Diyanet İşleri Başkanlığı’nca (DİB) Ankara’da temeli atılan 5 bin kişilik camide “devlet büyükleri”ni ağırlama mekânları da olacakmış!
Eskişehir Yolu’ndaki DİB arazisinde yükselecek dev camide 2 bin araçlık otopark, 320 kişilik Diyanet evi, 100 çocukluk kreş, kütüphane, kongre ve spor salonları, TV stüdyosu bulunacak; metroyla bağlantısı kurulacak; kadınlara özel abdesthaneler ayrılacak; yaşlılar ve engelliler için yürüyen merdivenler ve asansörler olacakmış...
DİB Başkan Yardımcısı İzzet Er’in tanımlamasıyla Türkiye’nin bu ilk “neoklasik” camisi “3 dönüm”e oturacak; maliyeti olan 15 milyon dolar “hayırseverlerin bağışları”yla sağlanacakmış...
‘İlim’ dışı..
Bunları okuduğumdan beri, hem dinimizin hem de mimarlığımızın “dinci siyaset” tarafından böylesine hırpalanması karşısında ne denebileceğini düşünüyorum; bulamıyorum...
Dünya sanat tarihinin en zengini olan “görmüş geçirmiş” uygarlık birikimlerimizin sonucu, böylesine “görmemişlik” mi olmalıydı?
İnsanlığın hayran kaldığı o “yalın ve zarif cami kültürümüz”ün sonucu böylesine “gösteriş” düşkünlüğü mü olmalıydı?
Cumhuriyetin başkentinde, “din”le ilgili en üst “devlet kurumu”nun cami projesi, böylesine “ilim dışı” kararlarla mı tasarlanmalıydı?
Ne demeli bilmem ki?
‘Büyüklük hesabı!..’
Önce büyüklüğünden başlarsak; yine Er’in dediğine göre, Diyanet’teki 1000 personel, “komşu” Atatürk Hastanesi, yeni yapılacak Danıştay ve Tarım Bakanlığı binaları ile yakındaki Mustafa Kemalpaşa Mahallesi nedeniyle 5 bin kişide karar kılınmış! Genelkurmay Başkanlığı da şehitlerimizi bu camiden kaldırabilirmiş! (NTVCNBC haberi)
Bir ibadet yapısının kapasitesi için, bölgede yaşayan ve çalışan “herkes”in; üstelik “aynı an”da ve hatta çoluk-çocuk geleceklerini varsaymak, şehirciliğin “ş”sini bilmemek demektir. Bu “zorlama” hesap tarihte de yapılsaydı, mahalle camileri bile Süleymaniye kadar olurdu.
Bölgedeki binlerce kişinin “eksiksiz” camiye dolacağı nasıl bir rüyadır?
Nitekim benzer anlayışla Adana’da yapılan 20 bin kişilik cami, 1988’deki açılış töreni de dahil, 20 yıldır bir kez olsun yarısına kadar dahi dolmadı; nice abartılmış büyüklükteki yeni caminin ısıtma ve aydınlatma giderleri karşılanamaz halde; çoğu bakımsızlıktan dökülüyor...
Şimdi Diyanet Camisi’nde de aynı aymazlık yineleniyor. “Bağış”la yapılsa bile yazık değil mi o paralara?
Protokol düşkünlüğü
Camide devlet büyüklerine “protokol mekânları” ayrılmasına ise acaba şu ünlü din uzmanlarımız ne diyorlar; henüz öğrenemedik…
Projenin mimarı Salim Alp demiş ki; “Devlet ricali camiye geldiği zaman, hiç olmazsa 5-10 dakika bekletecek, misafir edecek, abdestlerini alabilecekleri bir mekân hazırlandı...”
Bunun “camide VIP” şeklinde yorumlanmasını eleştiren proje koordinatörü Mimar Semih Tuncer de şunu söylemiş; “İmamın makamı ve konukları karşılayacağı bir oda var...” (20 Kasım 2008-Milliyet)
Yine tarihimize baktığımızda, ne Selçuklu’da ne de Osmanlı’da bu tür “özel ağırlama mekânları” var. İster sultan ister en gariban olsun, “herkes -o mekânda- eşit”tir. İmamın da öncelikle bu felsefenin temsilcisi olarak şatafatlı makam odası olamaz. Hatta en görkemli caminin “imam evi” bile konak gibi değildir; en alçakgönüllü mimariyle yapılır...
Diyanet Camisi’nde ise örneğin başbakan, cumhurbaşkanı ya da bakanlar geldiğinde önce imamın saray yavrusu makam odasına alınacaklar. Belki özel bir kapıyla “halkın arasına karışmadan” namaza durup, en öndeki protokol sırasında saf tutacaklar!
Çok merak ediyorum; acaba TMMOB hakkında “denetleme” başlatan Gül buna ne diyor?
“Kente karşı suç” projelerine dava açtıkları için mimarlara ve mühendislere de çatmaya başlayan Erdoğan ne düşünüyor?
Diyanet camiyi “yeni huzur adresi” olarak tanıtacakmış. Bence “yeni gösteri(ş) merkezi” derlerse daha uygun düşecek...
KAYNAK
Eskişehir Yolu’ndaki DİB arazisinde yükselecek dev camide 2 bin araçlık otopark, 320 kişilik Diyanet evi, 100 çocukluk kreş, kütüphane, kongre ve spor salonları, TV stüdyosu bulunacak; metroyla bağlantısı kurulacak; kadınlara özel abdesthaneler ayrılacak; yaşlılar ve engelliler için yürüyen merdivenler ve asansörler olacakmış...
DİB Başkan Yardımcısı İzzet Er’in tanımlamasıyla Türkiye’nin bu ilk “neoklasik” camisi “3 dönüm”e oturacak; maliyeti olan 15 milyon dolar “hayırseverlerin bağışları”yla sağlanacakmış...
‘İlim’ dışı..
Bunları okuduğumdan beri, hem dinimizin hem de mimarlığımızın “dinci siyaset” tarafından böylesine hırpalanması karşısında ne denebileceğini düşünüyorum; bulamıyorum...
Dünya sanat tarihinin en zengini olan “görmüş geçirmiş” uygarlık birikimlerimizin sonucu, böylesine “görmemişlik” mi olmalıydı?
İnsanlığın hayran kaldığı o “yalın ve zarif cami kültürümüz”ün sonucu böylesine “gösteriş” düşkünlüğü mü olmalıydı?
Cumhuriyetin başkentinde, “din”le ilgili en üst “devlet kurumu”nun cami projesi, böylesine “ilim dışı” kararlarla mı tasarlanmalıydı?
Ne demeli bilmem ki?
‘Büyüklük hesabı!..’
Önce büyüklüğünden başlarsak; yine Er’in dediğine göre, Diyanet’teki 1000 personel, “komşu” Atatürk Hastanesi, yeni yapılacak Danıştay ve Tarım Bakanlığı binaları ile yakındaki Mustafa Kemalpaşa Mahallesi nedeniyle 5 bin kişide karar kılınmış! Genelkurmay Başkanlığı da şehitlerimizi bu camiden kaldırabilirmiş! (NTVCNBC haberi)
Bir ibadet yapısının kapasitesi için, bölgede yaşayan ve çalışan “herkes”in; üstelik “aynı an”da ve hatta çoluk-çocuk geleceklerini varsaymak, şehirciliğin “ş”sini bilmemek demektir. Bu “zorlama” hesap tarihte de yapılsaydı, mahalle camileri bile Süleymaniye kadar olurdu.
Bölgedeki binlerce kişinin “eksiksiz” camiye dolacağı nasıl bir rüyadır?
Nitekim benzer anlayışla Adana’da yapılan 20 bin kişilik cami, 1988’deki açılış töreni de dahil, 20 yıldır bir kez olsun yarısına kadar dahi dolmadı; nice abartılmış büyüklükteki yeni caminin ısıtma ve aydınlatma giderleri karşılanamaz halde; çoğu bakımsızlıktan dökülüyor...
Şimdi Diyanet Camisi’nde de aynı aymazlık yineleniyor. “Bağış”la yapılsa bile yazık değil mi o paralara?
Protokol düşkünlüğü
Camide devlet büyüklerine “protokol mekânları” ayrılmasına ise acaba şu ünlü din uzmanlarımız ne diyorlar; henüz öğrenemedik…
Projenin mimarı Salim Alp demiş ki; “Devlet ricali camiye geldiği zaman, hiç olmazsa 5-10 dakika bekletecek, misafir edecek, abdestlerini alabilecekleri bir mekân hazırlandı...”
Bunun “camide VIP” şeklinde yorumlanmasını eleştiren proje koordinatörü Mimar Semih Tuncer de şunu söylemiş; “İmamın makamı ve konukları karşılayacağı bir oda var...” (20 Kasım 2008-Milliyet)
Yine tarihimize baktığımızda, ne Selçuklu’da ne de Osmanlı’da bu tür “özel ağırlama mekânları” var. İster sultan ister en gariban olsun, “herkes -o mekânda- eşit”tir. İmamın da öncelikle bu felsefenin temsilcisi olarak şatafatlı makam odası olamaz. Hatta en görkemli caminin “imam evi” bile konak gibi değildir; en alçakgönüllü mimariyle yapılır...
Diyanet Camisi’nde ise örneğin başbakan, cumhurbaşkanı ya da bakanlar geldiğinde önce imamın saray yavrusu makam odasına alınacaklar. Belki özel bir kapıyla “halkın arasına karışmadan” namaza durup, en öndeki protokol sırasında saf tutacaklar!
Çok merak ediyorum; acaba TMMOB hakkında “denetleme” başlatan Gül buna ne diyor?
“Kente karşı suç” projelerine dava açtıkları için mimarlara ve mühendislere de çatmaya başlayan Erdoğan ne düşünüyor?
Diyanet camiyi “yeni huzur adresi” olarak tanıtacakmış. Bence “yeni gösteri(ş) merkezi” derlerse daha uygun düşecek...
KAYNAK