chuckies
_-€X-_
SABAH YENİ BİR BAŞLANGIÇTIR
Biz, sabah vaktine aydınlığın doğmasıyla birlikte yeni ve aydın bir güne kavuşma neşesi içinde girer, bizde böyle bir gün gibi doğmuştuk deriz. Zira bu yeni gün, hem bizim anne karnına düştüğümüz günden, hem de kainatın yaratılmasında geçen altı günün ilk gününden haber verir. Belli bir şeritten büyük bir saate doğru tırmanır, yani başımıza doğan bir günün fecrinden, anne karnına düşmemiz anına, ondan da kainat yaratıldığı ilk güne intikal eder. Allah’ın (celle celalühü) nimetleriyle eteklerimizi doldurması adına bu günleri yaratmasını hatırlarız. Sonrada ondan onca uzaklığımıza rağmen, kurbiyetiyle bize yakın olmasını temin, tekbir ve tesbih için huzura geliriz. İşte bu mana içinde eda edilen sabah namazı ne denli yerinde bir ibadettir.
ÖĞLE VAKTİ
İşlerin yoğunluğundan O’nun ferahlığına sığınırız. Öğle vakti, günlük işlerin kemale erdiği ve Allah’ın nimetlerinin doruğa ulaştığı anı hatırlatır. İnsan, o vakitte günlük ilerin sıkıntısından adeta boğulacak hale gelir. Bu anda o, bir taraftan bütün bu sıkıntıları atıp kurtulmak, diğer taraftan da o günün o saatine kadar Rabbin başından aşağı yağdırdığı nimetlere karşı şükürde bulunmak maksadıyla mescide koşar ve dünya işlerinden muvakkaten sıyrılarak bir nefes alma imkanı bulur. Bütün ruhlar, ruh için öyle bir teneffüstür ki, insan gerçekten ruhunu dinlese ve kalbinin atışlarına kulak kesilse, adeta onda dersten bunalan talebelerin teneffüse kavuşma heyecan ve helecanını bulacaktır. Yine efendimizin: “Şiddet-i hararet cehennemin bir kabarmasıdır..” (Buhari, Mevakit 9,10; Ezan 18, Bedü’l halk 10; Müslim, Mesacid 184, Ebu Davut, salat 4, Tirmizi, salat 119) buyurduğu öğlenin şiddetli hararetinin başları okşadığı zaman mescide koşma, Allah’a teslim olup hiçbir gölgenin bulunmayacağı günde O’nun isim ve sıfatlarının gölgesi altına sığınma, Resul-i Ekrem’in Livaü’l-hamd sancağı altına girme ferahlığı taşır.
İKİNDİ VAKTİ
İhtiyarlığı hatırlatır. İkindi vakti, güneşin artık guruba meyl zamanıdır. Dolayısıyla bu vakit insanlığın ihtiyarladığı anı ve son peygamber Fahr-i Kainat’ın tuluuyla birlikte gurubunuda hatırlatır. Biz, ikindiyi eda ederken, her şeyin guruba doğru yüz tuttuğu ve birkaç saat sonra yeryüzünde her şeyin silinip, kaybolacağı ve ayaklarımızdaki sızı, belimizdeki ağrı, başımızdaki beyaz tüylerle kendi nefsimizin de fani olduğunu ve zevale doğru yaklaştığını anlarız. İşte tam ümitsizliğe düşeceğimiz böyle bir vakitte ezan sesi kulaklarımıza gelir ve bu fani hayatı bakileştirme yolunu bulduk diye sevinir, bu neş’e ile namaza koşarız.
AKŞAM VAKTİ
Bir gün sona ermektedir; artık ölüm kapımızdadır. Akşam vakti güneşin batma anıdır; gün biter, güneş batar ve biz ayrı bir zaman dilimine gireriz. Bu hal, yirmi dört saatlik bir günün ölümüyle birlikte bizim ölümümüzden de haber verir; gün gelip ölecek, bir kefen içine sarılıp el, ayak ve çenemiz bağlanarak kabre konacağız. Başımıza bir çift taş dikilip kabrimiz belirlenecek, eş-dost bırakıp gidecek ve orada yalnız kalacağız… Güneşin batmasıyla birlikte, saniyenin hareketi saatin hareketini haber verdiği gibi, doğan her şeyin batışını, bütün sistemlerin batışını hatırlar, “Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar (kararıp) döküldüğünde, dağlar (sallanıp) yürütüldüğünde..” (tekvir,81/1-3) hakikatine şahit oluruz. Bu dehşet ve hayret içinde dağidar olan kalbimize teselli vermek ve ruhumuzu inşiraha kavuşturmak için akşam namazına koşarız. Akşam vakti, bir gurup başında ya ağlamak veya ve öbür alemdeki durumumuzu mamur kılma heyecanını yaşamanın ifadesidir. Her şeyin birbirine “elveda” deyip ayrılık türkülerini çağırdığı ve bin bir vaveyla ile inkisarını dile getirmek istediği böyle bir hengamede duyulan ezan sesleri bize gurubun içinde yeni bir fecrin haberini verir; ölümümüzle birlikte yeni bir dirliş ve varoluşu bütün kuvvetiyle ruhumuzda yaşarız.
Hz. İbrahim’in: “..batanları sevmem” (En’am, 6/7 dediği gibi, batıp gidenlerden, benimle hemdem olup sabah akşam benimle beraber bulunmayanlardan razı olamam deyip baki ve lemyezel olan, batanlar karşısında batmayan Allah’a yönelme manası taşır.
YATSI NAMAZI
Gün gibi ömürde artık bitmiştir. Yatsı vakti, akşam şafağının bütün bütün kararıp güneşe dair hiçbir emarenin kalmadığı zamandır. Bu zamanda, arkada bırakılan bir günün mevcudiyeti hakkında, bize fikir verecek hiçbirşey yoktur. Zira, gün gittikten sonra, akşam vakti izini ışıklık ve kırmızılık halinde şafağa bırakmış, “ beni bir parça daha hatırla..” demişti.. O kızıllıkta gidilince, her şey gitmiş ve bitmiş olmaktadır. Yatsı vakti, her şeyin bitişiyle birlikte insan ömrünün de bitip kaybolmasını hatırlatır. Demek insan, aradan seneler geçtikçe hiç yaşamamış gibi olur. İşte yatsı vakti, insana her şeyin bitip tükendiği ve kendisinin kabirde her türlü ışık ve ziyadan mahrum kalacağı bir anı hatırlatır.
Biz, sabah vaktine aydınlığın doğmasıyla birlikte yeni ve aydın bir güne kavuşma neşesi içinde girer, bizde böyle bir gün gibi doğmuştuk deriz. Zira bu yeni gün, hem bizim anne karnına düştüğümüz günden, hem de kainatın yaratılmasında geçen altı günün ilk gününden haber verir. Belli bir şeritten büyük bir saate doğru tırmanır, yani başımıza doğan bir günün fecrinden, anne karnına düşmemiz anına, ondan da kainat yaratıldığı ilk güne intikal eder. Allah’ın (celle celalühü) nimetleriyle eteklerimizi doldurması adına bu günleri yaratmasını hatırlarız. Sonrada ondan onca uzaklığımıza rağmen, kurbiyetiyle bize yakın olmasını temin, tekbir ve tesbih için huzura geliriz. İşte bu mana içinde eda edilen sabah namazı ne denli yerinde bir ibadettir.
ÖĞLE VAKTİ
İşlerin yoğunluğundan O’nun ferahlığına sığınırız. Öğle vakti, günlük işlerin kemale erdiği ve Allah’ın nimetlerinin doruğa ulaştığı anı hatırlatır. İnsan, o vakitte günlük ilerin sıkıntısından adeta boğulacak hale gelir. Bu anda o, bir taraftan bütün bu sıkıntıları atıp kurtulmak, diğer taraftan da o günün o saatine kadar Rabbin başından aşağı yağdırdığı nimetlere karşı şükürde bulunmak maksadıyla mescide koşar ve dünya işlerinden muvakkaten sıyrılarak bir nefes alma imkanı bulur. Bütün ruhlar, ruh için öyle bir teneffüstür ki, insan gerçekten ruhunu dinlese ve kalbinin atışlarına kulak kesilse, adeta onda dersten bunalan talebelerin teneffüse kavuşma heyecan ve helecanını bulacaktır. Yine efendimizin: “Şiddet-i hararet cehennemin bir kabarmasıdır..” (Buhari, Mevakit 9,10; Ezan 18, Bedü’l halk 10; Müslim, Mesacid 184, Ebu Davut, salat 4, Tirmizi, salat 119) buyurduğu öğlenin şiddetli hararetinin başları okşadığı zaman mescide koşma, Allah’a teslim olup hiçbir gölgenin bulunmayacağı günde O’nun isim ve sıfatlarının gölgesi altına sığınma, Resul-i Ekrem’in Livaü’l-hamd sancağı altına girme ferahlığı taşır.
İKİNDİ VAKTİ
İhtiyarlığı hatırlatır. İkindi vakti, güneşin artık guruba meyl zamanıdır. Dolayısıyla bu vakit insanlığın ihtiyarladığı anı ve son peygamber Fahr-i Kainat’ın tuluuyla birlikte gurubunuda hatırlatır. Biz, ikindiyi eda ederken, her şeyin guruba doğru yüz tuttuğu ve birkaç saat sonra yeryüzünde her şeyin silinip, kaybolacağı ve ayaklarımızdaki sızı, belimizdeki ağrı, başımızdaki beyaz tüylerle kendi nefsimizin de fani olduğunu ve zevale doğru yaklaştığını anlarız. İşte tam ümitsizliğe düşeceğimiz böyle bir vakitte ezan sesi kulaklarımıza gelir ve bu fani hayatı bakileştirme yolunu bulduk diye sevinir, bu neş’e ile namaza koşarız.
AKŞAM VAKTİ
Bir gün sona ermektedir; artık ölüm kapımızdadır. Akşam vakti güneşin batma anıdır; gün biter, güneş batar ve biz ayrı bir zaman dilimine gireriz. Bu hal, yirmi dört saatlik bir günün ölümüyle birlikte bizim ölümümüzden de haber verir; gün gelip ölecek, bir kefen içine sarılıp el, ayak ve çenemiz bağlanarak kabre konacağız. Başımıza bir çift taş dikilip kabrimiz belirlenecek, eş-dost bırakıp gidecek ve orada yalnız kalacağız… Güneşin batmasıyla birlikte, saniyenin hareketi saatin hareketini haber verdiği gibi, doğan her şeyin batışını, bütün sistemlerin batışını hatırlar, “Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar (kararıp) döküldüğünde, dağlar (sallanıp) yürütüldüğünde..” (tekvir,81/1-3) hakikatine şahit oluruz. Bu dehşet ve hayret içinde dağidar olan kalbimize teselli vermek ve ruhumuzu inşiraha kavuşturmak için akşam namazına koşarız. Akşam vakti, bir gurup başında ya ağlamak veya ve öbür alemdeki durumumuzu mamur kılma heyecanını yaşamanın ifadesidir. Her şeyin birbirine “elveda” deyip ayrılık türkülerini çağırdığı ve bin bir vaveyla ile inkisarını dile getirmek istediği böyle bir hengamede duyulan ezan sesleri bize gurubun içinde yeni bir fecrin haberini verir; ölümümüzle birlikte yeni bir dirliş ve varoluşu bütün kuvvetiyle ruhumuzda yaşarız.
Hz. İbrahim’in: “..batanları sevmem” (En’am, 6/7 dediği gibi, batıp gidenlerden, benimle hemdem olup sabah akşam benimle beraber bulunmayanlardan razı olamam deyip baki ve lemyezel olan, batanlar karşısında batmayan Allah’a yönelme manası taşır.
YATSI NAMAZI
Gün gibi ömürde artık bitmiştir. Yatsı vakti, akşam şafağının bütün bütün kararıp güneşe dair hiçbir emarenin kalmadığı zamandır. Bu zamanda, arkada bırakılan bir günün mevcudiyeti hakkında, bize fikir verecek hiçbirşey yoktur. Zira, gün gittikten sonra, akşam vakti izini ışıklık ve kırmızılık halinde şafağa bırakmış, “ beni bir parça daha hatırla..” demişti.. O kızıllıkta gidilince, her şey gitmiş ve bitmiş olmaktadır. Yatsı vakti, her şeyin bitişiyle birlikte insan ömrünün de bitip kaybolmasını hatırlatır. Demek insan, aradan seneler geçtikçe hiç yaşamamış gibi olur. İşte yatsı vakti, insana her şeyin bitip tükendiği ve kendisinin kabirde her türlü ışık ve ziyadan mahrum kalacağı bir anı hatırlatır.