Muhsin Başkan

innuendo

HANZALA
Moderatör
Katılım
5 Nis 2007
Mesajlar
9,878
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
FİLİSTANBUL
Muhsin Başkan

muhsinyazicioglu.jpg

Türkiye'nin açık duran temiz sayfalarından biriydi. Onun arkasından yazmak ve bu sayfanın kapandığına şahit olmak çok zoruma gidiyor. O bizim gençliğimizin lideriydi. Hep, hem bizden, hem de bizden fazla biriydi. Kendimizi onda bulduk ve onunla temsil ettik.

O bizim yüreğimiz, bizim duruşumuz, bizim sesimizdi. Zaman zaman korksak da, o bizim hiç geri adım atmayan cesaretimizdi. Dünya telaşı ile yalpalarken, o cetvelle çizilmiş gibi dümdüz yolunda ilerleyen gölgemizdi. Hiç eğilmeyen başımız, hiç zedelenmeyen onurumuzdu. Zamanla biz onu yalnız bıraksak da, o bizden hiç vazgeçmedi.

O bizim Muhsin Başkan'ımızdı.

1976 yılının Eylül ayının başlarıydı. Siyasal'da yeni öğrencilerin kayıtları devam ediyordu. Dev-Yol, fakültenin girişine masayı kurmuş, gelenleri zorla derneğe kaydediyor, haraç alıyordu. Bize selam verip kayıt yaptırmaya gidenlerden birkaçını da sıkıştırmışlar. Sorumluluk bendeydi. Yardım istedim. Site Yurdu'nda iki kişi beni buldu. Mütevazı ama çok kararlı görüneni benimle konuştu. Muhsin Yazıcıoğlu ile ilk karşılaşmamdı. İki saat sonra, kulaktan kulağa yayılan, iki kişinin Siyasal'ı bastığı ve iki metre boyundaki Sedat'ın herkesin ortasında adamakıllı dayak yediğine dair inanılması güç bir rivayeti dinliyordum. Birkaç gün sonra burnu bantlı Dev-Yol liderini görünce ben de bu hikâyeye inandım. Bu anekdotu, 70'li yılların Muhsin Başkan'ını resmetmek için aktardım. O yıllarda onu tanıyan herkes, size benzer hikâyeler anlatacaktır.

Sonra Genel Merkez'de beraber çalıştık. Bizim genel başkanımız olmuştu. Doğuştan lider özelliklerine sahipti. Şiddetin tırmandığı yıllarda zirvedeki adamlardan biriydi; ama sükûnetini ve sağduyusunu hiç kaybetmedi. Olanlardan hepimiz sorumluyduk; ama irade bize ait değildi. Çaresizlik içinde güvenecek bir dal arıyorduk. Hepimiz ona güvenirdik. Hepimiz ona inanırdık. Bizi yarı yolda bırakmayacağını, bize yanlış yaptırmayacağını bilirdik.

O yıllarda, ülkemizin ciddi bir tehdit altında olduğuna inanmış ve aynı davaya gönül vermiştik. Ama siyaset ideolojik saflığı bozuyordu. Partinin gündelik siyasete endeksli tutumu ile bizim "kesin inançlı" tavrımız sık sık çatışıyordu. Eleştirilerimiz "Albay"a kadar çıkmasa da, 77'de sayıları artan milletvekillerini hedef alabiliyordu. Çok sert restleşmeler yaşadık. Muhsin Başkan bu sürtüşmeler boyunca dimdik durdu. Onun desteğiyle Ülkü Ocakları bünyesinde daha muhafazakâr ve daha toplumcu bir çizgi giderek netleşmeye başladı. Manzara dışardan göründüğü gibi değildi. O yıllarda da sonra da bizim tek liderimiz Muhsin Başkan'dı.

Cezaevinde geçirdiği 7,5 sene zarfında ve sonrasında da bizim liderimiz olmaya devam etti. Hepimiz ona "Türkeş'in halefi" gözüyle bakardık. Aksini düşünen de çıkmazdı. Ne var ki liderler haleflerden hoşlanmıyorlar. Türkeş, yakın çevresini sürekli değiştirerek yoluna devam eden bir politikacı idi. Muhsin Başkan'ı değil ama, onun yakın arkadaşlarını çembere aldı. Muhsin Başkan, kendisine güvenenleri yarı yolda bırakmamak uğruna MHP'den ayrılmak zorunda kaldı. Ayrılırken geride geçmişten intikal eden bir şey bırakmadı, hepsini aldı yanında götürdü.

Politikada farklıydı. Hep gerekli esnekliği gösteremediğini, kişiliğinden ve prensiplerinden ödün vermediğini düşünmüşümdür. Politika saf inançla yürümüyor; Muhsin Başkan hesap değil, gönül adamıydı. Politikanın içine taşıdığı kendi dünyasının bu toplumdaki karşılığını, evvelki akşam Büyük Birlik Partisi Genel Merkezi önünde endişe içinde ağlayan gençlerin yüzünde gördüm. Galiba onu tanıyanların, hepimizin yüzü öyleydi.

İnsanın içinde bir şeyler ağırlaşıyor ve kopuyor. Kopan bedeninizden, yüreğinizden, beyninizden veya geçmişinizden bir parça değil. Her şeyinizin iyi ve güzel yanlarına dair çok esaslı bir şey. Özünüze dair.

Son dakikalarında, o helikopterde herkesi nasıl sakinleştirdiğini, nasıl kaya gibi metin durduğunu gözümde canlandırırken, bizler niye darmadağın oluyoruz?

Ah başkanım ah; bize kaybettirdiğinin ne olduğunu bir bilseydin.

MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE

Kaynak
 
Türkeş, yakın çevresini sürekli değiştirerek yoluna devam eden bir politikacı idi.

bir ölüm olayının ardından hemen mok atma derdine düşenlere lanet olsun ...

bu söylediği şeye varmı ispatı bu yazarın .

muhsini övecem diye basbuğa sövene iftira atana lanet olsun .

muhsinde basbuğda bizim değerlerimizdi ..bu fetocu hangi hakla bu sözleri söyler

kimse bana laf etmeye kalkmasın .yazarın tuzağına düşmeyelim
 
bazı sitelerde de görüyorum, buradada var, arkadaşlar bbp lideri, aynı zamanda, çok güzel bir insan olan, muhsin yazıcıoğlu hemşerim e ALLAH rahmet etsin, kazada ölen diğer kardeşlerimizede, ALLAH rahmet etsin, ailelerinede sabır versin, bir değerli insanımız ölmüş, bazı hayvanlar hayvan herifler, hala seçim derdinde, oy derdinde, ona buna laf atma derdinde, yahu bir insan öldü alnı ak şekilde ve onurlu bir şekilde, hala nasıl kaşarlık yapıyor bazı insan lar anlayamıyorum ??????
 
bazı sitelerde de görüyorum, buradada var, arkadaşlar bbp lideri, aynı zamanda, çok güzel bir insan olan, muhsin yazıcıoğlu hemşerim e ALLAH rahmet etsin, kazada ölen diğer kardeşlerimizede, ALLAH rahmet etsin, ailelerinede sabır versin, bir değerli insanımız ölmüş, bazı hayvanlar hayvan herifler, hala seçim derdinde, oy derdinde, ona buna laf atma derdinde, yahu bir insan öldü alnı ak şekilde ve onurlu bir şekilde, hala nasıl kaşarlık yapıyor bazı insan lar anlayamıyorum ??????

kimi kastediyorsun kardeş bu forumda kim oy hesabı yapıyormuş ...
 
kimi kastediyorsun kardeş bu forumda kim oy hesabı yapıyormuş ...

kardeş sen oy hesabı yapıyorsan, üstüne al, ama yapmıyorsan, niye alınıyorsun, ben bazı sitelerde gördüm, artık hayvanlaşmış, millet seçiminede diye kötü söyletecekler, sen niye alınıyorsun ? anlayan hayvanlar zaten anlar, ben laf söylediğim zaman, arkasında olurum kıvırmam, senle alakası yok, hala oy peşinde, parti savunma peşinde, dengesizler ,bu olay olmasaydı, zaten herkes konuşuyordu, ama adamcağız ölmüş arkasından konuşanlar var, şöyle böyle diye,
 
beyler kim ne derse desin bence bu olay sadece bir basit kaza olduğuna inanmıyorum.keşke bir basit kaza olsa idi ama bir kişi 17 tane ölümcü kaza atlatıyor ise 18 kaza olduğuna inanmak çok zor.bu bir kutupları çarpıştırma oyunu vurulmuş ve oyun oynanıyor maalesef.........
büyük reis ALLAH sana gani gani rahmet eyler inşallah
 
ALLAH ganı ganı RAHMET eylesın ıyı adamdı
 
Bosa Yer Kaplamayın...Tartismalarla Herkez Burada Duygularını Ön sayfada Göstersın

Muhsin Türkiye'nın Gördugu az İsimlerdendi...

Anadolu Yiğitlerindendi Onun Gibi Bi Siyasetci Tanımıyorum....

Kendım Mhp Liyim Ancak Muhsin Reis Bir Başka...

Bu Ülkede Zaten Hep Vatanını Seven Kişiler ÖLür ..

Vatan Hainlerine Bişi Olmaz...

Kaza Olmadıgını Suıkast Oldugunu Dusunuyorum :( İnşallah Haklı Olmam
 
ama keske cezasını cekseydi.idam a falan mahkum etselerdi.
10 binlerin olumunde parmagı olan bi adam helikopter kazasında oldu.adaleet bu degil bence
 
Mekanın Cennet Olsun Reis Seni Unutmayacağız........
 
ALLAH Rahmet Eylesin...Mekanı Cennet Olsun....
 
gebersin...
ama keske cezasını cekip geberseydi.idam a falan mahkum etselerdi.
10 binlerin olumunde parmagı olan bi adam helikopter kazasında oldu.adaleet bu degil bence

Senin adaletin tanklarla meydanlarda adam ezmek , senin adaletin dünyayı kargaşaya sürüklemek.

Adam gibi adamlardan olan Muhsin Reis'e ne sonsuzluğun sahibine ulaşmış ruhuna ne de bu dünyada yaşadığı günlerdeki haline yorum yapmak senin haddine bile değil o yüzden sen şimdi git biraz daha saçma şeyler oku gel yorum yap bende o sırada senin için kapakları hazırlıyım anladın :goz: :goz:
 
gebersin...
ama keske cezasını cekip geberseydi.idam a falan mahkum etselerdi.
10 binlerin olumunde parmagı olan bi adam helikopter kazasında oldu.adaleet bu degil bence

Kesinlikle Muhsin Yazıcıoğlu'nu savunan onu heryerde öven bir insan değilim.
Fakat ne demek gebersin?
Ölen kişinin ardından böyle laflar etmek hiç hoş değil.
Cenab-ı Hak böyle takdir etmiş.Böyle olmuş.
Bu lafları Apo itine demiş olsaydın seni ayakta alkışlardım.Fakat Muhsin Yazıcıoğlu'na bu lafı söylemen açıkçası beni çok üzdü.
 
zaman gazetesinden ib yazı.. rahmetliyi bir kere daha yad edelim. türkiyeye gelmiş en karizmatik liderdi..

Eğer bunu iyi anlamda diyorsan sakınca yok. Ama dalga geçme mahiyetinde soylüyosan cahilin önde gidenisin. Karizmatiğin anlamını araştır önce ondan sonra yaz yazıcaklarını...
 
Vallahi Allah rahmet eylesin ama bu konuya katılmıyorum şahsen...
 
Ahh Reis Üşüyoruz... Seni Çekemedi Bu Ülkede Siyaseti Eline Yüzüne Bulaştıranlar... Seni Bir Biz Anladık.. Senin Dürüstlüğün Fedakarlığın Kimde Vardı Ki Reis.. Şimdi Bu Alperen Yürekler, Şimdi Bu Vatanı Seven Gençler Sensiz Ne Yapacak?

Seni Hiç Bir Zaman Unutmayacağız...

Seni Komploya Kurban Götüren Şerefsizler Öbür Tarafta Elbet Hesabını Verecektir...
 
Muhsin Yazicioğlu..


3167_1080746532375_1037640807_30164759_3430131_n.jpg






mucadele_basbug.jpg




KOCA REİS



12 Eylül'ün ardından elektrikten falakaya bütün işkencelerle tanıştı, idamla yargılandı. 7 yıllık mahpus hayatında annesiyle sadece bir kez görüştü. Annesi bunun ardından hastalandı, dizleri tutmaz oldu. Şimdi, gençliğin kullanıldığını söyleyerek, her dönemde, herkesten çok acı çekenlere işaret ediyor: "Biz ne çektiysek, onun birkaç katını analarımız çekti."

Muhsin Yazıcıoğlu, müderris geleneğine sahip bir aileden geliyor. Soyisimlerini de bu sebeple almışlar. 1954 doğumlu olan Yazıcıoğlu, Horasan'dan Hatay'a, oradan da Sivas'a göç eden bir ailenin çocuğu. 'Milliyetçilik' fikri ile lise yıllarında tanışır. Nihal Atsız'dan aldığı milliyetçiliğe Necip Fazıl ve Seyyit Ahmet Arvasi'den 'manevi' yönü ekleyerek fikirlerini dengeye oturtur.

Alparslan Türkeş'in 1969'da yolu Şarkışla'ya düşer. Verilen bir yemekte, tesadüfen karşısına oturunca tanışırlar. Sivas'ta irtibatlı olduğu hareketle Ankara'da da ilişkisini kesmez. Bütün aktif görevlere katılır. Türkeş'in Kader Sokak'taki evinin korumalığını sağlamak için tutulan dairede görev alır. Çevresinin hızla genişlemesi Yazıcıoğlu'nun adının duyulmasına sebep olur. Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı'na kadar yükselir.

Yazıcıoğlu en verimli yıllarını ‘Mamak zindanlarında’ geçirir. 12 Eylül, Yazıcıoğlu’nun hayatını yeni bir mecraya sürükler.

12 Eylül İhtilali'nde Sivas'tadır. İhtilali duyunca anne babasını ziyaret için köye gider, ellerini öpüp bundan sonra olabilecekleri anlatır: "Önümüzdeki günlerde radyolardan benim için teslim ol çağrısı yapabilirler, sonra yakalandı, vuruldu derler. Sonra da idamla yargılanıyor derler. Bunların hiçbirine aldırmayın. Siz bana güvenin, canınızı sıkmayın." Dediklerinin tamamı olur. Fakat oğulları bunları önceden söylediği için, anne ve babanın gönülleri ferahtır. Annesi, oğlu cezaevinden çıktıktan sonra şöyle diyecektir: "Eğer oğlum, gelip bunları söylemeseydin ben aklımı oynatırdım."

Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül'de önce köyüne, oradan da Ankara'ya rahat gidebilmesini şöyle açıklıyor: "Emrullah Soybayraktar ismini kullandım. Öyle özel orijinal bir mesele değil. İhtilal olunca ben nüfus cüzdanımı Emrullah Soybayraktar şeklinde değiştirdim. Bir yerden yardım almadım. Tamamen kendi hüviyetimin üstünde yaptığım şey."

C–5 işkencesi

Yazıcıoğlu, Mamak Cezaevi'nde uzun sorgulardan geçirilir. Halen unutamadığı C–5'i anlatırken sanki o günleri yaşamaktadır: "Çırılçıplak soyup, omzumuza bir kalas koyuyorlar, o kalasın üzerinde çengeller var, çengellere (T) şeklinde asıyorlar. Ondan sonra ayağınızın altına sandalye koyuyorlar. Parmaklardan, uzuvlardan cereyana bağlıyorlar. Onların istediği şekilde konuşmadığında, ayağınızın altındaki sandalyeyi çekiyorlar. Ayaklar boşlukta sallanırken cereyana veriyorlar. Ondan sonra sırtınıza adam bindirip gezdiriyorlar. Yemek yedirmiyor, su içirmiyorlar. Normal zamanlarda da bizi sandalyalere oturtup arkamızdaki demirlere bizleri kelepçeliyorlardı. Boynuma ot yastık koyuyorlardı. O yastık bir müddet sonra ağırlaşıyor. Sonra falakaya yatırıyorlardı.”

Yazıcıoğlu, cezaevine girdikten sonra annesi ile bir kez görüştüğünü söylüyor. Görüş yerine getiriliş şeklini ailesinin görmesini arzu etmediği için ziyarete gelmelerini istemiyor. Annesi ile bir bayram günü görüşüyor. Bunun ardından, Annesi üzüntüsünden hastalanıyor. Ayakta duramaz, dizleri tutmaz oluyor. Tedavi oluyor; ama bir türlü iyileşemiyor. Yazıcıoğlu annesinin durumunu anlatırken, "Ben cezaevinden çıktım. Köye gittim. Annem beni görünce yürümeye başladı. Biz ne çektiysek, onun birkaç katını analarımız çekti." diyor.

'Bozkurtlar Çiftliği' hayali

Yazıcıoğlu, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi mezunu. 'Neden veterinerlik?' diye sorduğumuzda altından başka bir hikaye çıkıyor: "Biz lisedeyken, dört arkadaştık. Hayalimizde bir 'Bozkurtlar Çiftliği' vardı. Onun için bir doktora, bir eğitimciye, bir ziraatçıya ve bir de veterinere ihtiyaç vardı. Bu çiftlik için yer aradık. Bir arkadaşım tıp fakültesine, biri öğretmenliğe bir diğeri de jeoloji mühendisliğine girdi. Bana da veterinerlik kaldı. En büyük projemiz Anadolu'nun zeki, gürbüz çocuklarına sahip çıkmaktı."

Muhsin Yazıcıoğlu, cezaevinden çıktıktan sonra evleniyor. Firuze ve Fatih Furkan isminde iki çocukları var. Bir çocukları ise doğumdan sonra vefat etmiş. Yazıcıoğlu, "Ben gece gelir, çocukları uyandırırım. Sütlerini içiririm. İçine de bal atarım. Bundan çok büyük zevk alırım. Onlar da hoşlanırlar." diyor.

Yazıcıoğlu kendini şair olarak görmese de çok sayıda şiiri var. "(Ben şairim) demek şairlere saygısızlık olur." diyen Yazıcıoğlu, şiir sevgisini Mamak'a da taşımış. Ülkücüler arasında şiir yarışması düzenlemişler. Sadi Somuncuoğlu, Nevzat Köseoğlu gibi kalemşörler de bu yarışmaya katılmış. Zaten ödül olarak dağıtılan kitapları da onlar almış. Somuncuoğlu'nun 'Destan' isimli şiiri, Yazıcıoğlu'nun hala aklında. (Sadullah ÖZCAN)

Dost ölümünü rüyada gördü

Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül döneminde aranırken hâlâ unutamadığı bir rüya görüyor.

Çok sevdiği arkadaşlarının babası olan Cemal Bölücek’le ilgili rüya. Rıza Müftüoğlu’nun ‘Muhsin’in arkasındaki’ adam dediği Cemal Amca. Yazıcıoğlu’ndan dinliyoruz: “Rüyamda yolda gidiyorum. Bir kocaman kamyon üstüme doğru geliyor. Beni ezecek. Fakat birden Cemal Amca, kamyonun önüne dikildi. Kamyon ona çarptı. Ama Cemal amca dimdik ayakta kaldı. Ağzının kenarından az bir kan aktı. Gecenin 2’sinde kalktım. Hemen Sivas’ı aradım. Oğlu Hasan çıktı. Ona, –Cemal Amca nasıl? diye sordum. –İyi bir şeyi yok.– dedi. O arada Cemal Amca’nın sesini duydum– Arayan kim?– diye. Hasan da beni Sivas’a çağırır endişesiyle başka bir isim söyledi. Sonra yine yattım. Aynı rüyayı yine gördüm. Kalktım, yeniden Cemal Amca’yı aradım. Yine karşıma Hasan çıktı– Babamı biraz önce kaybettik.– dedi.” Ölüm haberini alır almaz İstanbul’dan otobüse atlayıp Sivas’a gidiyor. O Sivas’a varmadan bir gün önce cenaze defnedilmiş. Otobüsten iner inmez kimseyi görmeden Cemal Amca’nın mezarını buluyor. Dua ediyor. Mezarın çevresini güzelce düzenliyor. Cuma namazı sonrası oğulları mezarın düzenlenmiş olduğunu görünce Yazıcoğlu’nun geldiğini anlıyorlar.

Yokluk aşını iyi bilirim

Muhsin Yazıcıoğlu, uğraşmaya vakit bulamasa da yemek yapmayı iyi biliyor. Hem de mantı yapacak seviyede.

Mantı pişirmeyi, plav yapmayı öğrencilik yıllarından öğrenmiş. Yazıcıoğlu, iki meşhur yemeğini ise, 'menemen ve şaştım aşı' olarak açıklıyor. Şaştım aşını evde ne bulunursa ondan yapılıyor. Yani aslında 'Yokluk aşı'. Yazıcıoğlu, devamlı seyahatte bulunmasından dolayı, evde hanımına yardım etme fırsatı bulamadığından yakınıyor. Hamur işini sevmesini ise 'Millet olarak genlerimizde var' şeklinde yorumluyor.

Yazıcıoğlu'nun cezaevinde vazgeçemediği sebze ve meyvesi: 'Maydanoz ve limon'. Aslında çok sevdiğinden değil; yokluktan. Yazıcıoğlu, "Diğer arkadaşlar ihtiyaçlarını gidersinler diye ben meyve sebze almazdım. Bunların yerine maydonoz ve limonu bol alırdım." diyor. Maydanozları çiçek demeti gibi yapıp, boş hipo kutularına koymuş. Maydanozlara bakarak, kendini ormanda, çayırda hayal etmiş. Yazıcıoğlu, hücrede olduğu için, devamlı duvara bakmak yerine maydanozlara bakarak, gözlerinin bozulmasını da önlediğini söylüyor. Sonra da bu maydanozları, üzerlerine limon sıkarak ekmekle yerlermiş.

Muhsin Yazıcıoğlu'nun cezaevinde unutamadığı bir hikayesi de çayla ilgili. 5 yıl idarenin sabahları verdiğinin dışında hiç çay içmemiş. Sebebini ise, bir dönem paralarının azalması yüzünden, çay demlemeyi kısıtlaması olarak açıklıyor. Fakat bu karara Adanalı bir ülkücü, "Bir çayımız var. Bari ona dokunmayın." diye sitemde bulunmuş. Havalandırmaya çıkılınca bu arkadaşına kızmış, ama söylediği sözler de içine oturmuş. O üzüntü ile 'Çay içmeyeceğim.' demiş ve 5 yıl içmemiş. Neden çay içmediğini de arkadaşlarına söylememiş.

'Deli Yürek'i seyrediyor

Yazıcoğlu’na, Türkiye’de bir dönem yaşanılanların anlatıldığı ‘Deli Yürek’ dizisinin neresinde olduğunu soruyoruz.

“Deli Yürek’in hiçbir yerinde değilim.” diyor. Ama ekliyor: “O dizi Türkiye’nin fotoğrafıdır. Menfaatleri içn kavga edenlerle, ülkesi için kavga edenlerin birbirine karıştığı Türkiye’nin manzarasını veriyor. Senaryo yazarı Ömer Lütfü Mete’yi tanırım. Kişiler ve olaylar arasındaki ilişkileri çok eskiden takip eden bir kişi. O nedenle senaryonun gerçek hayatı yansıtmasını kolaylaştırıyor. Bir de dizideki ‘Yusuf’un en yakınındaki ‘Reis’ lakaplı ‘Sabri’ rolündeki Ahmet Yenilmez, İstanbul il yönetimimizde.”

 
Bu adamı hiç sevmedim ve savunduğu düşünceyi, uyguladığı politikayı hiç beğenmedim. Lakin ölümü içler acısı oldu. Böyle olmamalıydı. Pisi pisine gitti. Ulaşılmadı yahut ulaşılamadı. Bu yüzyılda böylesine bir ölümün özürlük bir yeri yok.. Olmamalı..
 
delikanlı adamdı öldüğünde çok üzüldüm. Mekanı cennet olsun
 
Geri
Üst