- Katılım
- 3 Şub 2006
- Mesajlar
- 6,597
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 118

Muhabbetullah, Allah-ü Teâlânın kemâl ve cemâlini idrak ve takdir oranında kalpte oluşan ilâhî bir nurdur. Bu muhabbet ile insan ruhu, kederlerden ve hüzünlerden kurtulur. Safî neşe ve huzura kavuşur. İnsan ruhunu erdeme ulaştıran sebeplerin en sağlamı, Allah sevgisidir.
Cenâb-ı Hak, insanın kalbine sonsuz bir muhabbet kabiliyeti yerleştirmiştir. Bu sonsuz muhabbet, ancak zât ve sıfatlarıyla sonsuz kemâlde bulunan Allah içindir. Yâni, insana lütfedilen bu sevgi kabiliyeti Allahı sevmek içindir.
İnsan bir şeyi ya ondaki kemâl, yahut ondan aldığı lezzet ve gördüğü menfaat için sever. Meselâ, bir Müslüman peygamberleri, evliyaları, irfan ve fazilet sahibi zâtları, onlardaki kemalât-olgunluk-erdem için sever. Kendisine ihsan eden kimseleri, onlardan gördüğü lütuf ve ikramları için sever. Yediği yemek ve meyveleri ise lezzetleri için sever. İnsan, aklen ve vicdanen bilir ki, kemâllerini takdir ettiği, ihsanlarından memnun olduğu ve lezzet aldığı bütün bu varlıklar Allahındır. Hepsini O yaratmıştır. Bunlarda tecelli eden bütün kemâl, cemâl ve ihsanlar, hep Ondan gelmektedir.
Öyleyse, insan kendindeki bu nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, evvela ve bizzat Allaha verecek, diğer bütün muhabbete lâyık zâtları, nimetleri ve ihsanları da Allah için sevecektir. Bozulmamış her akıl ve vicdan, bu hakikati kabul eder.

Buna binâen, biz Müslümanlar, başta Peygamberimiz (asm.) olmak üzere, Dört Halifeyi, Âl-i Beyti, bütün sahabe-i kirâmı Allah nâmına, Allah onları sevdiği ve sevmemizi istediği için seviyoruz. Eğer bu zâtları, Allah için değil de, sırf kendi şahsiyetleri için sevsek, o zaman Hristiyanların düştüğü tehlikeye biz de düşmüş oluruz. Zira, onlar Hz. İsa (as.)'ı Allahın bir Resulü, elçisi olarak Allah namına değil de, - hâşâ - Allah gibi seviyorlar. Onu, Allaha ortak koşmakla dinden çıkıyorlar.
Her Müslüman, şu konuyu dikkatle göz önüne almalıdır: Kurân-ı Kerim, insanların dünyevî ve uhrevî bütün durumlarına ölçü getirmiştir. Konuşmalarına, yiyip içmelerine, ticaretlerine ölçü koyduğu gibi; fikir ve his âlemlerine de ölçüler koymuştur.

Meselâ, konuşmaya ölçü getirmiştir: Müslüman yalan konuşamaz. Düşünce tarzına ölçü getirmiştir: İnsan Cenâbı Hakkın Zâtını, mahiyetini ve nasıl olduğunu düşünemez. Aynı şekilde Allahı sevmeye ve Ondan korkmaya da ölçü getirmiştir. Allah sevgisinin ölçüsü, iyi amel işlemek, Allah korkusunun ölçüsü ise, takvâ yâni günahlardan sakınmaktır.
Konumuzla ilgili olarak sevgide ölçü üzerinde biraz durmakta fayda görüyoruz.
Biz Müslümanlar sonsuz ve şartsız olarak ancak Allahı severiz. Sonra Peygamberimiz (asm)'ı severiz. Ama, onu (asm.) -hâşâ- ilah gibi değil, Allahın kulu ve Resulü olarak severiz. Ondaki bütün kemalâtın kendi zâtından değil, Allahtan olduğuna iman ederiz. Onun (asv), Cenâb-ı Hakkın isim ve sıfatlarının tecellisine en geniş bir ayna olduğunu bilir ve bu itibarla kendisini canımızdan, malımızdan ve akrabalarımızdan, kısaca her şeyimizden daha çok severiz.

Allah ve Resulünden sonra diğer peygamberleri, sonra dört halifeyi, sonra diğer sahabeleri severiz. Sonra da derecelerine göre, bütün evliyaları ve müminleri severiz... Sonuç olarak, sevgimizde İslâmîyetin koyduğu ölçülere dikkat ederiz.
Allahı sevmenin nasıl olacağına gelince, bu hususta Kurân-ı Kerim şu ölçüyü koymuştur:
De ki: Eğer Allaha muhabbetiniz varsa hemen bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı affetmekle örtsün. Allah Gafûrdur, Rahîmdir.
(Âl-i İmrân Sûresi, 3/31 )
Yukarıdaki ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle buyurulmaktadır:

Allaha (c.c.) imanınız varsa, elbette Allahı seveceksiniz. Madem Allahı seveceksiniz, Allahın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise Allahın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, Ona ittiba etmek (tâbi olmak)tır. Ne vakit Ona ittiba etseniz Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allahı seversiniz; tâ ki, Allah da sizleri sevsin (Lemalar, s.21)
Bu ayet-i kerime ve izahından anlaşıldığı gibi, Allahı sevmenin yolu, Peygamber Efendimiz (asm.)'a uymaya çalışmaktır. Bir mümin, itikat, ahlâk ve ibadette Resulüllaha benzemek ve Onun getirdiği bütün hükümleri mümkün olduğu kadar uygulamakla Allahı sevmiş olur. Ashâb-ı Kirâm'ın büyüklüğü, Resulüllaha tâbi olmakta en ileri seviyede olmalarındadır. Bu vadide, Hz. Ali (ra.) ve Âl-i Beytin de çok özel bir yeri vardır. Öyleyse onları seven her mümin de, onlar gibi Peygamberimiz (asm.)'a tâbi olmakla sorumludur.
Sonuç olarak, Peygamberimiz (asm.) Allahın sevdiği, razı olduğu insan modelidir. Bir mümin O Rehber-i Ekmele benzediği ölçüde, Allahı sevmiş ve Onun muhabbetini kazanmış olur.

Peygamberimize benzemek ise, fiilleri, sözleri, ahlakı ve davranışlarıyla Onun bütün Sünnet-i Seniyyesine tâbi olmakla mümkün olur.
Buna göre, Sünnet-i Seniyyeye tam uymak isteyen bir mümin, Resulüllah Efendimiz (asm.) gibi - farz, vacip, sünnet - bütün namazlarını kılacak, orucunu tutacak, zengin ise hacca gidecek ve zekât verecek, Kuranı okuyacak, Onun sevdiklerini sevecek, sevmediklerini sevmeyecek. Onun ahlâkına mümkün olduğu kadar uymaya çalışacaktır.
Kaynak: sorularlaislamiyet.com