Altı Ok yerine Dokuz Işık!
Altı ok bütün dertlere deva olsaydı Türkiye süper güç olurdu değilmi? Kaldı ki dokuz ışıkta zamana yenik düşmeye mecburdur. Ancak dokuz ışık, ihmal edilen İslamın ve arzulanan milli devletin kuruluş reçetesidir.
MHP’nin milliyetçi çizgiden ümmetçi çizgiye kayması meselesine gelirsek, biz de bu iddianın iftira olduğunu kanaatindeyiz. Çünkü MHP geçmişinde de ümmetçiydi, bugün de ümmetçidir. MHP hiçbir zaman milliyetçi olmamıştır ki, niye böyle bir iftirada bulunurlar anlamayız!
Geçmiştede de ümmetçiymiş amenna ve saddakna elbette Ülkücü Hareket Peygamber ümmeti olmaktan şeref duyar, ahirette şanlı peygamberinin şefaatine layık olabilmiş ve onun arkasında kümelenmiş ümmet içeirisnde bulunmaktan daha mutlu ne vardır? Ancak bu hazzı imandan yoksun kafaların anlaması ve yaşayabilmesi mümkün değildir.
Neyse, MHP geçmişte nasıl milliyetçiymiş bir bakalım?
Atatürk’e olan düşmanlıklarını açıktan söylemeyen MHP’liler, işe önce Atatürk’ün ortaya koymuş olduğu ilkeleri görmezlikten gelerek başladılar. 1967 tarihinde Ülkücü hareketin siyasi tarihine sokulan, her ülkücünün okuması gereken “Dokuz Işık” kitabında bu çok açık ve net gözükmektedir.
Herkes Atatürkçü olmak zorundamıdır? İyice bilinmelidir ki Ülkücü, yeni bir nizamın savunucusu, Türk-İslam medeniyetinin yeniden inşasının memurudur. Sistemden memnun olsaydı böyle bir tezin savunucusu olmazdı.
Örneğin kitabın bir yerinde, “…Türk milliyetçiliği, ilk defa Milliyetçi Hareket Partisi tarafından siyasi bir hareket olarak Türk Milleti’ne mal edilmiştir” (Dokuz Işık, Hamle, s.78) denilerek, Atatürk döneminde CHP’nin programına koyulan milliyetçilik ilkesi görmezlikten gelinmiştir.
CHP nin kurulduğu günden bu yana milliyetçilikten ne anladığını acılarıyla tecrübe ettik, iflas etmiş ulusalcı düşüncelerin camiamızda kabul görmesi mümkün değildir.
Kitabın bir başka yerinde de “Doktrinimizde dinimizin yüceliğini kabul etmişizdir. Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve faziletini hiçbir parti ortaya atmamışken, biz benimsemişizdir. Türk-İslam ülküsünü ortaya biz atmışızdır” (age, s. 235). denilerek yine Atatürk’ün ilkelerine tezat bir görüş benimsenmiştir.
Ne mutlu bu kutlu davayı layıkıyla yaşayabilene ve yaşatabilene. Karın ağrınız bizi enteres etmiyor imanla küfrün savaşı kıyamete dek sürecektir.
Atatürk; “Türk Milleti; milli hissi, dini hisle değil, fakat insani hisle düşünmekten zevk alır. Vicdanında milli hissin yanında insani hissin şerefli yanını muhafaza etmekle muhtehirdir” diyerek, dini hissiyatların milliyetçilik ile harmanlanmasına karşı çıkmıştır. Bir nevi Türk-İslam sentezine karşı çıkmıştır.
Ülkücülerin teorisyenlerinden Seyyid Ahmed Arvasi’ye göre, “Milliyetçilerin davası; Türk Milleti’nin ve dolayısı ile Türk milliyetçiliğinin alemşümul davası ve ideolojisi, Allah ve resulünün davasıdır ve bunun adı İslamiyettir.”
Yaşam sebebimizin, davamızın, inancımızın, gideceğimiz ebedi alemin, insanlığın kurtuluşunun adı İSLAMİYET değilmidir? İslama teslim Türk Milletinin milliyetçilerinin, İslam davasının davacısı olmasından daha doğal ne olabilir?
Bu sözlerle Türk milliyetçiliği çarpıtılmaya çalışılmıştır. Atatürk’ün Türk milliyetçiliği anlayışı ile Seyyid Ahmed Arvasi gibi bir ülkücünün Türk milliyetçiliği anlayışının ortak bir yanı var mıdır? Yoktur.
Elbette yoktur. Olması neyi değiştir? Neyi İspatlar?
MHP başta laiklik olmak üzere birçok akımın kökü dışarıda olduğu, dışarıdan geldiği gerekçesi ile karşı olmuştur. Ama kökü dışarıda olan ve Türkiye’ye dışarıdan dayatılan self determinasyon (halkların kendi kaderini tayin hakkı) hakkını savunmuşturlar.
Hikaye,, bizi determinizm le suçlayanlar laiklik diyerek ortalığı yıkıp nasıl milliyetçilik tasladıklarının izahını yapsın önce.
Deden mi laikti? nenen mi? Bu ülkenin tek milli fikri Türk-İslam Ülküsüdür.
Hatta Türkeş, “…Biz Türk milliyetçiliğinin bir diğer görevi olarak başka milletlerin sömürgesi durumunda yaşatılan Türk topluluklarına Birleşmiş Milletler Anayasası’nda yer almış olan, İnsan Hakları Beyannamesi’nde yer almış olan, self determinasyon hakkının tanınması bir azınlık vazifesi olarak ileri sürmekteyiz” (age, s. 93) diyerek, kökü dışarıda olan bir ideoloji benimsenmektedir.
Türk Topluluklarının esaretten kurtuluşu için her yol mubahtır.
Eğer bunu kabul ediyorsanız, Kürtlerin de self determinasyon haklarını kullanarak ayrılma taleplerine de karşı olmamanız gerekir!
O kürtlere nasıl baktığınıza bağlıdır, rus ayısı Türkü ezer zulmeder biz ise müslümanı bağrımıza basarız kürtmüş lazmış farketmez.
MHP ekonomik bağımsızlığı hiç savunmadı
Geçmişlerinde madenlerin bile devlet eliyle değil, özel teşebbüslerce işletilmesini savunanlar nasıl milliyetçi olabilir ki.
Kaldı ki, MHP 2002 seçim beyannamelerinde bile, Ziraat ve Halk Bankalarının özelleşmesini istemişti. Ekonomide devletçi ekonomi modelini benimsemeyen hiçbir siyasi ideoloji milliyetçi olamaz.
Dokuz ışıktan alıntı yapsaydınızya hani çok okumuşsunuzya orada gümrük birliğine bile karşı olduğumuz görülmektedir.
Evet, bugün Avrupa kapitalist midir?
Kapitalisttir.
Türkiye az gelişmiş bir ülke midir?
Evet.
Peki, bunların lideri olan Bahçeli, AB için “onurlu giriş” adı altında onursuz bir politikayı onaylamış mıdır?
Onaylamıştır. Hatta “AB bir devlet politikası olmuştur” demiştir.
Avrupa Türkiye’yi içine almadan Gümrük Birliği’ne alarak sömürüyor mu?
Sömürüyor.
Onurlu AB üyeliği mevzusunda hemfikiriz ve onaylamıyoruz.
Bununla kalınsa iyi. Yine o meşhur kitapta (Dokuz Işık) “Emek-Sermaye Bütünleşmesi” anlatılmaktadır. Sözde anti-kapitalist takılıp da kapitalist olanların, dünyayı doğru okumasını bekleyemezsiniz zaten. Emek-sermaye gibi iki zıtlık birbiriyle çatışırken, bütünleşmeden bahsedenlere yalnızca gülüyoruz.
Emekte - sermayede İslama göre önemlidir, gereklidir. Sizin zıt dediğiniz İslamda vardır ve mükemmel işlemiştir.
Cumhuriyetçi değil Osmanlıcı MHP
MHP her zaman Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti yerine Osmanlı Devleti’ni arzuladığını ifade etmekten çekinmemiştir.
Ülkücü Hareket osmanlınında, cumhuriyetinde hatalarını ve doğrularını görür ve yeni bir türk-islam medeniyeti formüle eder.
Örneğin Devlet gazetesinin 21 Temmuz 1969 tarihli sayısında; “Milliyetçi Türk gençliği her çeşit yabancı tesirlerin ve bütün şüphelerin dışında, hayatını bile esirgediği büyük davanın, Türk-İslam medeniyetini yeniden kurmak ve yaşatmak davasının emrinde idi” denilerek, bir Osmanlıcılık davasının güdüldüğünü açık ve seçik yazabilmiştirler.
Kaldı ki, MHP amblemindeki üç hilal bile Osmanlı’ya dönüşü isteyen bir zihniyetin ürünüdür. Parti amblemi olarak üç hilalin kabul edildiği 1969 tarihindeki 9. Büyük Kurultay’da, vakti zamanında Irkçılık-Turancılık davasından yargılanan ve Kürt milliyetçisi olan Said-i Kürdi’ye (Nursi) methiyeler düzen Osman Yüksel Serdengeçti, “Biz Osmanlı’nın torunlarıyız, üç hilal’in amblem olması gerekir” diyerek, Osmanlıcılık yapılmıştır. Şimdiki MHP’nin kökeninde de bu Osmanlıcılık vardır.
Serdengeçtinin tırnağı kadar milliyetçi olamayanlar onun hakkında konuşmaktan ar etmelidirler.
Bu Kurultayda Türkeş, “…Türklük şuur ve gururuna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalete yarışa, birliğe kardeşliğe kısacası hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum…” diyerek, dini söylemleri ön planda tutan bu ve benzeri birçok konuşmalar yapmıştır.
Allah razı olsun Başbuğdan..
Bu tarz konuşma ve ifadeler Nihal Atsız’ın bile tepkisini çekmiş, “Bozkurtlar, MHP’den ayrılın… MHP Şeriatçıdır” demesine yol açmıştır. 1973 yılında Atsız yanlısı Ali Balseven’in Ülkücüler tarafından öldürülmesi ile MHP ve Atsız arasındaki ilişki tamamıyla kopmuştur. Ali Balseven’in öldürülmesi nedeniyle Atsız, “Ne Yaptığını Bilmeyenler” adlı yazısında; “Türkçü bir genç olan Ali Balseven; milliyetçi parti diye MHP’ye girip, bu partinin kesinlikle Türkçü olmadığını anladıktan sonra çıktığı için, üstüne çektiği düşmanlıklar sebebiyle kahpece öldürülmüştür” diyerek MHP’nin milliyetçi, Türkçü olmadığını söylemiştir.
Nihal Atsızın kendi tasarrufudur, onun ırkçı fikirleri ülkücüler tarafından benimsenmez. İslamın süzgecinden geçmeyen ne varsa batıldır, hükmü yoktur.
Ayrıca, “Kanımız aksa da zafer İslamın”, “Çağrımızda İslamda dirilişe”, “Gücümüzü İslamdan alıyoruz”, “Ülkücü gençlik ölecek, İslamın güneşi sönmeyecek”, “İslamın bayrağı kanlarımızla yükseliyor” gibi dini sloganları kendi yayın organlarında kullanarak milliyetçilik yerine dincilik yapılmış, yayınladıkları bildirilerde bile; Türkiye’deki çatışmaları “İslamla küfrün çatışması” olarak lanse etmiştirler. Duvarlara yazdıkları yazılarda, “Allah için savaşın” yazabilecek kadar siyasal İslamcılardan daha fazla dincilik yapmıştırlar.
Vah vah ne felaket ne felaket..
MHP Kıbrıs Barış Harekâtı’na da karşı çıktı!
Oysa Türkeş, 1944 yılında yargılandığı Irkçılık-Turancılık davasındaki sorgusunda, “Nihal Atsız bana daima Irkçı-Turancı telkinatta bulunmuştur. Ben de tamamen onun gibi düşünüyorum” demiştir. Hatta, sıkıyönetim savcısı, Türkeş’in Atsız’a yazdığı bir mektupta da Irkçılık-Turancılık konusunda “Kalem kifayet etmezse o zaman işi silahlara bırakacağız” dediğini de aktarıyordu. (Uğur Mumcu, 40’ların Cadı Kazanı, s. 67) MHP’nin ilk yıllarında motifler de yerli yerine oturmamıştır. Mesala Milli Hareket dergisinin kapağının üstünde, Hitler’in SS’lerine benzeyen birbirine çengellenmiş üç hilalin resmedildiği görürsünüz. O yıllarda gelen eleştiriler üzerine üç hilal bugünkü halini almıştır. “Milliyetçi-Toplumcu” görüşleri bile “Nasyonal sosyalizme” benzetildiği için 1971 yılında kaldırılmış yerine Türk-İslam sentezi monte edilmeye çalışılmıştır.
Irkçılıktan İslamcılığa kayan MHP, komünizmle mücadele etmek için ırkçı milliyetçilik ile kitleleri harekete geçiremeyince dincilik, İslamcılık yaparak komünizmle mücadele etme kolayına kaçmıştır. Sivas, Maraş, Çorum gibi Alevi yurttaşlarımızın fazla olduğu illerde toplumsal katliamları dinci ve İslamcı öğeleri kullanarak gerçekleştirmiştirler.
Alevi vatandaşlarımızı sola yatkın olduğu için düşman görenler, Kıbrıs Barış Harekatı ve haşhaş konularını da provoke ederek, milli davayı zedelemeye çalışmıştırlar. Türkeş bunların başında gelir. Kıbrıs ve haşhaş konularında göstermiş olduğu Amerikancı tavrı da hesaba katarsak, ortada hiç de öyle milliyetçi bir partinin olmadığını çok rahatlıkla görürsünüz. Türk-Amerikan ilişkileri bozuluyor diye Kıbrıs Barış Harekatı’na karşı çıkan birisi Türk milliyetçisi olamaz. Sonrasında da, o gün federasyon tezine karşı çıkıp Kıbrıs tamamıyla işgal edilmeli diyenlerin, o sığ milliyetçilik anlayışlarının yanlışlığı, bugün çok net gözükmektedir.
Türk-İslam sentezi aslında hep Kürt-İslam senteziydi
Kürt kökenli Türk milliyetçisi Ziya Gökalp’ten başlayarak “Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir, Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir” anlayışı ile Türk’ün yanında devamlı olarak ikinci millet konulmak istenmiştir. Yine Türkeş’in Kürtlerle ilgili “Biz ne kadar Türk’sek onlar da o kadar Türk’tür; onlar ne kadar Kürtse biz de o kadar Kürdüz”, “Etle tırnak gibiyiz... Kız alıp verdik” gibi sözlerle Türkiye’de Kürt-İslam sentezi yapılmasına müsait bir ortam yaratmıştır.
Yaratılan ortam ülkede milli bütünlüğün oluşturulması sebebiyledir. Görülmektedir ki kemalizmin kürt vatandaşlara karşı söylemi başarısızdır. Milli bütünlüğü tesiste yetersizdir. Aynı kıbleye doğrulan insanların bölünmesi hatadır kabul edilemez. MHP bu birliği tesis için çırpınırken atatürkçü olduğunu idda eden chp nin seksen öncesi politikası tamamen kürtçülük üzerinedir. Hainleri meclise ilk defa sokanda onlardır.
Oysa Atatürk döneminde Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, “Türk’ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir” diyerek Türk’ün yanına ikinci bir etnik unsurun konulmasına karşı olmuştur.
Yine Mahmut Esat Bozkurt, “Türk bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir, saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı. Dost, düşman ve hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler” demiştir. Bu sözleri de Kürtlerin yapmış olduğu Ağrı İsyanından sonra dile getirmiştir.
mahmud esat bozkurt beynelminel kafatascı, ırkçı, çağdışı bir zihniyetin savunucusu elinde pergelle dolaşan bir meczuptur. fikirleri ülkücüler tarafından kale alınmamakla kalmayacak bertaraf edilmesi gerekliler listesine eklenecektir.
Yani ortada öyle pek de kardeş olan bir Kürt yoktur. Ama bizlere hep böyle pompalanmıştır; “Türk-Kürt kardeştir” gibi. Cumhuriyet dönemi uygulamalara bakarsak tek bir milletin adı zikredilmiştir, o da Türk Milleti’dir.
Seksen senede ne kadar başarılı olduğu ortadadır.
Kardeşlik masalını okuyanlardan biri de Türkeş’tir. Verdiği bir röportajda, “Ben verdiğim konferanslarda Türk-Kürt kardeşliğini işledim. Atsız ise benim fikirlerime karşı şunları söylüyordu:…” diyerek ırkçı Atsız ile Kürtçülük konusundaki görüş farklılıklarını anlatan Türkeş, Atsız’ın Kürtler üzerine yazdığı yazıların Ülkücüler arasında tartışmalara neden olduğunu, bu nedenle gençlere, “Hepimiz Müslümanız, ama Türklük de milliyetimizi ifade ediyor: Hepimiz Türk’üz ve Müslümanız” diyerek sözde Türklüğe düşman olan Kürtçüleri Türk yaparak “bizi İslam birleştirir” mantığıyla ülkede birlik beraberliği sağlamaya çalışmıştır. Oysa ülkemizde 60 yıldan fazladır dillendiren bizi İslam birleştirir anlayışının getirdiği noktayı herkes görmektedir. İşte bunlar Atatürkçü politikalardan uzaklaşmanın sonucudur.
Mezhepler arası çelişkilerin körüklenmesi, MHP’nin dinci bir görünüm kazanmasıyla eş zamanlı olarak gelişiyordu. Partinin dinci görünümünün oy oranını artırmasıyla bağlantısına en iyi örnek Bingöl’ün durumudur. 1977 genel seçimlerinde Bingöl il merkezinde sadece 464 oy alan MHP, 6 ay sonra yapılan yerel seçimleri, Kürtlerin yoğun olduğu bu bölgede “Türkçülüğü” bırakıp tarikatlarla ve şeyhlerle işbirliği sayesinde kazanıyor ve Bingöl Belediye Başkanlığı MHP’nin eline geçiyor.
Görüyorsunuz ya, Bingöl gibi Kürtlerin yoğun olduğu bir bölgede, sözde Türkçülük yapanlar Türkçülüğü bırakıp Kürtçülük ve İslamcılık yapıyorlar, yani Kürt-İslamcılık yapıyorlar.
Şimdi MHP’ye gönül veren yurttaşlarımıza soruyoruz. Böyle bir geçmişi olan MHP, Türk-İslamcı mıdır, yoksa Kürt-İslamcı mıdır?
Yok eğer hâlâ, “MHP Türk-İslamcılık yaptı” diyorsanız, o zaman Maraş gibi bir yerde Türkmen Alevi yurttaşlarımızın Kürt ve Sünni inanca sahip insanların kışkırtılmasıyla katledilişlerini nasıl izah edecekseniz?
80 öncesi güya Kürtçülüğe karşı olanlar, kardeşiz edebiyatı ile Kürtleri kendi karanlık emelleri için kullanıp, Türk öldürmekten çekinmemiştirler. Kendi içinde ileri gelen Kürt-İslamcıları baş tacı edenler, nedense Kürt kökenli Seyyid Ahmed Arvasi’nin ailesine; Kürtçülük ve İslamcılık faaliyetlerinden dolayı hiçbir eleştiri getirmemiştirler.
Hem seyyid deyip hemde kürt ilan etmek saflık değilse cahilliktir, Arvasi Hoca peygamberimizin soyundan yani araptır. Ancak afrikada zenci olarak doğmuş bile olsam tereddütsüz Türk Milliyetçisi olurdum diyerek bu muhteşem kelamı araplığına laf atanların yüzüne tokat gibi indirmeyi bilmiştir.
MHP’li Osman Yüksel Serdengeçti’nin Kürt milliyetçisi Said-i Kürdi (Nursi) hayranı olması ve yazılarını kendi soyadıyla çıkan dergisinde yayınlaması ise hiç bahsedilmemiştir.
İslamdan bihaber düşüncenin Saidi nursi hz lerine bakış açısı elbette bu denli menfi olacaktır.
Arvasi ailesi demişken, Necip Fazıl Kısakürek’in Van-Başkale yöresinin Kürt-İslamcı önderlerinden Abdülhakim Arvasi’den etkilenmesini ve onun öğrencisi olmasını ülkücü kardeşlerimiz bize mutlaka izah edecektirler!
Abdulhakim Arvasi son çağımızın din alimlerinden bir zattır, mümtaz bir şahsiyettir. Üstadın etkilenmesi elbette bir hikmettir, Alimin kürt olması soruyorum neyi değiştirir? kürtten hoca veya din alimi olmaz diye bir kaidemi var?
Görüldüğü gibi ortada pek de öyle Türk milliyetçisi bir parti yoktur. Bunun yerine Kürt-İslamcı bir parti söz konusudur.