Kabir hayatı ve Kabir azabı

DeRSaaDeT

Islambol
Altın Üye
Katılım
3 Şub 2006
Mesajlar
6,597
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
118
Kabirlerde bulunan kimselerin tamamı "Berzah" hayatı ile diri olup;

* Bilirler,
* Akıl ederler,
* Duyarlar,
o "Hiç şüphe yok ki, ölü defnedilip arkadaşları, yanından ayrıldıkları zaman; yanından ayrılırken cenazesini kaldırıp kendisini ahirete yolcu edenlerin ayak seslerini işitir. (6)
o Peygamber efendimiz (s.a.v) Bedir'de öldürülen kâfirlerin içi taşlarla örülmemiş bir kuyuya atılmasını emretti. Ölümlerinden günlerce sonra gelip başında durdu ve son ferdine kadar, onları teker teker ey falanca oğlu falan şeklinde, isimleri ve babalarının isimleri ile çeğırarark onlara şöyle buyurdu: "Siz Rabbinizin size va'dettiği azabın hak olduğunu gördünüz mü? Hiç şüphe yok ki ben; Rabbimin bana va'dettiği zaferin hak olduğunu gördüm." Bunun üzerine Hazret-i Ömer; "Yâ Resulallah! Sen, leş olmuş bir kimselerle mi konuşuyorsun, dedi". Bunun üzerine Peyganber Efendimiz de cevaben : " Beni hak din ile gönderen Allah'a yemin ederim ki siz, beni onlardan daha iyi duymuyorsunuz dedi." (7)
* Görürler,
* Kendilerini ziyaret edenleri tanırlar,
o Herhangi bir kul kardeşinin kabrini ziyaret edip yanında oturursa, kalkıncaya kadar, o ölü onunla arkadaşlık eder ve ona karşılık verir. (8)
* Selam verenlerin selamlarını alırlar,
o Bir adam, tanıdığı bir kimsenin kabrinin yanından geçtiğinde, ona selam verirse, selmını alır. Bir adam da tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçtiği zaman selam verirse o da, onun selamını alır. (9)
* Birbirlerini ziyaret ederler,
o Ölülerinizin kefenlerini güzel yapınız! Çünkü onlar, kabirlerinde birbirlerine karşı iftihar ederler ve birbirlerini ziyaret ederler. (10)
* Dirilerden kendilerine ulaşan kötü haberlere üzülürler,
o Hiç şüphesiz ölüye; evinde eziyet veren şey, kabrinde de eziyet verir. (11)
o Amelleriniz, ölülere bildirilir, güzel birşey görürlerse sevinirler. Kötü birşey görürlerse; Allah'ım! Onlaru tâatına geri çevir derler."
* Dua ederler,
o Ölülere hayatta olanların amelleri onlara bildirilir, hayırlı bir iş görürlerse Allahü Teâlâya hamd edip sevinirler ve o hayrı yapanın hayırlı işlerinin artması ve hayırlı işlere devam etmesi için dua ederler. Kötü bir şeyle karşılaşırlarsa onları yapanlar için Allahü Teâlaya dua edip şöyle derler: "Allah'ım! Onları tâatına geri çevir ve bize hidayete erdirdiğin gibi, onları da hidayete erdir. " (5)
* Tasarrufları vardır,
o Allahü Teâlanın kudretiyle çok büyük işler yaparlar. Peygamber efendimiz, Hazret-i Cafer'in öldürülmesinden sonra bir gün şöyle buyurdu: "Bişe halkına, yağmurun yağacağını müjdeleyen meleklerin içinde Ca'fer'i tanııdım." (14)
* Nimet görürler,
o Nimet ve azab hem ruha hem vücuda olacaktır. Berzah aleminde bazıları ikram görürler: kabirlerinde taptaze olarak namaz kılarlar, hac yaparlar.
* Azab edilirler.
o Peygamber efendimiz (s.a.v) kabir azabı ile ilgili şöyle buyuruyor: "Ölüleriniz defnetmeme endişem olmasydı; işitmekte olduğum kabir azabını, size de işittirmesi için Allah'a dua ederdim. (12)
* Kabir Ziyareti
o Bir sohbet esnâsında Abdülhakîm-i Siyalkûtî hazretlerine talebelerinden biri kabir ziyâreti hakkında bir soru sorunca buyurdu ki:

Çok kimse kabir ehlinden istifâde edildiğine inanmıyor. "Ölü yardım yapamaz." diyenlerin, ne demek istediklerini anlayamıyorum. Duâ eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duâsının kabûl olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vâsıta yapmaktadır. Yâ Rabbî! Kendisine bol bol ihsânda bulunduğun bu sevgili kulunun hâtırı ve hürmeti için bana da ver demektedir. Yâhut, Allahü teâlânın çok sevdiğine inandığı bir kuluna seslenerek; "Ey Allahın velîsi, bana şefâat et! Benim için duâ et! Allahü teâlânın dileğimi ihsân etmesi için vâsıta ol." demektedir. Dileği veren ve kendisinden istenilen, yalnız Allahü teâlâdır. Velî, yalnız vesîledir, sebeptir. O da fânîdir, hiçbir şey yapamaz. Tasarrufa gücü, kuvveti yoktur. Böyle söylemek, böyle inanmak şirk olsaydı, Allah'tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de duâ istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden duâ istemek, bir şey istemek dînimizde yasak edilmemiştir. Hattâ müstehâb olduğu bildirilmiştir. Her zaman yapılmıştır. Buna inanmayanlar, öldükten sonra kerâmet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini isbât etmeleri lâzımdır. Evet, evliyânın bir kısmı öldükten sonra, âlem-i kudse yükseltilir. Huzûr-i ilâhîde her şeyi unuturlar. Dünyâdan ve dünyâda olanlardan haberleri olmaz. Duâları duymazlar. Bir şeye vâsıta, sebeb olmazlar. Dünyâda olan, diri olan evliyâ arasında da böyle meczûblar bulunur. Bir kimse, kerâmete hiç inanmıyor ise, hiç ehemmiyeti yoktur. Sözlerini isbât edemez. Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve asırlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksız çıkarmaktadır. Evet bir câhil, bir ahmak, dileğini Allahü teâlânın kudretinden beklemeyip, velî yaratır, yapar derse, bu düşünce ile ondan isterse, bunu elbet yasak etmeli, cezâ da vermelidir. Fakat bunu ileri sürerek, İslâm âlimlerine, âriflere dil uzatılmaz. Çünkü, Resûlullah efendimiz kabir ziyâret ederken, mevtâya selâm verirdi. Mevtâdan bir şey istemeyi hiç yasak etmedi. Ziyâret edenin ve ziyâret olunanın hâllerine göre, kimine duâ edilir, kiminden yardım istenir. Peygamberlerin kabirde diri olduklarını her müslüman bilir ve inanır. (15)

Kabir Azabı
Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir.

Kabir azabının aslı, Dünya sevgisidir. Fakat şiddet derecesi ayrıdır. Azlığı, çokluğu Dünya sevgisine göre değişir. Azap, kalbin Dünyaya bağlanmasının sonucudur.

Kafirlerin kabir azabı, kıyamete kadar devam eder. Yalnız cuma ve Ramazan günleri kalkar. İtaat erbabı için kabir azabı yoktur. Ancak kabrin şiddet ve azametini hisseder. Asilere gelince bunlar için kabir azabı vardır. Ancak kıyâmete kadar devam etmez. Cuma günleri kalkar. Hatta cuma gecesi ölen asi, bir saat kabir azabı görür.
Resulullah (a.s) buyuruyor:

* Kabir ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şediddir.
* Kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir.
* Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur.
* Manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!.

Resulullah (a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında laf taşıyıcılık yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur" buyurmuşlardır.
Kaynaklar:
1) Kimyayı Saadet, İmam-ı Gazali
2) Ehl-i Sünnet İtikadı, Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevi, Bedir Yayınları
3) Kütüb-i Sitte
4) Şamil İslam Ansiklopedisi
5) Tenviru'l Kulûb'tan Tasavvufun İncelikleri, Şeyh Muhammed Emin Erbili, Osmanlı Yayınevi, 1997
6) Hadis-i Şerif, Buhari
7) Hadis-i Şerif, Buhari ve Muslim
8) Hz. Aişe r.a, Buhari ve Muslim, Hatib ve Asakir rivayet etmiştir.
9) Hadis-i Şerif,Beyhaki ve Ebiddünya rivayet etmiştir.
10) Hadis-i Şerif,Beyhaki rivayet etmiştir.
11) Hadis-i Şerif,Deylemi rivayet etmiştir.
12) Müslim, Hadis-i şerifin manası Tâc-ul-usûl kitabından alınmıştır. C.1.S.378
13) Hadis-i Şerif, İbni Mübarek rivayet etmiştir.
14) Hadis-i Şerif, İbni Adiy rivayet etmiştir.
15) Evliyalar Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi
 
kaynaklara bakabilirmisin lütfen...bir iki hadisten haric hic ölcü olacak HIC birsey yok..
bu din cok FANTASTIK olmaya basladi ne derseniz....cok zayif deliller...slmetle kuruntu
 
allah razı olsun bır oncekı konuya takvıye olmus :D

kabırlere selam verıldıgını bılıyodum ama bu kadar tefarruatlı acıklama okumamıstım
saol

(buna ınanmayanlara gereklı gereksız cvp verıp bu bolumde tartısma cıkmasını saglamayın)
 
ÇOK BASİT ŞEYLER AMA DİKKAT ETMIYORZ

Resulullah (a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında laf taşıyıcılık yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu (ayakda bevl etmekden bahsediliyor)
 
Senin bir iki hadis dediğin pegamber efendimizin sözleri be adam. Ne fantastikliği. Doğru ve yanlış alenen ortada. Yanlış bilgiler verenler bu dini yozlaştırmaya çalışan şerefsizler, yıllardır çabalıyorlar ama daha bir arpa boyu yol gidemediler. Samimi müslümanlar herşeyin farkında. Sende tutmuş delil yok diyorsun, daha ne olsun...
 
kuruntu' Alıntı:
kaynaklara bakabilirmisin lütfen...bir iki hadisten haric hic ölcü olacak HIC birsey yok..
bu din cok FANTASTIK olmaya basladi ne derseniz....cok zayif deliller...slmetle kuruntu

alıntıdır ayrıca ne olursa olsun bu din kesinlikle senin söylediğin gibi fantastik olmaya başlamaz bu din ilk gün neyse ahiret gününe kadar odurinansanda inanmasanda kelimelerini seçerek kullan

Ahiret hakkındaki bilgilerimizin kaynağı nedir? Ahiret inancımızı kim/ kimler belirlemektedir? Bu düşünce ve anlayışların kaynağını veya doğruluğunu araştırdık mı? Veya bu konuyu düşündük mü hiç? "Büyüklerimiz halletmiştir" mi diyoruz? Onların "halletmesi" ve bizim ona uymamız bizi sorumluluktan kurtaracak mıdır?


Bu soruları sorup, cevaplarını araştırmamız, en azından kendi yerimizi tesbit etmek açısından önemidir. Doğru veya yanlış ondan sonrasını belli ilkeler üzerine oturtarak götürmek daha tutarlı olacaktır. Tabii ideal ve doğru olanı, kişinin bu sorulardan sonra inancını ve yaşayışını Kur'ân'a göre yönlendirmesidir.


Kabir Azabı Meselesi


Kabir azabı, veya kabir hayatı herşeyden önce gaybi bir konudur. Gerçek anlamda böyle birşeyin olup olmadığını ancak Rabbımız bilir. Allah-u Tealâ Kur'ân'da sık sık müslümanları gaybe iman edenler olarak tanımlar. Bu hiçbir zaman, müslümanlar gelecekte veya ahirette olacağı iddia edilen her habere inanırlar anlamına alınmamalıdır.


Kur'ân'ı incelediğimiz zaman, gaybe imandan kasdın, Kur'ân'ın bizden inanmamızı istediği gayb haberleridir. Başka bir deyişle inanmamız gereken gayb; Kur'ân'da anlatılan gayb'tır.


Bu nedenle kabir azabı konusuna da bu açıdan bakmak gerekir. Çünkü bu konu; söylenen sözler dışında müşahade edilmiş değildir.


Sadece kabir azabı olduğunu söyleyen sözler vardır. Bunların, bir kısmı hemen hemen müslümanlarla ilgili her konuda olduğu gibi Peygamber'e ait olduğu iddia edilen sözlerdir. Yine her zaman yapıldığı gibi Kur'ân'dan destek aranmış, kendilerince bu destekler bulunmuştur da.


Biz önce kabir azabından ne kastedildiğini anlatmaya çalışalım:


İnsanlar ölür ölmez kabir diye bir çukura konuyorlar. Hemen sonra munker-nekir melekleri geliyor, soru sormaya başlıyor: Rabbın kim? Dinin ne? Peygamberin kim? gibi sorular... Müslümanlar bu sorulara: Rabbım Allah, dinim İslam, Peygamberim Hz. Muhammed diye cevap veriyor. Kafirler ise.- Hah, hah anlamadım diyorlar. (Fıkhul Ekber, Aliyyul Kari Şerhi).

"Kabir, mü'minler için cennet bahçelerinden bir bahçe, kafirler için ise cehennem çukurlarından bir çukurdur."


Kabirde kime soru sorulacağı konusu da tartışılagelmiştir. Bu konuda Hanefiler arasında bile ittifak yoktur. Bir kısmı, müslümanların çocuklarının da sorguya çekileceğini söylerken bir kısmı, Peygamberler, çocuklar ve şehitlerin sorgudan muaf tutulacağını söylemişlerdir.

"Kılıçlarının parıltısı onlar için şahid olarak yeter" hadisinin bu sözlerinin delili olduğunu iddia etmişlerdir. (Kitabın mütercimi Y.V.Yavuz bu hadisin kaynağını bulamadım diyor.)

Müslüman çocukların kabirde sorgulanmasına rağmen cennete gireceği, kafir çocuklarının ise durumunun daha karışık ve müslüman çocuklarından farklı olarak "cennet ehline hizmetçi olacaklarına hükmedilmiştir." denilmektedir.


Kabirlerde azabın nasıl olacağı da tartışılmaktadır. Cesede mi yapılacaktır. Ruha mı yapılacaktır, yoksa hem ruha hem de cana mı yapılacaktır? Bu durumda kabirde ruhların cesede dönmesi konusu gündeme gelmektedir. Tabii ki bu da tartışılmıştır. Kabirde ruhlar cesedin tümüne mi, yahut bir kısmına mı, topluca yahut ayrı ayrı olarak mı iade edilecektir? Kabirde soru sorulma işi ruhların bedene iade olunmasından sonra olduğu iddia edilmiştir. (Bizimruh konusundaki anlayışımız daha farklı. Üstelik bu yazı içerisinde tartışma imkanımız da yok. Ayrı bir yazı konusudur.)


Ehli sünnet azabın hem bedene hem ruha olduğu, bunun da ruhların bedene dönmesiyle olacağı inancındadırlar.


Kabir azabı konusu Ehli sünnete göre iman edilmesi vacip olan konulardan biridir, ilmihal kitaplarında olsun, akaid kitaplarında olsun konu hep bu şekilde ortaya konmuştur.

"Ahirete ait bazı ahvali bilip bunlara iman etmek vaciptir, inanılması icap eden hallerden bir kısmı şunlardır: 1) Cennet-cehennem haktır, ve el'an yaratılmış varlıklardır. 2) Kabirde kafirlerin ve bazı günahkar müslümanların azab çekmesi, salih mü'minlerin nimete ve rahata kavuşması haktır." (İslam Fıkhı ve Hukuku. A. Fikri Yavuz)


"Deriz ki vuku bulması aklen mümkün olan birşey hakkında nas varid olunca onu kabul etmek ve ona inanmak gereklidir. Bunlardan birisi de ölümden sonraki (Münker ve Nekir meleklerinin kabirde soru soracakları) kabir azabıdır. Bunlar ehli sünnete göre haktır. Vuku bulacaktır. Mu'tezile ise muhalefet etmiştir.


Kabirde sual ve azab ruhun cesede iade edilmesiyle mümkündür. Gazali dahil ehli sünnet alimleri bu görüştedir." (Maturidiye Akaid, N.Es Sabuni, İslam Dini İlmihali, Prof. M.Aydın)

Konu bir kısım Ehli Sünnet uleması tarafından çok ilginç boyutlara kadar vardırılmıştır.

Örneğin, Konevî: "Ölü asi ise kabir azabı vardır. Ancak Cuma günü ve Cuma gecesi azab ondan kaldırılır ve bir daha kıyamete kadar azab iade edilmez. Eğer bir mü'min Cuma gecesi öldüğü takdirde eğer asi ise bir an kabir azabı ve kabir sıkıştırması olur. Sonra kıyamete kadar bir daha azab edilmez." (Fıkhul-Ekber Aliyyul Kari Şerhi)


Kabirde bir hayatın, dolayısıyla azab ve mükafatın bulunduğunu iddia edenlerin görüşlerini aktardıktan sonra bu görüşlerine kaynak gösterdikleri hadis ve ayetlere geçelim...



Kabir Azapçılarının Delilleri


A) Hadisler:


1- Peygamberimiz mezarlıktan geçerken: "Kardeşiniz için Allah'tan mağfiret dileyiniz. Çünkü o şu anda sorguya çekilmektedir" demiştir. (Sünen-i Ebu Davut)


2- "İdrardan sakınınız, zira kabir azabının çoğu ondandır." (Camiussağir)

3- "Şüphesiz kabrin sıkıştırılması vardır. Kabrin sıkıştırılmasından kimse kurtulamaz. Kurtulacak olsaydı, ölümünden dolayı arşın titrediği Said b. Muaz kurtulurdu." (Fıkhul-Ekber Aliyyul Kari Şerhi, Kaynağı bulunamamıştır.)


4- Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizi)

5- Şüphesiz kabir ahiret konaklarının ilkidir. Eğer ölü bu konaktan kurtulursa ondan sonrası daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa sonrası daha zordur. (A.i. Hanbelin Müsnedi)

6- Hz. Peygamber Hz. Aişe'ye sordu: "Kabirde halin nedir." Kendisi cevap verdi: Ya Hümeyra şüphesiz kabrin mü'mini sıkıştırması, ananın çocuğunun ayağını sıkması gibidir. Münker-Nekir meleklerinin soru sorması da; göz kamaştığı zaman ona sürme çekmek gibidir." (Fıkhu-l Ekber, Aliyyul Kari Şerhi, Kaynağı bulunamamıştır.)


7- Hz. Peygamber, Hz. Ömer'e: "Kabirde halin nicedir?" demiş. Hz.Ömer de- "Aklım başımda mı olacak ?’ demiş. Resulullah ‘Evet’ demiş. Hz. Ömer de ‘O taktirde hiç aldırmam’ cevabını vermiş (Fıkhul Ekber, Aliyyul Kari Şerhi, Kaynağı bulunamamıştır.)

B) Ayetler:


1- O sabah akşam ateşe sunulur. Kıyamet koptuğu gün de "Fir'avn ailesini azabın en çetinine sokun denilir." (40/46)


2- Hatalarından dolayı boğuldular. Ateşe sokuldular. Kendilerine Allah'tan başka yardımcılar da bulamadılar." (71/25}


3- "Allah inananları dünya hayatında da ahirette de sağlam sözle tesbit eder. Allah zalimleri de saptırır. Ve Allah dilediğini yapar. "(14 727)


4- "Ona cennete gir denilince ne olurdu dedi kavmim bilseydi. Rabbımın bana bağışladığını ve beni ağırlananlardan kıldığını. " (36/27)


5- "Sonra onu öldürdü kabre koydu." (80/2 1 )


6- "Belki dönerler diye, mutlaka onlara o büyük azabtan ayrı olarak yakın azabı da taddıracağız. " (32/ 21) (Ayrıca Bakınız: 3/169, 20/124, 6/98, 9/84)



İddia ve Delillerin Değerlendirilmesi:


l- Genel Değerlendirme:



1) Şu ana kadarki yazdıklarımızdan da anlaşıldığı gibi kabirde bir hayat olduğunu savunanlar; konunun nasıllığı ve niceliği konusunda bir fikir birliğine sahip değillerdir.


2) Kendi iddiaları arasında çelişkiler vardır.


3) Hatta bu iddiaların bir çoğu dinin genel ilkeleriyle de çelişmektedir.


a. Azabın hem ruhlara hem cesetlere olacağı ve kabirde ruhların cesetlere döneceği iddiası bunlardan biridir. Ruhların cesetlere dönmesi demek ölünün dirilmesi demektir. Kur'ân-ı Kerim, dirilmenin kıyametten sonra olacağını açıkça ifade etmiştir.


b. Kafir çocuklarının cennet ehline hizmetçi kabul edilmesi de bu çelişkilerden biridir. Kafir çocuklarıyla, mü'min çocuklarının sorumluluk açısından ne gibi farkları vardır. Kafir bir anne babadan olmak çocukların cezalandırılması veya ikinci sınıf bir statüye tabi kılınmasını haklı kılar mı?


c. Yine kabirde sorgulanma hadisesi de bizce Kur'ân'la çelişmekledir, Çünkü hesapların kıyametten sonra sorulacağı konusunda çok sayıda ayet vardır. Ahirete hesap günü denmesi de bundandır.


Azabın nasıl olacağı , ruhların cesetlere nasıl ve ne kadar iade edileceği konusundaki tartışmaları okuyunca, bunların üstüne, ünlü ulemaların konuyla ilgili olarak Cuma ile ilgili iddiaları da eklenince bu insanların mantıklarını daha iyi kavrayabiliyoruz.


Bu mantığın ne tür hadislerin arkasına sığındığını, Kur'ân ayetlerini, siyak-sibaka ters olarak nasıl kullandıklarını anlayabiliyoruz.


Zaten önemli olan da bu zihniyetin mantığını kavramaktır. Kafir çocuklarını hizmetçi, mü'min çocuklarını efendi kılan zihniyetin ne kadar Resulullah'ın yolundan gittiğini, ne kadar Kur'ân'ı anladığını daha net görebiliyoruz.


Bu zihniyetin mantığını keşfettikten sonra ayetlere ve hadislere yaklaşım biçimlerini kavrayabiliyoruz. Bu mantık Kur'ân'a göre yönlendirilmiş, Kur'ân'a teslim olmuş, Kur'ân'ın şekillendirdiği bir mantık değildir.


2) Hadislerin Değerlendirilmesi:


Bu sözlerin ne kadarı Resulullah'a aittir bilemiyoruz. Belki bir çoğu uydurmadır, belki bir kısmının başından çıkarılmış sonuna eklenmiştir veya tersi olmuştur, bilemiyoruz.


Daha önceki yazılarımızı takibedenler bilir, biz Resulullah'ın kendisine Kur'ân'da bildirilenler hariç gaybı bilmediği inancındayız.


Bu nedenle Resulullah'a atfedilen bu sözlerin ona ait olmadığı kanaatini taşıyoruz.


Hadislerin içeriğini azıcık irdeleyenler, aşırı abartıları hemen farkedeceklerdir.

Örneğin "idrar" hadisi... yani Kabir azabının çoğunun idrardan olduğu iddiası. Akıl sahipleri konunun, dinin özünü oluşturan Tevhid-Şirk mücadelesinden nasıl uzaklaştırıldığını, dinin asıl amacından nasıl kaydırıldığını göreceklerdir. Oysa ceza ve mükafatı belirleyen asıl öğe tevhid ve şirktir.



3) Ayetlerin Değerlendirilmesi:


Daha önce de dediğimiz gibi hangi mantığın bu ayetleri iddialarına delil olarak getirdiğini bilmek çok önemlidir.


Ayetleri siyak-sibak içerisinde, konu ve Kur'ân bütünlüğüne göre değerlendirmemek verilmek istenen mesajı amacından saptırır.

Üstelik Kur'ân'ın kendine özgü üslubunu yok saymak, Kur'ân'ın mesajını muhatabına anlatmakta kullandığı ifade biçimlerini ve teknikleri görmezlikten gelmek veya bundan habersiz olarak konuya yaklaşmak tehlikenin boyutlarını göstermek için yeterlidir.


Biz, kabir azabına veya kabirde bir hayat olduğuna dair delil olarak ileri sürülen ayetlerin konuyla ilgisi olmadığı kanaatindeyiz.


Kur'an'dan bilgisi olan insanlar bunu hemen farkedeceklerdir. Az sonra örneklerini vereceğimiz gibi dolaylı olarak ilgi kurulmaya çalışmanın faydasız bir zorlama olduğuna inanıyoruz
.
Örneğin; aşağıdaki ayetler bunun ilginç örnekleridir:


Nuh Suresinin 25. ayetinde geçen "fe-udhilu" kelimesindeki "fa"nın takibiyye olduğu bu nedenle "boğulur boğulmaz ateşe sokulmuşlardır" anlamını verdiği, bu da gösteriyor ki kıyametten evvel Nuh'un kavmi ateşe sokulmuşlardır denilmektedir.


Oysa sûre bir bütün olarak ele alındığında, iddia edildiği gibi kıyametten önceki bir ateşe sokulmayı değil, onların boğulmaları ile kıyametten sonraki ateşe sokulmaları arasında bir hayatın olmadığını anlatır.


Boğulan insanlar için ateşe atılmak o kadar yakın ki... Arada herhangi bir zaman dilimi de yok.


Boğuldular ve hemen cehennem ateşine girecekler. Dirilme ile ilgili ayetlere baktığımızda ne kadar uyum içerisinde olduğunu görürüz. Burada bir de muhataplara bir mesaj vardır. Ateş.. İşte bu kadar hakikattir. Ve mutlaka gelecektir. Ölen için hayat kıyamete kadar bitmiştir. Ölen için kıyamet hemen kopacaktır. Ve tabii hemen ateşe gireceklerdir.


İbrahim Suresinin 27. ayetinde geçen "ahiret" kelimesinden muradın kabir hayatı olduğu iddiası ise laf olsun diye söylenen bir sözden öte bir anlam taşımamaktadır. Çünkü herhangi bir mesnedi olmadığı gibi Kur'ân gerçeğine de terstir. Çünkü Kur'ân'a göre dünya hayatının devamı ahiret hayatıdır.


Yasin Suresinin 27. ayetinde kabir hayatıyla ilgili herhangi bir ifade yoktur. Elçilerden birinin temennisisinin 46. ayetidir. Konuya 43. ayetten itibaren okuyarak girelim.
Mü'min kişi Fir'avn ailesine konuşuyor:


"Sizin beni çağırdığınız şeye kesinlikle ne dünyada ne de ahirette davet olunmaz. Bizim dönüşümüz Allah 'adır. Müsrifler, işte onlar ateş halkıdır. Benim size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah kulları görür."


"Allah onu, onların kurdukları tuzaklardan korudu. Ve Fir'avn ailesini azabın en kötüsü kuşattı. Ateş..Sabah akşam ona arzolunurlar. Kıyamet çattığı gün Firavn azabın en ağırına sokun.


"Ateşin içinde birbiriyle tartışırlarken zayıf olanlar, müstekbirlere dediler ki, biz size uymuştuk, şimdi siz şu ateşin küçük bir parçasını savabilir misiniz? Müstekbirler de dediler ki: Hepimiz onun içindeyiz. Allah kullar arasında hüküm verdi. (40 / 43 - 48 )


Şimdi ayetler bir bütün olarak ele alındığında, 46. ayet kabir azabına nasıl delil olarak getirilebilir. Biz ayetleri biraz daha etraflıca tetkik edelim;


1- 43. Ayette; müsriflerin ateş halkından oldukları anlatılıyor. Burada müsrif olarak adlandırılanlar Fir'avn ve adamları da dahil olmak üzere tünraşırı gidenlerdir. Ateş halkından (Ashabunnâr) kasıt ise cehennem ehlidir. Müsriflerin cehennem, yani ateş halkı olduğu anlatılıyor. Kur'ân'da "Ashabunnar" deyimi yalnızca cehennemle ilgili olarak kullanılmaktadır. (2/ 39,81,217,257,275,_3/116, 5/29)


2- 44. Ayette "söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız" ifadesinin "yakında görecekler", "yakında bilecekler" türünden benzer ifadeleri de kullanılmaktadır. Bu ifadelerin hepsinin anlattığı şey ahiretteki hesaplaşmadır. Kafirlerin sonu ise zaten dünyadayken bellidir. Kur'ân'da bunun birçok örneği var. (Bkz.: Tekasür Sûresi)

3- 45. Ayette "yakında hatırlayacaksınız" ifadesi Kuran’ın kendine özgü üslubuyla dile getirilmektedir.

"Ona cennete gir denilince keşke dedi, kavmim bilseydi. Rabbınıın beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını. "


Elçinin bunu cennete girerken söylemesi ayetin sağa sola çekilmesine zaten imkan vermemektedir. Dedik ya.. Mantık çok önemli.. Hangi mantık bu ayetleri kullanıyor?

Kabir azabçılannın üzerinde düşünmeye değer tek delilleri,-ki buna sıkı sıkıya sarılıyorlar- Mii'min Surenin cevabını buluyoruz. Evet, Allah onu korudu ve Fir'avn ailesini kötü azab (suel azab) kuşattı. Kur'ân'da "suel azab"tan kasıt ta yine cehennem azabıdır. (Bkz: 6/157, 27/5, 39/24,47)


Aslında suel azab'ın cehennem azabı olduğunu anlamak için, hemen-arkadan gelen ayeti okumak da yeterlidir.


Ayet numaralarını gözönünde bulundurmadan 45 ve 46. ayetleri birlikte okuduğunuzda Fir'avn ailesini kuşatan kötü azabın ateş olduğu ve sabah-akşam ona girecekleri (arzolunacakları) anlatılıyor. "Ennar" (ateş) kelimesi Kur'ân'da hep cehennem veya cehennemdeki ateş anlamında kullanılmıştır. (Bkz: 2/24, 3/131, 4/56, 7/38-41, 9/35 gibi.)


4- Bazı meal ve tefsirlerde "yuridune" kelimesi; "gösterilir", "sunulur" şeklinde tercüme edilmiş. Kelimede herne kadar gösterilme, sunulma anlamı varsa da, bu ve benzeri kullanımların da yaslanmak, girmek anlamı ön plandadır. Gösterilerek cehenneme girmeleri de ifade edilmiş olabilir. Şimdi konu ile ilgili ayetleri görelim. "Yuridune" kelimesinin hangi anlamda kullanıldığına bakalım.


Şûra Sure'si'nin 45. ayetinde ibare aynen, Mü'min 46. ayetteki gibidir: "Yuridune aleyhe", aşağıda görüleceği gibi açıkça cehenneme atılmaları anlatılmaktadır.

"Yine onları görürsün; aşağılıktan başlarını öne eğmiş vaziyette arzolunurlarken, göz ucuyla, gizli gizli bakarlar, inananlar da işte işte hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. Bakın, gerçekten zalimler sürekli bir azab içindedir derler. "

Şimdi benzer ayetlere göz atalım:

Kafirler ateşe arzolunacakları (girecekleri) gün.- Bu gerçek değil miymiş? 'Rabbımız hakkı için, ‘evet' derler, öyleyse inkar etmenizden dolayı azabı tadın." (46/34)


"Kafirler ateşe arzulanacakları (girecekleri) gün: Dünya hayatında bütün güzel şeylerinizi zayi ettiniz, yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan ötürü bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandınlacaksınız." (46/20}


Ayetlerden de açıkça görüldüğü gibi burada ateşin insanlara, (Mü'min: 46 ile ilgili olarak da Fir'avn ailesine) gösterilmesinden değil, insanların o ateşin içine girmesinden söz edilmektedir.

5- Oysa kabirde cehennem ateşinde yanmak diye birşey söz konusu değildir. Üstelik kabirde azab olduğunu iddia edenlerin de böyle bir görüşü yoktur. Dolayısıyla buradaki ateşe sunulma kabir azabı ile değil, kıyametten sonraki cehennem azabı ile ilgilidir.

6- 46. Ayette "sabah-akşam" diye tercüme edilen "Ğuduvven-aşiyyen" kelimeleri Arapçada bir deyimdir. Ve sürekliliği, sonsuzluğu anlatır. (Zemahşeri'nin Keşşafında konuyla ilgili çok malzeme vardır. Hatta bu ayetin nasıl anlaşılması gerektiğiyle ilgili de ilginç yorumlar da mevcuttur.) Benzer ifadeler Kur'ân'ın değişik surelerinde kullanılmaktadır. Örneğin Hud Suresi'nin 107 ve 108. ayetlerinde: Kafirlerin gökler ve yer durdukça cehennemde, mü'minlerin de gökler ve yer durdukça cennette kalacaklarından söz edilmektedir. Yani cennette ve cehennemde bizim bildiğimiz gökler ve dağlar mı vardır ki böyle deniyor, bilemiyoruz. Üstelik kıyamet günü her şeyin parça parça olacağı anlatılmıyor mu? Oysa bu ayetlerde insanların nazarında göklerin ve yerin büyüklüğüne, yüceliğine, sağlamlığına, sonsuzluğuna dikkat çekilerek bir benzetme yapılıyor. İnsanın cennette ve cehennemde sonsuza değin kalacağı vurgulanıyor.


Konu bu anlatımla pekiştiriliyor "sabah-akşam" kelimesi de böyle, azabın sürekliliğini ve sonsuzluğunu anlatıyor,


İşte bu ayette "ğuduvven-aşiyen" kelimelerinin geçmesi de buradaki azabın kıyametten sonraki cehennem azabı.olduğunu anlatıyor. Çünkü iddia edilen kabir azabı sürekli değildir. Ayrıca (78/23) de cehennemde çağlar boyu (yani ebe-diyyen) kalınacağı anlatılıyor.

7- 46. Ayetin devamında "saat çattığı gün, Fir'avn ailesini azabın en çetinine sokun" cümlesi önceki anlatılanları pekiştirmek ve destekleme içindir. Anlatılanların "saat'ten sonra meydana geleceğini vurgulamak içindir.


Kur'ân'ın bir çok yerinde benzer anlatımlar vardır.


Biz sadece ahiretle ilgili olanlardan örnekler vereceğiz. .


" Ve her ümmetin âyetlerimizi yalan sayanlarından bir cemaati toplayacağımız gün, artık onlar bir arada tutulup (hesap yerine) sevkedilirler.Geldikleri zaman der: Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yaptınız ? Zulmetmeleri yüzünden o söz başlarına gelmiştir.

Artık konuşmazlar. Görmediler mi biz geceyi içinde istirahat etmeleri için yarattık. Gündüzü de aydınlık yaptık. Şüphesiz bunda inanan bir kavim için ayetler vardır. Sur'a üflendiği gün göklerde ve yerde bulunanlar-hep korku içinde kalır. Meğer Rabbın dileye. Hepsi boyun bükerek onage/ir/er..."(27/83-90)



"Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız cehennemin odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz. Eğer onlar tanrı olsalardı oraya girmezlerdi. Oysa hepsi orada ebedi kalacaklardır. Onlar için bir inleme ve soluma vardır. Ama bizden kendilerine güzellik geçmiş olanlar işte onlar ondan uzaklaştırılmışlardır. Onun uğultusunu duymazlar. Ve canlarının çektiği içinde ebedi kalırlar. O en büyük korku onları asla tasalandırmaz. Melekler onları; 'size söz verilen gün işte bugündür' diyerek karşılarlar. O gün göğü kitap gibi düreriz. İlk yaratmaya nasıl başladıksa onu yine öyle çeviririz, üzerimize söz bunu mutlaka yapacağız." (21798-104) Ayrıca 237 99-110 ayetlerine bakınız.


Şimdi bu ayetlerde de önce cehennem azabından, cennet nimetlerinden söz ediyor, daha sonra kıyametin kopmasına geçiliyor.


Şimdi bu ayetleri bir bütünlük içinde, siyak-sibakına uygun olarak, Kur'ân'ın ilkelerini ve üslubunu göz önünde bulundurmadan, cennet nimetlerinin ve cehennem azabının kıyametten önce olduğunu mu söyleyeceğiz?


Ayrıca Kehf Suresi'nin 52-53, ayetlerinde suçluların ateşi görmelerinin ahirette (kıyametten sonra) olacağı anlatılıyor.


Allah-u Tealâ Kur'ân'ı parça parça edenlere (15/91) lanet ediyor. Aynı şekilde Rabbımız Kur'ân'ı terkedenlere (25/30) de lanet ediyor. Onları korkunç azabla korkutuyor. O halde gelin inancımızı ve yaşantımızı Kur'ân'a göre yönlendirelim.



Kabirde Hayat Olmadığını Gösteren Ayetler


Kur'ân-ı Kerim'deki dirilişle ilgili ayetlere baktığımızda, kabirlerde herhangi bir hayat izinden bahsedilmiyor.


Kabirde, yıllarca kalan insanların, herhangi bir ceza ve mükafata çarptırıldıklarının da izine rastlanmıyor. Aksine insanlar şaşkın şaşkın bakıyorlar. Mükafat ve cezaya hiç de hazırlıklı değiller. Mezarlarda ne kadar kaldıklarından haberleri yok.


Eğer orada bir acı ve nimet tatsalar onları hatırlamaları gerekmez mi?


Öldükten hemen sonra dirildiklerini sanıyorlar. Üstelik insanlar ne durumda olduklarını ancak yeniden dirildikten sonra anlıyorlar.


İnfitar Suresi'nin 4 ve 5. ayetleri çok açık:


"Kabirlerin içi dışına getirildiği zaman, her can ne öne sürdüğünü ne geri bıraktığını bilir." (82/4-5}

Ayrıca kitaplarını (amel defterlerini) alan insanların şaşkınlıklarına ne demeli. (69/25)

O zaman insan kaçacak yer arar. (70/10)


Eğer iddia edildiği gibi kabirden kolay geçenin hayatı kolaylaşacak, zor geçenin hayatı daha da zorlayacak olsaydı, insan niye böyle telaş etsindi ki?

Zaten sonunu biliyor. Boynunu büker otururdu. Kendisine durum açıklandıktan sonra, nasıl sonuca teslim olduysa, kabirdeki durumunu bildiği için de herhangi bir telaşa gerek kalmazdı.

Üstelik, sorgu madem kabirde yapıldı, herkesin ne olduğu ortaya çıktı, mahşerde yeniden sorgulamanın ne anlamı kalırdıki?


Biz şahsen, insanların sorgulamalarının ve ebedi hayatın kıyametten sonra başladığı kanaatindeyiz. Gayb olan bir konuda> daha fazla tartışmaya girmek istemiyoruz. Biz Rabbımızın, Kur'ân'da bildirdiği gerek gaybi olsun gerekse görünürdeki bütün anlattıklarına iman ediyoruz. Çünkü gaybı bilen yalnızca Allah'tır. Şimdi konu ile ilgili ayetlere geçelim:

"Sura üflendi, işte onlar Bahirlerden rablerine koşuyorlar. Dediler; Vah bize yattığımız yerden kim kaldırdı, İşte Rahmanın va'dettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş." (36/51-52)


"O gün Sur'a üflenir, ve o gün suçluları gömgök süreriz. Kendi aralarında gizli gizli konuşurlar. 'Sadece on gün kaldınız. Onların dediklerini biz daha iyi biliyoruz. En akıllıları sadece bir gün kaldınız' der." (20/ 102-104)



Rabbımız tüm bu ayetlerinde ölülerin diriltilmesinden bahsediyor. Acı çeken, nimetlenen insanlara, şahsiyetlere, üstelik akıl sahibi kişilere nasıl ölü denir.


Eğer mezardakiler ölü değil iseler, Allah’ın kıyamet günü dirilteceği ölüler neyin nesidir.


İster bedene ister ruha, isterse her ikisine birden olsun, azab ve mutluluk veriliyorsa ve bunlar sorulan sorulara aklı başında kişiler olarak cevap veriyorlarsa bunlara ölü demek mümkün değildir. Bunların dirilmeye de ihtiyaçları yoktur.


Çünkü zaten onlar bu durumda canlı değiller midir? Eğer bunlar canlılık alameti değilse, canlılık alameti nedir?



Sonuç

İnsanların bir şeye var demesi, o şeyi var kılmıyor. Aynı şekilde var olan bir şeye de insanların yok demesi, o şeyi yok etmiyor. Bu nedenle Kur'ân'da hakkında herhangi bir bilgi olmayan bir konuda, hem de gaybî olan bir konudar üstelik insanların bilgi ve tecrübelerinin de olamıyacağı bir konuda, bu konu vardır ve haktır. Buna inanmak vaciptir, imanın gereğidir demek İslâmî bir tavır olmadığı gibi bunun mantıkî bir açıklaması da yoktur. İnsanlann Kur'ân gibi bir ölçeri yoksa, üstelik düşünmüyorlarsa da, bunlar için inanma' nın da yaşamanın da ölçülecek ve üzerinde durulacak bir yanı yoktur.


"Kabir hayatı" düşüncesinin arkaplanına baktığımızda, tartışılanları incelediğimizde bu konunun müslümanların inancına sonradan girdiğine hükmedebiliriz. Bizi bu şekilde düşünmeye iten konuların başında ruh beden tartışması yatmaktadır. Çünkü toplumun şu an sahip olduğu ruh anlayışı da Kur'ânî değildir. Felsefenin müslümanlara zehirli bir armağanıdır.

Antik Yunan felsefesinin ruh anlayışı özünde fazla bir şey kaybetmeden "müslümanların" malı olmuştur.


İşte kabir hayatında anlatılan, zaman zaman tartışılan ruh, Antik Yunan felsefesindeki ruhtur. Bu nedenledir ki kabir hayatı anlayışının bize felsefenin girdiği veya sonrakityılların bir armağanı(!) olarak görüyoruz. Bu düşüncemizi pekiştiren daha bir çok şey var. Bu düşünceye varmamızın kaynağı dediğimiz gibi kabir hayatı ile ilgili iddialardır, tartışmalardır. Söylenen sözler, konuşulan, tartışılan konular, ne zaman konuşulduğunun, ne zaman tartışıldığının ipuçlarını da verir.


Konu ile îlgili söylemek istediklerimizi kısaca özetlemek istersek:


1- Kabir hayatı için ileri sürülen görüşler arasında büyük çelişkiler var. Görüşlerde bir birlik olmadığı gibi, hemen hemen her konuda ihtilaf mevcut.


2- Kabir hayatının nasıl ve niceliği ile ilgili görüşler Kur'ân ilkeleriyle çelişmektedir. Islâmın anlam ve içeriğinin yozlaşmasına ortam hazırlamaktadır.


3- Konunun delili olarak, hadis diye ileri sürülen sözlerle Kur'ân çelişmektedir. Üstelik ileri sürülen hadislerde kabir hayatı birbirinden çok farklı şekilde, hatta birbirini tekzip edecek şekilde anlatılmaktadır.


4- Kabir hayatına delil olarak gösterilen ayetlerin konu ile herhangi bir ilgisi mevcut değildir. Kur'ân'da; kabir hayatı olduğunu gösteren bir ayet yoktur.


5- Kur'ân dirilmenin kıyametten sonra, hesabın kıyametten sonra, ceza ve mükafatın kıyamettensonra olduğunu söylemektedir.



6- Allah, ahirette ölüleri diriltecektir. Ceza çeken, sefa süren, aklı başında kimseleri değil. Kısacası biz Kur'ân ayetlerinin kabirde bir hayat olmadığını ortaya koyduğu inancındayız, isteyen inanır, isteyen inanmaz. Nasıl olsa sur'a üflenip herkes toplandığında gerçek ortaya çıkacaktır. Bekleyelim, görelim.
 
Icibus84 Ne Demek Istediğin Ve Ne Anlatmak Istedin Beni Hiç Ilgilendirmez Ama Yaptiğin Yanliş ..verdiğin örneklerle Kaynaklari Uyuşmuyor ..verdiğin Bazi Hadislerin Coğunun Kaynaği Yanlş..tartişma Ortami Yaratma Ve Düşüncelerini Kendine Sakla ..eğer Bu Din Içerikli Olmasaydi Hiçbi Sözüm Olmazdi Sana Her Türlü Düşüncene Saygi Duyardim Ama Insanlari Hele Hele Dini Inanclari Zayif Olan Ve Fazla Bilgisi Olmayan Insanlari Kandirarak Bi Amaca Ulaşamazsin Ltfen Ltfen Ltfen
 
kimseyi kandırmak gibi bi niyetim yok sen kendini kandırma düşüncelerime yazdıklarıma saygı duy duyma benim için bi anlam ifade etmez sen istediğini düşün istediğini söyle benim yaptığım kabir azabıyla ilgili olduğu söylenen hadislere açıklık getirdiğini idiia eden bi şahsın yazsısını aktarmaktı herkez okusun herkez araştırsın ondan sonra neye inanıp inanmıycağına kendisi karar versin bi şeyi araştırmadan körü körüne inanmak cahillikten yada kibirdendir buda dinimizce haramdır sen bana hiç bi şekilde düşüncelerini kendine sakla gibi bi komut veremezsin okuduklarının arasındaki farkı göremiyorsan bu senin kendi sorunundandır müslümanları dini inançları zayıf dini inançları güçlü olarak ayırım yapman bence senin bana itafen söylediklerinle çelişiyo burası islam bölümü benim koyduğum yazıdada herhangibir misyoner faaliyet falanmı gördünde kendi aklınca bana dini öğretmeye çalışıyosun evet burası islam bölümü o yüzdende alıntı yaptığım yazının kaynakları AYETLER bilmem anlatabiliyommu kardeşşş en çok bana dokunanda başkalarını kandırarak hiç bi amaca ulaşamazsın demendirki birini kandırmak istesem eminim ilk kanan sen olursun bu kadar kibir iyi değildir uyandırıyım
 
kaynaklara bakabilirmisin lütfen...bir iki hadisten haric hic ölcü olacak HIC birsey yok..
bu din cok FANTASTIK olmaya basladi ne derseniz....cok zayif deliller...slmetle kuruntu


arkadaşım biraz saygılı olmalısın dinin ne olursa yada neysen artıkk sen nası milyarlarca insanın baglı oldugu bi din hakkında fantastik vs gibi cümleler kullanıyosun anlamak mümkün değil inanmayısan sana hayırlı yolcululkar bu fani dünyada...senin dinin sana bizimkisii bize haddini bill ve sacma sapan cümleler kurma
 
kardeşşş en çok bana dokunanda başkalarını kandırarak hiç bi amaca ulaşamazsın demendirki birini kandırmak istesem eminim ilk kanan sen olursun bu kadar kibir iyi değildir uyandırıyım[/QUOTE]




SANA BAŞKA BI KELIME YAZMICAM SEN KIMLE KONUŞUYORSUN BILMIYRSUN AMA COK ISTIYORSAN TANITIRIM BUNDAN SONRA BİŞEY YAZACAKSAN ÖZELE YAZ
 
kaynaklara bakabilirmisin lütfen...bir iki hadisten haric hic ölcü olacak HIC birsey yok..
bu din cok FANTASTIK olmaya basladi ne derseniz....cok zayif deliller...slmetle kuruntu


arkadaşım biraz saygılı olmalısın dinin ne olursa yada neysen artıkk sen nası milyarlarca insanın baglı oldugu bi din hakkında fantastik vs gibi cümleler kullanıyosun anlamak mümkün değil inanmayısan sana hayırlı yolcululkar bu fani dünyada...senin dinin sana bizimkisii bize haddini bill ve sacma sapan cümleler kurma





ÖLÜM GERÇEĞİ VE ÖLÜME HAZIRLIKLI OLMAK
Her canlı gibi insan da sınırlı bir ömre sahiptir. Cenâb-ı Allâh’ın takdir etmiş olduğu ömür sona erdiğinde, her insan Cenâb-ı Allâh’ın izniyle ölümü tadar. Allâh’tan başka her şey ölümlüdür. Eğer ölümden kurtulup, dünyada sonsuza kadar yaşamak mukadder olsaydı, hiç şüphesiz buna en layık olan Allâh’ın sevdiği kulları Peygamberleri olurdu. Oysa âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber efendimiz bile bu dünyadan göçmüştür. Müşriklerin, Peygamber Efendimizin ölümünü temenni etmeleri üzerine ölümün kimseye ayrıcalık yapmayacağını vurgulayan şu ayet inmiştir:
إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ
“Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler” (Zümer, 39/30).
Şu ayet de ölüm gerçeğinin herkese uğrayacağını ifade etmektedir.

. وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَ اَفاَئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ
“Biz senden önce de hiçbir beşer beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar” (Enbiya, 21/34).
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şet ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 21/35)
İnsan hayatının belli bir süresi vardır. Bu sürenin sona ereceği vakte ecel adı verilmektedir. Eceli gelen herkes ölecektir. Nitekim sonradan yaratılan her şey fanidir. Bir başlangıcı olanın mutlaka sonu da vardır. Her doğan, daha doğarken ölüme namzet olarak doğmaktadır. Bu bir hayat kanunudur, istisnası da yoktur. Ecel bir gün bizim de kapımıza gelecek ve kapımızı çalacaktır. Kapımız çalındığında, ölüme “şimdi değil, başka zaman gel” deme imkanımız da asla olmayacaktır. Ecel geldiği zaman ne bir an geri kalır; ne de bir an ileri gider. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌ فَاِذَا جَاءَ اَجَلُهُمْ لَايَسْتَاْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
“Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (A’raf,7/34)
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاِذَا جَاءَ
يَسْتَاْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ اَجَلُهُمْ لَا
“Eğer Allâh, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (Nahl,16/61)
Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi, ecel kaçınılmaz bir son, acı da olsa ap-açık bir gerçektir.. Umulmayan bir zamanda aniden gelir. Rivayet edildiğine göre Enes b. Mâlik (ı.a.) demiştir ki:
خطّ رَسُولُ اللّهِ صلى الله عليه وسلم خطاً وقال: هذَا اﻹنسَانُ، وخطَّ إلى جانبهِ خطاً وقال: هذا أجلُهُ، وَخطّ آخرَ بعيداً منهُ وقالَ: هذَا اﻷملُ، فبيْنَما هُوَ كَذلِكَ إذ جاءهُ اﻷقربُ
“Bir kere Peygamber (a.s.) bir takım çizgiler çizerek şöyle buyurdu: İşte bu çizgi insanın umduğu emelidir. Şu çizgide ecelidir. İnsan uzaktaki emelini beklerken kendisine en yakın olan ecel ansızın geliverir”
Her canlı Cenâb-ı Allâh’ın izniyle yaşar ve ölür. Yaşaması ve ölmesi insanın kendi elinde değildir. Bu hususta Yüce Allâh’ın iradesine kimse karşı çıkamaz. O, bir kimsenin ölümüne hükmetmiş ise derhal yerine gelir. Yüce Allâh’ın ölüm hükmünde asla sapma olmaz. Görevli melekler görevlerini kusursuz yerine getirirler. Cenâb-ı Allâh şöyle buyurur:
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةً حَتّى اِذَا جَاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ
“Allâh kullarının üstünde mutlak hakimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler.” (En’am, 6/61)
Ölüme Çare Yoktur
Bedenden ayrılan ruhun tekrar oraya iadesi insan gücünün dışında olan bir şeydir.. Bir zamanlar dünyayı titreten, dünyalara sığmayan, her türlü güç, kuvvet ve makama sahip olan insanlar ölüp toprak olmazlardı. Onlar da sıradan her insan gibi ölüm gerçeği karşısında boyun eğmezlerdi. Ölüm bir bakıma insanlar arasında mutlak eşitlik sağlamaktadır. Yaratıcı kudreti takdir edemeyen, o kudrete boyun eğmeden yaşayabileceklerini sananlara Allah Kuran dili ile şu sarsıcı ifadeleri yöneltiyor:
فَلَوْلَا اِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ. وَاَنْتُمْ حينَئِذٍ تَنْظُرُونَ. وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْكُمْ وَلكِنْ لاَتبْصِرُون
“Can boğaza geldiğinde, onu geri döndürsenize! Oysa siz o zaman bakıp durursunuz. Biz ise ona sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz.” (Vakıa,56/83-85)
Şu ayet de yine ölüm gerçeği ve ilahi kudret karşısında insan oğlunun aczini, bu gerçeği dikkate almayan bir hayat tarzı sürenlerin karşılaşacakları zor durumları dile getirmektedir:
كَلَّا اِذَا بَلَغَتِ التَّرَاقِىَ . وَقيلَ مَنْ رَاقٍ . وَظَنَّ اَنَّهُ الْفِرَاقُ . وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ . اِلى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ.
“Hayır, can boğaza dayandığı, “Kimdir (bunu) iyi edecek?” dendiği, (ölmek üzere olanın da) bunun ayrılış olduğunu bildiği, bacakların birbirine dolandığı zaman, işte o gün sevk ediliş Rabb’inedir.” (Kıyame,75/ 26-30)
Bu ayetler ışığında bir daha vurgulayalım ki, ölümden kaçmak mümkün değildir. Her canlıya mutlaka ölüm uğrayacaktır. Belki uyurken yatakta, belki işyerinde çalışırken; belki bir hastalık belki de bir felaket sonucu insanı ölüm yakalayabilir Ölüm, hayatın bir gerçeği olup, ondan kaçış mümkün değildir. Bu gerçeği göre göre insan ya ahireti inkar yolu ile, ya da amaçsız bir hayata yaşayarak, ölümü adeta yok saymış, ondan kaçma (!) yollarını aramıştır. Fakat bütün bu çabalar, kişinin kendini kandırmasından, oyalamasından ibarettir. Ne yazık ki bu gibi insanlar ölümle yüz yüze geldiklerinde bunun farkına varırlar.
Nitekim Cenâb-ı Allâh şöyle buyurmaktadır
وَجَاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذلِكَ مَاكُنْتَ مِنْهُ تَحيدُ
“ Ölüm sarhoşluğu bir hakikat olarak insana gelir de ona: ‘İşte bu senin öteden beri kaçıp durduğun şeydir’ der” ( Kaf,50/19).
Bu konuda şu ayetlerin mesajı daha da açıktır:
قُلْ اِنَّ الْمَوْتَ الَّذى تَفِرُّونَ مِنْهُ فَاِنَّهُ مُلَاقيكُمْ ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
“De ki; Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır. Sonra gaybıda, görünen alemi de bilen Allâh’a döndürüleceksiniz de, O size yapmakta oluklarınızı haber verecektir.” (Cum’a, 62/8)
اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ فى بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍ ...
“Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size ulaşacaktır...” (Nisa,4/78)
Ebedi Yolcuğa Başlarken
Ölüm yok olup, gitmek değildir. Ölüm, fena aleminden beka alemine bir intikaldir. Ölüm, bir evden diğer bir eve, bir şehirden başka bir şehre yapılan sade ve basit bir göç de değildir. Ölüm anı, fena ile bekanın kesiştiği kritik, endişe verici bir andır. Çaresizlik ve ölüm sıkıntısı içerisinde ne yapacağını kestiremediği bir sırada bu çaresiz yolcuya etrafında bulunan yakınlarının veya her hangi bir kardeşinin, rahatsız etmeksizin kelime-i tevhit söyleyerek yardımda bulunması ona büyük bir âhiret armağanı olacaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz;
لَقِّنُوا مَوْتَاكُمْ لاإلَهَ إَّﻻ اللّهُ
“Ölülerinize (ölmek üzere olan hastalarınıza) kelime-i tevhidi telkin ediniz.” buyurmaktadır.
Hz. Aişe’den rivayet olunduğuna göre, Peygamberimiz (s.a.v.) son hastalığında yanlarında bir kap içerisinde su vardı. Peygamberimiz (s.a.v.) mübarek ellerini suya daldırıp yüzüne sürüyor ve şöyle diyordu:
لآ إله إلا لله إن للموت سكرات
“La ilahe illallah (Allah'tan başka tanrı yoktur): Muhakkak ölümün sekeratı vardır ”

Dönüşü olmayan bu yolculuğa çıkan kimsenin bazı perde ötesi hallerini Peygamber Efendimiz şöyle açıklıyor:
إِذَا وُضِعَتِ الْجِنَازَةُ فَاحْتَمَلَهَا الرِّجَالُ عَلَى أَعْنَاقِهِمْ فَإِنْ كَانَتْ صَالِحَةً قَالَتْ قَدِّمُونِي قَدِّمُونِي وَإِنْ كَانَتْ غَيْرَ صَالِحَةٍ قَالَتْ يَا وَيْلَهَا أَيْنَ يَذْهَبُونَ بِهَا يَسْمَعُ صَوْتَهَا كُلُّ شَيْءٍ إِلَّا الْإِنْسَانَ وَلَوْ سَمِعَهُ لصَعِق


"Cenaze tabuta konulup erkekler omuzlarına yüklendiklerinde o cenaze iyi bir kişi ise: Beni acele olarak gideceğim yere ulaştırınız, der. Eğer o cenaze kötü bir kişi ise: Eyvah! Bu cenazeyi nereye götürüyorsunuz, diye feryat eder. Cenazenin bu feryadını insandan başka her şey işitir. Eğer insan bu feryadı duysaydı, dayanamayarak bayılırdı” .
Tabut dediğimiz o daracık sandık, lisanı halleriyle çok şey haykırmaktadırlar. İşte kabına sığmayan, hiç ölmeyecekmiş gibi bir hayat süren, mal ve mülk sevdasına kapılıp, ölümü kendine hiç yakıştıramayan o adam, her şeyini geride bırakmış, bir kefen bezine bürünmüş o daracık mekana sıkışmış gidiyor. Sevenlerinin omuzlarında yol alıyor olması, biraz sonra varacağı yerde, mezarda karşılaşacağı durumlar için bir gösterge değil. İbretle bakan gözler bu durumda neler görmez ki:
" Orada durumu ne olacak? Tabutun içinde olmakla, dışında olmak arasında ne kadar mesafe var? Çoğu insan gibi o da ölümü kendine yakıştıramıyordu. Daha dün bizimle idi. Konuşuyor, gülüyor, geziyor, çalışıyordu. Şu anda ebedi yolculuğa çıktı.Şu anda onun yerinde benim olmamam için elimde hangi güç var? Tek şansım, halen hayatta olmam. Bu da bana bir silkelenme, hayatı ve ölümü aynı pencereden gören tedbir alma fırsatı tanıyor".
Kuranın şu temel çağrısı ne kadar ufuk açıcıdır:
فاعتبروا يا اولى الالبصا ر
"Öyle ise, ey basiret sahipleri, ibret alın. (Haşr, 59/ 2)
Kuranın bu mesajı açık. Ne var ki, ibret alma konusunda daha fazla hassasiyete ihtiyacımız var.. Zira gaflet ve tul-u emel bu anlamlı sesleri işitmeye ve bu mesajlardan ders almaya engel olmaktadır.
Hz. Ali (r.a); الناس نيام فاذا ماتو انتبهوا “İnsanlar uykudadırlar, öldüklerinde uyanırlar.” buyuruyor.
Hadis-i şerifte belirtildiği gibi, öldükten sonra uyanmanın; “eyvah” demenin hiçbir faydası yoktur. Ölmeden önce uyanmak, hesaba çekilmeden önce nefsi hesaba çekmek gerekir. Zira inanan kişi ölümün, âhiret yolculuğuna bir başlangıç olduğunu bilir ve ölüm sonrası için hazırlık yapar. Peygamber Efendimiz:
اَلْكَيِّسُ مَنْ دَانَ نَفْسَهُ وَعَمِلَ لِمَا بَعْدَ الْمَوْتِ
“Akıllı kimse bu dünyada kendini sorgulayan ve ölüm sonrası için çalışandır.” buyurur.
Hz. Ömer (r.a.) in şu uyarısı da ölüme hazırlık konusunda bize yeni bir bakış açısı kazandıracak niteliktedir.
حاسبوا انفسكم قبا ان تحاسبوا و تزينوا للعرض الاكبر و انما يخف الحساب يوم القيامة على من حاسب نفسه في الدنيا
"Hesaba çekilmeden önce nefislerinizi hesaba çekiniz. Kendinizi en büyük buluşma için hazırlayınız.Kıyamet gününde hesap, ancak dünyada kendini sorgulayanlar için kolay olur."
Herkesin mutlaka bir gün sonsuz yolculuğa çıkacağı,
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ “Her nefis ölümü tadacaktır” (Enbiya, 21/35) ayetiyle insanların dikkatine canlı bir tablo gibi sunulmaktadır. Eceli gelenlerin ölüm köprüsünden teker teker geçtikleri her zaman görülmektedir. Akıl sahibi hiçbir kişinin bu sonsuz yolculuğu inkar etmesi mümkün değildir.
Ölümü Hatırlamak ve Hazırlık Yapmak:
"Dün" hatası ve sevabıyla geçmiştir. Geçen günleri geri getirmek mümkün değildir. Yarının ise ne olacağı belli değildir. Yarını yaşayacağımıza dair bir garantimiz de yoktur. Gün bugün; saat bu saat; an bu andır. İnsan ancak içinde bulunduğu anı değerlendirme imkanına sahiptir ve bu anı fırsat bilerek âhiret için hazırlık yapmak durumundadır.
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ “Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır” ayeti ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğunu vurgulamaktadır
. Öyleyse sonsuz yolculuğa çıkacağı kesin olduğu halde inanan bir kişinin hazırlık yapmaması hiç düşünülebilir mi? İnsanı aldatan sonu gelmez emellerden ve ölçüsüz dünya sevgisinden kurtulmanın tek yolu; en büyük vaiz olan ölümü hatırdan çıkarmamaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz,
أكْثروا ﺫ ﻛﺮهَاذِ ﻡﺍﻟﻟﺬﺍﺕ
"Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayınız" buyurmaktadır.
Cennetle müjdelenen on sahabi arasında yer alan Hz. Ömer'in, yüzüğünün kaşına,
بالموت واعظا يا عمر كفي
“ Ölüm sana vaiz olarak yeter, ey Ömer!” hadis-i şerifini yazdırmış olması ibret verici ve ilgi çekicidir.
Ölüm gelmeden önce ölün için hazırlık yapmayı hidayet alameti sayan Peygamber Efendimiz, Abdullah b. Ömer’in omzundan tutarak onun şahsında bütün inananlara şöyle nasihat etmektedir:
كُنْ في الدُّ نْيَا كأنَّكَ غريبٌ أو عابرُ سبيل وعُدَّ نفسكَ فى أهل القبور
“Dünyada sanki gurbette imiş gibi veyahut yolculukta bulunuyormuş gibi ol. Kendini mezarlıktakilerden kabul et.”
Gurbette yaşayan bir yabancı, orada kalıcı olmadığının farkındadır. O, oranın daimi sakinleri gibi hareket etmez. Geçici olarak bulunduğu o mekanın makam ve mevkii; mal ve mülkü kendisini fazla ilgilendirmez. O, daha ziyade döneceği asıl vatanını düşünür. Hazırlıklarını, birikimlerini ona göre yapar. Ona endeksli olarak çalışır, çabalar. O, geçici hayata takılıp kalmanın, kaçınılmaz yolculuk sununda kedini içinde bulacağı ebedi hayata zarar vereceğinin bilincindedir.
Allâh’ın elçisinden (s.a.v.) bu öğüdü alan İbn-i Ömer (r.a.) şöyle der:
وكان ابن عمر رضى اللّه عنهُما يقولُ: إذَا أمْسَيْتَ ﻓﻼ َتَنْتَظِرِ الصَّبَاحَ، وإذَا أصْبَحْتَ ﻓﻼ تَنْتَظِرِ المسَاءَ، وخُذْ منْ صحّتِكَ لمرضِكَ، ومنْ حياتِكَ لموْتِكَ
“ Akşamlayınca sabahtan bahsetme. Sabahladığın zaman da kendine akşamdan söz etme. Hastalanmadan önce sıhhatinden, ölümünden evvelde hayatından faydalan”
Ömür su gibi akıp gitmektedir. İnsan her an yavaş yavaş ölüme yaklaşmaktadır. Ahiret hazırlığı için tanınan süre geçip tükenmektedir. Bu gerçekleri bilen mümin, kulluk görevlerini doğmayacak bir günün sabahına bırakmaz. Dünyanın çalışma, ahiretin ise hesap verme yeri olduğunun idraki içerisinde olur. Hz. Ali(r.a.) şöyle buyurur:
ارْتَحَلَتِ الدُّ نْيَا مُدْ بِرَةً وَارْتَحَلَتِ الْآخِرَةُ مُقْبِلَةً وَلِكُلِّ وَاحِدَةٍ مِنْهُمَا بَنُونَ فَكُونُوا مِنْ أَبْنَاءِ الْآخِرَةِ وَلَا تَكُونُوا مِنْ أَبْنَاءِ الدّ ُنْيَا فَإِنَّ الْيَوْمَ عَمَلٌ وَلَا حِسَابَ وَغَدًا حِسَابٌ وَلَا عَمَلٌ
“ Ey mü’minler! Dünya arkasını çevirerek yel gibi esip gitmekte, âhiret de ona karşı aynı sür’atle gelmektedir. Bu iki alemin insanlar arasında çocukları vardır. Ey Müslümanlar! Sizler, dünyanın değil âhiretin çocukları olunuz. Bu dünya iş günüdür, hesap günü değildir. Fakat yarın (âhiret) hesap günüdür, iş günü değildir.”
Dünya hayatının geçici ve imtihan yeri olduğunu unutanların, ölüm anındaki acıklı durumlarını ve dünyaya tekrar geri dönmek istediklerini K.Kerim şöyle anlatıyor:
حَتّى اِذَا جَاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ لَعَلّى اَعْمَلُ صَالِحًا فيمَا تَرَكْتُ كَلَّا اِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا وَمِنْ وَرَائِهِمْ بَرْزَخٌ اِلى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
“ Nihayet onlardan birine ölüm gelince, ‘Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım’, der. Hayır! Bu sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.” (Mü’minun, 23/99,100)
Şu ayette yaşanacak o pişmanlıkları bugünden haber veriyor bize:
وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فيهَا رَبَّنَا اَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذى كُنَّا نَعْمَلُ اَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَ كَّرُ فيهِ مَنْ تَذَ كَّرَ وَجَاءَكُمُ النذ يرُ فَذُ وقُوا فَمَا لِلظَّالِمينَ مِنْ نَصيرٍ
"Onlar orada, 'Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim' diye bağrışırlar. (onlara şöyle denilir.. 'Sizi,düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur." (Fatır,35/37)
Kulluk İmtihanı
Bu dünyada yaşadığımız hayat, ölüm ötesi hayatımızı biçimlendiren davranışlar bütününden ibarettir. Bir imtihan yaşıyoruz, varlığımızın hikmetini de bu imtihan oluşturuyor:
اَلَّذى خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا
“O, Allâh ki, hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yarattı” (Mülk,67/2) şeklindeki buyruğu ölüm ve hayatın yaratılış sırrını çok açık bir şekilde gözlerimizin önüne sermektedir. Ölümün hikmeti, insanın imtihanında saklıdır. Ölümle hayat sona ermeyecektir. öldükten sonra sonsuz bir hayat, insanı beklemektedir. İşte insan, iyi ya da kötü işlediği her şeyin karşılığını âhiret yurdu dediğimiz bu ölüm sonrası hayatında görecektir. Nitekim Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurulur:
يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُوءٍ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ اَمَدًا بَعيدًا وَيُحَذِّ رُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَاللّهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ
"Herkesin yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacağı günde kişi, kötülükleri ile kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister..." (Al-i İmran, 3/30)
Ölüm insanın hesap vermesi, sorgulanacağı konuma kapı arlarken, fani varlığımızın, ebedi bir hayata attığı ilk adımı da temsil etmektedir.. Bu açıdan ölüm, tıpkı hayat gibi, âhiret yurdundaki ebedi mutluluğa ulaştıran bir vasıta ve nimet olarak algılanmalıdır.
Hiçbir insan ölümle bu maddi dünyadan yok olup gitmek istemez. Herkesin tabiatında ebedî kalma fikri yatmaktadır. İnsan’ın bütün çabaları hayatta kalmayı temine yöneliktir. Dünya hayatının ölümle sona ereceğini bilen, ölümün ebedî hayatın bir başlangıcı olduğuna inanan bir insanın ebedî hayatı kazanmak için hazırlık yapma ihtiyacı duymaması düşünülemez. Peygamber Efendimizin şu hadis-i şerifi, bu hususta çok düşündürücü ve bir hayat rehberidir::
يَتْبَعُ الْمَيِّتَ ﺛﻼﺛﺔ: أهْلُهُ، وَمَالُهُ، وَعَمَلُهُ؛ فَيَرْجِعُ اثْنَانِ وَيَبْقى وَاحِدٌ. يَرْجِعُ أهْلُهُ، وَمَالُهُ؛ وَيَبْقَى عَمَلُهُ.
“ Cenazeyi, ehli, malı ve ameli olmak üzere üç şey uğurlar. Bunlardan ikisi geri döner, bir tanesi kalır. Ehli ve malı geri döner, ameli yanında kalır.”
“Dünya âhiretin tarlasıdır” hadis-i şerîfi de bu gerçeği çok güzel vurgulamaktadır. Sâlih insan olmak, bu fânî dünyada iyi amel işlemekle mümkündür. Çünkü âhirettin bütün sermayesi, iyi ameldir. Ömür, sâlih amel işlemek için bir imkan ve bir fırsattır. Bu fırsatı ganîmet bilmek; “Bu gün Allâh için ne yaptım?” sorusuna cevap bulmak gerekir.
Kısaca, Allah’tan başka bütün yaratılmışlar fanidir, hepsinin ömrünün bir sonu vardır. İnsan da bu gerçeğin dışında değildir. O sebeple, bir gün mutlaka bu hayata veda edeceğini bilen insan ölüm ötesi hayata hazırlıklı olmalı, ebedi hayatının sermayesini kazanacağı yer olan dunyada yaşadığı zaman dilimini çok iyi değerlendirmelidir. Kuran, bu zamanın nasıl değerlendirileceğini gösteren ilahi düsturlar bütünüdür. Kısacık insan hayatını, ebedi olan ahiret hayatının kazanıldığı yer olarak değerlendirilebilmesi ancak müslümanca bir hayat çizgisi ile mümkün olacaktır.

alll kardeşşş sana bi dünya kaynakkkk hemde cok saglammmm

edit : afedersiniz o karakter copy+v yapınca olmuss düzelttim
 
mantoman mesajını editlermisin kardeşim içinde :) bu gülüş ifadesi yanlışlıkla ortaya çıkmış iyi forumlar ;)
 
mantoman' Alıntı:
arkadaşım biraz saygılı olmalısın dinin ne olursa yada neysen artıkk sen nası milyarlarca insanın baglı oldugu bi din hakkında fantastik vs gibi cümleler kullanıyosun anlamak mümkün değil inanmayısan sana hayırlı yolcululkar bu fani dünyada...senin dinin sana bizimkisii bize haddini bill ve sacma sapan cümleler kurma

verilen ayetlerde hic bir kabir azabina bir kanit yok..ve verilen seyleride (ayetleri) hasa kabul etmeyecek degili...

ben alayli bir tarz takinmadim (tek olan Ilah muhafaza) sadece cok cabuk kanildigini düsünüyorum...lütfen verilen delillere bir BAKARMISINIZ..bakin...hic bir ölcü degil....HIC....sadece bazi platonik düsüncelerden yola cikiliyor....ve böyle oluncada din FANTASTIK oluyor...
slmetle kuruntu
 
arkadaşlar biz elimizden geleni yapalım gerisi Allah'a kalmış diyorum burda kimse tartışmaya girmesin lütfen herkese iyi forumlar...
 
Geri
Üst