Necip Fazıl'ın Dilinden Dersim Katliamı!

H.MEŞAL

Banned
Katılım
1 Ocak 2009
Mesajlar
69
Reaction score
0
Puanları
0
En aşağı 50.000 müslümanın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, kalın hatlarıyle bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve mânasıyle tesbit ettiğimiz bu facianın, tarihte bir benzeri gösterilemez.


Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki mâsum çocuğun Hozat Kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderilmesi... Kendisinin öğretmen ve köy halkıyle alâkasız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir gencin, kalasla itilip alevler içine atılması ve karşı -sında sigara içilmesi... Buğday sapları üstünde yakılan, daha evvel kurşunlanmış bütün bir köy halkı... Annesinin karnından sivri uçlu âletle çıkartıldıktan sonra yaşamakta devam eden ve hala topuğunda bu sivri uçlu âletin izini taşıyan çocuk... Bir dere içinde boğazlanan ve bu fiili yerine getiren cellâdın bulunması bir hayli zorluğa yol açan yirmi mâsum... Ve buna benzer daha neler, dalıa neler!..

n6458088256487815926ay3.jpg


Cesetleri değil, mânaları muhakeme ve idam eden tarih, bakalım bu 50.000, çocuk, genç, ihtiyar, kız, kadın, hasta, alil müslüman cesedine karşılık kaç ferdin mânası üzerinde ebedî idam karari verecektir?

Elâzığ Ortaokulunda okuyan iki çocuk... Tatili geçirmek üzere memleketleri olan Hozat'a geliyorlar ve facianın tam üstüne düşüyorlar. Hozat yakınlanndaki köylerine geldikleri zaman babaları Yusuf Cemil'in öldürtülmüş olduğunu öğreniyorlar ve ağlama ya başlıyorlar. Onlara şu karşılık veriliyor:
"- Sizi de onun yanına götüreceğiz!"

Çocuklar odadan sürükletilerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. Böylece babalarnin yanına gönderilmişlerdir.
Her evi ayrı ayrı tutuşturulduktan sonra dört bir etrafı ayrıca çalı çırpı içine alınıp alev alev yakılan bir köyden, deli gibi bir adam çıkıp, çalı yığınları gerisinde manzarayı seyredenlere doğru ilerliyor ve haykırıyor:
"Durun, ben köy ahalisinden değilim! Muallimim! Müsaade edin, kendimi size isbat edeyim!"

Fakat sözüne mukabele, bir kalasla itilerek alevler içine atılması oluyor. Adam, evvelâ göğsünün kılları tutuşarak alev alev yanarken, çalı yığınlari gerisinde âmir, zevk ve istihza ile sigarasını içmektedir. (Bu vak'a, bana, 1944 yılında, Eğridir'de askerliğimi yaparken, resmî şahıslar huzurunda, yanan adama karşı sigarasını zevkle içtiğini söyleyen Amirden bizzat dinleyenlerce anlatılmıştır.)
Yusuf Cemil'in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürtülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. Öldürülenler arasında, Elâzığ'da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan Rüstem adında biri de vardır. Bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüvviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla berabır, kurşunlanıyor.

Hozat'ın Karaca köyünden Cafer oğlu Kasım... Bu adam, o tarihten 30 sene kadar evvel Amerika'ya gitmiş, orada 15 yıl kalmış, epeyce para kazanmış ve sonra köyüne dönmüştür. Kasım, Amerika dönüşünde, Birinci Dünya Harbinde Kafkas cephesi
Köprüköy muharebesinde şehit düşen kardeşi Yüzbaşı Şükrü'nün iki çocuklu karısı Şirin Hatun'la evlenmiş, Hozata gelip yerleşmiş, orada bir mağaza açmış ve ticarete başlamıştır. Hükûmetle de bazı taahhüt işlerine girişmektedir. Dersim hareketi esnasında, işbu Cafer oğlu Kasım, taahhüt bedelinden alacağı olan 6.000 lirayı tahsil etmek üzere Ovacık Kaymakamlığına müracaat ediyor. Muamelesini tekemmül ettirip parayı kendisine veriyorlar.

Muamele biter bitmez "Seni Hozat'tan çağırıyorlar!" diyerek,onu, mahfuzen yola çıkariyorlar. Cafer oğlu Kasım, kasabadan ayrıldıktan bir saat sonra jandarmalara öldürtülüyor. Koynundaki 6.000 lira da, iki alâkalı idare âmiri arasında taksim ediliyor.


Zavallının zevcesi Şirin Hatun, o esnada, dört çocuğuyla birlikte, komşularına oturmaya gitmiştir. Kadın, evine döndüğü zaman bir de görüyor ki, kapısı kırılmiş ve bütün eşyası etrafa dökülüp saçılmıştır. Haykırmaya başlıyor:

"- Yetişin, evimize eşkiya girdi!.."

Bu feryadına karşılık olarak kadın, kapısının önünde, çocuklarıyla beraber öldürülüyor ve dolgun miktarda altını, parası ve eşyası yağma ediliyor.
Bu arada Hozat'ın Zımbık köyünde (Şekspir)in hayaline bile taş çıkartacak, bir vak'a cereyan etmektedir. Erkekleri tamamıyle doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu âletle (süngü) öldürülüyor.Oldurulen kadinlar arasinda biri doğurmak üzere bir gebedir. Bu kadının karnına giren sivri uçlu alet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sag olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. Muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar,emzirtip büyütüyorlar ve ona "Besi" adını koyuyorlar. Bu kız bugün hâlâ aynı köyde ve hayattadır. Sivri uçlu alet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hâlâ bu yarayı topuğunda taşimaktadır.
seyitrza.jpg


(24 yil evvelki Büyük Doğu 'lardan)


Hozat'ın Dolantanır köyünden Veli isminde bir genç, Elâzığ Muallim Mektebinde okuduktan sonra öğretmen olarak Trakya'ya gönderilmiş, orada evlenmiş, 3 çocuk sahibi olmuş ve tam da Dersim hareketi başlamak üzereyken, karısı ve çocuklarıyle, yaz tatilini geçirmek üzere köyüne gitmiştir. Genç muallimin köyü, erkekli ve kadınlı, çocuklu ve ihtiyarlı doğranırken, kendisi, karısı ve çocukları da aynı âkıbete mahkûm edilmiş ve cesetleri yakılmıştır.

Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta... Merhamet sahiplerinden biri, birle on yaşı arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır.Vazivet birden haber aliniyor.

Cocuklarin oldurulmeleri emriveriliyor. Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur edemiyor. En katı yürekliler bile, böyle müdafaasız mâsumlara silâh kullanamayacaklarını söylemeye mecbur kalıyorlar. Tecrübe birkaç defa akamete uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor. Nihayet en kara yüzlü çingenelerden daha karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 mâsumun işi bitiriliyor.

Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmustur.
Celâl Bayar'ın Başvekil ve Mareşal Fevzi Çakmak'in Genelkurmay Başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden Dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularimizin hayaline ve istikbaldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat çizgisi halinde budur! Dayandığı tek sebep de birtakım âsâyişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu'yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu İslâmi rengidir.

Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğuııun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.


SON DEVRiN DiN MAZLUMLARi
NECIP FAZIL KISAKÜREK

(Son Devrin Din Mazlumlari, Büyük Doğu Yayınlari 10. basim, Nisan 1990, adlı kitabının DOGU FACİASI bölümünden aynen alınmıştır.)
19 Kasım 2009,Anadolu Haber Günlüğü
 
teşekkürler Üstad'ın kaleminin ne kadar güçlü olduğunu anlıyoruz yine
 
hepsi yalan Dersim katliamı diye Aklınız sıra Laik demokratik cumhuriyete vuracaksınız değilmi, üç beş kişinin ifadesi ile koskoca bir devleti ve onun önderini aklınız sıra kirleteceksiniz...

Bu konu Sivas, Çorum, Maraş katliamlarına benzemiyor.
Bu konu Madımak katliamından farklı.

Eğer Kurtuluş Savaşı sırasında çıkartılan isyanlar, cumhuriyet dönemindeki feodal kalkışmalar Alevilere maledildiği takdirde Alevilere en büyük iftira yapılmış olur.
Bir hırsızın, bir katilin, bir sapığın mezhebine bakıp “bu sünniymiş” diyerek ne tüm sünniler karalanabilir, ne de “bu aleviymiş” diyerek tüm Aleviler.
Seyit Rıza’nın mezhebi Alevi olabilir.
Ama yaptığının Alevilikle bağdaşır hiçbir yanı yoktur. Yandaşları ona Alevi diye katılmamışlardır, eşkiyalıklarından, kanun-kural tanımamazlıklarından, uşaklıklarından, akrabalıklarından, aşiret dayanışmasından ve feodal zihniyetlerden dolayı katılmışlardır.

Özellikle sosyalistleri istedim bu konuyu tartışmak için.
Çünkü Seyit Rıza gibi feodal gericilerin isyanları nasıl ilerici isyanlarmış gibi lanse ediliyor?
Nasıl solcuları, sosyalist sempatizanları aldatıyorlar utanmadan?
Stalin kolhozculuğu yerleştirebilmek için az isyan bastırmadı, az feodal öldürülmedi.
Burjuva devrimleri karşısında direnenler daima gerici görüldü ve bu burjuvanın bu hareketi sosyalistlerce daima alkışlandı. Açın Komünist Manifesto’yu okuyun. Marks-Engels ne demiş görün.
Bu ikiyüzlü yaranma politikaları gerçek sosyalistlerin işi değil. Deniz’ler Mahir’ler bunu yapmadılar.
Bunlar “devlet ve devrim” politikalarını, devlet düşmanlığıyla, Atatürk düşmanlığıyla karıştırıyorlar.

Atatürk Osmanlı içinde bölücülük yapıp farklı bir ülke, farklı bir devlet kurmak istemedi.
Yıkılmış bir devleti, ezilmiş bir milleti yeniden kurdu.
Sevr Antlaşması resmi tarihin uydurması değil.
Kalkıp da osmanlı toprakları içinde bir bölgeyi Osmanlı’dan ayırmadı, bölmedi.
Bağımsızlık, kurtuluş mücadelesi verdi.
Ama daha bu mücadele verilirken İngilizlerin kışkırtmasıyla Cemil çeto isyanı, Koçgiri isyanı, Milli Aşiret isyanı vb. hain ayaklanmalar vukubuldu.

Şeyh Sait isyanı, Ağrı isyanı ve Dersim isyanları da Kurtuluş Savaşı sırasındaki isyanların uzantısıdır, devamıdır.

Bu isyanları bire bin katarak iftira haline dönüştürdüler.
 
Tunceli’nin eski adının Dersim olduğu bile yalandır.
Tunceli’nin eski adı Mamekiye’dir.
Dersim ise çok daha geniş olan Bingöl’ü, Elazığı’da içine alan bölge adıdır.

Tunceli Kanununun mecliste kabul tarihi 25 Aralık 1935.
Resmi gazetede yayınlanma tarihi 2 Ocak 1936.

Kanunun amacı, Cumhuriyet idaresi ve kanunlarını tanımayan, başına buyruk aşiretler birliğinin hükümranlığına son vermek. Devrim ve reformları tüm vatandaşlar gibi Tunceli halkına da kabul ettirmek.
Örneğin soyadı kanunu. Her vatandaş soyadı almak zorunda. “Biz kabul etmeyiz” denebilir mi?
Vali, kaymakam, nahiye müdürü, muhtar vb. mahalli idareleri her vatandaş kabullenmek ve uymak zorunda.
Ama o bölgede “devlet içinde devlet” zihniyeti mevcut. Yol yapılmasına, köprü yapılmasına, okul yapılmasına karşı çıkarlar. Askerliği reddederler. Diğer vatandaşlara göre kendilerine imtiyaz isterler. Vergi ya vermezler, ya kafalarına göre vermek isterler. Suçluyu teslim etmezler. Mahkemeleri, cezaları kendileri halletmeye kalkışır. Çevre il ve ilçelerde eşkiyalık yapar, Tunceli’ye saklanırlar. Hepsi silahlı. Adam öldürmek, adam yaralamak gırla gidiyor, hesap sorabilen yok.
O zamana kadar tüm barışcıl müdahalelere karşı koymuşlar, silaha sarılmışlar.
Dolayısıyla bu kanun olağanüstü hal kanununu andırıyor bir anlamda ama geçici bir kanun.
Memleketin diğer illeri statüsüne geçinceye kadar işletilmek üzere çıkarılmış.
Kanunu katliam amaçlı nitelendirenler var, ki hiç ilgisi yok.

İdari kanunların ilk 7 maddesini vereyim. Devamını internetten bulabilirsiniz:

Madde 1. Tunceli vilayetine ordu ile irtibatı baki kalmak ve rütbesinin selahiyetini haiz bulunmak üzere korkomutanı rütbesinde bir zat vali ve kumandan seçilir.
Vali ve kumandan usulü veçhile milli müdafaa vekaletinin muvafakati alınmak şartile dahiliye vekilinin inhası ve icra vekilleri heyeti kararile tayin olunur.
Bu vali ve kumandan teşkil edilen dördüncü umumi müfettişliğin de umumi müfettişidir.

Madde 2. Vali ve kumandan vilayet umur ye muamelatında ve vilayet memurları hakkında vekillerin kanunen haiz oıdukları bütün selahiyetleri haizdir .
Vali ve kumandan lüzum gördüğü takdirde vilayeti teşkil eden kaza ve nahiyelerin hudud ve merkezlerini değiştirir ve keyfiyeti dahiliye vekaletine bildirir.

Madde 3. Bu vilayetlerin kaza kaymakamları ve nahiye müdürleri usulü dairesinde milli müdafaa vekaletinin muvafakati alındıktan sonra vali ve kumandanın inhası ve dahiliye vekilinin tasvibi üzerine kararname ile ve orduya irtibatları baki kalmak şartile muvazzaf subaylardan dahi tayin olunabilir.
Bunların ve vilayet kadrosunda iş gören subayların hak ve kıdemleri mahfuzdur. buradaki hizmetleri askeri hizmetten sayılır ve maaşları rütbelerine göre milli müdafaa vekilliği bütçesinden verilir.

Madde 4. Tayini vali ve kumandana ait memurların ve mustahdemlerin harcirahları geldikleri yerden memur oldukları mahalle kadar verilir.

Madde 5. Vali ve kumandan vilayette kullanılan askeri memurlar hakkında inzibati bakımdan askeri kanunların kendisine verdiği disiplin selahiyetini kullanır.
Diğer memurlar hakkında da ihtar ve tevbih cezalarından başka kanunlarm inzibat komisyonlarına verdiği maaş katı, kıdem tenzili selahiyetlerini de resen kullanır ve bu cezalar sicile geçer. sınıf tenzili ve memuriyetten ihrac cezaları inzibat komisyonu kararı ile tatbik edilir.
Hâkimler kanunu hükümleri mahfuzdur. ancak vali ve kumandan adliye memur ve katibleri hakkında hakimler kanunu hükümlerine göre bunların amirleri tarafından verilecek cezaları dahi tatbika selahiyetlidir.

Madde 6. Bu vilayette umumi meclis vazifesini valinin veya tevkil edeceği zatın riyaseti altında vilayet idare heyeti azaları ile kaza kaymakamlarından mürekkeb bir heyet görür. Daimi encümen işini valinin veya tevkil edeceği zatın riyaseti altında defterdar, maarif müdürü, nafıa başmühendisi veya bunların vazifelerini görenlerden mürekkeb bir heyet görür. İdarei hususiyei vilayet kanununun diğer hükümleri meridir.

Madde 7. Vali ve kumandan lüzum gördüğü belediyelerde reislik vazifesini kaymakamlara ve nahiye müdürlerine verebilir.
 
Aşiret yapısı birçok ilde vardı ama Dersim kadar “devlet içinde devlet” şeklinde bir başına buyruk feodal yapı yoktu.
Feodalitenin tasfiyesinden önce, her bölgeye-her aşirete-her vatandaşa devleti tanımayı kabul ettirmek gerekirdi. Feodalitenin tasfiye edilmeyişinden, toprak devriminin yapılmayışından dolayı eleştiririz Atatürk dönemini, bir eksiklik olarak görürüz. Ama bırakın tasfiyeyi, tanınmayı dahi zorla kabul ettirebilmiştir.
Başbakan tanımayan, valiyi, milletvekilini takmayan feodaller mevcuttur.
İslamda bile biat alma vardır. Herkes halifeye biat eder. Biat etmeyen yokedilir, yoksa tehlike arzeder.
Fatih, bırakın biat almayı, kardeşlerin öldürülmesini kanunlaştırmıştır.
Bir örgüt içinde “Ben önderi tanımam, kimseden emir almam” denilebilir mi mesela?
PKK’nın Güneydoğu’da diğer örgütleri nasıl sindirdiğini gayet iyi biliyoruz.
Cumhuriyet de, her bölgede, her ilde kendini ve kanunlarını kabul ettirmek zorundadır.
Ama Dersim kabul etmeyip direniyor.
Örneğin adam köy basıyor, yakıp yıkıyor. Mağdurlar şikayet ediyor. Ne kolluk kuvvetleri, ne devlet suçluları alamıyor. Adalet işlemiyor.

Oğlunu öldüren kişinin aşiretini, köyünü basıyor Seyit Rıza. Taş üstünde taş bırakmıyor. Tüm evleri yakıp yıkıyor. Tüm köylüleri katlediyor. Öyle bir kin ki, mezar taşlarını bile kırıp döküyorlar. Ve cezalandırılamıyor.
Ama kendisi idama giderken “Zulümdür, yazıktır, günahtır” diyor. O köyün masum insanlarına yazık değil miydi?

Şimdi devleti tanımayanın, devletle savaşmayı göze alması gerekir.
Bu durumda da “Öldürdüler, bombaladılar, göç ettirdiler” diye şikayet etmemesi gerekir.
Ne yapacaktı devlet?
Hiçbir anlaşmaya gelmiyorsun. Kanun tanımıyorsun. Tabi ki müdahale edecek.

Zorunlu göç konusunda yazmıştım daha önce. İsyanın iki yıl boyunca bastırılamaması nedeniyle mecbur kalınarak katı yöntemlere başvuruluyor. İsyanda yer aldığı tespit edilen köyler göçe zorlanıyor. Bu doğru değil belki ama başka çaresi de yok.
Tunceli kanunları arasında bu madde mevcut zaten. “Gerek duyulduğu takdirde, lüzumu görülenler başka bölgelere yerleştirme yapılabilir” deniyor. Neler olacağı farkedilmiş ki bu kanunu koymuşlar. Çünkü Osmanlı’da kaç sefer bölgeye müdahale edilmiş, netice alınamamış.

Bunlar hoş değil. Hele çağımızda artık hiç olmaması gerekir.
Ne devlet tarafından, Dersim İsyanının bastırılma yöntemleri örnek alınmalı.
Ne de Kürtler tarafından Dersim İsyancıları örnek görülmeli.

Ayşe Hür’ün kaleminden bir iddia: (Taraf)

Bu olayı Celal Bayar’ın ağzından dinleyelim: “Şimdi, Mareşal, Erkan-ı Harbiye Reisi (Genelkurmay Başkanı), ben başbakanım. Atatürk malum… Üçümüz Dersim’de yapılan büyük ordu manevralarındayız. Manevranın da sonuna gelmek üzereyiz. Üçümüz bir arada ‘Ordunun emniyeti bakımından strateji ne olmalıdır?’, onu görüşüyoruz. İkisi de Birinci Cihan Harbi’nde muharebe etmişler. Ben daha çok izleyiciyim. Malumatları geniş… Oradaki her şeyi biliyorlar. Hatta şahsen casusları bile biliyorlar. Dersim’in o halde kalırsa her zaman ordunun emniyeti bakımından tehlikeli olacağını görüşüyorlardı… O sırada biz konuşurken, Dersimlilerin jandarma karakollarımızdan üç-dört tanesini bastıkları haberi geldi. Atatürk’le göz göze geldik. Birbirimizi anlıyorduk. Atatürk benim yüzüme baktı. ‘Ne olacak?’ dedi. Anlıyorum, orada emniyet tesis edilecek. Ne olursa olsun bana hitap edecekler. Hükümet reisi benim. ‘Anlıyorum efendim, bana hitap edişinizin manasını’ dedim. Atatürk: ‘Sorumluluğu üzerime alıyorum, vuracağız Dersim’i’ dedi ve vurduk…” (Kurtul Altuğ, “Celal Bayar Anlatıyor”, Tercüman, 17 Eylül 1986.)
Bu mülakatta, Celal Bayar, asıl sorumlunun Atatürk olduğunu ima ediyor, ama kendisinin ‘etkisiz’ eleman olduğunu kabul etmek zor.


"Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit" misali, Celal Bayar'ı "etkisiz eleman değil" diyerek Atatürk'ü etkili eleman olarak gösterme ve sanki isyanlara, karakol basmalara rağmen Dersim'e müdahaleyi bir suçmuş gibi lanse etme çabası.
Elbette müdahale edilecekti. Müdahale edilmemesini savunmak mümkün mü?
İsyancılar devleti tanımayacak, devletin yaptığı köprüleri yıkacak, karakolları basacak, askerleri öldürecekler, bunun karşısında devletin başındakilerin "Başka çare yok, vuracağız" kararı eleştirilecek. Nerede görülmüş bu?
 
Dersim’de ölen insan sayısı hakkında çok çelişkili iddialar var.
Bunlar 3-5 binden başlıyor, 55 bine, 80 bine kadar abartılıyor.
İki yıla yakın süren, bir durup yeniden alevlenen, aylarca çatışılan isyanda
en gerçekçi rakam 13.000 küsur kişinin öldüğü şeklinde.
Bu resmi rakam değil. Yıllar süren geniş araştırmalar sonucunda elde edilmiş bir bilgi ama bu da abartı olabilir.

- Ayaklanmanın nedeni belli tabi.
Tümü silahlı olan aşiretlerin hükümranlığında bir bölge. Osmanlı başedememiş, defalarca müdahale edilmiş ama sonuç alınamamış. Bölgede cinayetler, soygunlar oluyor, adalet işletilemiyor. Devlet içinde devlet gibi, feodal bir yönetim var. Devleti tanımıyor. Vali, kaymakam dinlemiyor. Suçluları teslim etmiyor, sahipleniyor. Askere kimseyi göndermiyor, vergi vermiyor. Hizmet kabul etmiyor. Yol, köprü, okul vb. yeniliklere karşı koyuyor. Islah edilmesi için 1935 Tunceli kanunu çıkarılıyor ve bölgeye vali atanıyor. Köprüler, yollar yapılmaya başlıyor ki karakol basıp askerleri öldürüyorlar. Ve isyan başlıyor.

- Sürgünler doğru. 9 yıllık zorunlu sürgün uygulanıyor. Sürgün rakamları da çok abartılı. Ama çoğunluğu Trakya bölgesine olmak üzere yaklaşık 11.000 kişinin göç ettirilildiği bilgisi en doğruya yakın olanı. 9 yılı doldurduktan sonra 1947′de eve dönüşlerine izin veriliyor. Büyük olasılıkla isyanda yer alan aşiretlere mensup aileler seçiliyor.

Zamanın Malatya emniyet müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’in şimdiki CHP milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’yla 1988 yılında yaptığı iddia edilen bir röportajda mağaralara sığınmış çoluk çocuk, kadın yaşlı birçok insanın zehirli gazlarla fare gibi öldürüldükleri, 7′den 70′e tüm Kürtlerin katledildiği söylenmiş:

Taraf gazetesi yazarı Ayşe Hür’e gönderilen bir ses CD’si.
Ayşe Hür yazısında “Çağlayangil’i tanıyan birkaç kişiye dinlettim. Onun sesi olduğunu doğruladılar” diyor.
Bence en başta Kemal Kılıçdaroğlu’na sormalıydı.
Malum ses kasetlerinin nasıl düzenlendiğini iyi biliyoruz.
Ama Kılıçdaroğlu bu konuşmayı doğrularsa inanabilirim.
Fakat cumhurbaşkanlığı vekilliğine kadar yükselmiş ve Dersim’de mahkemelerde sorumluluk almış bir devlet adamı şu cümleleri asla sarfetmez:”Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler.”

Yahu bu Çağlayangil, hem mağaraların yanında, hem 7 den 70′e kesilenlerin yanında, hem mahkemelerde.
Üstelik de 15 kasım 37′de Atatürk bölgeyi geziyor. 18 Kasım’da Tunceli’yi teftiş ediyor. Okul çocuklarıyla konuşuyor. Halk her yerde kendisini coşkuyla karşılıyor.
Bugün cumhurbaşkanı ve başbakan, örneğin Diyarbakır’da böyle bir harekat yaptırsa, katliamlar olsa, önde gelen bir aşiret reisi asılsa, ertesi günü cumhurbaşkanı bölge gezisine gider mi? Halkın karşısına çıkabilir mi?
Akıl var, mantık var. Bir de bu tarafından düşünün bakalım.

Yanlış anlaşılmasın, katliam olmamıştır demiyorum. Ama yansıtıldığı gibi soykırım yapar gibi, hunharca ve iddia edilen sayılarda olmamıştır. Bu iddialar kötü niyetlidir.

Ayrıca “Türklerle aynı gökyüzü altında yaşamak istemiyoruz” diyen bir zihniyetin değerlendirmesini okuyuculara bırakıyorum. Asıl ırkçılık, soykırımcılık bu değil midir?

http://www.dersim.bi…aporu_1995.html

Bire bin katan, herşeyi abartan, iftira eden ve sonunda da ırkçılıklarını ortaya koyan bir zihniyet.
 
Çapulcu feodal derebeyi Seyit Rıza idama giderken “Evladı Kerbelayız, zulümdür, günahtır” demiş ya;

Zulümden şikayet eden bu eşkiyadan daha zalimi çıkmamıştır Dersim’den. Anlatalım:
Seyit Rıza’nın oğlu Bava bir görüşmeden dönerken pusuya düşürülerek öldürülür.
Katilinin Sadoğlu aşiretinden olduğu söylenir.
Seyit Rıza silahlı adamlarıyla aşiretin köyünü basar.
Herkesi çoluk-çocuk-kadın-yaşlı demeden katleder.
Evleri yakar. Taş üstünde taş bırakmaz.
Öyle bir kindir, öyle bir zalimliktir ki bu hırsını alamaz, köy mezarlığına bile saldırırlar.
Mezar taşlarını yerlerinden söker, mezarları parçalar, dağıtırlar.
Yani sağ olanların canını almakla yetinmemiş, geçmişteki ölülerine bile saldırmıştır.
Üstelik katlettiği insanlar da Alevidir.

Bu bilgiyi Alevilerden saklarlar. Açığa vurulsa bir anda gözden düşecektir ama siyaseten gizlerler.

O dönemin ünlü bir Alevi ozanı vardır Dersim’de, adı Sey Qaji.
Seyit Rıza, bu ozandan oğlu bava için bir ağıt yazmasını ister.
Ancak Sey Qaji kabul etmez: “Sen ki Sin’i yaktın, ben senin acına rağmen oğluna ağıt yakamam” der.

Kurtuluş Savaşı sırasında İngilizlerin kışkırtmasıyla çıkarılan Koçgiri İsyanının elebaşılarından Alişer ile Baytar Nuri’yi devlete teslim etmeyip, onlarla yeni bir isyana hazırlanan çapulcu Seyit Rıza’nın hainliğini görelim şimdi:

Tarih: 30 Temmuz 1937

“Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,

Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp, Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor.

Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında
tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930′da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt’ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor.Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini,
kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım.”

Seyit Rıza Dersim Generali

Bu mektubu inkar edemiyorlar ama Seyit Rıza’yı kurtarmaya çalışan zihniyet, mektubu onun yazmadığını, Nuri Dersimi’nin yazdığını iddia ederler. Diğer yalanları gibi bu da yalandır. Bu mektup, işbirlikçi ihanetin belgesidir.
 
seyitrza.jpg


Şu fotoğraf aslında hareketin amacını açıklıyor.Oluşturulmak istenen toplumun gerekirse cebir kullanılarak mutlaka oluşturulduğunu şu fotoğraf pek sarih anlatıyor.

Dayandığı tek sebep de birtakım âsâyişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu'yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu İslâmi rengidir.
 
Seyit Rıza’ya seyitlik babasından kalmıştır. Bu şeyh-seyit denen soytarılar babadan oğula, oğuldan toruna sömürür milleti.
Şeyh Sait ya da Seyit Rıza farketmiyor. Çünkü Şeyh’in karşılığı, Seyit’tir.
İkisinin de isyanı Cumhuriyetedir, devrimleredir.

Türkiye Cumhuriyeti şeyhler (seyitler), dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.” denilmiş o yıllarda.

Aradan geçen 70 yıla rağmen bugün bile ortalık şeyh, seyit, mürit, meczup, ulema kaynıyor.
Aşiretler dimdik ayakta. Ağalar, derebeyleri hala hüküm sürüyor. Bu feodaller partilerde milletvekili olarak yer alıyor. Liberali, sosyalisti bile feodalleri ağzına almıyor, feodalite aleyhine konuşmuyor. Hatta kaypaklığı ve işbirlikçiliği nedeniyle ÖDP’den düşürülen Ufuk Uras, feodaliteyi problem olarak gören genelkurmay başkanının yargılanmasını isteyecek kadar feodalite savunması yapıyor. Daha da ileri gidiyor, meclisteki konuşmasının son cümlesini Seyit Rıza denen çapulcu feodal derebeyinin sözleriyle tamamlıyor.

Kurtuluş Savaşının başlangıcından Atatürk’ün ölümüne kadar geçen 18 yıl içinde tam 26 isyan çıkarılmış.
Dökümü aşağıda. Hepsi gerici feodal isyanlar. Bir tanesi bile haklı bulunabilir mi?

1919-1922 – Simko İsmail Ağa İsyanı
11 Mayıs 1919 – Ali Batı İsyanı
21 Mayıs 1919 – Mahmut Berzenci İsyanı
6 Mart 1921 – Koçgiri İsyanı
4 Eylül 1924 – Beytüşşebab İsyanı
13 Şubat 1925 – Şeyh Sait İsyanı
10 Haziran 1925 – Nehri İsyanı
7 Ağustos 1925 – Reşkotan-Raman İsyanı
Kasım 1925 – I. Sason İsyanı
16 Mayıs 1926 – I. Ağrı İsyanı
21 Ocak 1926 – Hazro İsyanı
7 Ekim 1926 – Koçuşağı İsyanı
26 Mayıs 1927 – Mutki İsyanı
13 Eylül 1927 – II.Ağrı İsyanı
7 Ekim 1927 – Bıcar İsyanı
6 Temmuz 1929 – İt Resül İsyanı
20 Eylül 1929 – Tendürek İsyanı
26 Mayıs 1930 – Savur İsyanı
20 Haziran 1930 – Zilan İsyanı
21 Temmuz 1930 – Oramar İsyanı
7 Eylül 1930 – III. Ağrı İsyanı
24 Ekim 1930 – Pülümür İsyanı
Eylül 1930 – II. Mahmut Berzenci İsyanı
Kasım 1931 – Şeyh Ahmet Barzani İsyanı
Ocak 1937 — II. Sason İsyanı
21 Mart 1937 – Dersim İsyanı
 
obarakus kardeşim çok teşekkürler süpersin
 
Ortada eleştirilecek kadar büyük bir katliam varsa o dönemin solcuları neden eleştirmemiştir?
Hani var mı TKP’nin o döneme ait bir eleştirisi?
Var mı Nazım Hikmet’in bu konuda bir şiiri ya da yazısı?
Çünkü gerici feodal isyanların yanında olmak istememişlerdir.
Örneğin; Şeyh Bedreddin isyanı çok daha büyük boyutludur ve destanlaştırmıştır bu isyanı. Akşam gezintisi şiirinde Ermeni katliamını yazmıştır. Ama Dersim hakkında tek bir satırı bile yoktur.

TKP 1920′lerde de, 30′larda da faaldi. Yasaklandığı yıllarda da durmuş değil.
Dergilerle mücadelesini sürdürüyordu. İllegal bile olsa, hiç mi duymadılar?
Gazeteler harekatı yazıyor o günlerde, mümkün mü bilmemeleri?
Sovyetler de, İngilizler de, Fransa ve Amerika da harekattan, olaylardan haberdardı. Hiçbirinden tek bir eleştiri gelmedi.
Hatta İngiltere ve ABD’nin olumlu raporları var. Yani, onlar bile eleştirecek bir yan bulamamış.
Bugünden 70 sene öncesine bakınca eleştirmek mümkün.
Ama o günün koşullarında devlete isyan edenler hangi ülkede hoşgörülebilir?
Denilebilirmi ki şu ülkede olsaydı, bu tür bir müdahale yapılmazdı, çok daha demokratik yaklaşılırdı.
Öyle bir ülke göremiyorum.

Bu üzücü olayların tekrarlanmaması için eleştirelim elbette. Ama eleştirirken objektif olalım.
İntikamcı, kinci bir toplum yaratmayalım. Kimse kalkıp da “Türklerle aynı gökyüzünü paylaşmak istemiyoruz” demesin, diyemesin. "İntikam! İntikam! Türklerden intikam!" diye haykırmasın. Yoksa bu çağda çok daha acı olayların yaşanmasının önüne geçilemez.
Kurtuluş Savaşı sırasında ayrılıkçı Kürt isyanı çıkaran Nuri Dersimi'yi Seyit Rıza yanına alır, onu kendine danışman yapar. Devletin "teslim et" taleplerini geri çevirir. Bu Nuri Dersimi'nin kendi sesinden (Atatürk'ün gençliğe hitabesini taklit ederek) yaptığı konuşmaya ve intikam çağrılarını you tubede
YouTube - Nuri Dersimi (Kendi Sesi) buradan izleyin..
 
Sosyalistlerin Dersim olaylarına bakış açısı şöyle olmalıydı bana göre:

“Cumhuriyet hükümeti Dersim’de devleti tanımayan başına buyruk feodal idareye son vermek istemiş ve bölgeye müdahale etmiştir. Ancak bölgedeki bazı aşiretlerin silahlı mukavemetiyle karşılaşmıştır. Mukavemet isyana dönüşmüş ve güvenlik güçlerinin katı müdahaleleriyle bastırılabilmiştir. Çok sayıda ölü ve yaralının ardından binlerce insan batı bölgelerine sürgün edilmiştir. Olayın detayları hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Ölenlerin ve sürgün edilenlerin sayısı ile olayın katliam boyutunda olup olmadığı ancak devlet arşivlerinin açılması ile anlaşılabilecektir.”

Var mı böyle bir yaklaşım?
Hangisine bakarsanız katliam ya da soykırım. 60′la başlayan 90 binlere kadar çıkan ölü sayısı.
Dedikodu duyumlarıyla anlatılan abartma hikayeler. Birçoğu Kürtçü isyancıların uydurması.

TKP’ye gelince “yanlış yapmışlar, Kemalizmin kuyruğuna takılmışlar” diyorlar.
Kendileri Kürtçü şovenlerin kuyruğunda olunca tabi böyle söyleyecekler.
Dikkat ediniz, suçladıkları ırkçılar, faşistler değildir, komünist partililerdir, sosyalistlerdir.
O dönemde bugünkü gibi onlarca fraksiyon yok. Bütün sosyalist, komünistler TKP’de.
Ama bugünkü TKP’yi eleştirir gibi geçmiştekini de eleştiriyorlar.
Yetmiyor, Nazım Hikmet’i de milliyetçi diye karalıyorlar.
Sovyetleri Kürtlere sırt çevirmekle suçluyorlar.
Yani bunlara göre gerici Kürtçü isyanlardan yanaysanız iyisiniz, karşıysanız ya faşistsiniz ya Kemalizmin kuyruğuna takılmışsınız. Şoven kafalardan da bu beklenir ancak.
 
O dönemin feodaliteyi tasfiye ve köy kalkınma girişimlerine bakalım şimdi:

1929 yılında zirai kredi kooperatifleri kanunu çıkarılmış.
Tarımda kalkınmaya kredi olarak o dönem için büyük bir para olan 26 milyon ayrılmış.
7 milyon dönüm tarım arazisi muhacirlere, topraksız ya da az topraklı köylülere dağıtılmış.
Tarımda makinalaşma seferberliği başlatılmış, 3000 civarında traktör dağıtılmış.
1937′de köy kalkınma hamlesi başlatılmış. Şevket Süreyya Aydemir, bunun büyük bir kalkındırma seferberliği olduğunu ama bu büyük rüzgarın 1945′lere kadar sürebildiğini ve kesildiğini söyler.
Köy Enstitüleri, tarım ve makinist meslek okulları bu yönde atılmış büyük adımlardı.

“1923-1929 döneminde tarımda nispi bir gelişme görülmekle birlikte, değişmeyen mülkiyet ilişkisi, hızlı bir üretim artışı ve modernleşmeye engel teşkil etmektedir.(…) Çalışmak için büyük şehirlere giden köylü dahi, Bey’e cizyesini muntazaman ödemektedir. Kürt isyanları üzerine bir takım beylerin sürülmesi bite, durumu değiştirmemiş, köylü, beylerin yerinde kalan nazır ve akrabalarına vergisini vermiştir. Bir çok köy, bu beylerin ‘batapu’ malıdır. Dersim’de Seyit Rıza, 230 köye hükmetmektedir. Muş ovasının önemli bir kısmını mülkiyeti altında bulundurmuş olan Hacı Musa, topraklarından geçenden baç almaktadır.” (Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, cilt:1, s.481)

Aynı yıllarda CHP’nin Meclis’teki sözcüsü olan Mazhar Müfit, neden toprak reformu yapamadıklarını şu şekilde açıklamaktadır:

“Mustafa Kemal, bir çok reformlar yapmak istiyor, toprak reformu için burada ağalarla, özellikle Kürt ağaları ile Kürt mebusanlarından Fevzi Beyler ve diğerleriyle konuşmalar yaptı. Bu reform meselesi çok çetin bir mesele. Ağalara toprak reformunu anlatmak imkansız. Bu reformu ele almak bütün ağaları, eşrafı kaybetmek demektir. Şimdilik toprak reformu defterini kapadık.” (Sabiha Sertel, Roman Gibi, s.70)

Tüm girişimlere rağmen feodalizmin tasfiyesi konusunda başarısız kalınmıştır. Çünkü öncelikle devlete bağlılık, itaat sağlanamamıştır. Feodalitenin tasfiyesinin önündeki en büyük engel Kürt milliyetçiliği olmuştur. Bugün bile bu nedenlerden dolayı toprak reformuna cesaret edilememektedir. Hala feodalitenin hakim olduğu yöreler vardır. Ve sosyalist geçinen Kürtçülük kuyruğundaki parti ve örgütler bu konuya değinmekten kaçınırlar. Hatta bazıları o kadar alçalırlar ki feodalitenin artık kalmadığını bile iddia ederler. Ama mızrak çuvala sığmıyor.

Seyit Rıza’nın eşinden de bahsedelim biraz:

Seyit Rıza’nın karısı aşırı fanatik bir Kürt milliyetçisi. Silah kullanmasını iyi bilen gözü kara bir kadın.

“Dedeman Aşireti köyüne mola vermek maksadıyla uğrayan, Besi adlı kadının yanına gelen ihtiyar, Cafer Dede ‘ye ;

- Ey söyle bakalım Cafer Dede. Umumi siyaset durumu nasıl diye sorar. Cafer Dede, Seyit Rıza’nın karısına sağ eliyle sakalını sıvazladıktan sonra heyecanlı olarak anlatmaya koyulur.

“Alamanlar, Capanlarla bir olup Fransızları titretmeye başlamışlar. Ruslar da diş biliyorlarmış. İspanya Yahudileri de, birbirine girmiş. İngiliz Kralı Atatürk’e misafir olmuş. Seferberlikte biz İngilizlerle olsaydık, biz üste çıkardık. Çünkü İngilizler kurnaz adamlar, dünyayı parmaklarında oynatıyorlar. Akıl istersen Frengistan. Güzel istersen Gürcistan, Eroğlu istersen Türkistan” diyerek sözlerine devam etmek isterken Besi hemen söze katılarak ;

“Uşaklıktan ruhunuzu benliğinizi kaybetmişsiniz koca bunak! Eroğlu er istersen! Kürdistan’da bulunur” diye azarlar. Cafer Dede Besi’nin bakışları arasında korkarak kendini savunmak ister.

“Irkımız Hazer Türklerinden gelir. Kitaplar böyle yazar. Büyüklerimiz de böyle söyler. ” der Cafer Dede. Bunu söylemişti ki, mermiyi alnının orta yerine yedi. (s-20 )”

Besi köylülere dönerek;

“Hazreti Ali Hürmeti için,on iki imam adına bu adam öldürüldü diye belirtmiştir.
( Barbaros Baykara, Dersim 1937 s-21)”

İşte Seyit Rıza çapulcusu ve eşi'nin portresi bu. Doğan Avcıoğlu'nun "Türkiye'nin Düzeni" kitabında belirttiği gibi 230 köye hükmeden, köylülerden haraç gibi vergi toplayan bu derebeyininin devletin bölgeye gelmesini istememesinin sebebi açık olarak ortadadır.

Yarbay Kemal’in Dersimlilere seslenişi:

“Sizin olacak bu topraklar. Tohumluğunuzu, aletlerinizi hükümet verecek. Şeyhe ağaya ihtiyacınız yoktur. İnsafsızca asırlardır sömürüyorlar sizi. Bugüne kadar haraç ve ağalık hakkı ile sizleri soyup soğana çevirdiler. Ardından da size cesaret verip soyguna çapula, kan davasına sürdüler. Bunların günahı, vebalini de sizlere yıktılar. Sen ağa hatırına hapislerde çürürken, dünyanın tüm nimetleri ile sefa sürdü bu alçak adamlar. Biz sizleri, Dersimli şeyhlerin, ağaların zulmünden kurtarmağa yemin etmiş insanlarız. Açtığımız yollar, kurduğumuz köprülerle yaptığımız okullarla, yeni bir nizam kurulacak burada. Kendi kendinizin efendisi olacaksınız. ( Dersim 1937, s-147 ) ”


Dersim İsyanını katliam ve soykırım olarak lanse eden, sorumlularının Atatürk ve CHP olduğunu iddia eden, rakamları ve olayları abartan bölge halkı değildir. İsyan eden aşiretlerin mensupları ve Kürtçü düşünceler içinde olanlardır. Bunlar azınlık bir gruptur. Tunceli halkı bunlara kapılmaz.
Aşağıdaki satırlar Melih aşık’ın:

Kürtlere ve Alevilere yağ yakmak isteyenler, demokrat görünmek çabasındakiler, Cumhuriyeti ve Atatürk’ü gözden düşürmek isteyenler omuz omuza savaşıyor.
Acaba Tunceli halkı da böyle mi algılamıştır olayları? İsyancı Seyit Rıza’yı kahraman, CHP’yi katliamcı mı görmüştür? Bakınız… O olayların sıcaklığı sürerken…
1950 yılında Türkiye’de ilk genel seçim yapılıyor…
Tunceli’de DP oyların yüzde 60’ını alıyor, CHP yüzde 40’ını…

1954 seçimlerinde CHP oyların yüzde 53’ünü alıyor, DP yüzde 46’sını…
1957 yılında CHP oyların yine yüzde 53’ünü alıyor, DP bu defa yüzde 34’ünü…
1965 seçiminde CHP yüzde 34, AP yüzde 27.
1973’te CHP yüzde 70, AP yüzde 14…
Tunceli DP’nin oyları silip süpürdüğü dönemlerde bile oyunu CHP’ye vermiş.
Yöre halkı CHP’ye katliamcı diye baksa oyunu böyle mi kullanırdı?
 
Hala katliam sananlar adamlar devlet içinde devlet kurmaya calışıolardı terörden farkları yoktu onlarında...iyi oldu geberdikleri...katliam olması için sucsuz olmaları gerek ve saldırıda sebep olmaması geek onları durdurmanın tek yolu buydu...kendisi kasındı dersim...
 
Evet Kürtçülerin peşine takılmış sözde dincilerimiz okuyunda size kapak olsun bu bilgiler...
 
seyitrza.jpg


Şu fotoğraf aslında hareketin amacını açıklıyor.Oluşturulmak istenen toplumun gerekirse cebir kullanılarak mutlaka oluşturulduğunu şu fotoğraf pek sarih anlatıyor.

Dayandığı tek sebep de birtakım âsâyişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu'yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu İslâmi rengidir.

soytarı idamdan kurtulmak için bu kıyafeti giymiş....sanki ilk giydiği başlığın islamda falan yeri var sadece yerel bir başlık...
 
Mesele kıyafetini savunmak değil

Mesele ona ve millete zorla dayatılan şapka ve şapkanın şahsında ladini hayat

Yani bir milletin yüzünün Kabe den Hollywood a çevrilmesi

Neyse sizin ağababanız Onur Öymen de özür diledi zaten.Fazla söze hacet kalmadı.

Ama elbette ki Mustafa Kemal adına işlenen cürümler yeniden gündeme gelecektir.

Daha dur

Daha sırada Ali Şükrü Bey vakası var,Deli Halid hadisesi var

Anlayacağın bir millet tarihi ile yüzleşiyor
 
Mesele kıyafetini savunmak değil

Mesele ona ve millete zorla dayatılan şapka ve şapkanın şahsında ladini hayat

Yani bir milletin yüzünün Kabe den Hollywood a çevrilmesi

Neyse sizin ağababanız Onur Öymen de özür diledi zaten.Fazla söze hacet kalmadı.

Ama elbette ki Mustafa Kemal adına işlenen cürümler yeniden gündeme gelecektir.

Daha dur

Daha sırada Ali Şükrü Bey vakası var,Deli Halid hadisesi var

Anlayacağın bir millet tarihi ile yüzleşiyor

nolucak tarihle yüzleşince kurtarıcımızdan vazgeçip sizin yolunuzamı giricez zannediyosun. o dediğin filimlerde bile olmaz
 
Onlara, "Gelin Allah’ın indirdiği Kitap’a ve peygambere uyun" dendiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?(Maide:104)
 
Onlara, "Gelin Allah’ın indirdiği Kitap’a ve peygambere uyun" dendiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?(Maide:104)

bazen çaresizlikten o kadar aciz görünüyosunuzki. biz Müslüman değiliz Yada Allah(c.c) yok demiyoruzki konuyu çarpıtma. sen benim ülkemin yönetim biçimine karışırsan kurtarıcısına hatta seni bile kurtarmış olabilcek kişiye dil uzatırsan seni orda durdururlar. akp başta diye ülkeyi verdik zannedenler kendilerinde Atatürk'e dil uzatma özgüvenini bulanlara bu sözüm. Burası Türkiye Cumhuriyet Dini İslam çok şükür kuralları var kuralları doğru veya yanlış bu kuralları koyanlar ve devam ettirenler öldüklerinde eğer gerekli görülürse zaten cezalandırılacaklar. Ama eğer buda sana yetmiyosa ülkenin yönetim biçiminden şeklinden şemalinden memnun değilsen gidersin. ha gitmiyosan efendi gibi otur
 
Geri
Üst