metalic
New member
- Katılım
- 18 May 2006
- Mesajlar
- 3,007
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 120
NATO GENEL SEKRETERİ SEÇİMİ
Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimi ile geçen her gün geçmişte yanlış atılan adımların faturalarını birer birer önümüze getirmekte; geri adım atmanın diyalog, boyun eğmenin işbirliği, aldatılmanın ise sözde zafer olarak takdim edilmeye çalışıldığı uluslararası ilişkilerimiz, geri dönülmez bir batağa doğru hızla sürüklenmektedir.
Bunun en belirgin örneklerini Barzani ve Talabani ile yürütülen ilişkilerde, Ermenistan'la kurulmaya çalışılan diyaloglarda, İsrail'e karşı gösterilen sonuç alınmayan sanal uyarılarda bulmak mümkündür.
İdeal ve ciddiyetten uzak, aynı zamanda değişken ve duruma göre farklılaşan omurgasız siyaset anlayışının son örneği ise NATO Genel Sekreterliği görevine atanacak olan kişinin seçimi esnasında yaşanmıştır.
İslam âleminin ve milletimizin, NATO Genel Sekreterliğine seçilen Danimarka Başbakanı'na karşı olumsuz bakışı bilinen bir gerçekken, Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı arasında yaşanılan çelişkili beyanlar ve ardından ucuz pazarlıklarla ikna edilmeleri kabulü mümkün olmayan bir durumu ortaya çıkarmıştır.
Bunun sonucu olarak, Türkiye NATO içinde veto hakkı olan, ancak bunu kullanmaya yetkisi ve ehliyeti olmayan ikinci sınıf özürlü bir üye ülke konumuna düşürülmüştür.
Görüşmeler esnasında Başbakan Erdoğan önce bu isme karşı çıkmış ve Rasmussen'i Danimarka'da başlayan ve dünyaya yayılan karikatür krizine göz yummakla; PKK terör örgütünün bu ülkedeki televizyonunun kapatılmasına mani olmakla suçlamıştır. Bu takdir edilecek bir tavır olmuştur.
Ancak ne var ki, ertesi gün bu durum aniden değişmiş, sözde ABD Başkanı'nın verdiği iddia edilen güvencelerden sonra, bir gün önce hakkında suçlamalar yöneltilen Danimarka Başbakanı Türkiye'nin desteği ile NATO Genel sekreteri seçilmiştir.
Bu süreçte, teslimiyetten hayali zafer çıkarmaya ve bunu Obama garantörlüğü ambalajıyla pazarlamaya çalışan Başbakan, arkasında duramayacağı sözler söylemiş, ancak bunun altında kalarak Türkiye'nin haysiyetini ayaklar altına alınmasına yol açmıştır.
Burada sorulması ve hükümet tarafından açıklanması gereken hususlar şunlar olmalıdır:
1. NATO Genel Sekreteri olan Danimarka Başbakanı'nın ismi, Avrupa Birliği üyesi ülkeler tarafından ortak aday olarak belirlenerek, NATO'nun Avrupalı olmayan üyelerine adeta dayatılmışken, Avrupa Birliği sürecinin başarıyla ilerlediğini iddia eden AKP hükümetine, bu konu muhatapları tarafından önceden iletilmiş ve Türkiye'nin görüşü alınmış mıdır?
Rasmussen'in adaylığı sürecinde hükümet, Avrupa Birliği nezdinde hangi girişimleri yapmış ve çekincelerini hangi şekilde ve hangi gerekçeleri kullanarak bu ülkelere ulaştırmıştır?
2. Bugün NATO'nun yeryüzünde ilgi ve kontrol alanlarının tamamına yakınının Müslüman toplumların ağır sorun ve sıkıntılar yaşadığı sancılı coğrafyalar olduğu düşünülürse, İslam'a ve peygamberine hakareti düşünce özgürlüğü olarak gören bir şahsın, bu görevini adalet ve başarıyla yapacağına dair nasıl bir kanaat hâsıl olmuştur?
3. PKK terör örgütünün haberleşme ve medya merkezi olarak ve son derece serbest bir ortamda yayınlarını sürdüren ROJ TV'nin bulunduğu yer Danimarka'dadır.
Bu olumsuz duruma son verilmesi için bizzat hükümetin ve başbakanın çağrılarını cevapsız bırakan, bu yayınları özgürlük kapsamında yorumlayanın da Rasmussen olduğu bilinen bir gerçektir.
O halde, dün Mehmetçiğe kurşun sıkanları eğiten, eğlendiren, yöneten bir ihanet kanalını hoş gören bu şahsın, şimdi Mehmetçiğe verilmiş uluslararası görevlerde yöneticiliğini yapmasını kim kabul ettirmiş ve etmiştir?
Hükümet, dünya güvenliğini sağlamak adına görev alanını genişleten bir uluslararası ittifakın başına, PKK terör örgütünü müsamaha ile karşılayarak Türkiye'nin güvenliğini ateşe atan bir adamı seçtiğinin farkında mıdır?
4. Seçilmek için oy birliğinin şart olduğu bu organizasyonda, "Yine başardık, karlı çıktık, büyük kazanç gibi" yapay söylemlerin arkasında, ABD Başkanından alındığı söylenen kamuoyuna yansıyanların dışındaki güvenceler nelerdir?
5. İslam dininin Yüce Peygamberine hakaret edilmesine gözyuman bir şahıs, Türkiye'ye NATO Genel Sekreter Yardımcılığı verince aklanmış ve muteber bir devlet adamı haline mi gelmiştir?
Durumun özeti şudur: Başbakan Erdoğan, İslam dininin Yüce Peygamberine hakaret edilmesini ve Türkiye'nin güvenliğini ucuz bir pazarlık denkleminin içine yerleştirmiştir. Baskılar karşısında uysal ve ezik olarak geri adım atmış ve NATO memuriyeti karşılığında bunları feda etmiş, iddialarından vaz geçmiştir.
Sahte Davos kahramanlığı ile iç politikada yol almaya çalışan Başbakan'ın gerçek hüviyeti, siyasi omurga anlayışı, Türkiye'nin onur ve haysiyetine ve manevi değerlerine olan saygısının ve bağlılığının gerçek yüzü şimdi bu olayla bütün çıplaklığıyla anlaşılmıştır.
Alıntıdır...
kaynak:bana gelen bir e-postadan
Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimi ile geçen her gün geçmişte yanlış atılan adımların faturalarını birer birer önümüze getirmekte; geri adım atmanın diyalog, boyun eğmenin işbirliği, aldatılmanın ise sözde zafer olarak takdim edilmeye çalışıldığı uluslararası ilişkilerimiz, geri dönülmez bir batağa doğru hızla sürüklenmektedir.
Bunun en belirgin örneklerini Barzani ve Talabani ile yürütülen ilişkilerde, Ermenistan'la kurulmaya çalışılan diyaloglarda, İsrail'e karşı gösterilen sonuç alınmayan sanal uyarılarda bulmak mümkündür.
İdeal ve ciddiyetten uzak, aynı zamanda değişken ve duruma göre farklılaşan omurgasız siyaset anlayışının son örneği ise NATO Genel Sekreterliği görevine atanacak olan kişinin seçimi esnasında yaşanmıştır.
İslam âleminin ve milletimizin, NATO Genel Sekreterliğine seçilen Danimarka Başbakanı'na karşı olumsuz bakışı bilinen bir gerçekken, Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı arasında yaşanılan çelişkili beyanlar ve ardından ucuz pazarlıklarla ikna edilmeleri kabulü mümkün olmayan bir durumu ortaya çıkarmıştır.
Bunun sonucu olarak, Türkiye NATO içinde veto hakkı olan, ancak bunu kullanmaya yetkisi ve ehliyeti olmayan ikinci sınıf özürlü bir üye ülke konumuna düşürülmüştür.
Görüşmeler esnasında Başbakan Erdoğan önce bu isme karşı çıkmış ve Rasmussen'i Danimarka'da başlayan ve dünyaya yayılan karikatür krizine göz yummakla; PKK terör örgütünün bu ülkedeki televizyonunun kapatılmasına mani olmakla suçlamıştır. Bu takdir edilecek bir tavır olmuştur.
Ancak ne var ki, ertesi gün bu durum aniden değişmiş, sözde ABD Başkanı'nın verdiği iddia edilen güvencelerden sonra, bir gün önce hakkında suçlamalar yöneltilen Danimarka Başbakanı Türkiye'nin desteği ile NATO Genel sekreteri seçilmiştir.
Bu süreçte, teslimiyetten hayali zafer çıkarmaya ve bunu Obama garantörlüğü ambalajıyla pazarlamaya çalışan Başbakan, arkasında duramayacağı sözler söylemiş, ancak bunun altında kalarak Türkiye'nin haysiyetini ayaklar altına alınmasına yol açmıştır.
Burada sorulması ve hükümet tarafından açıklanması gereken hususlar şunlar olmalıdır:
1. NATO Genel Sekreteri olan Danimarka Başbakanı'nın ismi, Avrupa Birliği üyesi ülkeler tarafından ortak aday olarak belirlenerek, NATO'nun Avrupalı olmayan üyelerine adeta dayatılmışken, Avrupa Birliği sürecinin başarıyla ilerlediğini iddia eden AKP hükümetine, bu konu muhatapları tarafından önceden iletilmiş ve Türkiye'nin görüşü alınmış mıdır?
Rasmussen'in adaylığı sürecinde hükümet, Avrupa Birliği nezdinde hangi girişimleri yapmış ve çekincelerini hangi şekilde ve hangi gerekçeleri kullanarak bu ülkelere ulaştırmıştır?
2. Bugün NATO'nun yeryüzünde ilgi ve kontrol alanlarının tamamına yakınının Müslüman toplumların ağır sorun ve sıkıntılar yaşadığı sancılı coğrafyalar olduğu düşünülürse, İslam'a ve peygamberine hakareti düşünce özgürlüğü olarak gören bir şahsın, bu görevini adalet ve başarıyla yapacağına dair nasıl bir kanaat hâsıl olmuştur?
3. PKK terör örgütünün haberleşme ve medya merkezi olarak ve son derece serbest bir ortamda yayınlarını sürdüren ROJ TV'nin bulunduğu yer Danimarka'dadır.
Bu olumsuz duruma son verilmesi için bizzat hükümetin ve başbakanın çağrılarını cevapsız bırakan, bu yayınları özgürlük kapsamında yorumlayanın da Rasmussen olduğu bilinen bir gerçektir.
O halde, dün Mehmetçiğe kurşun sıkanları eğiten, eğlendiren, yöneten bir ihanet kanalını hoş gören bu şahsın, şimdi Mehmetçiğe verilmiş uluslararası görevlerde yöneticiliğini yapmasını kim kabul ettirmiş ve etmiştir?
Hükümet, dünya güvenliğini sağlamak adına görev alanını genişleten bir uluslararası ittifakın başına, PKK terör örgütünü müsamaha ile karşılayarak Türkiye'nin güvenliğini ateşe atan bir adamı seçtiğinin farkında mıdır?
4. Seçilmek için oy birliğinin şart olduğu bu organizasyonda, "Yine başardık, karlı çıktık, büyük kazanç gibi" yapay söylemlerin arkasında, ABD Başkanından alındığı söylenen kamuoyuna yansıyanların dışındaki güvenceler nelerdir?
5. İslam dininin Yüce Peygamberine hakaret edilmesine gözyuman bir şahıs, Türkiye'ye NATO Genel Sekreter Yardımcılığı verince aklanmış ve muteber bir devlet adamı haline mi gelmiştir?
Durumun özeti şudur: Başbakan Erdoğan, İslam dininin Yüce Peygamberine hakaret edilmesini ve Türkiye'nin güvenliğini ucuz bir pazarlık denkleminin içine yerleştirmiştir. Baskılar karşısında uysal ve ezik olarak geri adım atmış ve NATO memuriyeti karşılığında bunları feda etmiş, iddialarından vaz geçmiştir.
Sahte Davos kahramanlığı ile iç politikada yol almaya çalışan Başbakan'ın gerçek hüviyeti, siyasi omurga anlayışı, Türkiye'nin onur ve haysiyetine ve manevi değerlerine olan saygısının ve bağlılığının gerçek yüzü şimdi bu olayla bütün çıplaklığıyla anlaşılmıştır.
Alıntıdır...
kaynak:bana gelen bir e-postadan