Mutlu Değilim Ama Üzülmüyorum..

bazen öyle çok seversiniz ki birini, yıllar, yollar, aşklar unutturamaz size onu. ateş söner közü kalır, kendi gitse de özü kalır!

zamanla gecer derler hayatta aldigin maglubiyetleri avutman icin.peki o zamana ne zaman ulasabilir bu insan? neden yerinde sayar zaman her zaman,her icine cektigin nefesi sıkıntıla dunyaya verdigin zaman ?
 

"bazen dayanmaktır sevmek; hayat nereden vurursa vursun ayakta durabilmek…
bazen yaşamaktır sevmek; soluksuz ciğer gibi sevgisiz kalbin duracağını bilmek…
bazen ağırdır sevmek; sevdiğine layık olabilmek…
ve bazen hayattır sevmek; birini çok uzaktayken bile, yüreğinde taşıyabilmek… "
 
''sessiz ve mükemmel gece. ve biri eksik. biri her zaman eksik. biri, geldiğinde bile eksik. öyle eksildik ki yaşarken, bize dokunan herkesi eksiltiyoruz.yalnızlığımızla çoğalıp kalabalığımızla eksiliyoruz ve öylesine kalabalık ki yalnızlığımız; ne yana dönsek kendimize çarpıyoruz.''
 
Sessizliği dinlemek istiyorum,
Konuşmadan.
Boşluğu hissetmek istiyorum,
Kımıldamadan.
Düşünmemek istiyorum,

Kafa yormadan.
Ama bu dünyada ne sessizlik var dinlenecek,
Ne boşluk var hissedebilecek.
Düşünmek kimin işi ki?
Aklımda sen, yalnızca sen varken.
 
"...tık...kapandı telefon. bu da aynı diye geçirdim içimden. bir gün dediklerimi değil, demek istediklerimi anlayacak bir kadın çıkmayacak mı karşıma! hava kötü dediğimde sadece havadan söz etmediğimi anlamak bu kadar zor mu? ille de, ben bu hayattan bıktım, türünde sözler mi etmeliyim? işim çok dediğimde, bana sahip çıkacak bir kadına ihtiyaç duyduğumu anlayacak biri...yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi nasıl anlamaz? düpedüz, sarıl bana dedikten sonra sarılmanın ne anlamı kalır! "
 
Benim bu derdim
Ne yağan yağmurda
Ne yalancı sonbaharda
Ne bomboş sokaklarda...

Kırılmış her yanım
Kaybolur zaman saçlarında
Gözlerim sokaklarda
Sebebi isyan aşkım...

İçim yanar, içim kanar da
İsyan!
Geriye bir avuç yalan
Beni bu derde sen attın da, gittin ya kafam hep duman...



Halil Sezai Paracıkoğlu - Duman (isyan) - YouTube
 
Bir masal...
Fersiz yanan mehtabın gece yarısı bekleyişi
Dumansız geçmişin küllenişi,
Ve görülmeye değer güneşin amansız gözleri..
Tesadüflere küsmüş yürek,
kucaklarken sevdasını.
ölüm sarhoşluğunda;
Ölümü sevdasız,
Sevdası ölümsüz bir
masal
bir masaL ki ilk sayfası kopuk,
sonu....
...belirsiz

 
gidişim neyi degiştirecek bilmiyorum, ama gidiyorum... yüreğimde söylenmemiş sözlerin acısı, ellerimde ellerini tutamamış olmanın sızısı gidiyorum...


boğazımı düğüm düğüm eden bir cümle şimdi "seni seviyorum!"söylenmedikce nefes almamı engelleyen, kulağına ulaşmadıkca anlamını yitiren bir cümle şimdi... "seni seviyorum!"


içimde "seni seviyorum"un söylenmemiş acısı gidiyorum....


yaz yağmurları dökülüyor yollarıma. tenindeki yaz kokusu benimle geliyor. ben seni alıp yanıma sensizliğe gidiyorum. tenimde yokluğunun soğuğu dilimde söylenmemiş bir "seni seviyorum" gidiyorum...


kendimi sakin bir sahil kasabasına atmak çare sanki. keşkelerin kıyısında bir baraka bulsam... demirlesem yüreğimi... tuzlu kumlara versem sırtımı... yaralarıma bassam denizin tuzunu... acıtsam kanatsam... kanayan, acıyan hep bir "seni seviyorum" cümlesi...


içimde bir yanardağ var bilmiyorsun. patlamaya hazır volkanlar saklıyorum. lavlar büyütüyorum yoklukta... tüm bu havai fişek gösterisini harekete geçirecek şey ise bir "seni seviyorum" cümlesi...


yolların karanlığı daha çok keskinlestiriyor içimdeki sızıyı. "seni seviyorum" cümlesi bilendikçe bileniyor paslı bir bıçak gibi. boğazımda düğüm düğüm kaldıkca daha da acıtıyor canımı... kanatıyor içimi. yüreğime kadar sızıyor kanım. kan doluyorum... gözlerimle tüm kanı ağlıyorum...


"seni seviyorum" bir söylenmemiş söz dilimde..."seni seviyorum"larımı alıp gidiyorum bu şehirden. kaçamak bakışlar atıyorum dikiz aynamdan.


yağmur diniyor yollarda. ama hala damlalar dönüyor gözlerimin önünde... yağmur değil gözyaşı damlaları... ıslanıyor "seni seviyorum"lar. ıslandıkça daha da ağırlaşıyorlar... ağırlaştıkça yüreğime daha fazla bir ağrı saplanıyor.


gidiyorum... ağlamaklı bir "seni seviyorum!" bırakıp bu şehirde, gidiyorum...
 
söylenmemiş sözler kadar iç acıtan bir şey yoktur bu dünyada.
söylenmemiş sözler mezarlığına gömüp sevdamı gidiyorum bu şehirden...
ağlama sevdam. toprak soğuk, toprak karanlık olsa da yeniden doğacağın gün de vardır elbet kaderinde... alnına kazınmış bir isim vardır... doğacağın güne kadar ben, gidiyorum...


sen gidince üşüyor bu yürek.... gece uzuyor... sensiz geşen geceler beni ihtiyar ediyor... hani gitmesen diyorum... "hani gitmesem diyorum!"


senin her gidişinde sürgün oluyorum ben... en kötüsü aslında gitmeden sürgün olmak... içimi acıtıyor böyle sürgün yasamak...
"hani gitmesek diyorum!..."
"hani bitmesek diyorum...."
 
Şizofren bakışların karanlık sanrılarında gün
Ardımda gölgesiz yalnızlık
Rüzgâr, esmer bir şafağa esiyor...

Ellerim yalnızlığın yalın avuçları
Kimse duymaz sesimi
Kırgınlığımı avutmaz yel
Gözler, can olur kâbuslarıma
Pişkin acılar savrukluğunda...

Hayat, bir kısır döngü
Çemberinde ölümün...

İsteksizce çırpınıyor kökleri göğün
Yatay bir acı saplıyor yangın gülüşlere
Ki, hep sevmekti yaşamın tadı
Anlamı hep sevilmek...

Ecel, kör bir çıkmaz
Sarmalında sevdânın...
 


Yüreğimin devrik hükümdarlığı isyanın eşiğindedir..
Ve artık her şeyin boşluğunda salınırken,her şeyden tanım çıkarmaya ve anlam bulmaya zorlanırken yabancılar kolonisidir her bildik yüz...

Bir amaçsızlık yatağına varmaktadır her eylemimle içimde yükselen nehir...
Şimdi;
Her yaşadığım bir fotoğraftır... İncelen ve giderek soluklaşan her bakışta,
kalbimde bir telaş hazırlanır yeni bir yaşama............

Yaşama ve aşka dair gizlerim ayaklandığında bir özlem parçalar sızlayan yüreğimin kapakçıklarını...

Nabız zorlar, çözerim gözlerimi,
kendimle oynadığınım oyunu bitiririm..
Gelmeye çalışırım gittiğim yerlerden zordur kendime dönüş, artık bilirim..........



 
Şimdi, gecenin bir vakti, erken ve hesapsız devinimlerimde inceldiği yerlerden kopmasına izin verdiğim bir şeyleri bağlamaya çalışıyorum...
Onarılması zor yanlarımı anestezik yazılarla uyuşturuyorum...
Herkese bir şeylerin açıklamasını yapmaya çalışan ben, herkesin sorunlarının cevap anahtarlarını çoğaltmaya uğraşan ben, anahtarını kaybetmiş bir çilingir gibi dışarıdayım şimdi...
Üşüyorum, sabah güneşinin aydınlığı ortaya çıkarıyor karanlığımı ve ben karanlıkta görebiliyorum ama üşütüyor beni görebildiğim her şey...
Üflediğim zaman geçmişin tozlarını, geleceğin pasları ortaya çıkıyor sanki...
Hiç tanımadığım insanlar hakkında bildiklerimi, kendime ait bilgisizliğe dönüştüren ne???
O bir türlü dindiremediğim en derinlere inebilme isteği mi???
Yoksa başkalarının yaşamlarını, aşklarını, acılarını paylaşırken, bir türlü kendi iç dökümünü kimseye yapamayan kalbim mi?

Nedir, içimi en acıyan yerlerinden mühürleyen?
Nedir insanı en yükseklerden kuytulara sürükleyen?

Ve konuşur içim, dudağımı ısırırken düşlerim:
"Aşk; ihanetine bile ihtiyacım var...
Artık biliyorum... Yokluğunda çoğalıyor yokluklar..''

 
Şimdi ben, vaktin ağır aksak ivmesinde, bir sigara paketinin arkasına yazmış olduğum imlası alkollü şu satırları okuyorum:


"Gözlerimle kurşuna dizebilmek için seni, son bir hoşçakal ıssızlığını
yaşayabilmek için geldim kapılarına korkma ; içeri girecek değilim sadece kapına asılı kalsın istedim dualarım, gözlerim ve tüm düşlerim..."


Bir "Hoşçakal" ıssızlığıyla kalmak nedir bilir misin?......

Bilir misin ardından kapanan kapılara asılı kalan göz bebeklerinin inanılmaz harabeliğini?
Tüm anlamlarını kaybetmiş bir alfabeyle, "Lütfen" kelimesini kekeleyebilir misin? Defalarca yutkunarak ve direnmeye çabalayarak gözlerini sürüklemeye hazır sele, nasıl "Kendine iyi bak" denir bilir misin?
"Sen de" dendiğinde çoktan dağılmış yanlarını saklayabilir misin?....
Aşkın ihanetini bile özleyecek kadar, Aşkı sevebilir misin?......
 



Aynaya baktığımda bu sabah, canlanmak için sabırsızlanan bir heykel duruyordu karşımda...
Nedense bu sabah erken başladım içmeye, nedense erken uyandı, içimdeki kozasını kalın ören duygu sinsilesi. Kozasından çıkabilmek için tek kanadını feda etmeye hazır bir kelebek gördüm içimde bu sabah. Ve hatırladım ne kaldıysa dün geceden...
Suskunluğum yeni cinayetler tasarlıyordu,
Eski tanıdıklar geçiyordu içimden...


Üçüncü tekil şahıs olarak, nesnesiz ve kimsesiz kurabildiğim tüm cümleler, tek tek yıkılıyor işte bu sabah...
Kendimi düelloya davet ettim bu sabah. Senin için düello eden iki erkek, ikisi de benim...
İkisi de ölecek ve sen gideceksin, ben kalacağım cesedimle, yine gömüleceğim içime, kendimi bulamayacak kadar derinlere...
Oysa ne kadar huzurdun, ne kadar bendin, biliyorum belki uzaktın ama o gece uyuduğumda suydun, başucumdaydın..
Uyandığımda yoktun devrilmişti bardak akmıştı su...
İçimde; bir düşün yükseklerden düşme korkusu...

Okuduğun bu darmadağın yazı, darmadağın bir Pazar sabahında kendime özgü bir sen anlatımıdır sadece. Satır aralarında saklı hiçbir anlam kendimden sakladığım,yüzleşmeye korktuğum anlamları açıklayabilecek kadar cüretkar değil...
 
Seni özledim sevgilim...
Sana sevgilim dememi yadırgıyor musun sevgilim?
Çocuk yanlarımın kimliğini sana gösterebilmek isterdim sevgilim...
Aşkın ihanetine bile ihtiyacım olduğunu bilebilmeni isterdim,
Sevgilim...



Çok eski bir zamanda ailesiz, oyunsuz, şaşkınlığını ve açlığını örtbas etmeye çalışan gözleriyle, kimseyle konuşmayan, baktığı her şeyi anlamaya ve küçük aklına sığdırmaya çalışan bir çocuk varmış. Üşümesini ve açlığını sıcacık düşleriyle örtermiş küçük çocuk...
Susarmış susmasına, düşleri büyürmüş, bedeni açlıktan küçülürken yine de direnmeye çalışırmış küçük busesinden taşan yaşlarına...
Bir gün düş tacirleri gelmiş küçük çocuğun büyük şehrine...
Büyük paralar veriyorlarmış büyük düşlere...
Açlığından, üşümesinden bitkin düşen küçük çocuk daha fazla dayanamamış. Satmış düşlerini...
Sahip olduğu tek varlığını da takas etmiş düş tacirleriyle..
Aldığı paralarla karnını doyurmuş, üstünü örtmüş küçük çocuk. Ama şimdi daha çok üşüyormuş..
Şimdi midesi aç değilse bile içinde bir yerlerde bilemediği bir yanları acıyormuş tokluk açlığından...
 
Şimdi senden bana kalan ne bir resim ne de yüzünü anımsatacak bir hayal bıraktın zaman denilen ve senden olan şerefsizin işbirliğiyle...
Ama sen unuttun mu yoksa şizofren oyununda sürükleyici bir sahne yaratma düşüncesi miydi bilmiyorum...

Seninleyken yap-bozundaki yanlış adlandırmalarına kurban giden soğuk benliğime ters kaynayan kalbimin alt katındaki eksik çocukluk geçiren mide ağrılarım seni hatırlamaya ve yaşamaya yetiyor.Onun için ülser krizim
başladıkça sen daha bir sen oluyorsun ruhum tırmıklanırken midem ağrıyor ve kalbim aldanıyor yine aldatan sana...


Satılık düşün var mı sevgilim?


Bu yazının ilk harfinden bu yana üç saat geçti. Bu yazıyı yazan parmaklardan kaç ömür geçti, kaç ütopya kendi okyanuslarında kayboldu sen bilemezsin...
Kaç Eylül' de dirildim daha Mayıs'taki cesedimi toprağa vermeden.
Kaç kere bu mevsimde kıyılara vurdum, karasularımın genişliğinden...

Yılın en güzel ayı Eylül değil mi sevgilim?
En güzel anın sen olduğun bir mevsimde...
 
Hikayelerim bittiği zaman, sana çocukluğumu anlatırım... Sıkılmayasın ve hüzünlenmeyesin diye başka çocukluklardan mutlu alıntılar bile yaparım. Aşkın, onurun ve iyi bildiğim her şeyin, çocukluk kütüphanemdeki kitaplarımda yazılı kaldığı zamanlarımı anlatırım sana. O kitapları okuyarak nasıl büyüdüğümü, büyüdükçe küçülmenin ne olduğunu anlatırım...
"Çocukluğun bittiği zaman ne anlatacaksın?" diye sorma sevgilim...
Çocukluğum bittiği zaman kendimi terk ederim...


Bu yazı bir pul istemez sevgilim...
Bu Pazar sabahı hissettiğim her şeyin, bir ana fikir istemediği gibi...
Keşif atlaslarında ikimizi işaretlemeye kalkıştığım bu Pazar sabahında, bildiğim tüm gemicileri konuk ettim sana yazdığım bu yazıya...
İstedim ki bağlayabilsinler inceldiği yerden kopmasına izin verdiğim onca şeyi...
Amacım; en çözülmez düğümde buluşmaktı seninle...
Sonbaharın en inatçı yaprağıyla dalı gibi...

Şimdi uzaktasın
Yaşıyorsun kendi şehrini
Surlarında boşuna bekleme geceni
Bir Pazar sabahı şehrine geleceğim sevgilim
Gözlerimle kurşuna dizebilmek için seni....
 
Artık Pazar değil, sabah da değil...
Kendinden bir şeyler çıkarmaya çalışmanın, en karanlık labirente girme cüreti istediği, birimi umursanmaz, bir dingin zaman şimdi...
Seninle ve kendimle konuşmaya başladığım, giderek, tanımadığım insanlara şahitlik yaptığım zamanların, tutanakları bu harfsel coşku. Tahribatı yüksek, zaman ayarsız duygular sana yapmaya çalıştığım tarifler. Akan suyun, yatağını bulduğunu sanıp durgunlaşması, yatağından kovulup tekrar çağlaması bu sezinlediğin gel-gitler...
Aslında; gidilecek yerin aynı olması bu gelmeler...

 
Barındıracak anlamı bile olmayan yerlere sığınmayacak kadar cesur, sığındığı yerlerde fazla kalamayacak bir göçebe kadar korkak olmanın gel - gitleri siniyor kelimelere...
Yine de bu yazıya başladığımda biliyordum keşif atlaslarında ikimizi işaretlemenin zorluğunu...
Yırtılan onca yelkenime rağmen hazırdım fırtınalarının hırçınlığına....
Kayıp adaları geçecektim,
En derin okyanusları içecektim,
Yeni kıtalarda oyalanmayıp bulacaktım şehrini,
Gelecektim...
Gözlerimle kurşuna dizebilmek için seni...


Adressiz sorgulara bulaşmayan, hiçbir nedene ihtiyaç duymamasına rağmen, çok sebebini kendi içinde gizleyebilen, zamanı bazen birimsiz, bazen çekilmez bırakan, dibine kadar yaşanmasını kendiliğinden zorunlu kılan, duygusal bir coşkuydu yaşadığımız...

Göz ucuyla aşka bakarken gizliden gizliye,
Adlandırmaya çalıştığımız....

Yokluğun, ismi bile henüz konmamış bir çocuğun ağlamasıdır şimdi. Yine de o çocuk ödedi ne varsa aşkın vasiyetinde yazanı. Ve ben bir vasiyet gibi saklıyorum ne kaldıysa bana senle yaşanan özlemi...

Bir Pazar sabahı ansızın ve hiçbir şeyin hesabında olmaksızın çıkıp geleceğim geleceğim şehrine gözlerimi bırakacağım gözlerine ve birkaç kurşunu...


Yığılıp kalabilmek için ellerine...

 
yüreğine sağlık be abi Allah seni ve yazılarını bizden eksik etmesin..
 
Geri
Üst