibi dövmek için cevaplarımı hep hikaye ve bayağı filozofik makaleler içinde verererek intikamı alırım, yani, o suçlamaları gelişigüzel harcamam, tarihin bir noktasına koyarım, ve onlarca yıl insanlar dönüp dönüp o çirkin insanların basitlikleri ve aptallıkları okur.
Mesela, onlarca yıl öncesinden bir iftira anlatayım, Samsun"da Nihat Genç adında biri kalkmış bir solcu öldürmüş ve kulaktan kulağa bu Nihat Genç"in ben olduğunu yaydılar, ortada mahkemeler kayıtlar var ve yaşadığım hayat var bu kadar saçma iftirayı niçin cevaplayayım deyip bekledim ve bu iftiraya kimler atlamadı ki, ben de uzaktan bu sazanları topladım topladım ve Ermeni Konferansı tartışmasında birçok yazar işte >Nihat Genç"in gerçek yüzü o bir katil diye ortaya atladığında diyelim gazeteci Rıdvan Akar ben de onu tarihe geçirecek karşı makalemi kaleme aldım, halen internetin biryerindedir, arayan bulur..
Hepsine şunu söylüyorum beni asılsız karalamalarına kurban edenler sonradan neden taş oluyor duvar oluyor cevap veremiyor ebediyyen bir suskunluğa gömülüyorlar, neden, çünkü, yaptıkları eşeklik sık sık akıllarına geliyordur. Neyse bu cevaplar uzar, kısaca, şunu söyleyecektim, yazarlık denen bu mesleği hafife alıp yazarlığa ona buna holdinge eşine dostuna satanlarla henüz maçım bitmedi, kendime ait derin bir duygudur bu, ben henüz sahaya çıkmadım, şimdiye kadar parça parça fragmanlar jenerikler izlediniz, yer gök beklesin beni..
---------
www.nihat-genc.com: Nihat Genç üzerine açılan sitemiz (
www.nihat-genc.com) hakkında ne düşünüyorsunuz?
Nihat GENÇ: Çok teşekkür ediyorum, uzaktan ve gizlice bir müddet izledim ve bu siteyi hazırlayanların samimiyetine inancım pekişti.
Aslında yıllar yılı daha internet üzerinden konuşmak düşüncesinde değildim, çünkü hem yazıyor hem konuşmalarımı hazırlıyor ve yoğun kitap okuyorum, yani boş zaman sorunum hayli fazla. Ama şimdi, konuşma ve yazmaya ara verdiğim vakitler yeni yetişmekte olan genç arkadaşların zarif sorularına ve soylu çabalarına az da katkım olmalı diye düşündüm.
İsmime karşı yapılan iftira suçlamaları hiç ciddiye almadım ve ama mutlaka sünturlu bir cevap vermeyi de ihmal etmedim, ama, şimdi yeni yetişmekte olan onyedi yirmi yaşlarında gençler görüyorum ve tabii ki bu gençlerin benim yıllar öncesinde başıma gelenleri bilmek öğrenmek şansına sahip değiller, bu yüzden, bu genç arkadaşlara burada bir ahlak kavgası veren bir yazar olduğunu ve iftira kampanyası düzenleyenlere karşı amansız bir kavga vermekten hiç yorulmayacak ve bıkmayacak olduğumu söylemek isterim. Yazarlığımın verdiği sarhoşlukla uzun yıllar kim nerede ne dedi ilgilenmeye pek değer bulmadım.
Ben ilk gençlik yıllarımdan beri bilge bir insan olmak istedim, yani bilgi ile ahlakı yanyana getirecek bir soylu uğraşın çocuğu olmak istedim, bu yalnız edebi üslubum değil hayat üslubum olmuştur. Ve kendimi zenginleştirmek için çırpınıp durdum, bazen kendimi kaybedercesine yazarım ama içimdekilerin asla tükenmeyeceğini bilirim, ülkemin özgürlüğü en büyük neşemdir, tüyleri ürperten kelimeler bulmama sebep olan tekbaşınalığımın verdiği güçtür, belki evsiz barksız büyüdüm ama bir büyük bağımsız vatan düşüncesi bu yırtıcı kuşun yuvası oldu, bu ülkenin taşlarıyla otlarıyla konuşmak sanatımın kendisi oldu, ruhumun kendisi, metinlerim hikayelerim ülkemin bağımsızlığına atılmış sevinç nara çığlıklarıdır, işte bu duygularla benden sonra gelmekte olan yeni kuşağa şimşek hızıyla mektuplar yazdım, konuştum bağırdım taviz vermedim, kemiklerimi sertleştiren dudaklarımı kemikleştiren öfke fırtınalarına tutuldum, ülkemizi kilitleyen yazar aydın sorununun en önemli sorusuna hayatımla cevap vermeliydim, kimseye boyun eğmeden yazar olunabilir, kimseye eyvallah demeden yazar olunabilir, kimsenin adamı olmadan yazar olunabilir ve yazar olmak için tanrının ve ülkenin ve tabiatın ve annenin ailenin ve sevdiğin kızların içine soktuğu kelimelerden vazgeçme..
Hergün başka bir kelime ülkesine seyahat ettim, hergün sızılar ağrılar trajediler dertler söylenmemiş türküler bulmak istedim..
Ruhuma şu soruyu sordum, hasta mısın yoksa eksik mi? Yani sen mükemmellik acısı mı çekiyorsun yoksa marazi hezeyanlarla sayıklıyor musun?
Beynimin aşık olduğu bir estetik kavganın içine düştüm ve beynimin kabuklarını derisini yontarak soyarak yazdıklarımdan bir başka biçim bulmaya çalıştım.. Heyecan öfke ve coşkuyu bilginin fikirin önüne koydum. Onlarca kitabı coşkunun öfkenin konusu yaptım. Fikir nasılsa birgün gelecek ve kırklı yaşlardan sonra kapkaranlık küreselleşme emperyalist dağılma çürüme dünyası içinden çırpçıplak bir hakikatin ilk sözcükleri içimde yankılanmaya başladı. Taş parçalar gibi kelimeleri kırdım, acımasız cellatlar gibi kendi hayatımı ve günahlarımı ve yanlışlarımı ve bilinçaltımın oyunlarını muhteşem bir oynun sahnesinde kahramanlaştırdım, yani, yara bere içinde sahneye önce kendim çıktım.
Çok dayak yedim ama sonunda kaygılarımın büyükçe kısmı dağıldı ve içimde ruhumun diplerinde yanan bir kıvılcım gördüm ve kelimelerimi işte bu karanlığı dağıtıp külleri eşeleyip bu kıvılcımdan kelimeleri büyütüp parlatıp temizleyip pırıl pırıl bir hale getirmeye çalıştım, henüz yolun başında sayılırım, oysa geride onyedi onsekiz kitap bıraktım.
Göz kamaştıran bir yeteneğim vardı, tasvir ettiğim eşyayı canlandırmakla kalmıyor onu korkunç uyanık ve sahici nefes alan bir nesne haline getiriyordum. Belki bilmiyorsunuzdur, sanatın her nesnesi nefes alır ve içimizde büyümeye başlar. Acı çeken parçalanmış hayvanlar gibi tanrısına yakaran yüzlerce hikaye yazdım, kahramanlarımı disiplinin bilginin ideolojinin kurbanı yapmadım, hepsinin soluk alışlarını düzenleyen bendim ama düzen düzenlemeye asla inanmıyordum, hikayelerimi yazarken kullandığım iksirin sırrını hala açıklayamam, ancak metinlerimin zevkli coşkulu iniş çıkışları sizi bilmem ama benim hala gözlerimi yaşartır, ferahlamak için değil sıkı bir kavga amansız bir hesaplaşma için kaleme aldım. En yakınımdaki insanlar dahi metinlerimin neden parçalanıp dağıldığını bilmiyor merak etmiyor sormuyor ve hatta en yakınlarımdakiler dahi gözlerini ekranlardan gazetelerden şöhret olmuş insanların kupkuru sabun köpüğü eserlerinden ayırmıyordu. Onların yüzüne karşı, bakın, sizin ekranlardan ya da gazetelerden yaptığınız şöhreti elinizden birgünde alırım, ekranları marifet saymayın, üstünlük karizma saymayın, aslolan eserdir, dedim ve gün geldi onların çok güvendiği ekran şöhretlerini ekrana çıkıp bir saatte altüst ettim.
Ben kitap ve makalelerime gömüldükçe tanıdığım yazarlar ya kitaplarını tanıtmak için birilerine sığınıyor, onların dergi gazete ya da kitap dergilerinde paralı eleştirmenler tutuyor ve yıllarını bu ilişkilerle heba ediyordu.
Hep sorarım kendime, ne yapıyor bu adiler, asolan makaledir, hikayedir, kitaptır, bunlar sırf isimlerini şöhret yapmanın sarhoşluğuyla her kucağa oturuyorlar, ya sonra halleri nice olacak. Eğer yazdığınız hikayeler sizi tatmin etmezse içinizdeki bu boşluğu başka tür araçlarla ödül gibi şöhret gibi dolduramazsınız, bu yüzden, şöhret oldukça hırslı daha vahşi daha doymaz iştahı para ün için kabarmış bir tuhaf yaratık olursunuz.
Neyse bu cevap uzar, daha buradayız, aylar boyunca tartışır konuşuruz.
-----
www.nihat-genc.com: Nihat Genç bir edebiyatçı olarak yaşamakta olduğumuz ramazan ya da kendi çocukluğunun ramazanları hakkında neler söyleyebilir?
Nihat GENÇ: Önce şunu söyleyeyim benim büyüdüğüm şehirde Allah"ın adıyla minarelerden minarelere mahallerden mahallere okunan o kutsal çığlıklar daha keskin yankılanırdı ve ezan sesleri sokakları ruhumuzu ötelerin gölgeleri gibi doldururdu ve ezanlar sanki her yerden geliyor ve o kutsal çığlıkların serin okşayıcı bir tadı vardı.
Benim büyüdüğüm şehirde minarelerle aynı boyda yanyana ağaçlar kaldırır başlarını ezanların gittiği yöne doğru bakardı.
Benim büyüdüğüm şehirde ramazan günleri mahalle sarhoşları pavyonda çalışan ağbiler bile akşam vakitleri mahalle imamından daha dindar olurdu, dindarlıkları camiiye yakın bir kahvenin duvarı dibinde donuk sessizlikleri ve mübarek günlerin başka bir raya taşıdığı samimi heyecanlarıyla başbaşa kalmaktı bir zaman elden ayaktan çekilmek gibi.
Benim büyüdüğüm şehirde sert poyrazlar olurdu ama ramazan akşamları mutlaka güneyden bir kıble rüzgarı gelir buralar müslüman toprağı deyip poyrazları geldiği sibiryalara geri kovardı.
Benim büyüdüğüm şehirde oruç yaklaştıkça üç dört katlı biçimsiz dökme taşlar evlerin çatılarına sessizce kubbeler yerleşir, her evin başında hale gibi o çelimsiz biçimsiz evler evliya kuvvetiyle sağlamlaşırdı.
Benim büyüdüğüm şehirde iftar akşamları sislere karışık mavi odun ateşi şehre çöker oruç vakti dereler dahi şırıltısını keserdi.
Benim doğduğum şehirde iftar yaklaştıkça mahalle bakkalının başında sanki evliya sarığı olurdu.
Benim doğduğum şehirde iftara yakın Hindistan gibi kalabalık pazarlar yerleri top atıldığında çöl gibi boşalır, iftar akşamları ezanlar Urfa gazelleri gibi can yakardı.
Benim büyüdüğüm şehirde iftar saatine doğru annemin una bulanmış elleri usul usul yanıp salkımlaşmış mumlar gibiydi, kapımızı biri çalsa türbesinden ayaklanmış Gül Baba gibi kutsal bir hürmet görürdü.
Benim büyüdüğüm şehirde oruç vakti sokaklardaki dilenciler öte dünyalardan bizleri imtihan için biçim değiştirerek dönmüş azizler gibiydi.
Benim büyüdüğüm evde iftar sofrasında zeytinlerin her biri kutsal bir hürmet görürdü, yenilmek çiğnenmek yutulmak için değil sanki hürmet için soframızın en soylu misafirleri gibi ihtimam görürdü ve zeytinler gibi sessiz kandillerin yanmasını beklerdik.
Benim büyüdüğüm şehirde iftara geç kalan kimseyi görmezdik, herkes zamanında bir aceleyle mutlaka sofrasının başında olurdu ve sanki sofranın başında olmak Allah"ın hoşlandığı en güzel şeydi. Sofraya geç kalmak ayıpların en affedilmeziydi.
Benim büyüdüğüm evde iftar sofrasına mutlaka taze bir pide girerdi, susamlı göbekli pideler ramazandan ramazana hasretini çektiğimiz Osmanlı gibi birşeydi.
Benim büyüdüğüm evde iftar sofrasında hiç konuşulmaz ve yalnız annemin babamın hatırlattığı fakir yoksul insanları konuşur onları düşünür onların da bir sofrası sahibi olması için sessiz hıçkırıklarla dolu dualar ederdik.
Benim büyüdüğüm evde her iftar saati annem mutlaka sahipsiz yoksul başına kötülükler gelmiş bir komşumuzun acıklı hikayesini sofraya taşır o derin yoksulluğu kutsal sessizliğimiz ve açlığımızın keskinliğiyle kemiklerimize Allah"ın ayetleri gibi boğazımız düğüm düğüm yazardık.
Benim büyüdüğüm evde her birimiz mutlaka evin mutfak telaşına karışır mutlaka hepimiz sırayla elimizi bir başka tür yıkar ve sofrada hiç kimse bir başkasının önüne uzanmazdı. Benim büyüdüğüm evde iftar sofrasında zeytinler hurmalar portakallar dilimlenirken annemiz sanki Allah"ın huzurunda hukuk adalet imtihanından geçiyormuş gibi hayatında hiç olmadığı kadar adil davranırdı.
Benim büyüdüğüm sokaklara iftar sonraları karanlık bastıkça başka tür kandiller yanar beyaz tülbentli genç kızlar anneleriyle acele adımlarla dünyanın merkezi camiilere dolardı.
İftar sofrası kırlangıç kuşları gibi sokaklarda koşuşur kara selvilerin iri gövdelerine saklanır mezarlıkta saklambaç oynardık.
Büyüdük artık zeytin aynı zeytin hurma aynı hurma aynı ezanlar aynı sessiz iftar saatleri, şükrolsun anneme diyorum şükrolsun büyüdüğüm sokaklara tadı bozulmadı iftarların inşallah annem gibi tadını bozmadan bölüştürürüz zeytinleri, çocuklarımız da tadını bozmaz iftar sofralarının..
----
www.nihat-genc.com: Nihat ağbi, bu akşam aldığımız habere göre RTÜK son konuşmanızdan dolayı proğramınızı yasaklama kararı almış. Haber doğru mu?
Nihat Genç: Geçen hafta yaptığım konuşmanın son bölümünde Serdar Akinan bana kamuoyunda geyiği çevrilen ll. cumhuriyetçilerin takım kurmasından bahis açtı ve ben de Anadolu"da trübinlerde eskiden bu takımlar için ruhsuz ibneler milyonluk eşekler aldıkları paranın hakkını vermiyorlar benzeri slagonlar atıyorlardı şeklinde cevap verdim, işte bu ifadelerden dolayı hakkımda ilk defa bir yayın durdurma cezası geldi.
Cezanın şekli şu, ya özür dilemeliymişiz ya da iki hafta Serdar Akinan"a ve bana yayına çıkmama cezası. Ben telefonda Serdar"a asla özür dilenmeyeceğini, yayına çıkmama cezasını kabullenelim, dedim. Cezayı öğrendiğim saatlerde NTV"de Cem Yılmaz ile Çiğdem Onat Müjde Ar"ın katıldığı proğramı izliyordum ve dakikalarca erkek kaplanın erkeklik organın yenmesi üzerinde ve imalı göndermelerle cinsel olarak yenmesi üzerine espriler yapıldı ve bu cinsel organ yeme esprisi bir süre uzadı gitti ve kendime, bu yasaklamalar kime neye göre yapılıyor.
Benim şahsi fikrim şudur, Türkiye"de halkın kitlelerin en çok beğendiği izlediği konuşmalar tartışmalar yayınlıyoruz, bu proğramlardan şikayeti olan tek kişi olduğunu sanmıyorum, en azından ben karşılaşmadım, ancak, eminim ki, ll. cumhuriyetçilerin Zahid Akman"a beye bir şikayetleri sözkonusudur, tabii herkesin şikayeti kanuni haklarıdır. Bu benim tahminim. Ben tahminlerime hislerime duygularıma güvenerek bugüne geldim. Zahid Akman beyin daha kimlerin telefon şikayetlerinin etkisinde kaldığını bilmiyorum. Ancak Zahid Akman bey şunu bilsin, bir, zalimler karşısında susan dilsiz şeytandır, beni kimse susturamaz, ikincisi, ll. cumhuriyetçilerin yüzde 47 oy sonrası islamcı faşist bir diktatörlüğe doğru yürüdüklerini hissediyorum, çünkü, beğenmediği istemediği sevmediği insanları bir şekilde cezalandırma yoketme huyları yeni değil.
Ne oligarşi tanırım ne faşist diktatörlük ne de ll. cumhuriyetçilik, ne de ll. cumhuriyetçilerin telefon şikayetleri yani faşist diktatörlüğün komiser ajanları gibi çalışmalarını yemem, dinlemem. Ben kelimelere hepsinden çok hakimim, bundan sonraki konuşmalarımda bu şeytanların dillerini şikayetlerini komserliklerini kimseye muhtaç olmadan tek başıma kelimelerim edebiyatım ve konuşma tekniğimin gücüyle ödüllendirmeye devam edeceğim.
Ben şimdi size ll. cumhuriyetçilerin ajan komserlik yapıp ihbarda bulunduklarını nasıl ispatlayabilirim, ama, kimlerin rahatsız olduğunu ve bu kimlerin nasıl tepki verdiklerini gayet iyi bilecek kültürde ve yaştayım. Onları kelimelerimle durmaksızın kırbaçlayacağım.
Dün bir bugün iki, beyler bakıyorum ne çabuk ihbarcılığa şikayetlere başlamışlar, beyler ne çabuk bağımsız olması gereken kurumları etki altına almaya başlamış.. Hani özgürlüktü, hani ifade serbestti, bu ülkenin tarihine dinine hakaret edenler küfredenler soykırım barbar faşist ırkçı ithamlarda bulunanları fikir özgürlüğü adına savunurlar, korurlar, hatta cumhurbaşkanımız Gül dahi onları över, ama, ifadeleri sertleşen bizler olunca, ifade özgürlüğü kalmaz ve komserler hemen harekete geçer.
Genç arkadaşlar şunu iyi bilsinler, bu insanlar kendilerini imtiyazlı bir sınıf olarak görüyorlar ve tüm hak ve hürriyetleri bu imtiyazlı sınıf için savunuyor ve çıkarıyorlar, aynı hakları alttan gelenler yoksullar çaresizler, kimsesizler, bizler kullanmaya başladığımızda hemen yasaklar hemen komserliğe faşistliğe başlarlar..
Bunları kelimelerimle cezalandırmak boynumun borcu olsun.....
_________________
Fikir Meydanında görev almak isteyenler,
Nihat-genc.com a destek olmak isteyenler lütfen bizimle iletişime geçiniz.
MSN i Tüm Üyeler Ekleyebilir...
[email protected]
__________________
Susturulamayan KALEM