Kuran'da başörtüsü

BuNaLım

Bunalım
Katılım
22 Eki 2005
Mesajlar
4,020
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
40
Konum
mi topraktan!
Önce, var mı yok mu, doğru bir şekilde anlayalım. Öncelikle ne deniyor, serahaten ortaya koyalım.

Kuran'da bu konuya tekabül edebilecek birkaç kavram var. Konuyu onlar üzerinden ele almaya çalışacağım. Bunlardan dördü; himar, cilbab, tebberrüc ve kavl-i ma'ruf kavramları ile ifade edilen ve doğrudan kadınların baş ve vücut örtülerini, dışarı çıkmalarını ve konuşma tarzlarını düzenleyen ayetlerdir. Bunlarla ilgili açıklamaları elini vicdanına koyarak ve arka plânını kavrayarak okumak, ne dendiğini seraheten (apaçık bir şekilde) ortaya koyacaktır.

1- HİMAR

Bu kavram doğrudan kadınların "başlarını" örtmeleri ile ilgilidir.

"Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar. Görünmesi zarurî olan yerler dışında cinsel cazibelerini sergilemek için açılıp saçılmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar." (Nur; 24/31)

Bu tür ayetlerin o günkü Medine'de yaşanan "yürürlükteki duruma" cevap olarak geldiği unutulmamalıdır.

Demek ki o günkü toplumda; 1- Bakışlarını sakınmayan, 2- Irz ve namuslarını korumayan,3- Görünmesi zarurî olan yerler dışındaki yerlerini de cinsel cazibelerini sergilemek için açıp saçan, 4- Başörtülerini yakalarının üzerine salmayan bir takım kadınlar vardır. Ayet "mümin" kadınlara bunlar gibi olmamaları çağrısında bulunuyor.

İlk üçü anlaşılabilir olduğu için dördüncüsünden başlayalım.

Ayette "başörtülerini" diye çevirdiğimiz "humuruhinne" kelimesi HAMR kökünden gelir ve tam anlamıyla "başörtüsü" manasına gelir.

Kelimenin kökünü biraz deşersek;
HAMR: Sözlükte " Örtmek, kapamak, mayalamak" demektir. Örtünmek, örtmek, kapanmak (ihtimâr), karışmak, alışmak (muhâmere), mayalamak, örtmek (tahmîr), mayalanmak, örtünmek, kapanmak (tahammür), başı döndürüp karıştıran, aklı örten, şarap, içki (hamr), baş döndüreni satan, şarapçı (hammâr), başı döndürme, aklı örtme yeri, şaraphane (hammâre), şarap rengi, koyu kırmızı (hamriyyun), hamurun içine örtülüp karışan, maya (hamîra), mayalı, örtülü, kapalı (mahammer), örtülmüş, mayalı, mayhoş, sarhoş (mahmur), içkinin verdiği baş ağrısı (humâr), başı beyaz koyun (muhammera mine'ş-şiyâh), başörtüsü, yemeni, eşarp (himâr) kelimeleri bu köktendir…


Görüldüğü gibi ayette geçen başörtüsü (hımâr) kelimesinin en önemli özelliği "baş" ile ilgili olmasıdır. Nitekim bu ayetler başı açıklığın yaygın olduğu bir topluma inmiş değildir. O günkü toplumda değil kadınlar erkekler bile, kimisi sıcaktan, kimisi Arap örfünden zaten başlarını bir şekilde örtmektedirler. Yani erkek kadın hemen hiç kimse "başı açık" dolaşmamaktadır. Sarık, kaftan, tül, renkli bez vs. başlarına bir şeyler dolayıp sararak veya alarak dışarı çıkmaktadırlar. On bin nüfuslu Medine'de yaşayan Yahudiler, Evs ve Haçreçliler, Muhacirler vs. dışarıdan bakıldığında üstlerinde "baş"larında bir takım örtüler olan insanlardır. Fakat özellikle kadınlarda bu örtü, örtünmek amacıyla değil, daha da çekici ve egzotik olmak amacıyla, "az aç-az kapa" tarzında olmaktadır.


Peki, öyleyse ayet ne demektedir?
Dikkat edilirse "Başörtüsü takın, başınızı örtün" denmiyor da "Başınıza aldığınız o örtüleri boyunlarınıza, omuzlarınızdan aşağıya da salın" deniyor. Bunun sebebi, o dönem kadınlarının başörtülerini arkadan bağlayarak, omuzlarını ve göğüslerine kadar boyunlarını açıkta bırakmalarıydı. Böyle daha çekici olacaklarını düşünüyor olmalılar…
Buradan "Başörtüsü değil, boyun örtüsü emrediliyor" diye bir sonuç çıkarmak, işi yokuşa sürmek ve anlamamak için diretmekten başka bir şey değildir.
Çünkü Kuran'ın çoğu emri zaten böyledir. Yani ayetler çoğunlukla "yürürlükteki durum" üzerine gelir ve onu düzene sokar.


Örneğin, "Cuma namazı kılın" demez de, "Zaten kılmakta olduğunuz o cuma namazı var ya, işte onun için çağrıldığınızda alışverişi bırakın" der.
Yine örneğin, "Namaz (salât) diye bir şey icat edin, kurban (nahr) diye bir uygulama başlatın" demez de, "O yapılmakta olan namaz (salat), kesilmekte olan kurban (nahr) var ya, işte onu siz Allah için yapın" der.
Yine örneğin, "Dörde kadar evlenin" demez de, "O onar, on beşer evlenip de geçindirmek için yetimin malına el uzatmaya kalktığınız eşleriniz var ya, işte onları dörde, üçe, ikiye, hatta bire indirerek evlenin, yetimlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız böylesi daha iyidir" der.


Demek ki bu tür ayetler yürürlükteki duruma müdahale etmek, yanlış taraflarını düzeltmek, ıslahat yapmak amacıyla gelmektedir. Düzelttiği şekliyle de kalıcı emre dönüştürmektedir.
Başörtüsünün de böyle olduğunu düşünürsek, denmek istenen; "O zaten takmakta olduğunuz başörtüleriniz var ya, işte onları aşağıya doğru da salın, başınıza toplayıp da boynunuzu, omuzunuzu, göğsünüzü, sırtınızı açıkta bırakmayın" demek olur…


İlginçtir, kadınların o günkü giyim tarzı bugün Fransızca'dan Türkçe'ye geçen "dekolte" kelimesi ile aynı manayı çağrıştırmaktadır.
Çünkü dekolte Fransızca'da boynu açıkta bırakan giysi (decollete) demek. Bu sözcüğün kökü Latince'de boyun (col, collum) kelimesinden geliyor. Türkçe'ye de geçen, boyunda taşınan (koli), boyna sarılan (kaşkol), boyuna takılan (kolye) kelimeleri de bu kökten…
Anlaşılan o günkü kadınlar saçlarını arkadan bağlayacak şekilde başörtüsü ile örtüyorlar, omuzlarını, göğüslerine kadar boyun kısımlarını gayet "dekolte" bir kıyafetle açıkta bırakıyorlardı. Bugünün tabirleri ile "derin göğüs ve sırt dekoltesi" ile dolaşıyorlardı. İşte ayette bu tarz örtünmenin bir anlamının olmadığı beyan ediliyor. "Örtünecekseniz doğru dürüst örtünün. O başlarınıza taktığınız başörtüsünü sırt ve göğüs dekoltenizi tamamlayan bir aksesuar olarak değil, örtünmenin mantıkî sonucu olarak iyice aşağıya salın, boynunuzu, göğsünüzü, sırtınızı örtecek şekilde yakalarınızın üzerinden salın ki örtünmüş olasınız…" denmek isteniyor.


2- CİLBAB

Bu tabir de doğrudan kadınların "vücutlarını" örtmeleri ile ilgilidir.

"Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle; dışarı çıkarken üzerlerine örtülerini alsınlar. Tanınıp da eziyet edilmemeleri için en uygun olan budur. Allah çok bağışlayıcıdır, sevgi ve merhamet kaynağıdır." (Ahzap; 33/59)

Ayette "örtülerini" diye çevirdiğimiz "celabîbihinne" kelimesi CELB kökünden gelir ve "teşhir edip dikkat çekmek için vücudun açılmasına mani olan dış örtü" demektir.

Kelimenin kökünü biraz deşersek;
CELB: Sözlükte "getirmek, kazanmak, çekmek, celbetmek" demektir. Getirmek, celbetmek (isticlâb), çekici, büyüleyici, albenisi olan (cellâb), ithal edilmiş, yabancı mal (celeb), dürtü, münasebet, sebep olan şey (meclebe), entari, uzun gömlek, genişçe başörtüsü (cilbâb), kendine doğru çekmek (celb ilâ nefsihi), atı teşvik için haykırmak (celb alâ fersihi) kelimeleri bu köktendir…
Görüldüğü gibi cilbâb, bir kadının erkekleri kendine çekmesi, celb etmesi, kışkırtması, vücut güzelliği ve cinsel cazibesi ile tesir altına almasına mani olmak için üzerine aldığı genişçe örtü demektir. Böylece bir kadın erkekleri cinsel cazibesi veya dişiliği ile "kendine çeken" veya onları "kışkırtması ile tanınan" birisi olmaktan çıkacaktır.


İlginçtir, bugünkü İngilizce'de kadın artistler için kullanılan "ünlü, şöhret, meşhur, çekici" anlamındaki celebtrity kelimesi de hem anlam hem yazılış bakımından aynı şeyi çağrıştırır. Demek ki Müslüman kadınlara dışarı çıkarken tanınıp eziyet edilmelerine, kendilerine lâf atılmasına, peşlerine düşülmesine karşı üzerlerine örtü (cilbab) almaları emrediliyor. Cinselliklerini ve vücut güzelliklerini ön plâna çıkarmamaları isteniyor. Çünkü o günkü toplumda bunları yapan; yani erkekleri vücut güzelliklerini ve cinsel cazibelerini bir silâh gibi kullanarak etkilemeye çalışan, onları kendine çeken, davetkâr tarzda dekolte giyinen, erkeklerin başını döndürmeyi, büyülemeyi, kendine celbetmeyi (celebtrity olmayı) âdeta meslek edinmiş kadınlar vardır.


İşte Kuran, mümin kadınlara, bunlar gibi olmamalarını, üzerlerine genişçe örtü olarak "dişiliklerini" geri plânda tutup, "kişiliklerini" ön plâna çıkarmalarını öğütlüyor.


İyice düşünecek olursak insan ruhunu derinlemesine bilen yüce bir bilgelik kaynağı ile karşı karşıya olduğumuzu apaçık görürüz… Erkek karakterinde varolan "bakmak, seyretmek, istemek, sahip olmak" karşısında, ona kendini tutmayı öğütleyerek "Bakma, olanla yetinmesini bil" diyor. Kadın karakterinde varolan "istenilmek, beğenilmek, ilgi çekmek, arzulanmak, kendine celbetmek" karşısında da, ona bütün bunlara karşı kendini tutması (imsak), dışarıya çıktığında (kamusal alanlarda) çekici, kışkırtıcı, celb edici davranışlarda bulunmaması, toplumsal yaşamda kültürü ve ahlâkî meziyeti ile yer alması gerektiği hatırlatılıyor. Yani ilâhî hitap erkeğe ve kadına en zayıf oldukları yerden sesleniyor. İnsan olmak, tam da "kendini tutmasını bilmek" ile ilgili bir şey değil midir?


3- TEBERRÜC

Bu kavram da kadınların "dışarıda nasıl dolaşmaları gerektiği" ile ilgilidir.

"Evlenme arzusu kalmamış yaşlı kadınların, açılıp saçılarak dikkat çekme niyetleri olmamak şartıyla, örtünmeden dışarı çıkmalarında bir sakınca yoktur. Ama sakınmaları kendileri için daha hayırlı olur. Allah her şeyi duyuyor, her şeyi biliyor." (Nur; 24/60)

Ayette "açılıp saçılarak dikkat çekmek" diye çevirdiğimiz "muteberricât" kelimesi BURC kökündendir ve "vücudu göstermek, ortaya çıkarmak" manasına gelir.

Kelimenin kökünü biraz deşersek;
BURC: Sözlükte "Yükselmek, ortaya çıkmak, yukarı çıkmak" demektir. Kule yapmak, burç dikmek, yüksekçe yapı kurmak (ibrâc), kale yapmak (tebrîc), süslenip püslenmek (teberrüc), kule, burç (burc), yayın kulesi (burcu'l-irsâl), güvercin yuvası (burcu'l-hemâm), saat kulesi (burcu's-saa') kelimeleri bu köktendir…
Aramice'de burgâ, Eski Yunanca'da pyrgos, Hind-Avrupa dil kökünde bhrgh yüksek yer, hisar anlamına gelir. Bugün Türkçe'ye girmiş olan burç, burgaz, burjuva, burjuvazi kelimeleri bu köktendir…


Avrupa'daki kimi şehir isimleri de bu kökten gelir; Ham-burg, Petes-burg, Stras-burg vs. Demek bu şehirler yüksek tepelerde kurulmuş veya buralarda etrafı duvarlarla çevreli şato ve villâlarda yaşayan insanlar varmış. Onun için bunlara burjuvazi, yaşadıkları şehirlere de sonu "burg" ile biten isimler konulmuş. Bu durumda "proleter" de burçların dışında kalan, kenar mahallelerde yaşayan, yükseklere çıkamayan demek oluyor.
Yine Araplar, üzerinde örtüsü bulunmayan apaçık gemi (sefinetun bâricun), üzerine saray resimleri yapılmış çok güzel elbise (sevbun muberrec), kendi güzelliklerini göstermesi açısından kadının saraya benzemesi (teberreceti'l-mer'etu), kişinin sarayından çıkması (zeheret min burcihâ) derlerdi.


Yukarıdaki ayette yaşlı kadınların dışarı çıkarken dış elbiselerini üzerlerine almamalarında bir sakıncanın olmadığı beyan edilirken "Ziynetlerini teberrüc ettirme dışında" ifadesinde kullanıldığı gibi, ayete geçen teberruc, saklı ve gizli tutulup gösterilmemesi gerekli olan şeyi ortaya çıkarmak anlamında kullanılıyor.


Demek ki teberruc, süslü ve ihtişamlı bir şekilde kendini gösteren saray (burj) gibi, veya bu saraylarda yaşayan "burjuva" kadınları gibi, kadının süslenip püslenerek, açılıp saçılarak kendini göstermesi, vücudunu ortaya dökmesi, açması, cinselliğini fark ettirmek istemesi manasındadır. Türkçede "açılıp saçılmak, açık saçık giyinmek, dekolte kıyafetlerle dolaşmak" dediğimiz şeyi çağrıştırır.


4- KAVL-İ MARUF


Bu deyim ise kadınların "konuşmaları" ile ilgilidir.

"Ey peygamber eşleri! Siz kadınlardan her hangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'a saygınız varsa hafifmeşrep edalara bürünerek konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan kötü bir ümide kapılmasın. Ağırbaşlı olun, yerli yerinde konuşun. Vakarınızla evlerinizde oturun. Eski cahiliye devri kadınları gibi açılıp saçılarak ortalıkta salınmayın. Cânı gönülden namaz kılın, zekat verin. Allah'a ve peygamberine itaat edin. Ey peygamber ailesi! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (Ahzap; 33/32-33).

Ayette "ağırbaşlı, yerli yerinde konuşmak" diye çevirdiğimiz "kavlen ma'rufa" tabiri KAVL/URF kökünden gelir ve "herkesçe iyi kabul edilen, aklı başında, yerli yerinde söz" manasına gelir.

Demek ki Hz. Peygamberin (s.a.v) eşleri üzerinden tüm müslüman hanımlara hitap olarak anlaşılması gereken bu ayetler özellikle iki konuda kadınların dikkatini çekiyor:

1- Konuşurken hafifmeşrep kadınları andırır tarzda, çekici ve davetkâr bir edayla değil, ağırbaşlı, yerli yerinde, uygun bir şekilde konuşun.
2- Dışarı çıkmak gerektiğinde cahiliye kadınları gibi cinsel cazibesini sergilemek için açık saçık, dekolte kıyafetlerle değil, kendinize yaraşır tarzda örtünerek çıkın.

Öte yandan ayette geçen "Vakarınızla evlerinizde oturun" ifadesini kadınları eve hapsetmek olarak anlamamak gerekir. Çünkü ayette "Konuşmayın, hep susun" değil, "Maruf ile (ağırbaşlı, yerli yerince) konuşun" deniyor. "Dışarı çıkmayın, hep evde oturun" değil, "Cahiliye kadınları gibi çıkmayın" deniyor…

Görüldügü gibi hamr, cilbab, teberrüc ve kavl-i maruf kavramları çerçevesinde izah etmeye çalıştığımız ayetlerde, gayet makul bir kadın-erkek ilişkisi öngörülüyor. Burada, kadın ve erkeklerin birbirinden kaçma-göçme tarzını göremeyiz. Çünkü başörtüsü, vücudu örtme, göz hapsine alıp bakma, açılıp saçılarak cinsel cazibeyi bir silâh gibi kullanma, lafla ve sözle taciz gibi kadın-erkek ilişkilerini insani bir vasattan çıkarıp, cinsellik panayırına dönüştüren söz ve davranışlar men ediliyor. Bütün bunlar kadınlarla erkekler "bir arada" olacağı için vardır. Eğer kadınlarla erkeklerin birbirini hiç görmemesi istenseydi bütün bunlara gerek olmazdı. Bunlar, bir arada olan bir topluluğun yaşacağı sorunlardır ve onlara yönelik akla ve vicdana hitabeden düzenlemelerdir.

Bu ayetler Medine'de nazil olmuştu ve her toplumda olduğu gibi o toplumda da kadınlarla erkeklerin bir arada olması kimi sorunların doğmasına neden olmaya başlamıştı. Medine'de yeni bir toplum kuruluyor ve kadın-erkek ilişkileri yeniden düzenlenerek bir "şehir kültürü" inşa ediliyordu. Şehirli bir toplum kurmaya yönelen Kuran, çağlar boyunca sorun olmaya devam etmiş ve edecek gibi de görünen kadın-erkek ilişkilerini, ileride, aklı başında ve ortak akılla hareket edecek her topluma ışık tutsun diye böyle gayet makul çözümlerle ele alıyor…

***

Unutulmamalı ki dünyanın bütün toplumları sokağa örtünerek çıkar. Ormandaki hayvanlar gibi üryan ve natural yaşayan bir toplum yoktur. Dünyanın bütün şehirlerinde kadınlar ve erkekler "üzerine örtü alarak" cadde, sokak ve işyerlerinde dolaşır. Bu son derece insanîdir.

Ancak üzerine bir şeyler alarak dışarı çıkmak yetmemektedir. Kadınların ve erkeklerin konuşmalarına, bakışlarına, hal ve hareketlerine dikkat etmeleri gerekmektedir. Erkeklerin, kadınlara nazaran doğuştan avantaj sağlayan fizikî güçlerini, kadınların da erkeklere nazaran doğuştan avantaj sağlayan cinsel cazibelerini bir silâh gibi kullanmamaları, bunu üstünlük vesilesi saymamaları, dahası bunun üzerinden geçinmeye kalkmamaları, doğuştan değil, sonradan kendi çabaları ile elde ettikleri meslek, kültür ve ahlâkî meziyetleri ile toplumda kendilerini göstermeleri gerekir.

Çünkü insanın emek sarfederek, bizzat çalışıp kazanarak (sa'y) elde ettikleri dışında, doğuştan gelen avantajları aslında kendine ait değildir. Ona emanet olarak verilmiştir. İnsan doğuştan gelen avantajlarını silâh gibi kullanarak değil, emeği ile kişilik sahibi olabilir. Emeği olmayanın kişiliği de yoktur.

Yesrib'i "Medine" yapma yolunda gelen ayetleri bir de bu çerçevede düşündüğümüzde, aslında Kuran, cinsel cazibe gibi doğuştan gelen bir takım avantajlarını kullanarak toplumda üstünlük sağlamaya, bundan rant devşirmeye çalışanların önüne set çekmektedir.

Gerçek anlamda medenî toplum bu değilse nedir
İhsan Eliaçık
 
Güzel Bİ yazı Eline Sağlık...
 
herkesin anlayabilmesi dileğiyle teşekkürler
 
biraz uzun ama gercekten gercekler eline sağlık....
 
Bir çok noktaya değinilmemiş ancak o noktalarda bahsi geçen tek cümleler fazlasıyla eksik gibi..Mesela Kuran'ın o günün insanlarına hükmen inen kısınlarının olduğudur...Şu bilinmeli ki Allah biz gibi veya siz gibi üfacık sınırlı bir düşünme ve hesap kapasitesine sahip olmadığı gibi geleceği bilen ve dileyen de "O" dur...Bu bağlamda bu kadar kudrete bir insan hatta bir çocuk bile sahip olsa bir kaç asırlık bir kitap ile geçiştirmezdi ki haşaa Allah insan veya çocukla karşılaştırılamaz bile...Sanırım bazıları Allah'ı hesabında yetersiz veya yaptığı işi yarım yamalak yapan olarak düşünmekten kendini alamıyor ancak yanıldığı kesindir...Allah tüm bir evren ve zaman dilimlerini yaratandır..Buna bağlı olarak Kuran'ı kusursuz bir dille ve içerikle indirmiş ve dünyanın yaratılışından dünyanın yok oluşuna kadar tüm zamanlara hitaben bir hikmet, bir kudret vermiştir...Bir kaç cılız ve kendi korkusu adına iddada bulunanların çıkardığı çıtırtı yüzünden bunu böyle lanse edenler kendileri de o cılız seslilerin arkasından gitmekten başka bir şey yapmamakta.....

.Diğer hususlarda ise konu siyasi bir durum olan türban-baş örtüsü olayına detay amaçlı bir derin incelemeyi ele almakta...İçeriğin bir kısmını okudum ki detaylıca araştırlmış gibi dıuryor ancak bir gariplik var ki Kuran'ı bu kadar ince eleyip sık dokuyanlar nedense işlerine gelen kısımları ile ilgileniyorlar...Hayatın hadislerle de çerçevelendiğini unutuyorlar...Kuranda açıkça yazan bir delili destekleyen bir başka hadisi görmezden gelip kendilerine göre bir yorum eklemeyi yeyliyorlar...Halbuki bu tavırları kafalarda bu kişilerin bilinçsizce sadece işine gelince okuyan ve yarım yamalak okuyan kişiler olduğunu uyandırıyor....

Dünü hatırlarsak türban fikrini türkiyeye ilk getirenler kimler daha net görebiliriz...Baş örtüsü serbest olsun denildiğinde hayır türban diye daha modern bir şey var bari onu kullanın demediler mi...Şimdi ise tam aksini savunuyorlar...Her neyse konuyu siyasete kaydırmak manasız ancak bu sadece boşboğazlık ve düzenbazlıktan başka bişey değil...Adam kafasına istediği gibi sarar...Adamın kafasına sarılana değil kafasının içine bakmak gerek...Belli ki bu işler sadece göz boyama ve kafa bulandırma için yapılan gösteriş tepkiler...Yazının yeterli olduğunu düşünenler bence daha islamın nasıl yaşanacağı konusunda Peygamberin hayatından başlayıp sahabeler, Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Abdulkadir Geylani gibi büyük zaatlarla devam etsinler...Bağlılığı ve gerçek inanmanın getreceği sonuçları kavrasınlar...O zaman Kuranı'ı eleşirebiliyolar mı göreyim...Daha islamı yaşamak adına zerrre bilgisi olmayanlar gelmiş burda ahkam kesmiş ne manası var....
 
Gözüme İlişti Gazete Okurken

Başörtüsü İslam'ın şartı değil 14 Şubat 2008


A.A.



Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Müdürü Ayşe Sucu, Kuran-ı Kerim'de başörtüsü ile ilgili ayette örtünme şekliyle ilgili bir açılım olmadığını söyledi.

Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Müdürü Ayşe Sucu, Aksaray İl Müftülüğünce Aksaray Kültürpark'ta düzenlenen “Dindarlık Anlayışımız ve Kadın” konulu konferansta, İslam Dini'nin kadına bakışı ve kadınların toplum içindeki yeri konusunda bilgiler verdi. Sucu, hiç kimsenin bir diğerine “illa şöyle kapanacaksın, böyle giyeceksin” diye dikte etmeye hakkı olmadığını, örtünme ile ilgili Türkiye'de yıllardır yanlış bir algılamanın olduğunu belirtti.

İslam'da örtünme ile ilgili olarak 'şöyle giyeceksiniz' diye kesin bir şekil çizilmediğini anlatan Sucu, “Başörtüsü ve giyim coğrafyayla, iklimle, örfle, adetle ilintili bir konudur. Suudi Arabistan'a gittiğinizde yüzünüzü bile açmaktan imtina ediyorsunuz, çünkü o coğrafyada yüzünüzü bile açsanız kendinizi çıplak hissediyorsunuz. İster istemez orada 'neredeyse peçe şart' diyesim geliyor. O toplum, o coğrafya geleneğini öyle oluşturmuş, ama Pakistan'a bakın, Hindistan'a, Afrika'ya bakın çok yönlü, farklı bir örtünme tarzı ile karşılaşırsınız” dedi.

Konferansa katılan kadınların, İslam'da örtünme şekliyle ilgili net bir yanıt istemesi üzerine Sucu şöyle konuştu:
“Bir kadın kendisini nasıl dindar hissediyorsa, nasıl rahat hissediyorsa, kendini öyle ifade etmesi gerekiyor. Kuran-ı Kerim'de başörtüsü ile ilgili ayette örtünme şekliyle ilgili bir açılım yok, 'illa şöyle örteceksin, pardösü giyeceksin, şalvar giyeceksin' diye bir ibare var mı, yok. Türkiye'de yıllardır her insanı kendimiz gibi görmek istiyoruz. Asıl olan örtünmek midir, yoksa o örtünün arkasındaki manayı idrak ederek o bilinci oluşturmak mıdır?”

Tesettürün temelindeki esprinin ahlaklı insan olmak olduğunu vurgulayan Sucu, şunları kaydetti:
Namuslu, iffetine sahip çıkan bir kadın örneğini öne çıkarmalıyız. Giyeceği kıyafet kadının kendisine bırakılmıştır, kendi tercihidir. Kadın olarak bizim dikkat etmemiz gereken husus, iffetli, namuslu kadın olmaktır. Bunu düşünmeliyiz. 'Başını örten namuslu, başını açan namussuz', sakın böyle bir yargıya varmayalım. İnsanın namusu, iffeti, ahlakı, kılık kıyafet üzerine bina edilemez. Diyanet İşleri Başkanımız da bunu açıkladı. Başörtüsü İslam'ın ön şartı değildir. Dileyen kadın dilediği gibi giyinmeli, başörtüsü nedeniyle kadınların eğitim hakkı elinden alınmamalı.”

Konferansa, Aksaray Valisi Sebati Buyuran'ın eşi Hazbiye Buyuran, İl Müftüsü İlhan Aydın, Yardımseverler Derneği Aksaray Şube Başkanı Dilek Terzioğlu ve çoğunluğu Kuran kursu öğrencilerinden oluşan yaklaşık 400 kişi katıldı.

Kaynak
 
Türban Kur-an'da yok.

Muhammed bin Hamza'nın çevirisi 1424 yılında, yani 584 yıl önce tamamlanmış. Yorumsuz ve sözcük sözcük yapılan bir çeviri. Üstelik Türkçe'ye yapılan ilk Kuran çevirisi. Bu bakımdan çok önemli. Aydın Turunç'a bu beklenmedik yardımından dolayı teşekkür ederim!

CİNSEL ORGANINI VE ZİYNETİNİ SAKLA

26 Aralık tarihli ve bazı Kuran çevirmenlerinin yanlış yorumlar yaptığını ileri sürdüğüm yazım, İslamcı yazıcıların saldırısına uğradı. Söz konusu yazımda Mustafa Sağ'ın çevirisine dayanarak Kuran'da (24:31) "baş örtmek" fiilinin bulunmadığını ileri sürmüştüm.

Şimdi Muhammed bin Hamza'nın Türkçe'ye yaptığı ilk çeviri imdadıma yetişti (S.283-284):

"Eyit mu'minlere: Örtsünler gözlerinin bir nicesin, dakı saklasunlar ferçlerini; ol arurakdur anlara." (24:30)

Günümüz Türkçesi ile: "Söyle erkek inananlara: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve cinsel organlarını saklasınlar; bu onlar için daha temiz davranıştır."

"Dakı eyit mu'mine avratlara: Örtsünler gözlerinin bir nicesin, dakı saklasınlar ferçlerini. Dakı göstermesinler bezeklerini. Dakı bıraksunlar derinceklerini göncükleri üzre." (24:31)

Günümüz Türkçesi ile: "Ve söyle inanan kadınlara: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve saklasınlar cinsel organlarını. Ve göstermesinler ziynetlerini (süslerini). Ve yakaları üzerine bıraksınlar başörtülerini."

Görüldüğü gibi Muhammed bin Hamza'nın çevirisinde "baş örtmek" diye bir şey yok. Ama cinsel organın adını kıvırtmadan, harbi yazıyor. Çünkü Arapça Kuran'da da "Saklasınlar cinsel organlarını (furujlarını)" yazıyor. O da harbi! Göğüslerin, memelerin gösterilmemesi isteniyor; başörtüsü bunları örtecek şekilde salınsın deniliyor. Şimdiki kadınların "ferçlerini", göğüslerini saklamak için başörtüsüne gereksinimleri mi var? Hem yanlış çeviriyorlar, hem yanlış yorumluyorlar, hem de okuduklarını anlamıyorlar.

Muhammed bin Hamza'nın çevirisinde geçen Arapça "Ferç" sözcüğü 15. yüzyılda kadın ve erkek cinsel organı anlamına geliyormuş. (Muhammed bin Hamza, "Kur'an Tercümesi, İkinci Cilt (Sözlük)", Kültür Bakanlığı, 1978. S.216). Aynı sözcük günümüzde "kadın cinsel organı" anlamına geliyor. Arapça'da "farj" (tekil), "furuj" (çoğul)!

BİRİNCİ CİLT 1976. S. 13-16

Dr. Ahmet Topaloğlu, biraz kuşkuyla da olsa, Muhammed bin Hamza'nın, Molla Fenári lakabıyla tanınan büyük Türk bilgini, ilk şeyhülislám Şemseddin Muhammed bin Hamza olabileceğini yazıyor. (Muhammed bin Hamza, "Kur'an Tercümesi, Birinci Cilt, Kültür Bakanlığı, 1976. S.13-16). Dikkatinizi çekmek isterim: Molla Fenári eserlerini Arapça yazıyor. Muhammed bin Hamza'nın (Molla Fenári) Arapça'yı ve "furuj"un anlamını çok iyi bildiği ve çeviri eyleminde çok dürüst olduğu kesin! Ben onun çevirisine inanıyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı ile Başkanı ve İslamcı hanedanlar acep ne derler bu işe?

ALLAH, 'TÜRBANLA PAKETLEYİN' DEMİYOR

Allah'ın kelamına ihanet edenler Anayasa'ya da, halka da, millete de ihanet ederler!

Allah, "Söyle kadınlara: Başlarını Abdullah Gül'ün, Recep Tayip Erdoğan'ın eşleri gibi türbanla paketlesinler!" demiyor. "Söyle inanan kadınlara: Gözleriyle harama bakmaktan sakınsınlar ve cinsel organlarını saklasınlar!" diyor. Hem de cinsel organın Arapça adını (farj; furuj) doğrudan kullanarak. Ama Allah'ın kelamını saptırıyorlar, kalpazanlık ediyorlar, ellerine geçirseler mahpus damına tıkarlar.

Kuran'da baş örtmekle ilgili tek ayet yok. Nur Suresi'nin 30 ve 31. ayetlerinin tek doğru 15. yüzyılda Muhammed bin Hamza (Şeyhülislam Molla Fenari) yapmış: "Dakı eyit mu'mine avratlara: Örtsünler gözlerinin bir nicesin, dakı saklasınlar ferçlerini!" (Günümüz Türkçesiyle anlamını yukarda verdim.)

Nur Suresi'nin 30 ve 31. ayetlerine on kadar çeviride baktım. "Furuj" sözcüğünü çevirmemek için yedi dereden su getirmişler. Kimi "ırzlarını" diye çevirmiş, kimileri "iffetlerini" ya da "mahrem yerlerini" diye. "Mahrem yerlerini" de kabul edilebilir.

Klasik Arap edebiyatı hocalığı da yapmış olan din bilgini Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk dostumun çevirisine baktım: "Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını/ırzlarını korusunlar. Örtülerini/başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar" (24:31) diye çevirmiş. Muhammed bin Hamza'ya yakın bir çeviri.

Prof. Öztürk'e, "Kuran'da cinsel organ anlamında furuj sözcüğü var mı?" diye sordum. "Var!" dedi. Bundan başka, dürüst çevirilerin hiçbirinde saçları türbanla paketlemek de yok!

"Tell the believing women to lower their eyes, guard their private part?and cover their bosoms with their veils?" (24:31. Ahmed Ali, Princetoh University Press)

Ahmed Ali İngilizce'ye Muhammed bin Hamza gibi çevirmiş ama "ferclerini" yerine "mahrem yerlerini" demiş. O da cinsel organ anlamına geliyor. Onun çevirisinde de saçları türban paketinin içine tıkıştırmak yok!

TÜRBANIN DAYANAĞI FESATÇI YORUMLARDIR

Türbanın yanlış çeviri ve fesatçı yorumlardan başka hiçbir dinsel dayanağı yok! Başbakan'ın itiraf ettiği gibi türban bir siyasal simge! Malumattıraşlar yazılarında, televizyon ekranlarında soruyorlar: "Hangi siyasetin simgesi!"

Cevap: "İslam devleti kurmak isteyen (az ya da çok şiddet yanlısı) her türden siyasal İslamcılığın ve suikastçı Müslüman Kardeşlerin simgesi!" Yeter mi?

Türban üniversitelerde serbest bırakılırsa mezun türbanlılar çalışmak için nereye gidecekler? Yalan ve fesatla uzlaşma olmaz! Olursa, inceldiği yerden kopar!

Özdemir İnce Hürriyet
 
Türban Kur-an'da yok.

TÜRBANIN DAYANAĞI FESATÇI YORUMLARDIR

Türbanın yanlış çeviri ve fesatçı yorumlardan başka hiçbir dinsel dayanağı yok! Başbakan'ın itiraf ettiği gibi türban bir siyasal simge! Malumattıraşlar yazılarında, televizyon ekranlarında soruyorlar: "Hangi siyasetin simgesi!"

Cevap: "İslam devleti kurmak isteyen (az ya da çok şiddet yanlısı) her türden siyasal İslamcılığın ve suikastçı Müslüman Kardeşlerin simgesi!" Yeter mi?

Türban üniversitelerde serbest bırakılırsa mezun türbanlılar çalışmak için nereye gidecekler? Yalan ve fesatla uzlaşma olmaz! Olursa, inceldiği yerden kopar!

Özdemir İnce Hürriyet

aynen katılıyorum ve inanıyorum...

türbanın dayanağı din dioarlar islam diorlar

bu dayanağa fesatçı yorum olarak bakmak eksik bir yaklaşım olur

mademki TÜRBANIN dayanağı din diyorlar dinin şartı diorlar bu hangi dinn eceba

bence bu TÜRBAN DİNİ DİR

ve kesinlikle islamla bir alakası olduğunu düşünmüyorum
 
Geri
Üst