Kur’an ve Sünnette Ağaç Sevgisi

-HaKiKaT-

Altın Üye
Altın Üye
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
10,386
Reaction score
0
Puanları
0
Yüce Allah, önce kâinatı yaratmış ve onu beşer unsurunun yaşayabileceği hâle getirdikten, yani her şeyi ile mükemmel bir şekle soktuktan sonra insanı var etmiştir. Yarattığı her şeyi de insanoğlu için yaratmış, onun hizmetine vermiştir. (Bakara, 29) İşte, insanların istifadesine sunulan unsurlardan biri de ağaç, daha genel bir ifadeyle yeşilliktir. Bu itibarla, küçük çaplı bu çalışmamızda kısaca ağaç ve ormanlardan bahsedeceğiz. Ormanların, odun hammaddesi ve oksijen üretimi, havanın toz ve diğer kirleticilerden temizlenmesi, toprağın oluşumu ve korunması, dinlenme, sağlık vb. açılardan pek çok faydası vardır. Ancak biz bu vb. konuları ihtisas çevrelerine bırakarak, konuyu Kur'an ve hadis çerçevesinde ele almaya çalışacağız.

Kur'an ve sünnette ağaç ve yeşilliğe büyük bir önem atfedildiği görülmektedir. Kur'an'da bazı meyve ve sebzelerin isimleri zikredilmekte, (Meselâ bkz., Bakara, 61, 266; Enam, 99, 141; Rad, 4; Nahl, 11 , 67; Mü'minûn, 19; Yasin, 34; Kaf, 10; Rahman, 11-12, 68; Abese, 28-29) çeşitli vesile ve amaçIarla yer yer gökten suyun indirilerek toprağın yeşilliklerle, yani bağ, bahçe, meyve ve tahıl ürünleriyle canlandırıldığından bahsedilmektedir:

“Görmüyorlar mı ki, Biz nasıl yağmuru, kuru/otsuz yere gönderiyoruz da onunla ekin bitiriyoruz?'' (Secde, 27)

''Görmedin mi Allah (nasıl) gökten su indirdi de, onunla renkleri çeşit çeşit meyveler/ürünler çıkardık...'' (Fatır, 27)

''Size hububat, tohumlar, bitkiler ve (ağaçları/fidanları) sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye, yağmur yüklü bulutlardan şarıl şarıl yağmur yağdırdık.'' (Nebe', 14-16. Bu tür konuların yer aldığı başka ayetler için bkz., Bakara, 22; İbrahim, 32; Nahl, 65; Hacc, 5, 63; Neml, 60; Fatır, 9)

Görüldüğü gibi Kur'an, yeşilliğe büyük bir önem vermiştir. Hadiste de konu üzerinde hassasiyetle durulmuş, Rasûlüllah (s.a.s.) ağacın, kesimine izin vermemiş:

“Rasûlüllah (s.a.s.), sedir ağacını kesene Iânet etmiştir.” (Ebu Davud, Süleyman b. el-Eşas, Sünenu Ebi Davud, İstanbul, 1981, Edeb, 158, 159) dikimine ve yetiştirilmesine ise büyük bir hassasiyet göstermiştir:

''Birinizin elinde bir fidan olduğu halde kıyamet kop(maya başla)sa ve kıyametin kop(ması gerçekleş)inceye kadar o fidanı dikmeye imkânı ol(ur)sa onu diksin.'' (Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul, 1982, III, 191)

Allah Rasûlü diğer canlı varlıklara faydasından dolayı olmalı ki, meyveli ağaçların dikilmesinin daha sevaplı olduğunu bildirmiştir:

“Müslüman bir adam bir fidan diker veya ekin eker de ondan bir yabani hayvan, kuş, yahut başka bir canlı yerse, muhakkak o yenilen şey onun için -kıyamete kadar- sadaka olur. (Ahmed b. Hanbel, III, 192, 229; Buhari, Muhammed b. İsmail, Sahihu'I-Buhari, İstanbul, 1981, Edeb, 27, Müzaraa, 1; Müslim, Ebu'I-Huseyn Müslim b. el-Haccac, Sahihu Müslim, İstanbul, 1981, Müsakat, 8, 9, 10, 12; Tirmizi, Muhammed b. İsa, Sünenü't- Tirmizi, İstanbul, 1981, Ahkâm, 40)

“Kim ki (meyveli) bir ağaç dikerse, Allah ona, diktiği ağacın verdiği meyve kadar sevap verir.” (Ahmed b. Hanbel, V, 415; Taberani, Ebu'I-Kasım SüIeyman b. Ahmed, el-Mucemu'I-Kebir (tahkik, Hamdi Abdulmecid es-Selefi) Kahire, 1981, IV, 148, hadis no: 3968)

Yeşilliğin ölülere bile faydasının olduğunu bildiren Rasûlüllah, (Buhari, Sahih, Edeb, 46, 49, Cenaiz, 82; Nesai, Ebu Abdirrahman Ahmed b. Şuayn, Sünenu'n Nesai, İstanbul, 1981, Taharet, 26) konuya verdiği önemin bir sonucu olmalı ki Taif, Mekke ve Medine'de birer bölgeyi bazı kurallar koyarak koru (yani yasak bölge) ilân etmiştir:

“Mekke'yi Allah, gökleri ve yeri yarattığı günden beri harem kılmıştır. Bu şehir, Allah'ın harem kılması sebebiyIe kıyamet gününe kadar haremdir... Buranın dikeni/ağacı kesilmez, av hayvanı ürkütülmez, yitiğini, sahibini arayacak olan kimseden başkası el uzatıp alamaz, yeşil otları koparılamaz.'' (Buhari, Sahih, Sayd, 10, Cenaiz, 77; Müslim, Hacc, 458/1362; İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvini, Sünenu İbn Mace, İstanbul, 1981, Menasik, 103)

“Rasûlüllah kendisine Uhud göründüğünde: “Bu, bizleri seven, bizim de kendisini sevmekte olduğumuz bir dağdır. Allah, şüphesiz İbrahim peygambere Mekke'yi harem kılmıştır. Ben de Medine'nin iki kara taşlığı arasını harem kıldım, sözlerini söyledi.'' (Buhari, Sahih, Meğazi, 27, İtisam, 16; Müslim, Hacc, 458)

“Rasûlüllah, Medine'nin her tarafından birer berîd (=12 mil=20 km.)lik (bir alanı) koru tayin etti. Oranın ağaçları (yapraklarını düşürmek için) silkelenmez ve kesilmez. Ancak (zaruret mik tarı yedirilmek üzere) deve (sırtında) götürülen (yapraklar) müstesna.'' (Ebu Davud, Menasik, 95)

“Vecc (Taif) vadisinin dikenli çalıları ve ağaçları kesilmeyecek; av hayvanIarı da öldürülmeyecektir. Bunlardan herhangi birini ihlâl eden biri olursa sopalanacak ve elbisesi de soyul(up alın)acaktır. Eğer biri taşkınlık yaparsa/haddi aşarsa, yakalanıp Peygamber Muhammed'e getirilecektir. Bu emir Peygamber Muhammed'dendir. Bunu Allah elçisi Muhammed'in emriyle HaIid b. Seîd yazdı. Bu emri kim ihlâl ederse, -Muhammed'in emrettiği konuda- kendisine zulmetmiş olur.'' (Hamidullah, Muhammed (M. Hamidullah bu vesikaları derleyendir), Mecmûatü'I-Vesaiki's-Siyasiyyeti li'I-Ahdi'n-Nebeviyyi ve'I-Hılâfeti'r-Raşideti, 5. baskı, Dâru'n-Nefais, Beyrut, 1985/1405, s. 287, no: 182)

Savaş hâli gibi oldukça kritik olan zamanlarda bile konuya büyük bir itina gösterilmiştir. Burada yeri gelmişken Ebu Bekir'in, -hilâfetinin ilk günlerinde, Hz. Peygamber'in hayatta iken hazırla(t)tığı, ancak vefat ettiği için gönderemediği- Üsame komutasında Şam'a sevkettiği orduya hitaben söyIediği şu sözleri hatırlayalım:

''...Haddi tecavüz etmeyiniz... Çocukları, ihtiyarları ve kadınları öldürmeyiniz. Hurma ağaçlarını kesip yakmayınız. Meyve veren ağaçlara dokunmayınız. Koyun, sığır ve deve gibi hayvanıları, gıdalanmak dışında başka birmaksatla kesmeyiniz...'' (Beyhekî, Ebu Bekr Ahmed b. el-Huseyn b. Ali, es-Sünenü'I-Kübra, Daru'I-Marife, Beyrut, 1413/1992, IX, 85)

Bu tür uygulamalar, Rasûlüllah'tan sonra da sürmüş; kurallara uymayanIara karşı maddî müeyyideler uyguIanmıştır. Konuya ilişkin olarak Osman b. Maz’un'un azadlısı Muhammed'in dedesi yoluyla şöyle bir olay nakledilmektedir:

Maz’un ailesinin taşlık bölgedeki toprağının idaresi bu azadlının elinde idi. Azadlı şunları anlatmaktadır: Ömer b. el-Hattab, bazen öğle üzeri elbisesiyle başını örterek beni ziyarete gelir, yanıma oturur, benimle konuşurdu; ben de kendisine salatalık ve sebze ikram ederdim. Ömer bir gün bana şöyle dedi: Yerinden ayrılma, seni bu yerlerin idaresine memur olarak tayin ettim. Herhangi bir kimsenin, Medine'nin ağaçlarını ığşalamasına (silkmesine, sallamasına), dallarını kesmesine katiyetle müsaade etme! Birisi bunları yaparsa, elinden ipini ve baltasını al. Azadlı, elbisesini de alayım mı? diye sorunca Ömer, 'hayır' diye karşılık verdi.'' (Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Cabir b. Davud, Fütuhu'I-Büldan, (çev., Mustafa Fayda), Ank., 1987, s. 9)

Yeşilliğin tahribine karşı uygulanan şu maddî müeyyide örneği de kayda değer niteliktedir:

''Sa’d b. Ebi Vakkas meranın (otlağın) otlarını biçen bir çocuk gördü; bunun üzerine çocuğu döverek elbiselerine ve baltasına el koydu. Bunun üzerine çocuğun azatlısı (veya ailesinden bir kadın) Ömer'in yanına girdi ve kendisine Sa’d'ı şikâyet etti. Ömer Sa’d'a: Ey Ebu İshak! Allah sana rahmet eylesin, çocuğun baltasını ve elbisesini geri ver, dedi. Sa’d bunu kabul etmedi ve Rasûlüllah'ın bana verdiği bir ganimeti veremem. Çünkü onun şöyle dediğini işitmiştim: “Meraları kesen bir kimse görürseniz, onu dövünüz ve elbiselerini alınız.'' Sa’d çocuktan aldığı baltayı çapa olarak kendi toprağında ölene kadar kullandı.'' (Belâzürî, Büldan, s. 10-11)

Osmanlılarda da konuya ilişkin olarak 3 Ramazan 973 (milâdî 24 Mart 1566) tarihinde düzenlenmiş olan bir ferman şöyledir:

''Vize kadısına hüküm ki,

Vize'den Midye'ye varınca ol mâ beynde (bu ikisi arasında) vaki olan (bulunan) koruya, Balkan'ın öte canibinden (öbür tarafından) bazı kimesneler (kimseler) davarlarını getürüp ağaçların yukarısını davarları için kesmekle koruya küllî (çok/umumî) taaddî iderlermiş (zarar verirlermiş).

Buyurdum ki,

Vardukda, zikrolunan koruya celeb (devlete ait) koyunundan gayri (başka) bir ferdi koymayıp ağaçlarını kırdırmayasın, eslemeyüp (dinlemeyip/aldırmayıp) muhalefet edenleri (karşı geIenleri) tutup küreğe (kürek çekme cezası ağır hapis) gönderesin.'' (Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), MD, 5, Hüküm no: 1292 Bkz., Binark, İsmet, ''Başbakanlık Osrnanlı Arşivlerindeki Belgeler Işığında Türkler'de Çevrecilik Anlayışı'', Yeni Türkiye, 5. sayı, 1. yıl, Ank., Temmuz-Ağustos 1995, s. 22)

Görülüyor ki aktardığımız bu bilgiIer, yeşilliğe verilen ehemmiyeti, hiçbir izaha muhtaç bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Müslümanların ağaç ve dolayısıyla yeşilliğe karşı dikkate değer bu duyarlılıkları, batılıların bile dikkatini çekmiştir. Meselâ Pere Jehannot Müslüman Türklerin ağaca verdikleri önemi şu sözleriyle ortaya koymaktadır: ''Sevdikleri ağaçların kurumasına meydan vermemek üzere sulanıp bakılmalarını temin için vakıflar tesisini de sevap sayarlar.'' (Pere Jehannot, Voyage de Constantinople Pour Ie Rachat Des Captifs, Paris, 1732, s. 316-, 317, (bkz., Danişmend, İsmail Hami, Garb Menbalarına Göre Eski Türk Seciyye ve Ahlâkı, 3. baskı, İst., 1982, s. 183)

Comte de Bonneval de konuyla ilgiIi olarak şöyle demektedir:

''Velhâsıl, verimsiz (meyvesiz) ağaçların sıcaktan kurumasına meydan vermemek üzere her gün sulanmaları için işçilere para vakfedecek kadar çılgın Türkler bile görülmektedir.'' (Comte de Bonneval, Anecdotes venitiennes et Turques ou nouveaux memoires du comte de Bonneval, Francfort, 1740, 1, 214, (bkz., Danişmend, Türk Seciyye ve Ahlâkı, s. 185)

Aynı anlamda Guer'in sözleri ise şöyledir:

''Kısır/verimsiz ağaçların kuraklıktan kurumalarına meydan vermemek üzere bir işçiye ücret verip, sulanmalarını temin edecek kadar hayrat ve hasenatta ileri giden biraz kaçık Müslümanlara tesadüf edilir.'' (Guer, Moeurset usages des Turcs, Paris, 1746-7, 1, 217-221; bkz., Danişmend, Türk Seciyye ve Ahlâkı, s. 134)

Bütün bunlardan sonra Rasûlüllah (s.a.s.)'ın irad ettiği şu:

“Hurma ağacı ile diğer ağaç(lar), o ağaçların sahipleri ve onlardan sonraki nesiller için -Allah'a şükrettikleri sü rece- berekettir.'' (Taberanî, III, 84 (Hadis no: 2735) sözün verdiği mesaj daha iyi anlaşılmış olmalıdır.

Dinimizde böylesine önem verilen ormanların, yani yeşil alanların bu günkü durumu ise hiç de iç açıcı değildir. Meselâ:

Hititler'e ait ortaya çıkarılan kültür varlıklarından ve Asur kitabelerinden elde edilen verilere göre, İç AnadoIu'nun vaktiyle ormanlarla kaplı olduğu, Van yöresinde bundan 3.500 yıl önce saz toplumları kadar sık ormanIarın bulunduğu anlaşılmaktadır. (Erzen, Afif, Doğu Anadolu ve Urartular, Ank., 1992, s. 5; Çepel, Necmettin, Doğa Çevre Ekoloji ve İnsanlığın Ekolojik Sorunları, Altın Kitaplar yayınevi, 1. baskı, İst., 1992, s. 92)

Şam'dan Mekke'ye gelen bir kadının, yolculuğu esnasında, yiyecek ve içecek sıkıntısı çekmediği, bu tür ihtiyaçlarını ağaç meyvelerinden ve kaynak sularından karşıladığı (lbnu'I-Esir, Ebu'I-Hasen Ali b. Muhammed eI-Cezeri, Üsdü'I-Ğabe fi Marifeti's-Sahabe, Daru'l-Fikir, Beyrut, 1409/1989, 1, 136) nakledilmektedir.

Günümüzde ise bu bölgeler, ne hazin bir durumdur ki tamamen ormansız denebilecek durumdadır. Sonuç olarak diyoruz ki, Kur'an ve sünnette ağaca, daha genel bir ifadeyIe yeşilliğe, diğer din ve kültürlerde görülmeyen bir hassasiyet gösterilmiştir. Kanaatimize göre bunun sebebi, kâinatın tabii dengesinin korunması düşüncesi olmalıdır. Kur'an ve hadisin, sözü edilen konuyla ilgili verileri dikkate alınırsa, kâinatın doğal dengesinin bozulmamasına, başka bir ifadeyle herhangi bir ekolojik problemin ortaya çıkmamasına kayda değer bir katkı sağlanmış olur. Aksi hâlde, her şeyiyle mükemmel bir şekilde yaratılmış olan yeryüzü insanlar da dahil olmak üzere bütünüyle canlı hayatına imkân vermeyen talihsiz bir mekâna dönüşebilir. Zaten konunun önemi de buradan ileri gelmektedir. Bu itibarla Kur'an ve sünnetin bu konudaki tavsiyeleri ve ortaya koyduğu prensipleri, hakikaten büyük bir önem taşımaktadır.

Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi 2007 Ağustos Ek sayısında yayınlanmıştır.

Doç. Dr. Bahattin Dartma
Yüzüncü Yıl Üniv. İlâhiyat Fak​

 
Geri
Üst