johannes kepler

rasmusen

New member
Katılım
23 Ocak 2009
Mesajlar
6
Reaction score
0
Puanları
0
KUYRUKLU YILDIZ

1577 yılı, kayıtlı tarihteki en olağanüstü kuyrukluyıldızlardan biriyle onurlandırılmıştı. Tüm yıldızlardan daha parlak olan göz kamaştırıcı baş kısmı ve dolunaydan 50 kat daha geniş kuyruğuyla, tüm Avrupa’da heyecan uyandırarak görkemli bir şekilde gökyüzünden geçip gitmişti. Almanya’nın en güneyindeki Württemberg dükalığında, Katherina Kepplervs beş yaşındaki oğlu Johannes’i manzarayı izlemesi için Leonberg köyüne yukarıdan bakan tepeye götürmüştü. Zaten zayıf olan görme gücü saat ilerledikçe iyice zayıflamış, kuyrukluyıldız Johannes’in üzerinde pek bir etki bırakmamıştı. Ama annesinin onu kuyrukluyıldızı izlemesi için tepeye götürüşünü aslında acı içinde ve zor geçen çocukluğundan güzel bir anı olarak hatırlayacaktı. Aynı anda uzaklarda, kuzeyde Danimarka Boğazı’ndaki özek adasında bir asilzade, kuyrukluyıldızı ayrıntılı olarak gözlemleyebilmek için, dünyanın en büyük gözlemevini inşa etme işine ara vermişti.

Aslında çevremizdeki en sıradan ve belirli aralıklarla tekrarlana olaylardan biri olan kuyrukluyıldızlar gökyüzünde önceden hiçbir işaret vermeden belirir. O dönemde kuyrukluyıldızlar bir şeylerin olacağına, değişeceğine ilişkin işaretler olarak görülürdü. İşaretin görkemi öneminin bir belirtisi ise bu seferki değişiklik çok büyük olacak demekti. Belki de imparatorun veya Osmanlı padişahının ölümünü, hatta İsa’nın ikinci gelişinin yakın olduğunu haber veriyordu. Sonradan anlaşılacağı gibi, kuyrukluyıldız gerçekten de bir değişikliği önceden haber vermişti. Gökyüzündeki hayaleti izlemek için gece sokaklara dökülen binlerce insanın yanı sıra, değişik yerlerde birkaç gökbilimci sonunda bir düşünce devrimine yol açacak dikkatli ve kesin ölçümler yapıyordu. Bilimsel Devrim olduğu doğruydu. Tepenin üzerindeki, esneyen küçük çocuk bu devrimin en önemli düşünürlerinden biri olacaktı.

Johannes Kepler, 27 Aralık 1571 günü 14.30'da büyükbabası Sebald'ın Weil der Stadt şehrindeki küçük ama rahat evinde dünyaya geldi. Ailenin ilk çocuğuydu ve babası Heinrich hala anne ve babasıyla yaşıyordu. Kepler ailesi bir zamanlar seçkin ve soylu bir aileydi fakat o dönemde durumları kötüye gidiyordu. Nesiller önce, 1433 yılında, Kepler'in beşinci kuşaktan dedesi, askerlik hizmeti sırasında gösterdiği kahramanlıklardan dolayı İmparator Sigismund tarafından şövalyelikle ödüllendirilmişti. O günden sonra aile zamanla imparatorluk hizmetinden ayrılmış, soylular sınıfından ayrılıp zanaatçılar sınıfına girmiş ve küçük, sakin bir kent olan Weil der Stalt'a yerleşmişti. Fakat eski görkemli günlerini unutmuyorlardı. Hala aile armaları taşıyorlardı ve Kepler'in dedesinin babasının ve dedesinin, İmparator 5. Charles ve haleflerinin emri altında kazandığı askeri zaferlerin hikayeleri anlatılıyordu.

Eskisi kadar ünlü olmasalar da, ailenin Weil der Stadt'ın yaşamında saygın bir yeri vardı. Kepler doğduğunda on yıldır belediye başkanı olan büyükbaba Se­bald, kırmızı şişman yüzü, seçkin görünüşlü sakalı ve güzel giyimiyle otoriter bir adamdı. Ailesinin Protestan azınlığa mensup olmasına rağmen belediye başkanlığına seçilmesi, toplumdaki seçkin konumunun bir göstergesiydi. Bir lider olarak Sebald, uzlaştırıcı olmaktan çok bir diktatördü, fakat fikirleri etkiliydi ve halk ona güve­niyordu. Buna rağmen genç Johannes'in üzerinde he­men öfkeleniveren, inatçı bir kişi etkisi bırakmıştı.

Sebald ailenin reisiydi ve Johannes'in sahip olup olabileceği tek baba figürü de oydu. Kepler ailesinin kötü­ye giden durumu, Sebald'ın dördüncü oğlu olan, Johan­nes'in babası Heinrich yüzünden iyice kötüleşti. Hein­rich, Kepler'in çocukluğunun büyük kısmında onun ya­nında olmayan, kaba, cahil bir adamdı. Kepler bir yazısında babası için "Her şeyi mahvederdi. Günahkâr, ka­ba ve kavgacı bir adamdı." demişti. Kepler ailesinde im­paratorun hizmeti altında kendini gösteren savaşçı ruh Heinrich'te fazlasıyla baskın çıkmıştı. Baba evinde bunalan Heinrich, oğlu daha üç yaşına gelmeden macera aramak amacıyla, paralı asker olarak Hollanda'ya savaşmaya gitti. Bu, Johannes'in çocukluğu boyunca tekrarlanacaktı: Babası bir süre için eve dönecek, fakat sa­vaş alanının cazibe si onu geri çağıracaktı. Evdeyken sert ve aksi bir adamdı. Sonunda, 1588 yılında, Kepler on altı yaşındayken bir daha dönmemek üzere gitti. Na­poli Krallığı adına donanma kaptanı olarak savaştığına ve eve dönerken Augsburg'da öldüğüne dair söylentiler vardı, fakat kimse işin doğrusunu bilmiyordu.



Kepler, Eltingen köyünün hancısı ve belediye başka­nı Melchior Guldenmann'ın kızı olan annesi Katharina tarafından büyütülmüştü. Kepler pek çok yönden ona çekmiştir. Annesi gibi esmer ve ufak tefekti. İkisi de huzursuz ve meraklı bir zihne sahipti. Kepler'in annesi okula gitmemişti, şifalı bitkiler ve evde yapılan ilaçlarla ilgileniyordu. Bu uğraş yaşlılığında talihsiz sonuçlara yol açacak, büyücü olduğu şüphesiyle yargılanacaktı. Şuna hiç şüphe yok ki, Katharina Kepler insanların sev­mediği garip ve aksi biriydi. Keskin zekasını kolayca saldırıya yönlendirirdi. Kepler onu" sivri dilli ve kavga­cı bir kadın" olarak tanımlardı. Kaba bir adam olan ba­bası ve aksi bir kişiliğe sahip annesi arasında sık sık şid­detli tartışmalar yaşanıyordu. Bu durum Heinrich as­kerlik için bir yerlere gitmediği zamanlarda evde daya­nılmaz bir ortam yaratmış olmalı. Kepler yıllar sonra, astrolojik ilkeleri kullanarak ana rahmine düştüğü za­manı hesapladığında 17 Mayıs 1571, saat 04.37 sonucu­na ulaştı. Küçük ve hastalıklı bir bebek olduğundan, anne ve babasının da 15 Mayıs'ta evlendiğini bildiğin­den, "yedi aylık" prematüre bir bebek olarak doğduğu sonucuna vardı. Ama eğer bu doğru değilse, anne ve ba­basının hiç hesapta olmayan hamilelik sebebiyle alela­cele evlenmiş olması olasılığı daha sonraki mutsuz iliş­kilerini açıklar.



Kepler yedi kardeşin en büyüğüydü. Bunlardan sade­ce dördü hayatta kaldı. On altıncı yüzyılda bebek ölüm­leri çok yüksek düzeydeydi. Kepler'den iki yıl sonra di­ğer oğul, Heinrich dünyaya geldi. Adını aldığı babası gi­bi huzursuz ve şanssız bir adam oldu. Yaşamı çeşitli talihsizliklerle, tehlikeli kazalar ve kavgalarla geçti. Kepler'in diğer kardeşleri maceraperest değildi ve sıradan hayatlar yaşadılar. Kız kardeşi Margarethe bir din adamıyla evlendi. En küçükleri Christoph, atalarının yaptı­ğı gibi, sonradan zanaatçı sınıfına geçerek oldukça iyi bir kalaycı oldu.

Yaklaşık 200 olan küçük nüfusuna rağmen Weil der Stadt bağımsız bir imparatorluk kentiydi. Yani Württemberg dükalığı ile çevrili olmasına rağmen, Alman Ulusunun Kutsal Roma İmparatorluğunu oluşturan dükalıklar, prenslikler, piskoposluklar ve kentler sistemi içerisinde bağımsız bir birimdi. Kutsal Roma İmparatorluğu, tüm Almanya'yı ve Avusturya'yı kapsıyor, do­ğuda Bohemya'yı (bugünkü Çek Cumhuriyeti), batıda ise Fransa'nın ve Hollanda'nın bir kısmını içine alıyor­du. Kutsal Roma İmparatoru II. Rudolf, bölgeyi Bohemya'daki Prag'da bulunan tahtından yönetiyordu. Bağımsız bir imparatorluk kenti olarak Weil der Stadt sadece imparatora bağlılık duyuyordu ve imparatorluk­taki tüm güçlerin bir araya geldiği İmparatorluk Mecli­si'ne kendi temsilcisini gönderiyordu. Kendisini çevre­leyen Württemberg'in koyu Protestan bir eyalet olma­sına rağmen, Weil der Stadt'ın konumu ve tarihi hem Katolikliğin hem Protestanlığın uygulanmasına izin verilmesini sağlıyordu. O tarihlerde Almanya' da dinin uygulanışı çok tartışılan bir konuydu ve Kepler'in hayatında maddi, düşünsel ve manevi açıdan büyük önem taşıyacaktı.

İleride Kepler'in yaşamını etkileyecek olan mezhepler arası çatışmalar, o doğduğunda 50 yıldan beri süregeliyordu. lS17'de Martin Luther, tanrı katında insanı yal­nızca inancın akladığını ve herkesin Kutsal Kitabı kendisi için okuması gerektiğini ilan ederek Katolik Kilise­si'yle bağlarını kopardıktan sonra, bir süre kargaşa hü­küm sürdü. Avrupa'da, özellikle de Kuzey Avrupa'da pek çok insan, o dönemde Batı Avrupa'da hemen hemen tamamen Katolik olan Hıristiyan Kilisesi'nde reform ya­pılması gerektiğine yürekten inanıyordu. Fakat siyasi etmenler bu tabloyu gölgeledi. Katolik Kilisesi, güç merkezi Alplerin ötesindeki Roma’da olan zengin ve güçlü bir kurumdu. Yerel serveti Katolik Kilisesi’nin elinden almak ve Protestanlarla bir olarak Katolik Kilisesi'nin siyasi gücünden kaçmak, birçok düke ve prense cazip bir fikir olarak görünüyordu.



Diğer yandan pek çok insan, Hıristiyanlığı bin yıldan fazla süredir des­tekleyen Katolik Kilisesi'ne içten bir bağlılık duyuyordu. Almanya birleşik bir devlet değil de parçalardan oluşan bir siyasal yapı olduğundan, bölgeyi dinsel ve siyasal ayaklanmalar sardı. Sonunda, düzeni yeniden kurmak amacıyla Augsburg Barışı adı altında bir anlaşmaya varıldı (1555). Bu anlaşmaya göre her ye­rellider kendi bölgesinde Katolikliğin mi yoksa Protes­tanlığın mı uygulanacağına kendisi karar verecekti. Sa­dece, Weil der Stadt gibi önceden de her iki mezhebin bulunduğu bağımsız imparatorluk kentleri durumunu koruyabilecekti. Weil der Stadt'ın kent merkezini çev­releyen Württemberg'in yöneticisi olan dükün önemli ve güçlü bir Protestanlık taraftarı olması, Weil der Stadt'ın durumunu daha da karmaşıklaştırıyordu. Kep­lerler kendilerini Protestan bir dükalığın ortasındaki bağımsız bir kentte, Protestan bir azınlığın üyesi olmak gibi alışılmamış bir durumda buldular.



Dinle ilgili konular Kepler'in eğitiminde büyük rol oynadı. Kardeşlerinden farklı olarak üniversite eğitimi almayı amaçlıyordu. 1577'de, beş yaşındayken bu yola ilk adımını attığı sırada ailesi Weil der Stadt'tan, yakın­daki bir kasaba olan Leonberg'e taşındı. Leonberg, geldikleri bağımsız kentten farklı olarak Württemberg dükalığının bir parçasıydı. Böylece Kepler, düklerin uyrukları için kurduğu iyi bir eğitim sistemi içinde öğrenimine başladı. İlk olarak geleneksel Alman okuluna gitti, fakat kısa süre içinde üniversite eğitimine hazırlayan benzer bir eğitim sisteminin parçası olan Latin okuluna geçti. Alman okulunda öğrenciler günlük hayatta ihtiyaç duyacakları Almancayı öğrenirken, Latin okulundaki öğrencilere okuma ve yazma uluslararası öğrenim dili olan Latince ile öğretiliyordu. Hatta öğrencilerin birbirleriyle sadece Latince konuşması isteniyordu. Tüm Av­rupa' da bütün disiplinlerde ciddi çalışmalar Latince ya­pılıyordu; kitaplar, üniversitelerdeki dersler ve tartışmalar bile Latinceydi. Kepler'in eğitiminin ilginç bir sonu­cu da Latince üslubunun oldukça iyi olmasına rağmen anadilinde aynı şekilde yazmayı hiçbir zaman öğreneme­miş olmasıdır. Tüm önemli kitaplarını, mektuplarını (hatta Almanlara yazdıklarını bile) Latince yazmıştır.



Kepler için eğitim sisteminde kesintisiz bir yükselişin hiçbir garantisi yoktu. Aile bu sefer Ellmendingen'e taşındığında biraz zaman kaybetti. Daha da kötüsü, 1580-1582 yılları arasında, yani sekiz yaşından on yaşına ka­dar ailesiyle beraber tarlada çalışması gerekti. Ufak tefek ve zayıf bir çocuk olduğundan tarlada çalışmaya uygun değildi ve· tekrar okula kaydettirilmesi hem onun için hem de ailesi için bir rahatlama oldu. Eyalet sınavlarını kazanıp, 16 Ekim 1584'te Adelberg'teki alt seminere ka­bul edilmesiyle eğitim sisteminde önemli bir adım atmış oldu. Alt seminer, üniversiteye girişi sağlayan iki aşama­dan ilkiydi. Başarılı oldu ve iki yıl sonra Maulbronn' da­ki eski Cistercium manastırında üst seminere yükseldi.



Belki ufak tefek ve hastalıklı bir çocuk olduğundan, belki de çocukluğunun hoş olmayan atmosferinden kurtulmak istediğinden, zor zihinsel alıştırmalardan zevk alıyordu. Bu sayede okulda başarılı oldu. Şiire ve kafiyeye ilgi duymaya başladı, zor klasik tarzlarda şiirler yazmak ona zevk veriyordu. Fıkralar ve bulmacalar hoşuna gidiyor, birçok şiirinde anagramlar (harfler farklı şekillerde bir araya getirildiğinde farklı sözcük ve söz­cük öbeklerinin oluşturulabildiği tarz) ve akrostiş (dize­lerin ilk harfleri yukarıdan aşağı doğru okunduğunda yeni bir sözcüğün ya da sözcük öbeğinin ortaya çıktığı tarz) kullanıyordu. Belleğini eğitmek için en uzun ilahi­leri seçip ezberliyordu.



Annesi gibi huzursuz ve meraklı bir zihne sahipti. Bunun sonucu olarak, kompozisyonları daldan dala atlayan, kesik kesik düşüncelerle doluydu. Bu zihin çabukluğu ve bir düşünceden diğerine atlama eğilimi hayatı boyunca sürdü. Babasından da kavgacılık özelliğini al­mıştı. Aşırı derecede rekabetçiydi. Okuldaki ((düşman­larının" yani birçoğu sınıf birinciliği için kendisiyle ya­rışan öğrencilerin bir listesini yapmıştı (geride bir arka­daş listesi bırakmamış olması dikkat çekicidir). Notlar ilan edildiğinde öyle bir heyecan yaşanırdı ki, yumruk yumruğa kavgalar çıkardı çoğu zaman ancak Kepler'in rakipleri onun akademik üstünlüğüne meydan okumaya son verdiğinde bir uzlaşmaya varılırdı.

Arada sırada parlaması bir yana, Kepler ciddi ve din­dar bir öğrenciydi. Küçükken bile din derslerini çok ciddiye alırdı. Kendisine öğretilenleri hemen kabul et­mez, cevabı kendisi de bulmak isterdi. Hıristiyan mez­heplerinden herhangi birini kınayan bir vaaz duydu­ğunda, önce konuyu anladığına emin olup, söylenenleri Kitabı Mukaddes'te yazanlarla kıyaslar, sonra kendisi bir sonuca varırdı. Dinsel inancın, “gerçek inananlarla" inanmayanları yani kilisenin genel geçer öğretilerini kabul etmeyenleri ayıran duvarlar ören çok ince noktala­rı vardı. Bu duvarlar, derslerinde ve vaazlarında diğer­lerinin inançlarını hiddetle kınayan genç ve ciddi vaiz­ler tarafından korunuyordu. Sadece Protestanlar ve Katolikler arasında değil, Protestanlığın çeşitli mezhep­leri arasında özellikle de Lutercilerle Kalvenciler ara­sında anlaşmazlıklar vardı. Kepler gerçeğin, çeşitli mezheplerin hararetle koruduğu sınırların dışında bir yerde yattığını görüyor ve "doktrinlere aykırı" görüş­lerde bile bir gerçek payı olduğunu kabul ediyordu. Birbirleriyle çatışan tanrıbilimsel yorumların olumlu noktalarını kabul etmekteki gönüllülüğü, onun içten inancını ve iyi kalpli doğasını ortaya koyuyordu. Çok samimi olduğu için, öğretmenleri Ortodoks olmayan ve şüpheli buldukları inançları araştırmasına hoş görüyle yaklaştı, fakat Kepler ne iyi niyetin ne de mantıklı tez­lerin Hıristiyan mezhepleri arasındaki anlaşmazlığı çöz­meye yetmeyeceğini ileride öğrenecekti. Aslında çaba­ları onu çok değer verdiği kendi Luterci cemaatine ya­bancılaştıracaktı.

Kepler, okuldaki çabalarının doruğuna 25 Eylül 1588'de, Tübingen Üniversitesi'nin mezuniyet sınavını geçtiğinde ulaştı. Hala Maulbronn' daki üst seminerde olmasına rağmen neredeyse bir yıldır Tübingen Üniver­sitesi'nde kayıtlı öğrenciydi. Böylece, Maulbronn'da li­sans çalışmalarını tamamladı ve Tübingen'de girdiği mezuniyet sınavını geçerek, orada daha hiç derse girme­den diploma almaya hak kazandı. Artık üniversitede da­ha da ilerleyip yüksek lisans derecesi almasının ve tan­rıbilim konusunda ileri eğitim alabileceği ilahiyat fakül­tesinde okuyabilmesinin yolu açılmıştı. Bunca yıllık eği­timden sonra, uzun zamandır en büyük arzusu olan ki­lise hizmetine girebilecekti.



Ertesi yıl Eylül başında, Dük Ludwig beş öğrenciyi burslu olarak Tübingen Üniversitesi'ndeki Luterci ila­hiyat fakültesi Stift' e seçti. Kepler de bunların arasın­daydı. Bu bursu kabul etmekle kendisini hayatı boyun­ca Württemberg dükünün hizmetine adamış oluyordu. Bunun karşılığında ihtiyacı olan her şey sağlanacaktı. Stift, yüksek lisans derecesini alması için gereken iki yıl süresince Kepler' e kalacak bir yer verecek ve bakımını üstlenecekti. Sonraki üç yıllık tanrıbilim çalışmaları sı­rasında da tüm sorumluluğu Stift üstlenecekti. Kepler özel eşyalarını topladı ve Tübingen' e gitmek üzere yola koyuldu. Aşağı yukarı 17 Eylül 1589'da Stift'teki kayıt defterine adını yazdı:

Leonbergli Johannes Kepler

Doğum, 27 Aralık 1571

17 yaşındaydı. Eğitim planına göre, kendisini tama­men tanrıbilime adamadan önce iki yıl daha üniversite­nin edebiyat fakültesinde okuyacaktı. O zamana dek üzerinde çalıştığı konular arasında en çok ilgisini çeken ve hayatının geri kalanında da temel ilgi alanını oluştu­ran iki konu matematik (gökbilimi de kapsıyordu) ve tanrıbilirndi. Bu iki alan bir bakıma birbirine benziyor­du: Her ikisi de ebedi gerçek arayışında dünyevi dene­yimlerimizin dışına taşıyordu. Kepler' e göre geometrik kanıtlar, ölümlü yaşamımızda erişebileceğimiz en k-esin bilgiydi. Gökbilime gelince, Güneş sisteminin düzenin­de Tanrı'nın imgesini görüyordu.

Kepler'in matematik ve gökbilim öğretmeni büyük bir hayranlık duyduğu, katı ve kaba görünümlü Michael Maestlin'di. Matematik bilimleri Almanya'daki Luterci üniversitelerin uzmanlık alanıydı ve Maestlin, Kepler' e gökbilimdeki en son gelişmeleri, yani elli yıl önce ölen Polonyalı gökbilimci Mikolaj Kopemik'in günmerkezli sistemini öğretebilecek yeterlilikteydi. Kelime anlamı "Güneş merkezli" demek olan günmerkezli sistemde, Güneş, Güneş sisteminin merkezinde sabittir, gezegen­ler onun çevresinde dolaşır. Maestlin, günmerkezli sis­temin doğruluğuna gerçekten inanan çok az sayıda kişi­den biriydi. Ama yine de yeni öğrencilerine eski, yer­merkezli (Dünya merkezli) Ptolemaiosçu gökbilimi öğ­retiyordu.

MS 2. yüzyılda Claudius Ptolemaios tarafından geliş­tirilen Ptolemaiosçu gökbilim, 1500 yıl boyunca hakim olan kozmolojik sistem olmuştu. Ptolemaios, kendi za­manında bile artık eski bir bilgi olan Dünya'nın küre şeklinde olduğu bilgisinden yola çıkmıştı. Ayrıca, Dün­ya'nın evrenin merkezinde durduğu ve çevresini de yıl­dızlar küresinin sardığı inancını kabul etmişti. Ptolema­ios, bu temel Kozmolojik çerçeveye gezegenlerin hareke­tini açıklayan detaylı matematiksel kuramlar ekledi. Birkaç küçük düzeltmeyle, bu kuramlar Kepler'in dönemine dek gezegenlerin hareketlerini tahmin etmekte ye­terli oluyordu.

Ptolemaios'un kozmolojisi Aristoteles'in daha eskilere dayanan temel elementler kuramına uyuyordu. MÖ 4. yüzyılın en önemli ve etkili filozofu olan Yunanlı Aristo­teles, gökyüzünün esir denilen bir maddeden oluştuğu­nu düşünüyordu. Toprak, hava, ateş ve su gibi, doğal devinimleri sınırlı olan (Dünya'nın merkezine doğru ve tersi yönde) dünyevi elementlerden farklı olarak, yalnız esir, doğal ve sonsuz bir dairesel devinime sahipti.

Kopernik'in günmerkezli sistemini yayımladığı lS43'ten sonraki elli yıl içerisinde, pek fazla kişi bu sis­temin doğru olabileceğini düşünmedi. Dünya'nın biz hissetmeden dönüyor olması inanılmayacak bir düşünceydi. Güneş etrafındaki yıllık hareketi bir yana, günlük devri saatte yaklaşık 1500 km gibi baş döndüren bir hızda ol­malıydı. Üstelik cisimler Dünya'nın kendi eksenindeki dönüş yönünün tersi yönde değil, dümdüz aşağı doğru düşüyor, havadaki kuşlar ve diğer cisimler Dünya onla­rın altında dönerken geride kalmıyordu. Dünya'nın ha­reket ediyor olması fiziksel olarak imkânsız görünüyor­du. Diğer yandan Ptolemaios'un yermerkezli sistemi, Aristoteles fiziğiyle mükemmel bir uyum gösteriyordu.



Bununla beraber, on altıncı yüzyılın ikinci yarısında esir kuramı ile ilgili sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Aristoteles'e göre esir değişmezdi. Fakat 1572'de göz kamaştıran bir nova yani “yeni bir yıldız” belirdi. Dik­katle yapılan gözlemler, bu yeni yıldızın Ay'ın altındaki Dünya'ya ait bölgede değil, esirin içinde yükseklerde bir yerde olduğunu gösterdi. Sonra da 1577'nin gör­kemli kuyrukluyıldızı geldi.



Kepler, Leonberg'in dışındaki tepenin üzerinde anne­sinin elini tutarken, uzaklarda, kuzeydeki Hven adasın­da, Danimarkalı asilzade Tycho Brahe (Galileo ve Mic­helangelo gibi o da ilk adıyla tanınır) kuyrukluyıldızı detaylı olarak gözlemlemiş, hassas ölçümler yapmıştı. Gözlemleri, bu yıldızın da kuyrukluyıldızların bulundu­ğu düşünülen Ay'ın altındaki ateş diyarında değil, Ay­dan daha yüksekte bulunduğunu göstermişti. Ayrıca kuyrukluyıldız, esir küreleriyle dolu olduğu düşünülen bölgeden geçmekteydi. On bir yıl süren hazırlıklardan sonra 1588'de Tycho, kesin kanıtlar göstererek esir kü­relerinin var olmadığını açıkladı. Bir Kopernikçi olması için bu yeterli değildi -önünde günmerkezliliğin fizik açısından anlamsızlığı ve Kutsal Kitap'ta yazanlar vardı fakat Ptolemaios sistemi tehdit altındaydı.



1590'ların başında Maestlin'le beraber çalışan Kep­ler'e, Dünya'nın hareket etmekte olduğu düşüncesine fizik bilimi açısından yapılan itirazlar önemsiz görünü­yordu. Ona göre Kopernik sisteminin daha kapsamlı, dinsel bir önemi vardı. Ona göre evren, yaratıcısının yani Tanrı'nın imgesinden başka bir şey değildi. En göz kamaştırıcı kütle olan Güneş merkezde yer alıyor, geze­genlere ışık, ısı, hareket veriyor ve Tanrı'yı, Baba'yı simgeliyordu. Sistemin en dışında yıldızlar vardı. Mer­kezinde Güneş olan evreni içine alan ve onun alanını belirleyen, geometrik şekillerin en mükemmeli olan sa­bit bir kürenin üzerinde yer alıyorlardı. Bu ise Oğul'u yani İsa'yı temsil ediyordu. Bir küre, kendisi ve merke­zi arasındaki boşluğu dolduran, merkezden çıkan eşit uzunluktaki sonsuz sayıda düz çizgiden oluşur. Arada­ki boşluk Kutsal Ruh'un simgesiydi. Teslis kavramında Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'un bir Tanrı olarak birleş­mesi gibi, küre de de elemanların -merkez, yüzey ve ha­cim- hiçbiri bir diğeri olmadan var olamaz. Gezegenle­rin dolanım sürelerinin ve uzaklıklarının da Koper­nik'in düzenlemesinde bir anlamı vardı. Tüm değişimin ve hareketin kaynağı olan Güneş'e ne kadar yakınlarsa o kadar hızlı dönüyorlardı. Kepler, Tübingen Üniversi­tesi'nde olduğu sıralarda, iki ayrı akademik tartışmada bu tezi kullanarak Kopernik'in sisteminin doğruluğunu savundu. Fakat gökbilimi ve Kopernik sistemini, dinsel çalışmalarının yanında her zaman ikincil ilgi alanları olarak gördü.



Kepler'in tanrıbilim çalışmaları programa uygun ola­rak ilerlerken, II Ağustos lS91'de edebiyat fakültesin­de tamamlaması gereken iki yıllık ileri çalışmayı da biti­rip yüksek lisans derecesini aldı. İki ay sonra üniversite senatosu, Weil der Stadt belediye başkanına ve şehir konseyine bir mektup yaza­rak Kepler'in bursunun ye­nilenmesini istedi. Mektup­larında “Genç Kepler o ka­dar sıra dışı ve parlak bir ze­kaya sahip ki, ondan çok özel şeyler beklenebilir." di­yorlardı.



1594'ün başlarında planla­rı bozan çok büyük bir deği­şiklik oldu. Kepler üç yıllık tanrıbilim eğitimini tamam­lamasına birkaç ay kala, ça­lışmalarını bırakmak zorun­da kaldı. Bir yıl önce Styria'nın (Steiermark, Avusturya'nın bir bölgesi) başkenti Graz'daki Protes­tan seminerinde matematik öğretmeni olan Georg Stadi­us ölmüştü. Kasım ayında, Styrialı temsilciler Tübin­gen'in seçkin Luterci üniversitesine, tercihan tarih ve Yunanca da bilen yeni birini tavsiye etmeleri için baş­vurdu. Kepler, Maestlin ile yaptığı gayretli çalışmalarla ve diğer tüm çalışmalarıyla da kendini göstermişti, böy­lece tanrıbilim fakültesi onu seçti.



Tutkusu ve görev duygusu arasında kalan Kepler acı bir kişisel çatışma yaşıyordu. Önceden, Stift'teki arka­daşları uzak yerlere atandıklarında durumdan açıkça şi­kayetçi olmuş ve bu tür atamalardan kurtulmaya çalış­mışlardı. Bunlara şahit olan Kepler, kendisine bir çağrı gelecek olursa, görevi ağırbaşlılıkla hemen kabul etme­ye karar vermişti. Ama kendini beğenmişlik huyu bas­kın çıktı. Onun canını sıkan Graz'ın çok uzakta, yabancı bir ülkede olması değil, papaz olup kiliseye hizmet et­me şansının elinden alınıyor olmasıydı. Matematik öğ­retmenliği gibi aşağı bir konumda olmak istemiyordu. Üstelik matematiğe özel bir yeteneği olduğunu düşün­müyordu. Diğer yandan, bencil olmak istemiyordu; in­san dünyaya sadece kendi yararı için gelmezdi. Sonun­da, ilerde kilise hizmetine dönebilmesine açık kapı bıra­kan bir uzlaşma önerdi.



Evrak işleri hemen halledildi. Tübingen'deki Stift'in müdürü ve Graz'daki Protestan okulunun müfettişleri Württemberg düküne mektup yazıp Kepler'in Würt­temberg'ten ayrılıp işe başlaması için izin istediler. 5 Mart'ta dük gerekli imzayı attı. Tübingen'deki işlerini bitiren Kepler, 13 Mart 1594'te uzaklardaki Styria'ya gitmek üzere sevgili üniversitesinden ayrıldı.
 
EVRENİN GİZLERİ

Württemberg'den çıkıp, Bavyera'dan geçerek Avus­turya'ya girmek ve Avusturya'yı boydan boya aşıp gü­ney sınırına ulaşmak Kepler'in yaklaşık bir ayını aldı. 11 Nisan l594'te İç Avusturya'nın bir bölgesi olan Styria'nın başkenti, doruktaki kale kenti Graz'a ulaştı. Dar sokaklardan tırmanarak Protestan seminerine ev sahipliği yapan kare şeklindeki alçak binaya ulaştı. Bu­rada kolonlarla çevrili bir avludan geçirilip yeni odasına götürüldü.

Uzun yolculuğu, geldiği yerin uzaklığını ve içinde bulunduğu bu yeni duruma olan yabancılığını iyice hissedilir hale getirmişti. En büyük değişiklik, kendini içinde bulduğu gergin dini atmosferdi. Koyu Luterci olan Württemberg'in aksine, Styria' da Katolikler ve Protestanlar yan yana, tedirgin bir yaşam sürüyordu. Aslında durumun hiç de böyle olmaması gerekirdi. Augsburg Barışı şartlarına göre Styria'nın, Hapsburglu yöneticileri gibi Katolik olması gerekirdi. Bununla be­raber, dinin nasıl uygulanacağı konusunda emir vermek yetmiyordu, bu kararların uygulanmasını sağlamak için güç sahibi de olmak gerekiyordu. İç Avusturya'daki nüfuzlu toprak sahibi soyluların neredeyse hepsi Luterciliğe dönmüştü. Yirmi yıl önce, Arşidük Charles, Bruck Antlaşması'yla (1578) Protestan soylu sınıfına, kırsal bölgedeki Protestan soylulara ve Graz gibi kentlerdeki Protestan vatandaşlara dinlerinin gerektirdiği gibi ya­şama imtiyazını vermişti. O günden bu yana bölgede dinsel bir çıkmaz hüküm sürüyordu.

Kepler bu çatışmada tarafsız değildi. Protestan semi­neri 1574'te, bir yıl önce kurulmuş olan Katolik Cizvit seminerine muhalefet amacıyla kurulmuştu. Okul za­manla, Graz'daki Protestan grubun merkezi haline gel­di. Kadrosu Protestan cemaatinin önemli temsilcilerin­den oluşuyordu.

Sadece erkek öğrencilerin kabul edildiği, dört vaizi ve yaklaşık bir düzine öğretmeni olan okul iki aşamadan oluşuyordu: Çocuk okulu ve yetişkin okulu. Kepler, dört sınıftan oluşan yetişkin okulunun en üst sınıfına felsefe grubu dersleri verdi. Okula gökbilimi de kapsa­yan ileri matematik öğretmesi için çağrılmış olmasına rağmen derslerine katılım azdı. İlk yılında sadece birkaç öğrencisi vardı fakat ikinci yıl o da olmadı. Okul müfettişleri sorunun genç öğretmenlerinde değil dersin konu­sunda olduğunu anladı. Bunun üzerine, Kepler başka dersler vermekle görevlendirildi. Sonraki yıllarda reto­rik, Vergilius, temel aritmetik, tarih ve etik gibi konu­ların işlendiği çeşitli dersler verdi.

Kepler öğretmenliğin yanı sıra bölge matematikçiliği görevini de sürdürüyordu. Dolayısıyla yıllık bir takvim hazırlamak ve gelecek yıla ilişkin astrolojik tahminler yapmak onun göreviydi. Yaşamı boyunca Kepler, astro­loji konusunda karmaşık duygular taşıdı. Bir yandan, birkaç yıl sonra De Fundamentis Astrologiae Certioribus (Astrolojinin Güvenilir Temelleri) (1601) adlı kita­bında da yazdığı gibi "aptalların batıl inançlarını besle­mek" düşüncesinden hoşlanmıyordu, diğer yandan da gezegenlerin dizilişinin insanlar ve doğa üzerinde he­men belli olmayan ancak önemli etkileri olduğuna içten­likle inanıyordu. 1595 Yılı Tahminleri'nde bir denge tutturmuş görünüyordu. İlk tahmininde, şiddetli soğuk havanın geleceğini, Türklerin güneyden Avusturya'ya saldıracağını ve bir köylü ayaklanması olacağını öngör­müştü. O kış o kadar soğuk geçti ki, söylentiye göre dağdaki çobanlar burunlarını sildiğinde burunları kırılı­yordu. Kepler'in diğer tatsız kehanetleri de gerçekleşti. Böylece kısa sürede tanınan bir kişi oldu.

Tabii ki Kepler'in kehanetlerde bulunmasının ve özel astrolojik danışmanlık yapmasının başka bir nedeni daha vardı. Bu iş hatırı sayılır bir gelir kaynağıydı. Çalışmalarını onaylamayan eski' öğretmeni Michael Maestlin' e astroloji faaliyetlerinin savunmasını yaparken "Eğer Tanrı hayatını sürdürmesi için her canlıya aletler verdiyse, aynı amaçla astrolojiyle gökbilimi birleştirme­sinin ne gibi bir zararı olabilir ki?" diye yazmıştı. 1595 yılı için yaptığı tahminler karşılığında ikramiye olarak, yıllık 150 florin olan öğretmenlik maaşının yedi haftalık karşılığı olan 20 florin aldı. Sonraki yıllık tahminleri için düzenli olarak aynı şekilde ödüllendirildi.

Kepler, Graz'da matematik öğretmenliği görevini oldukça isteksiz bir şekilde kabul etmişti. Fakat. artık profesyonel bir matematikçi ya da gökbilimci, çünkü o dönemde ikisi aynı şeydi olduğuna göre çalışmalarını felsefi bir seviyeye taşımaya karar verdi. İşe Kopernik'in günmerkezli sistemini yeniden ele alarak başladı ve açıklanmamış bir takım öğeler içerdiğinin farkına vardı.



Günmerkezli sistemin en tatmin edici özelliklerinden biri, gezegenlerin yörüngelerini uyumlu v.e ölçülebilir bir sisteme yerleştirmiş olmasıydı. Yani Kopernik'in günmerkezli sistemine göre, gezegenlerin Dünya'ya gö­re belirli uzaklıklarda olması gerekiyordu, böylece tüm gezegenlerin Güneş'ten uzaklığı birbirlerine göre belir­leniyordu ya da diğer bir deyişle sistem "ölçülebilirdi". Eski Ptolemaiosçu kozmolojide gezegenlerin göreli uzaklıkları, farklı gezegenlere ait küre sistemlerinin, so­ğanın katmanları gibi birbirinin üstüne dizilmesiyle be­lirleniyordu. Fakat Kopernik'in günmerkezli sistemine göre bütün gezegenler Güneş'e belirli uzaklıklarda ol­malıydı. Merkür'ün yörüngesi Dünya'nın yörüngesinin üçte biri, Venüs'ünki üçte ikisi, Mars'ınki bir buçuk katı, Jüpiter’inki beş katı ve Satürn’ünki de on katı kadar olmalıydı.

Kepler günmerkezli sistemi daha yakından incelemeye başlayınca, Kopernik'in gezegenlerin neden bu belirli uzaklıklarda olduğuna dair bir açıklama yapmadığını fark etti. Gezegenlerin uzaklıkları konusunda düşünmeye baş­ladı. N eden sadece altı gezegen vardı? Kepler'in düşünüş şekliyle soru şuydu: Tanrı Güneş siiStemini neden başka şekilde değil de böyle kurmayı seçmişti?

19 Temmuz 1595'te sınıfında ders verirken zihninde bu sorulara cevap oluşturabilecek bir düşünce belirdi.

Bir çemberin içine köşeleri çembere değen bir eşkenar üçgen çizmişti. Bu üçgen in içine üçgenin· kenarlarının orta noktalarına değen bir çember çizdiğinde, büyük çemberin büyüklüğünün küçük çemberinkine oranının, Satürn'ün yörüngesinin büyüklüğünün Jüpiter'in yö­rüngesinin büyüklüğüne oranıyla yaklaşık olarak aynı olduğunu fark etti. Eğer içteki çemberin içine bir kare çizip onun içine de bir çember yerleştirseydi, bu çemberin büyüklüğünün diğer çemberlerin büyüklüğüne ora­nı belki de Mars'ın yörüngesinin Satürn'ün ve Jüpi­ter'in yörüngesine oranıyla· aynı olacaktı. Bunun üzeri­ne tüm gezegenlerin yörüngelerinin göreli büyüklüklerinin bu tür geometrik temelleri olduğu, Tanrı'nın evreni yaratırken geometriyi örnek aldığı kanısına vardı.

Düzlem geometrisini kullanmak yeterli değildi. Kep­ler üçboyutlu geometri kullanması gerektiğine karar verdi. Ne de olsa evren üçboyutluydu. Üçboyutlularla çalışırken çemberler yerine küreleri, çokgenler yerine düzgün çokyüzlüleri kullanacaktı. Eski çağlardan beri matematikçiler sadece beş düzgün çokyüzlü olduğunu biliyordu: dörtyüzlü, altıyüzlü, sekizyüzlü, onikiyüzlü ve yirmiyüzlü. Kepler bunu hatırladığında sorusunun cevabını da buldu. Daha sonra, Mysterium Cosmograp­hicum (Evrenin Gizleri) adlı kitabının ön sözünde teore­mini ilk aklına geldiği andaki gibi anlattı:





Dünya çemberi her şeyin ölçüsüdür. Çevresi­ne bir onikiyüzlü çizin. Onu çevreleyen çember Mars olacaktır. Mars'ın çevresine bir dörtyüzlü çizin. Onu çevreleyen çember Jüpiter'dir. Jüpiter'in çevresine bir küp çizin. Onu çevreleyen çember Satürn' dür. Şimdi, Dünyanın içine bir yirmiyüzlü çizin. Bunun içine çizilecek çember Venüs'tür. Venüs'ün içine bir sekizyüzlü çizin. Bunun içine çizilecek çember Merkür'dür.



Gezegenlerin çokyüzlülerin içine dizilişi doğru görü­nüyordu. Daha da önemlisi, Kepler neden sadece altı gezegen olduğunu kavradı. Sadece beş olası düzgün çokyüzlü olduğundan, bunlar sadece altı gezegen ara­sına çizilebilirdi. 20 Temmuz 1595'te yaptığı bu keşif o kadar önemliydi ki, sevinç gözyaşları döktü. Maestlin'e yazdığı mektupta, yaptığı keşifleri "Tanrı'nın harikula­de mucizeleri" olarak nitelendiriyordu.Ekim 1595'te Kepler bulgularını bir kitap halinde ya­yımlamaya karar verdi. Ona göre bu kitap Kopernik'in günmerkezli sisteminin gerçekliğinin fiziksel kanıtı ve aynı zamanda Tanrı'nın görkeminin de kanıtı olacaktı. Kepler, Tanrı'nın Dünya'yı bu şekilde tasarladığını bil­dirmekle, matematikçi olarak görevlendirilmesini an­lamlı kılacak bir yol bulmuştu. Ekim ayının başlarında Maestlin' e yazdığı mektupta şöyle diyordu:

Kitabımı bir an önce yayımlamak istiyorum sevgili öğretmenim, ama kendi çıkarlarım için değil. (.....) Gücümü, Doğa'da da tanınmak isteyen Tanrı'nın yüceliği görülsün diye, bu şeylerin en kısa sürede yayımlanmasına harcıyorum. (.....) Tanrı'nın yolunda yürümeye başladığım­dan beri niyetim aynı. Tanrıbilimci olmak istiyordum ve bir süre acı içinde yaşadım. Fakat şimdi, Tanrı'nın benim çalışmalarım aracılığıyla gökbilirnde de nasıl yüceltildiğini görün.

Kepler'in hazır olmadan önce gidermesi gereken pek çok pürüz olacaktı. Diğer şeylerin yanı sıra, Kopernik sisteminde üzerinde düşünülmesi gereken temel bir ko­nu daha vardı: Neden gezegenlerin kendilerine özgü dolanım süreleri vardı? Bu noktada, Kepler'in düşünceleri önemli bir değişim geçirdi. Öğrenciliğinden beri, Güneş'e daha yakın gezegenlerin daha hızlı hareket etmesi­nin nedeninin, hareket etmelerini sağlayan gücün kaynağı olan Güneş'e yakınlıkları olduğunu düşünmüştü. Şimdi, fizikle ilgili önsezisine dayanarak gezegenlerin dolanım sürelerini uzaklıklarıyla ilişkilendirecek matematiksel bir formül türetmeye çalışıyordu. Göz önünde bulundurulması gereken iki etki vardı. Birincisi geometriydi: Bir gezegen Güneş'e ne kadar uzaksa yörüngesi o kadar uzundur ve devrini tamamlaması da o kadar uzun sürer. Fakat buna ek olarak, gezegen Güneş'ten ne kadar uzaksa hareket etmesini sağlayan kuvvet de o kadar zayıf olacaktır. Bu etkiler de eklendiğinde ortaya çıkan formül şöyleydi: Bir gezegenden diğerine, dolanım süresindeki artış, gezegenlerin Güneş' e olan uzaklıklarının farkının iki katıydı. Daha sonra kendisi de formülün hatalı olduğunu anladı, fakat bu formülü kullanarak hesapladığı gezegenler arası uzaklıklar, dikkate değer biçimde, çokyüzlüler hipoteziyle elde edilenlere benziyor­du. Bir kez daha sevinç gözyaşları döktü ve heyecanla Maestlin'e yeni hipotezini anlatırken "Gerçeğe ne kadar yaklaştığıma bakın!" diye yazdı.

Kitabına dahil edeceği iki ana tezin ilk taslağını Ekim 1595'te Maestlin'e gönderdi. O soğuk kış boyunca, tas­lağına birçok yardımcı tez ekledi. Çokyüzlüler hipotezi Tanrı'nın evreni beş düzgün çokyüzlüyü temel alarak tasarladığı düşüncesinden yola çıkarak oluşturulduğundan, Kepler dikkatini cisimlerin belirli bir şekilde düzenlenmiş olmasından ne gibi bir anlam çıkarabileceğine verdi. Bu süreç sonunda, gezegenleri hareket ettiren kuvvet ile ilgili hipotezden çok, çokyüzlüler hipotezi ile ilgili bir şeyler öğrenmişti. Ancak bu arada, gezegenleri hareket ettiren kuvvet ile ilgili hipoteze dayanan, geze­genler kuramı ile ilgili daha sonraki düşüncelerini fazla­sıyla etkileyecek ek bir tez ortaya çıkardı.
1596 yılının Mart ayı dolaylarında kitabının son rö­tuşlarını yaparken, gezegenleri hareket ettiren kuvvet ile ilgili hipotezinin çok ilginç bir uygulamasını fark et­ti. Daha önceleri, gezegenleri hareket ettiren kuvveti, sadece farklı gezegenlerin dolanım sürelerini ve uzak­lıklarını birbirleriyle ilişkilendirmenin bir yolu olarak görüyordu. Biraz daha düşündükten sonra bu hipote­zin, Güneş çevresindeki yörüngesinde hareket eden tek bir gezegene de uygulanabileceğini fark etti. Gezegen Güneş'e yaklaştıkça, gezegenleri hareket ettiren kuvvet daha güçlü olacak ve gezegen daha hızlı hareket edecek­ti. Bir süre sonra, gezegen yörüngesinde Güneş'ten uzaklaştıkça kuvvet zayıflayacak ve gezegen yavaşlaya­caktı. Bir gezegenin Güneş'e olan uzaklığıyla bağlantılı hız değişimi, Ptolemaios'un ve Kopernik'in gezegenlerin hareketi ile ilgili matematiksel modellerinde yer alıyordu, fakat ikisi de hızdaki bu değişime fiziksel bir açıklama getirmemişti.

Aslında bu düşünce, kitabın Maestlin'i endişelendirecek tek noktasıydı. Daha sonra "Gökbilimin mahvolmasına sebep olacaktır." diyerek, gezegenleri hareket etti­ren kuvvet hipotezine çok önem vermemesi için Kepler'i uyardı. Maestlin'i rahatsız eden Kepler'in gökbilimin iki bölümü arasındaki ince sınırı çiğniyor olmasıydı. 16. yüzyılda gökbilim, kozmoloji olarak da bilinen, evrenin doğası ve yapısıyla ilgilenen fiziksel bir bölümden ve ge­zegenlerin hareketleri üzerine kesin matematiksel ku­ramlar üretmeye ayrılmış matematiksel bir bölümden oluşuyordu. Kepler'in kitabındaki diğer tüm konular fi­ziksel bölümle ilgiliydi. Fakat gezegenleri hareket etti­ren kuvvetin, Ptolemaios'un ve Kopernik'in gezegenler­le ilgili kuramlarındaki bazı matematiksel detayları açıklayabileceğini söyleyerek Kepler, fiziksel akıl yürüt­meleri matematiksel gökbilime aktarmış oluyordu. Maestlin'e kalırsa bu, gezegenlerle ilgili kuramları altüst et­mekten başka bir işe yaramayacaktı.

1596 yılının Ocak ayında, Kepler evden her iki büyükbabasının da hasta olduğu haberini aldı ve ay sonunda onları ziyaret etmek üzere Graz'dan ayrıldı. Ne yazık ki, Sebald ziyareti sırasında öldü. Kepler, Württemberg' de bulunduğu sırada yeni hipotezlerini tanıtma fır­satı buldu. Şubat'ta, dükün sarayında şansını denemek üzere başkent Stuttgart'a gitti.

Genelde aristokrasi bilimin ve sanatın koruyucusuydu, ama Kepler'in pazarlayacağı şey acayip bir nesneydi: İç içe geçmiş çokyüzlülerden oluşan yeni sisteminin gümüş bir maketi. Eğer çok gösterişli bir şey istenirse Kepler, maketin nasıl çok büyük bir içki kasesi şeklinde hazırlanabileceğini de tasarlamıştı. Farklı gezegenleri temsil eden kürelerin arasında kalan boşluklar çeşitli içeceklerle doldurulabilir, gizli borular ve vanalar aracı­lığıyla partideki konuklar kenarlara yerleştirilmiş yedi musluktan bardaklarını doldurabilirdi. Dük ilk başta bu konuya şüpheyle yaklaştı, fakat Kepler'in özenle hazır­ladığı kağıt maketi gördükten ve gökbilim uzmanına (Maestlin) danıştıktan sonra Kepler' e daha sade gümüş bir maket yapması için bir miktar avans verdi.
Sonraki üç ay tam bir felaketti. Kepler, Stuttgart'ta takılıp kalmış, kuyumcunun başının etini yiyordu ama proje ilerlemiyordu. Sonunda, projeyi kuyumcuya emanet ederek Styria'ya dönmeye mecbur kaldı. Konu birkaç yıl daha gündemde kaldıysa da Kepler'in bu ilginç çokyüzlü maketi hiçbir zaman üretilmedi. Maketi görmek şüphesiz harikulade olurdu.

Bu sırada Kepler, Tübingen'e gidip Maestlin'i ziyaret etme ve bir yayımcıyla görüşmelere başlama fırsatı bul­du. Graz'daki yayımcıların hiçbiri karmaşık bir gökbilim kitabını yayımlamaya yeterli değildi, ama Tübingen'de Gruppenbach adında önemli bir yayımcı vardı. Gruppenbach, kitabın üniversite senatosu tarafından onaylanması şartıyla kitabı basmayı kabul etti. Senato, Maestlin'den kitabın gökbilimsel içeriği konusunda uz­man görüşünü istedi, Maestlin de onların bu isteğini memnuniyetle cevapladı. İlahiyat fakültesinin çıkarıl­masını istediği tek kısım, Kepler'in günmerkezliliğin, Kitabı Mukaddes'teki yermerkezliliği destekler görünen pasajlarla, örneğin "Tanrı yeryüzünü temeller üzerine kurdu, asla sarsılmasın diye" diyen mezmur 104:5 ile nasıl bağdaştırılacağını anlattığı bölümdü. Kutsal metinlerin gerçek anlamının ne olduğu Kepler'in işi değildi. Tanrıbilim profesörü Matthias Hafenreffer'in Kepler'e gönderdiği uyarı mektubuna göre Kepler kendini "soyut matematikçi rolünü oynamakla" sınırlamalıydı. Kepler çalışmasının günmerkezliliğin doğruluğunun fiziksel bir kanıtı olduğunu düşündüğü için bu durum tam bir düş kırıklığıydı. Sadece varsayımlardan bahsederek Tanrı'yı nasıl yüceltebilirdi ki? Ancak, Luterci yetkililere itaat ederek onların dediğini yaptı.

Ağustos l596'da Graz'a döndüğünde, uzun süren yokluğu sırasında olan bir takım aksilikleri halletmesi gerekti. Aslında iki aylık izin almıştı ama bu süre yedi aya uzamıştı. Ancak yanında Württemberg dükü tarafından Kepler'in üstlerine yazılmış, dükün hizmetinde olduğu için geciktiğini belirten ve affedilmesini isteyen bir mektup vardı. Bu geçerli bir mazeretti. Fakat ne yazık ki aşk hayatındaki ihmalkarlığını bu kadar kolay affettiremeyecekti.

Önceki Aralık ayında, kısa sürede aşık olduğu bir ka­dınla tanışmıştı. Kadının adı Barbara Müller'di. Başka şeylerin yanı sıra, onun hoş, dolgu n bir kadın olduğunu ve pişmiş kaplumbağa yemekten çok hoşlandığını biliyo­ruz. Değirmen sahibi zengin bir girişimci olan ve Graz'a iki saat uzakta, güneydeki bir malikanede oturan Jobst Müller'in en büyük kızıydı. Henüz 23 yaşında olmasına rağmen kısa zaman önce ikinci kez dul kalmıştı. Barbara'nın iki kocası da ondan yaşça büyüktü (ikisi de 40 ya­şındaydı). Ailenin ve toplumun, kimin kiminle evlenece­ği konusunda verilen kararlarda büyük rol oynadığı o günlerde bu alışılmamış bir durum değildi. Yaşça büyük bir erkek başarılı ve ailesini geçindirebilmek konusunda becerikli olurdu. Buna karşın Kepler, Barbara'ya kur yapmaya başladığında ancak yirmi dördündeydi. Üni­versite eğitimi almış olmasına rağmen sadece gelecekte ne olacağı belirsiz bir öğretmendi. Bay Müller'i kendisinin Barbara'ya uygun bir eş adayı olduğuna ikna etmek kolay olmayacaktı. Bay Müller aklı sürekli para hesa­bında olan bir işadamıydı. Barbara varlıklı bir kadındı fakat Kepler meteliksiz bir akademisyendi.

Büyük olasılıkla Ocak lS96'da Protestan cemaatinin saygın üyeleri Kepler'i Jobst Müller'e sunmak ve Barbara'ya uygun bir eş olarak tavsiye etmek için bir araya geldi. Kepler, Württemberg'e yapacağı uzun ziyaret sebebiyle evlilik ile ilgili işleri onlara bırakmıştı. Haziran ayında Württemberg'de bulunduğu sırada olumlu yanıt alındığını bildiren haber geldi. Bir an önce geri dönme­si fakat Ulm'a uğrayıp kendisi ve nişanlısı için ipekli (Ya da en azından tafta) düğün elbiseleri satın almadan gel­memesi öğütleniyordu.

Kepler'in yaz sonuna kadar uzayıp başarısız olan maket yaptırma girişimi gibi düğün hazırlıkları da bitirile­medi. Yokluğunda, Bay Müller kızı için daha iyi bir eş bulabileceğine karar vermişti. Kepler sonbaharda dön­düğünde çok istediği bu evliliğin iptal edildiğini öğren­di. Neyse ki onun tarafında olan okul ve kilise yetkililerinden destek buldu. Württemberg'e gitmeden önce Barbara'ya söz vermişti. Ocak ayının ortalarında kilise­ye başvurdu: Kilise ya duruma müdahale edip Barba­ra'nın babasını ikna etmeliydi ya da Kepler'in verdiği evlilik sözünü geçersiz saymalıydı. Kilise işleri kısa za­manda tekrar yoluna koydu. 9 Şubat 1597'de dini nikah kıyıldı, 27 Nisan' da da düğün yapıldı.

En azından bir süre Keplerlerin evinde mutluluk hü­küm sürdü. Kepler, okul yetkililerinden düğün hediye si olarak gümüş bir kupa ve okul sınırları dışında bir ev tutabilmesi için maaşını yılda 200 flarine yükselten 50 flarinlik bir artış aldı. Yedi yaşındaki üvey kızı Regi­na'yı seviyordu. Kısa sürede Barbara hamile kaldı ve 2 Şubat 1598'de bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Bebek Kepler'in babasının ve ağabeyinin adı olan Heinrich adıyla vaftiz edildi. Kepler oğlunun yıldız falına baktı. Heinrich babasına benzeyecek ama ondan daha iyi ola­caktı: çekici, asil karakterli, çevik bedenli, kıvrak zeka­lı. Matematik ve mekaniğe de doğal yeteneği olacaktı. Küçük Heinrich'in sadece iki ay sonra hastalanıp ölme­si ağır bir darbe oldu. "Zamanın geçmesi karımın acısı­nı azaltmıyor." diye yazmıştı Kepler, Ecclesiastes'ten alıntı yaparak. "Zamanın akışı kalbimde atıyor: 'Boş, bomboş, her şey boş.'''
Kepler'in kitabının ilk nüshaları evliliklerinin ilk mut­lu günlerinde geldi. Kitabın baskısı oldukça karmaşıktı ve ancak 1597 yılının Mart ayında tamamlanabilmişti. İnce bir kitap olmasına rağmen adı uzundu: Prodromus Dissertationum Cosmographicarum, Continens ~ste­rium Cosmographicum, De Admirabili Proportione Orbium Coelestium, Deque Causis Coelorum Numeri, Magnitudinis, Motuumque Periodicorum Genuinis & Proprijs, Demonstratum Per Quinque Regularia Corpora Geometrica yani Evrenin Gizlerini İçeren Kozmo­lojik Araştırmaların Habercisi: Göksel Kürelerin Müt­hiş Oranı ve Göksel Cisimlerin Sayılarının, Büyüklük­lerinin ve Düzenli Hareketlerinin Gerçek ve Özel Ne­denlerinin Beş Düzgün Geometrik Cisimle Gösterilme­si. Kısaltılmış Latince adıyla Mysterium Cosmographi­cum, basit çevirisiyle Evrenin Gizleri olarak bilinen bu kitabı Kepler bir "haberci" olarak görüyordu, çünkü Kopernik sistemi üzerine başka kitaplar da yazmayı planlıyordu. Bu kitap onun asıl buluşunu içeriyordu. Bu yüzden önce bu kitabı yayımlatıp insanların nasıl tepki vereceğini görmek istedi.

Kitabını, görüşlerini almak için gökbilimcilere gön­dermeye başladı. Kimin eline ulaşacağını bilmeden İtal­ya'ya gönderdiği iki nüsha Padova Üniversitesi'ndeki, o zamanlar pek tanınmayan bir matematik profesörüne ulaştı. Profesör, Kepler'e yazdığı mektupta sırrını aça­rak uzun zamandır kendisinin de Kopernikçi olduğunu ve Dünya'nın hareketinin fiziksel kanıtlarını topladığı­nı, fakat bunları kendine sakladığını anlatıyordu. "Çün­kü öğretmenimiz Kopemik'in kaderi beni dehşete dü­şürdü. Bazı kişiler arasında ölümsüz bir şöhret kazandı­ğı halde çoğu insan (ki insanların çoğu aptaldır) onu aşağılayarak, ıslıklarla sahneden indirdi." diyordu. Bu tanınmamış adamın ismi Kepler'e komik geldi. Adı ve soyadı aynıydı, bir yankı gibi: Galileo Galilei. Kepler, Galileo'yu, Kopemik'i açıkça desteklemeye çağırdı. Mektubunda "Kendine güven Galileo ve yoluna devam et. Eğer tahminlerim beni yanıltmıyorsa, Avrupa'daki sadece birkaç matematikçi bizden uzak durmaya çalışa­caktır. Çünkü gerçeğin gücü çok büyüktür." diyordu. Ama Galileo bir süre için sessiz kalmayı tercih etti. Uzun yıllar boyunca Kepler ondan haber alamayacaktı.

Daha sonra Kepler, çok pişmanlık duyacağı ama ge­leceğini şekillendiren bir skandala ve sert bir tartışmaya karıştı. Kitabını isteyenlerden biri de, Latincede "ayı" anlamına gelen Ursus soyadını kullanan imparatorun matematikçisi Nicholas Reimer' di. Kepler bir buçuk yıl önce Ursus'a yaptığı buluşu anlatan bir mektup yazmış fakat ondan cevap alamamıştı. Ama şimdi, Ursus bir an­da onunla ilgilenmeye başlamıştı. Kepler, Ursus'un ken­disini Avrupa'nın önde gelen gökbilimcisi Danimarkalı asilzade Tycho Brahe ile arasındaki şiddetli tartışmada bir piyon olarak kullanmayı planladığını bilmiyordu. Her ikisi de yeni bir kozmolojik sistem bulduğunu iddia ediyordu. Sistem, gezegenlerin Güneş'in çevresinde dö­nüyor olması açısından Kopernik'in sistemine benziyor­du, fakat Dünya'nın merkezde sabit olabilmesi için, Gü­neş peşindeki gezegenlerle beraber Dünya'nın etrafında dönüyordu. Kepler, Ursus'a daha önce yazdığı mektup­ta kibarlık olsun diye, pek de ne dediğinin farkında ol­madan "Hipotezlerinizi çok beğeniyorum." demişti. Ur­sus, Kepler'i kendi tarafındaymış gibi göstermek için, Gökbilimsel Hipotezler Üzerine (1597) adlı kitabında bu mektubu da kullanmayı planlıyordu.

Ursus incelikten yoksun bir insandı, okuma yazması olmayan bir domuz çobanının oğluydu. Pislikten çıkıp imparatoru n matematikçisi olmuştu. Ayrıcalıklı bir aristokrat olan Tycho Brahe'nin kendisini onun fikrini çalmakla suçlamasına izin vermeyecekti. Ursus, kitabının kapağına kendi adını çağrıştıran bir vecize yazdırdı:

"Onları yavrularından ayırılmış bir ayı gibi karşılayacağım." Buradan da anlaşılacağı gibi, bu hırçın bir saldırıydı. Bütün nezaket kurallarını çiğneyerek, Tycho'nun ailesi hakkında terbiyesizce çeşitli imalarda bulundu ve Tycho'nun o günlerde korkunç bir suç işlediği için Danimarka'dan kaçtığını iddia etti. Sonunda, Tycho nüshaların büyük kısmını toplatarak yaktırdı. Alevlerden çok az sayıda nüsha kurtuldu.

Bu sırada, her şeyden habersiz olan Kepler kitabının bir nüshasını görüşünü almayı çok arzuladığı Tycho Brahe'ye göndermeye çalışıyordu. Tycho, Almanya'nın kuzeyine taşındığından Kepler'in mektubunun ona ulaş­ması uzun zaman aldı. Kaderin bir cilvesi sonucu, mektup Tycho'nun eline Ursus'un korkunç kitabıyla aynı gün geçti. Tycho normalde sakin bir adam değildi. Her nasılsa, bu sefer Kepler' e soğukkanlı bir karşılık verdi. Kepler'in, Ursus'un "iftiralarla dolu ve rezil kitabında" mektubunun kullanılacağından haberdar olduğunu düşünemeyeceğini yazıyordu Tycho. Kendi adına, Ursus 'un davranışı hakkında Kepler'in düşüncesini anlatan, Ursus'a açmayı planladığı davada kullanabileceği bir cümle istiyordu sadece.
Kepler'in kitabına gelince, Tycho kitaba göz attığını Kepler'in kuramının ustaca hazırlanmış olduğunu, fakat Kopemik'in gezegenler arası uzaklıklara ilişkin bulduğu değerlerin kendi amacı için gerektiği kadar kesin olmadığını söylüyordu. Ama Kepler, kendisinin bır gökbilim­ci olarak hayatı boyunca yaptığı kesin gözlemlerden ya­rarlanabilirdi. Bu baştan çıkarıcı bir teklifti. O dakika­dan itibaren Kepler, Tycho ile yüz yüze görüşmesi gere­keceğini biliyordu. Dolambaçlı yollar izleyen mektuplar yüzünden yazışmaları bir yıldan fazla sürdü. Ursus'la ilgili bu durumu düzeltecekse, Kepler'in Tycho ile bizzat görüşmesi gerekecekti.

Kepler araştırmasıyla ilgili olarak, Tycho Brahe'ye danışmasının gerekli olduğunu anlamıştı. Bu arada Styria'daki bazı olaylar da onu Tycho'nun kollarına itiyordu. Evliliğinden kısa bir süre sonra Kepler, Maestlin'e karısının malvarlığı ve aile bağları nedeniyle, "bölge bir Luterci için güvenli olmaktan çıkmadıkça" fiilen Styria'da kalmaya mecbur olduğunu söylemişti. Bu kay­gıları nedensiz değildi. Birkaç ay önce Arşidük II. Ferdinand reşit olmuş ve Styria'yı da kapsayan İç Avusturya'nın yönetimini üstlenmişti. Babası Arşidük Charles topraklarındaki Protestanlara hoşgörüyle yaklaştıysa da annesi ateşli bir Katolikti ve verilen imtiyazları kaldırmaya çalışmıştı. Ferdinand, Katolik bir bölge olan Bav­ye ra' da yetişmiş ve Cizvit danışmanların idaresindeki Ingolstadt'ta eğitim görmüştü. Augsburg Barışı'na göre sahip olduğu hakları kullanıp, topraklarındaki tüm insanIarı kendisi gibi Katolik olmaya zorlamasından kor­kuluyordu. Bu korku yersiz değildi.

Kepler'in Graz' daki ilk günlerinde gerginlik vardı, fakat yeni prens hiçbir düşmanca harekette bulunmadı. Ancak 1598 yazında, Roma'da Papa VIII. Clemens'le bir görüşmeden sonra, söylendiğine göre, topraklarına Katolikliği geri getireceğine ant içti ve Protestanlara karşı önlemler almaya başladı. Protestanlar prensin İtal­ya' dan dönüşünü endişeyle izledi. Prensin, İtalyan as­kerlerinden oluşan bir ordunun başında geleceği dedikodusu yapılıyordu.
Ferdinand geri döndüğünde, gergin havanın etkisiyle Protestanlarla Katolikler arasında olaylar çıktı. Güç dengesi uzun zamandır Protestanların lehineydi. Başla­yan değişimi hissetmemiş ve sakınmadan Katoliklere sataşmışlardı. Kepler umutsuzluk içinde, kendi halkının kendi yıkımına yol açmasını izledi. Papa'nın saygısız karikatürleri dağıtılıyordu. Bir Protestan vaiz, kürsüde Meryem' e ibadet edilmesiyle alayetmişti. Tutuklamalar başladı. Hastanelerdeki yoksul Protestanlara bakılmı­yor, gömme işlemleri için Protestanlardan fazla vergi alınıyordu.

Sonra sonun başlangıcı geldi. Şehrin en yüksek rütbeli papazı olan Katolik başpapaz Protestanların, komünyon ve evlilik dahiL, her tür dini törenini yasakladı. Protestanlar arşidüke başvurdu, fakat bu durumu daha da kötüleştirmekten başka bir işe yaramadı. 13 Eylül 1598'de arşidük, 14 gün içinde Protestan seminerinin, tüm kilise ve okul papazlıklarının feshedileceğini duyur­du. On gün sonra, başpiskopos tüm Protestan papazla­rın ve öğretmenlerin şehri bir hafta içinde terk etmesini emretti, aksi takdirde ölümle cezalandırılacaklardı. Pro­testanlar tekrar protestoya başladı. Styria bölge meclisini toplantıya çağırdılar ve prensten kararın iptal edilme­sini istediler. Fakat prens bunun yerine, çok daha şaşırtıcı yeni bir emir verdi. 28 Eylül 1598'de okullardaki tüm vaizlerin, rektörlerin ve okul çalışanlarının Graz'ı ve çevresini gece olmadan terk etmesini istedi. Daha önce kendilerine verilen bir haftalık sürede Styria'yı tamamen terk etmek zorundaydılari bir daha görülecek olurlarsa "hayatlarını kaybetme" tehdidi altındaydılar. Kepler ve meslektaşları sürülmüşlerdi. Aceleyle birkaç parça eşya toplayıp, eşlerini geride bırakarak şehirden kır­sal bölgeye dağıldılar. İleride bu yasakların kaldırılaca­ğını umuyorlurdı, ancak bir daha sadece Kepler'in geri dönmesine izin verildi.

Ekim ayının sonunda Kepler'in dönüş talebi kabul edilmişti, sığındığı yerden ayrılarak şehre döndü. Hem matematik öğretmeni hem de bölge matematikçisi ola­rak iki ayrı görevi olduğu için, arkadaşlarının ve destekçilerinin de ricasıyla, ikinci sıfatı sayesinde geri dönmesine izin verildi. Kepler şimdilik güvendeydi.
Graz'daki Protestanlara uygulanan baskı sürüyordu, dinlerine göre yaşamalarına izin verilmiyordu. ilk başta soyluların kırsal bölgedeki malikanelerinde, henüz kovulmamış Protestan din adamları tarafından düzenlenen törenlere katılıyorlardı, fakat kısa sürede bu da yasak­landı. Protestanlardan çocuklarını Katolik olarak vaftiz ettirmeleri ve nikahlarını Katolik usullerine göre kıyma­ları istendi. ikinci çocuğunun ölümünden sonra çok ke­derli olan Kepler bu baskılara karşı koydu. 1599 yılının Haziran ayında Susanna adını verdikleri bir kızları ol­muş fakat sadece 35 gün yaşamıştı. Kepler, Katolik ce­naze törenini reddetti ve para cezasına çarptırıldı. Ceza­yı temyiz ettirdi ve ceza yarıya indirildi, ancak bebeğin gömülmesi için önce parayı ödemesi gerekiyordu. Luther'in Almancaya çevirdiği Kitabı Mukaddes ve tt dokt­rinIere aykırı" tüm kitaplar yasaklandı. Ararnalar başla­dı, şehrin girişlerine nöbetçiler yerleştirildi. Toplatılan 10.000 kitap Graz'da büyük bir ateşte yakıldı.

Artık öğretmenlik yapmayan Kepler sokaklardaki karmaşadan kaçıp, gökcisimlerinin uyumu üzerine an­cak yirmi yıl kadar sonra yayımlayabileceği düşünceler geliştirerek göksel kuramlarına sığındı. Fakat bir kaçış yolu bulabilmek için hep gözünü açık tuttu. Tübingen Üniversitesi'nde görevalıp alamayacağını araştırdı ama sonuç olumsuzdu. Bu arada Ursus'un Prag'dan kaçtığı­nı, Tycho'nun ise imparatorun yeni matematikçisi ola­rak şehre zaferle girdiğini öğrendi. Aralık ayında Tycho, Kepler'i gökbilim konusunda görüşmek için tek­rar davet etti. 1600 yılının Ocak ayının başlarında Ba­ron Johann Friedrich Hoffmann'la beraber, para öde­meden Prag' a gitme fırsatını bulunca Kepler bu durumu değerlendirdi. Tycho'nun ikinci daveti eline geçmeden, o yola koyulmuştu bile.
 
YENİ GÖKBİLİM

Kepler 11 Ocak 1600'de Tycho Brahe ile buluşmak üzere Graz’dan ayrıldı. On gün süren bir yolculuğun ar¬dından Kutsal Roma İmparatoru'nun tahtının bulundu¬ğu Prag' a vardı. İmparatorun kaleyi, katedrali, sarayı ve devlet dairelerini içine alan surlarla çevrili arazisi Hradschin, tepenin üzerinden şehre bakıyordu. Kalenin çevresindeki Hradcany denilen bölgede, sanki tahtın çe-kimine kapılmış aristokratların ve büyükelçilerin saray¬ları bulunuyordu. Saray adamlarının ve zanaatçıların yaşadığı Küçük Mahalle Vltava ırmağına doğru uzanan yamaca yayılmıştı. Uzun taş köprünün karşısında ise egemen sınıfın yaşadığı Eski Kent ve daha ileride Yeni Kent vardı. Graz'a kıyasla Prag, dar ve pis kokulu so¬kaklarında pazarlar kurulan, hareketli, kalabalık ve dü-zensiz bir şehirdi. Prag zengin Bohemya'nın başkenti olarak kendi başına önemli bir şehirdi. Ancak, impara¬torun varlığı şehre farklı uluslardan büyükelçileri, aris¬tokratları, güç arayan kimseleri ve asalakları çektiği gi¬bi bilginleri, simyacıları, sanatçıları ve usta zanaatçıları da çekiyordu.
Tycho şehrin içinde değil, kuzeydoğusundaki kırsal alanda, imparatorun Tycho'nun hizmetine verdiği Be¬natky Kalesinde yaşıyordu. Bu nedenle Kepler'in ona Prag' da olduğunu belirten bir not göndermesi biraz za¬man aldı. Ertesi gün Tycho, oğlu Tycho Jr. ve güvenilir çalışma arkadaşı Franz Tengnagel'i Kepler'i alıp ara¬bayla kaleye getirmeleri için şehre yolladı.
Johannes Kepler'le Tycho Brahe'nin 4 Şubat 1600¬deki buluşmaları bilim tarihi açısından son derece önemlidir. İki insan birbirinden bu kadar farklı olamaz¬dı. Tycho kendine güvenen, hükmedici ve hırçın bir asilzadeydi. Kepler ise halkın içinden gelen, samimi, dü¬şünceli, barışsever ve mütevazı biriydi. Yine de çok iyi iletişim kurdular. Tycho, arkasında otuz beş yıla yayılan gökbilimsel gözlemlerini topladığı 20 ciltlik bir eser olan bir gözlemciydi. Kepler ise tek övünç kaynağı bir ciltlik, tartışmalara açık bir eser olan genç bir kuramcıydı. İki¬si de çok zekiydi ve birbirlerinin eksiklerini tamamlıyor¬lardı. Fakat ikisinin de orada oluşu kendi isteklerine bağlı olarak gerçekleşmemişti. Tycho, vatanı Danimar¬ka'yı, himayesinde olduğu kralla arasında geçen bir tar¬tışmadan sonra terk etmişti ve artık, sürgün değilse de, bir göçmendi. Kepler de Styria'daki dinsel hoşgörüsüz¬lüğün oluşturduğu baskıcı atmosferden kaçmıştı. Bu iki adamın orada ve o zaman bir araya gelmesi gökbilimi değiştirecekti.
Tycho Brahe en hafifinden alışılmışın dışında bir adamdı. Kepler'in dikkatini çeken ilk şey, Tycho'nun öğ¬rencilik günlerinde yaptığı bir düellodan hatıra kalan, ten rengine uysun diye altın ve gümüş karışımından yapılmış protez burnuydu. Seyrelmekte olan kızılımsı saçları kısa kesilmişti. Pala bıyıkları düzgün kesilmiş sakalının üzeri¬ne sarkıyordu. Görkemli ve buyurgan bir kişiliği vardı.
Tycho, ülkenin sahibi ve yöneticisi aristokrat aileler¬den oluşan küçük bir sınıfın, Danimarka toplumunun en üst tabakasının bir bireyi olarak dünyaya gelmişti. Danimarka kralının neredeyse müsriflik derecesindeki desteğiyle benzeri görülmemiş bir gözlemevi olan Ura¬niborg'u kurmuş ve birçok bilgini ve zanaatçıyı gökyü¬zü araştırmalarında kendisine yardım etmeleri için işe almıştı. Tycho son yirmi yılın büyük bölümünü özel adasında geçirmiş, tüm dikkatini -ve Danimarka kralı¬nın bir hayli altınını- ilk defa gezegenlerin tam ve kusur¬suz gözlemlerine dayanan, yepyeni bir gökbilim kuramı¬nın geliştirilmesine adamıştı. Eğitimli yardımcıları, alet-lerini yapan becerikli ustaları vardı; gökbilimle ilgili ki¬taplar ve el yazmaları toplamaları için çevreye temsilci¬ler göndermişti. Yirmi yıl süren gökbilim çalışmaları tam meyvelerini vermeye başlayacağı sırada kralın ver¬diği destek aniden kesilince Tycho yeni bir destek ara¬yışıyla Danimarka'yı terk etmek zorunda kalmıştı. Be¬lirsizlik içinde geçen iki yıldan sonra çok önemli ve ilgi¬li bir haminin, Kutsal Roma İmparatoru II. Rudolf'un desteğini buldu.
Kepler vardığında Benatky kalesi yoğun bir faaliyet içindeydi. Tycho gözlem aletleri kurulmadan asla rahat etmezdi. Duvarcılar ve marangozlar bu aletleri yerleşti¬rebilmek için kalede değişiklikler yapıyordu. Jizera ır¬mağına ve güneydeki ova ya bakan uçurum boyunca alet¬lerin yerleştirileceği yuvalar yapılıyordu. Tycho burada gücünü tekrar toplayıp "Yeni Uraniborg’u kuracaktı.
Çeşitli mesleklerden çok sayıda insan Tycho'ya çalış¬malarında yardım etmek için toplanmıştı. Tycho Jr. ve Franz Tengnagel'in yanı sıra, tüm meslek hayatını Tycho için çalışarak geçirmiş olan yetenekli Danimar¬kalı gökbilimci Christian Severin Longomontanus da oradaydı. Ertesi ay Brandenburg prensinin matematik¬çisi Johannes Müller ve ailesinin kaleye varmasıyla Kepler hiyerarşide daha alt sıralara düştü. Tycho'nun karısı Kirsten Jorgensdatter'in, çocukların, başka pek çok yardımcının ve hizmetçinin yaşadığı küçük kale tık¬lım tıklımdı.
Kepler bu manzara karşısında sersemlemiş ve Tycho'nun evindeki bu kalabalık içinde kendini kaybol¬muş hissetmişti. Tycho ile ortak çalışması da umduğu gibi gitmiyordu. Buraya, Mysterium Cosmograpbi¬cum'da yer alan çokyüzlüler hipotezini denemek ve ge¬liştirmek için Tycho'nun gözlem verilerinden yararlan¬maya gelmişti. Ancak Tycho'nun verileri gizlediğini gördü. Ona kalırsa, Tycho verilerini paylaşmayacaktı ve özellikle Ursus'la olan şüpheli ilişkisi yüzünden kendisi¬ne güvenmiyordu.
Tycho meslek hayatının, elindeki ham verileri geze¬genlerle ilgili bir kurama dönüştürebilmek için, yıllar boyunca yaptığı gözlemleri çözümlemesini gerektiren bir aşamasındaydı. Bunun için hesaplamaları yapacak pek çok yardımcıya ihtiyacı vardı. Kepler'i Longomon¬tanus'un denetiminde Mars kuramı üzerinde çalışması için görevlendirdi. Bu durum Kepler'i düş kırıklığına uğrattı. Kendini Benatky'deki kargaşanın ortasında, Tycho'nun hayranlarıyla dolu ikinci kattaki yemek oda¬sında Tycho'nun ağzından öylesine kaçıveren bilgi kı¬rıntılarını, örneğin bir gezegenin yeröte noktası (Dün¬ya'dan en uzak noktası) ya da düğüm noktası (yörünge¬sinin Güneş'in yörüngesiyle kesiştiği nokta) gibi bilgi kırıntılarını toplarken buldu.
Kepler her ne kadar tüm gezegenler hakkında veri sa¬hibi olmasını gerektiren çokyüzlüler hipotezini geliştire¬mese de, sadece Mars ile ilgili gözlemleri kullanarak, gezegenleri hareket ettiren kuvvet hakkındaki hipotezi üzerinde çalışabilirdi. Birkaç ay içinde dikkate değer bazı kanıtlar buldu. Eğer gezegenler gerçekten de Gü¬neş'ten gelen bir kuvvetle hareket ediyorsa, gezegenle¬rin geometrisi hakkındaki kurarnlar bunu yansıtıyor ol¬malıydı. İlk olarak şunu gördü: Mars'ın yörüngesi he¬saplanırken Güneş'in gerçek konumu hesaba katılma¬lıydı, tabii bu eğer Güneş hareketin kaynağı ise anlam¬lıydı. İkinci olarak ve daha da önemlisi, Kepler Mars ile ilgili gözlemleri ustalıkla kullanarak Dünya'nın yörün¬gesini incelerneyi başardı ve Dünya'nın hareketinin de diğer gezegenlerin hareketi gibi sabit hızlı bir hareket olmadığını fark etti. Dünya da diğer gezegenler gibi Güneş'e yaklaştığında hızlanıyor, uzaklaştığında yavaş¬lıyordu. Daha önce gökbilimciler Dünya ile ilgili ku¬ramların diğer gezegenlerle ilgili kuramlarla bu kadar benzeştiğini anlamamıştı. Aslında Kepler Mysterium Cosmographicum’da gezegenleri hareket ettiren kuvvet hipotezinin, Dünyanın yörüngesi ile ilgili kurama uy¬madığını ifade etmek zorunda kalmıştı. Ama şimdi Dün¬ya'nın hareketi gezegenleri hareket ettiren kuvvet hipo¬tezini doğruluyordu. Sonucun Kepler için gayet tatmin edici olmasına rağmen, Tycho Brahe de Maestlin gibi Kepler'in gezegenlerle ilgili kurarnlar oluştururken fi¬ziksel analiz kullanmasına şiddetle karşı çıktı.
Kepler ile Tycho Brahe’nin birlikte çalıştığı ilk yaz, iki gökbilimcinin Kepler'in statüsü ve mesleki beklenti¬leri üzerine sürtüşmesi yüzünden sorunlu geçmişti. Styria’da olayların nasıl gelişeceği konusunda hiçbir fik¬ri olmayan Kepler kendisine resmi bir görev vermesi ve sözleşme yapması için Tycho’ya baskı yaptı. Tycho’ya göre Kepler'in talepleri bir hakaretti. Zaten kendisi im¬paratordan maaşını almak ve Benatky' de yapılan yeniliklerin devamının gelmesini sağlamak konusunda so¬runlar yaşıyordu. Yine de gizlice, Tycho Brahe’ye iki yıl boyunca gökbilim çalışmalarında yardımcı olmak üzere imparatorun Kepler'i resmen davet etmesini, böylece Kepler'e imparatorluk maaşı bağlanmasını sağlamaya çalışıyordu. Bu süre boyunca Kepler Styria'nın bölge matematikçisi olarak kendisine bağlanan 200 ilarinlik maaşı almaya devam edecek, imparator da 100 ilarinlik bir ek gelir sağlayacaktı. Kepler'in yeni görevi için ser¬best bırakılması talebi imparatordan geleceği için Styria yönetimi temsilcilerinin bu talebi geri çevirmeyeceği dü¬şünüıüyordu.
Geleceği ile ilgili artık daha iyi beklentileri olan Kep¬ler, Mayıs'ta eve dönmeye hazırlandı. Tycho son bir iyi niyet göstergesi olarak Kepler'in Viyana'ya kadar üçün¬cü kuzeni Frederick Rosenkrantz ile gitmesini sağladı. 1 Haziran'da hareket ettiler. Güneydoğu yönünde Bo-hemya'dan geçerek Avusturya'ya doğru giderlerken Rosenkrantz'ın anlatacağı pek çok hikâye vardı. Kuze¬ni gibi Rosenkrantz da anavatanı ile ilişkileri gergin olan Danimarkalı bir asilzadeydi. Kraliçenin nedimele¬rinde n birini hamile bırakınca Danimarka'dan kaçmış ancak yakalanmış ve asalet unvanının elinden alınması ve elinin iki parmağının kesilmesi cezasına çarptırılmış¬tl. Fakat sonra bu ceza hafifletilmiş, Balkanlar boyunca ilerleyip Avusturya'nın güney sınırında tehlike oluştu¬ran Müslüman Türklere karşı oluşturulan Hıristiyan se¬ferlerine katılmaya mecbur edilmişti. Benatky' de mola verip kuzenini ziyaret ettikten sonra Avusturya birlikle¬rine katılmak üzere Viyana'ya gidiyordu. Kendisi far¬kında değildi ama Rosenkrantz bir bakıma ölümsüzleş-mişti bile. 1592 yılında Tycho'nun başka bir kuzeni Knud Gyldenstierne ile diplomatik bir görevle İngiltere’de bulunduğu sırada genç oyun yazarı William Sha¬kespeare'i etkilemiş ve Shakespeare Hamlet'te yarattığı bir karakterde ondan esinlenmişti.
Kepler'in Mars hakkındaki araştırmasından elde etti¬ği ilk sonuçların doğurduğu sevinç ve Prag'a dönüp Tycho Brahe ile çalışmalarına devam etme umudu, Graz'a dönüşünden kısa süre sonra yok oldu. Styrialı meclis üyeleri Kepler'i Prag'a dönmesi için serbest bı¬rakmaya pek de niyetli değildi. Kepler'in gökbilimle il¬gili spekülasyonlarının Styria'yı saran huzursuz atmos¬ferde hiç yeri yoktu. Dikkatini daha yararlı bir alana vermesinin, örneğin İtalya'ya gidip tıp okumasının, dön¬düğünde de doktor olarak çalışmasının daha iyi olacağı sonucuna vardılar.
O yaz Kepler Arşidük Ferdinand'ı, kuzeni imparato¬mn Tycho Brahe'yi işe alması gibi, kendisini özel mate¬matikçisi olarak işe alması için ikna etmeye çalıştı; an¬cak Ferdinand'ın başka planları vardı. 27 Temmuz 1600 günü bir duyum yapıldı: Bir kilise komitesi Graz'a geli¬yordu. 31 Temmuz günü sabah saat altıda tüm vatan¬daşlar inançlarının sınanması için huzura çıkacaktı. Ka¬tolik olmayan ve Katolik olmak için yemin etmeyen her¬kes ülkeden sürülecekti. Arşidük Ferdinand komite üyelerine bizzat eşlik etti. Kilisenin ortasına büyük bir masa kuruldu. Üç gün boyunca binden fazla kişi teker teker masanın önüne gelerek hangi mezhepten oldukla¬rını bildirdi. Kepler sıra kendine geldiğinde Luterci ol¬duğunu ve inancını değiştirmek istemediğini söyledi. Adı 61 kişiden oluşan sürgüne gönderilecekler listesin¬de on beşinciydi. Ülkeyi terk etmesi için altı hafta üç günlük süre tanındı.
Kepler ayrılık hazırlıklarına başladı. Nereye gideceği¬ne karar vermesi gerekiyordu. Tycho Brahe ile olan anlaşma, kazancının büyük bir kısmını Stria’dan geleceği farz edilerek yapıldığı için bozulmuştu. Çaresizlik içinde Maestlin’e yazarak Tübingen’de kendisi için “küçük bir öğretmenli” işi bulunup bulunamayacağını tekrar sordu. Maestlin’den cevap alamayınca, başka bir seçeneği de olmadığı için, Prag’a geri dönecekti. Tycho’nun bir yolunu bularak ona yardımcı olabileceği söylenmişti. Gerçekten de Tycho Kepler’e bir mektup yazarak, anlaşmalarının bozulmuş olmasının önemli olmadığını, çekinmeden geri dönebileceğini belirtti.
30 Eylül 1600'de, ülkeyi terk etmesi gereken tarihten iki hafta sonra, Kepler yanında karısı, kızı ve iki araba dolusu eşyayla Graz'ı terk etti. Graz' daki yaşantısı artık sona ermişti.
Kepler'in Tycho'nun hizmetine dönme konusunda ciddi kuşkuları vardı. Tamamen Tycho'nun merhameti¬ne kalamayacak kadar gururlu ve endişeliydi, ancak gi¬decek başka yeri de yoktu. Yolda korkunç bir ateşli has¬talığa yakalandı. 19 Ekim'de Prag'a vardığında Baron Hoffmann onu evine aldı. Kepler hasta, bitkin ve keder¬liydi. Sonunda Maestlin, Tübingen' de ona bir iş bulma umudu olmadığını bildirdiğinde Kepler yıkıldı. Yazdığı dokunaklı cevapta "Mektubunuzun beni nasıl bir üzün¬tüye boğduğunu tarif etmem mümkün değil. ( ..... ) Çün¬kü burada, Prag' da, her şeyin, hatta hayatımın bile be¬lirsizlik içinde olduğunu gördüm. Belli olan tek şey iyi¬leşene ya da ölene kadar burada kalacağımdır." diyordu. Ateşe ağır öksürük nöbetleri de eklendi ve Kepler vere¬me yakalanmış olabileceğini düşündü. Bu arada karısı da hastalanmıştı.
Kepler sonunda çalışacak kadar iyileştiğinde Tycho¬nun koşullarının da değişmiş olduğunu gördü. Tycho, Benatky'deki tamamlanmamış "Yeni Uraniborg"u bı¬rakıp şehirde küçük bir eve taşınmıştı. Öncekiyıl Prag'ı saran veba gerilerneye başladığında II. Rudolf ve maiye¬ti şehre dönmüş, imparator astroloğu Tycho Brahe'nin de yanında olmasını istemişti. Bu Tycho'nun hiç sevme¬diği bir işti -çünkü imparatoru astrolojik tahminlerin de bir sınırı olduğuna ikna etmek zordu- ama himayesinde bulunduğu kişiyi tatmin etmesi gerekiyordu. Aletlerini topladı ve şehirdeki yeni evine sığdırabilmek için elinden geleni yaptı. Kepler ve ai¬lesi de Baron Hoffmann'ın evinden ayrıldıktan sonra Tycho'nun evinde bir köşeye sıkışmıştı. Tycho'nun yardım¬cıları da değişmişti. Longo¬montanus, yıllarca Tycho'ya hizmet ettikten sonra ondan bağımsız bir kariyer yapmak için Danimarka'ya dönmüştü. Johannes Müller de dahil ol¬mak üzere, Tycho'nun yanında tutmaya çalıştığı Almanların hiçbiri artık yoktu.
Kepler 1601 baharında ara¬lıklarla devam eden hastalığı yüzünden Mars araştırma¬ları üzerinde fazla çalışamayacak durumdaydı. Rahat¬sızlığı ancak o yaz Styria'ya yaptığı bir ziyaret sırasın¬da yatıştı. Yaşlı Jobst Müller ölmüştü, Kepler karısının payını nakite çevirmeyi umarak miras işlerini halletme¬ye gitti. Çabası sonuç vermedi, fakat Ağustos ayının sonlarında dört ay süren ziyaretini bitirip geri döndü¬ğünde kendini iyi ve dinlenmiş hissediyordu. Prag'a döndüğünde Tycho'nun ona imparatorluktan resmi bir atama sağlamak için bir plan yapmış olduğunu gördü. İşin aslı, Kepler Tycho'nun elindeki son asistandı. Lon¬gomontanus gitmişti, Tengnagel ise o yaz Tycho'nun kı¬zı Elizabeth ile evlenerek Hollanda'ya, Deventer'e git¬miş ve diğer asistan Johannes Erikson'u da birlikte gö¬türmüştü.
Tycho çok güvendiği Kepler'i saraya götürdü ve im¬paratora tanıttı. İmparator, Hapsburg ailesinin tipik özelliği olan çocuksu, yuvarlak gözleri ve uzun çenesiyle tuhaf, utangaç bir adamdı. Tycho, imparatora bir di¬zi gökbilim cetvelinin derlenmesi için hazırladığı bir planı sunarak bu cetvelleri Tabulae Rudolpbinae (Ru¬dolf Cetvelleri) olarak adlandırmak için kendisinden izin istedi. Bu çok büyük bir jestti. Destekçilerinin adıy¬la anılan büyük gökbilim cetvelleri, örneğin Ptolema¬ios'un hazırladığı Alpbonsine cetvelleri ve Kopernik'in hazırladığı Prutenic cetveller o kişilere bir tür ölümsüz¬lük kazandırmıştı. Eğer Tycho'nun yapmayı önerdiği cetveller umulduğu kadar iyi olursa gerçekten muhte¬şem bir eser ortaya çıkmış olacaktı. Bu fikir Rudolf'un çok hoşuna gitti. Tycho'nun talep edeceği tek şey asista¬nı Johannes Kepler'e maaş bağlanması olacaktı.
Kepler'e maaş bağlanması için verilen evraklar, iş işten geçtiğinde işleme konulmamıştı bile. Şehre taşındık-larından beri Tycho'nun sosyal çevresi genişlemişti. Ge¬celeri pek fazla gözlem yapmıyor, eski günlerde olduğu gibi soyluların katılmayı pek sevdiği, bol bol içki tüketi¬len partilere gidiyordu. 13 Ekim 1601 günü Peter Vok Rozmberk'in evinde verilen bir partiye katıldı. Görgü kurallarını çiğnemernek için, mesanesinin dayanamaya-cağı kadar uzun süre masadan kalkmadı. Bu ölümcül bir hataydı. Evine döndüğünde idrarını yapamıyordu. Kısa süre içinde ciddi bir sorunu olduğu ortaya çıktı. Tycho'nun hastalığının kesin olarak ne olduğunu bilmi-yoruz. Azıcık idrar yapmak bile onun için bir işkencey¬di. Vücudunda biriken idrar Kepler'in "bağırsak hum-ması" dediği, muhtemelen de günümüzde üremi adı ve¬rilen hastalığa yol açtı. Acı içinde uykusuz geceler geçir-di. Öleceğini anlayınca Kepler'le konuştu ve ondan araştırmasını Kopernik sistemi içinde değil Tycho siste¬mi içinde sunmasını istedi. Daha sonra bilincini kaybet¬ti, devamlı "Boşuna yaşamış olmayayım." diye sayıklıyordu. Sonrasını Kepler Tycho’nun gözlem defterinin son sayfasına şöyle kaydetti:
24 Ekim 1601’de, sayıklaması kesildikten birkaç saat sonra, dualar, gözyaşları ve ailesinin onu yatıştırma çabaları arasında güvü tükendi ve huzur içinde son nefesini verdi.
Böylece kendinin otuz sekiz yıldır yaptığı göksel gözlemler sona erdi.
4 Kasım'daki geçit töreninde Tycho'nun siyah kuma¬şa sarılı, üzerinde Brahe ailesinin altınla işlenmiş arma¬sı olan tabutunu, hepsi de soylu olan on iki imparator¬luk subayı Protestan Tyne Katedrali'ne taşıdı. Unvanla¬rının ve kazandığı başarıların altın harflerle işlendiği si¬yah bayraklar tabuta eşlik ediyordu. Arkalarından Tycho'nun sürücüsüz atı, silahlarını ve zırhını taşıyan adamlar geliyordu. Onları da asilzadeler, baronlar, bü¬yükelçiler, Tycho'nun Kepler'in de aralarında bulundu¬ğu yardımcıları, ailesi ve seçkin vatandaşlar izliyordu. Tören alayı şehrin sokaklarından geçerken halk etten bir duvar oluşturmuştu. Kilise tamamen doluydu. Tycho kilisenin içine defnedildi; mezarı, onu zırhını ku¬şanmış olarak betimleyen ihtişamlı bir kırmızı mermer friz ile işaretlendi. Tycho hala orada yatmaktadır.
Kepler geleceği üzerinde düşünmek için pek zaman bulamamıştı. İki gün içerisinde, imparatorun yeni mate¬matikçisi olacağı ve Tycho'nun aletlerinin ve içlerinde en önemlisi Rudolf Cetvelleri olan yarım kalmış kitaplarının tamamlanması sorumluluğunun ona verildiği kendisine bildirildi. Bu göreve Kepler'in seçileceği belliydi. Çevre¬de ondan başka nitelikli aday yoktu. Zaten sadece birkaç hafta önce Tycho onu Rudolf Cetvelleri ile ilgili çalışmasında başyardımcısı olarak tanıtmıştı. İmparator aletleri¬nin ve gözlem defterlerinin haklı olarak Tycho'nun mi¬rasçılarına ait olduğunu biliyordu. Aletleri ve gözlem defterini 20.000 florin gibi olağanüstü bir miktar karşılı¬ğında satın aldı. Bu miktar Kepler'in daha önce Styria' da aldığı maaşı yüz yıl boyunca ödemeye ya da Bohemya' da yarım düzine sayfiye evi almaya yetecek bir miktardı. Fa¬kat paranın II. Rudolf'un sarayında bir değeriyoktu. İm-parator, Kepler' e istediği her şey için söz verdi. Ancak gereken parayı imparatorluk hazinesinden almak ayrı bir konuydu. Kepler 500 florinlik yıllık maaşını alırken bile sürekli sorunlarla karşılaşıyordu.
Kepler'in Tycho'nun yerine getirilmesi ile ilgili anlaş¬manın koşulları, Kepler'in Tycho Brahe'nin mirasçılarıy¬la arasındaki, gelecekteki bilimsel çalışmalarının alacağı şekli belirleyecek olan sürtüşmenin tohumlarını ekti. Ertesi yaz Tengnagel İngiltere'den döndüğünde mirasçıların hazineden hiç para alamadığını gördü. Tengnagel bir asil¬zadeydi ve Elizabeth'in kocası, Tycho'nun damadı olarak ailenin çıkarlarını temsil ediyordu. Önce parası ödenene dek gözlem defterlerini geri almak için dava açarak baskı yapabileceğini düşündü. Ancak sonra, Rudolf Cetvelleri projesinde para olduğunu anladı. Ekim 1602'de Rudolf Cetvelleri'nin sorumluluğu, Kepler'in aldığının iki katı maaşla kendisine aktarıldı. Bu yetmezmiş gibi, Tengnagel Kepler'i tembellikle suçladı ve Kepler'in çalışmalarını de¬netlemek için bir adam görevlendirilmesini sağladı.
Artık imparatorun iki matematikçisi vardı ve haklı olarak Kepler'e hangi iş için para verdiğini merak edi¬yor olabilirdi. Kepler'den görevinin devam etmesi için geçerli bir neden olarak, yazacağı kitapları bildirmesi is¬tendi. Bu tarihsel önem taşıyan bir andı, çünkü Kepler henüz tamamlamadığı çalışmalarının arasından on ye¬dinci yüzyıl biliminin en önemli kitapları olacak iki pro¬jeyi seçti. Durumu bir arkadaşına yazdığı mektupta şöy¬le anlatıyordu:
“... Çalışkanlığımdan şüpheye düşüldüğü için, iki çalışmanın birden sorumluluğunu üstlendim. 1603 yılının Paskalyasına hazır olacak olan Mars Kuramı Ü zerine Yorumlar (başka bir ad da ola¬bilir) ya da Evrensel Gökbilimin Anahtarı. ( ..... ) 8 hafta içinde tamamlanacak olan ise Astronomi¬ae Pars Optica [Gökbilimin Optik Kısmı].”
Tam adı sonunda Ad Vitellionem Paralipomena! Ou¬ibus Astronomiae Pars Optica Traditur (Gökbilimdeki Optik Konularının İncelenmesi, Witelo'ya Ek) olan Astronomiae Pars Optica, Kepler'in 1600 yılı yazında stenop görüntülerinin oluşumu üzerine yazdığı bir de¬nemeden doğmuştu. Tycho o yıl daha önce Kepler' e Ay'ın Güneş'i tamamen kapatmadan Güneş'in önünden geçtiği kısmi güneş tutulması gözleminden bahsetmişti. Tycho bu olayı Güneş' e doğrudan bakmadan, güneş ışınlarının iğne deliği büyüklüğündeki bir delikten geçe¬rek beyaz bir yüzeye düşmesini ve böylece bu yüzeyde güneş tutulmasının görüntüsünün oluşmasını sağlaya¬rak gözlemlemişti. Bu ölçümlerden yararlanan Tycho, Ay'ın Güneş'in tamamını kapatacağı tam bir güneş tu¬tulmasının imkânsız olduğu sonucuna vardı. Kepler bu iddiayı şüpheyle karşılıyordu, çünkü tarihte pek çok tam güneş tutulması olduğunu gösteren kayıtlar vardı. 10 Temmuz 1600'de Graz'da kısmi bir güneş tutulması¬nı kendisi de gözlemleyen Kepler, stenop görüntülerinin oluşumunu dikkatle incelemiş ve görüntülerin kesinliği¬nin deliğin büyüklüğüne bağlı olduğu sonucuna ulaş¬mıştı. Bu doğru bir sonuçtu. Bu bulgu, Tycho'nun tam güneş tutulmaları konusunda vardığı yanlış sonucu açıklıyordu. Tycho'nun elde ettiği Güneş'i gösteren ste¬nop görüntüsü, deliğin ölçüsü nedeniyle bozulmuştu ve biraz büyüktü. Tycho bu yüzden Ay'ın Güneş'i tama¬men kapatamayacağını düşünmüştü. Kepler'in yazdığı deneme, Witelo'nun 13. yüzyılın optik kuramı ile ilgili standart kitabı Opties'e, kendi deyişiyle, küçük bir ekti.
Kepler'in denemesinin gökbilimsel gözlemler üzerin¬de belirgin etkileri oldu. İki yıl sonra, Kepler bu çalış¬masını birkaç hafta içinde kolayca baskıya hazırlayabi¬leceğini düşündü. Fakat bu noktada, bir seferde tek bir konuya odaklanamama sorunu Kepler'i alt etti. Önce optiğin gökbilimle bağlantısı olan diğer öğelerini, örne¬ğin atmosferik kırılma konusunu da çalışmasına ekle¬mek istedi. Sonra da işi, üzerinde çalıştığı başka bir konuyu, tutulmalar ve Güneş'in ve Ay'ın büyüklükleri ve Dünya'ya olan uzaklıkları hakkındaki etrafıı bir çalış¬masını da katarak karmakarışık etti. En sonunda, insan gözünün işlevini hesaba katmadan gökbilimsel gözlem¬ler konusunda bir şey yazamayacağı kararına vardı.
Güneş'in ve Ay'ın büyüklükleri ve uzaklıkları ile ilgi¬li çalışmasını ayırıp bir tarafa koymayı başardı, ama gö¬zün işlevi konusundaki çalışması tam bir başarıydı. Ste¬nop görüntülerine ek olarak gözün yapısı ve görme hak¬kında ilk doğru bilgileri yayımlamıştı. Işığın doğası, ge¬ometrik optik ve gözün anatomisi gibi konuları içeren 'nasıl görüyoruz' sorusu yüzyıllar boyunca doğa filozof¬larının ve optik kuramcılarının araştırma konusu olmuş¬tu. Optikle ilgili diğer analizlerine de dayanarak Kepler, ışık ışınlarının göz küresindeki sıvıda bir şekilde "tespit edilmediğini" gözdeki merceğin dış dünyanın görüntü¬sünü ağtabakanın yüzeyine yansıttığını fark etti. Kep-ler'in optik ilkeleri bir görüntünün ağtabakanın arkasın¬da ve baş aşağı oluştuğunu söylüyordu, ancak görüntü¬nün zihne nasıl alındığını, baş aşağı görüntünün nasıl düzeldiğini ve nasıl ağtabakanın önüne geldiğini açıkla¬yamıyordu. 'Nasıl görüyoruz' sorusuna verdiği bu yeni yanıtın yardımıyla, araştırmasına miyopluğun ve hiper¬metropluğun tedavisinde kullanılan farklı gözlüklerin nasıl bir işlevi olduğuna dair kesin bilgiler ekledi. So¬nunda, ışığın doğası hakkındaki giriş bölümünde, ışığın şiddetinin ışık kaynağından olan uzaklığa bağlı olduğu sonucuna vardı. Işığın bir küredeki bir noktadan yayıl¬dığını düşünerek, ışığın şiddetinin o kürenin alanıyla doğru orantılı ya da uzaklığın karesiyle ters orantılı ol¬ması gerektiğini düşündü.
Kepler üzerinde çalıştığı bazı problemleri çözemedi. Örneğin ışık ışınlarının bir ortamdan diğer bir ortama geçerken eğilmesini konu alan ışınım kuramını tam ola¬rak açıklayamadı. Yine de Witelo'nun Optics'indeki dar kapsamlı bir problemden yola çıkarak optik kuramını öyle ayrıntılı bir şekilde tekrar işledi ki, Gökbilimin Op¬tik Kısmı adlı eseri on yedinci yüzyıl optik kuramının te¬mel çalışması haline geldi. "İşe alınmış olmasına mazeret göstermek" zorunda kalan biri için hiç küçümsenecek bir başarı değildi.
Aslında Kepler Astronomiae Pars Optica'yı 1602 yılı¬nın Noel'ine yetiştirmeye söz vermişti. Ancak kitap ge-nişleyip 450 sayfalık bir cilt olunca basımı gecikti ve Kepler el yazmasını ancak Ocak 1604'te imparatora su-nabildi. Kitap Frankfurt'ta basıldı ve 1604 yılının sonba¬harında Frankfurt'taki büyük kitap fuarına yetiştirildi.
Kitap elinden çıktığında Kepler dikkatini imparatora söz verdiği diğer projeye, Mars Kuramı Üzerine Yorum-larya da Evrensel Gökbilimin Anahtarı olarak andığı ça¬lışmaya verdi. Kitabın bir gökbilim kitabına göre alışıl-madık bir tarzı vardı. Tek bir gezegenin hareketi daha önce hiç kitap boyutunda bir çalışmanın konusu olma-mıştı. Kitabın bu kadar dar bir konuya yoğunlaşması bir anlamda zorlamaydı. Çünkü Tengnagel daha büyük olan projenin, tüm gezegenlerin cetvellerinin hazırlanması projesinin sorumluluğunu almıştı. Ancak Kepler yap-makta olduğu çalışmanın çok büyük önem taşıdığını an¬lamıştı. Dünya'nın yörüngesi ile ilgili kurarnda büyük bir değişiklik yapılması gerektiğini Mars gözlemlerini kulla¬narak keşfetmişti. Bu bulgunun önemini Yorumlar üze¬rinde yoğunlaşmadan çok önce anlamıştı. Bir mektubun¬da şöyle diyordu: "Kısacası, Mars kuramında Güneş'i bir aynadaki görüntüymüş gibi gözlemledim, böylece tüm gezegenleri nasıl ve ne dereceye kadar etkilediğini gör¬düm. Diğer gezegenleri ele alırken Mars'ı örnek alıyo¬rum. Aynı şeyin gökbilimin diğer alanlarında da geçerli olacağını umut ediyorum."
Mars üzerine yaptığı çalışma, buraya kadar Kepler'in gezegenlerin yörüngelerinin hesaplanmasına getirdiği yeni, fiziksel yaklaşımı doğrulamıştı. Güneş'ten geze¬genleri hareket ettiren bir kuvvet geldiği görüşüne dayanarak, Dünya'nın yörüngesinin diğer gezegenlerin yörüngesine benzer olması gerektiğini, Dünya'nın Gü¬neş' e yakınken hızlı, uzakken daha yavaş hareket ettiği¬ni düşündü. Kepler haklıydı. Eğer "göksel fiziğin" ge¬çerli olduğunu gösterebilirse bir tek Kopernik'in evren sisteminin fiziksel açıdan bir anlam taşıdığını ve doğru olduğunu kanıtlayabilirdi. Kepler'in inanışına göre, günmerkezli sistem, yarattığı evrende Tanrı'nın somut bir göstergesi olduğundan, bu sistemin doğruluğunu ka¬bul ettirmenin önemli bir dinsel boyutu da vardı.
Tycho'nun ölümünden sonra, Kepler'in Mars'la ilgili araştırması giderek eskisinden de fazla fizik biliminin alanına girmeye başlamıştı. Mysterium Cosmographi¬eum'da öne sürdüğü gezegenleri hareket ettiren kuvvet kuramından yola çıkmıştı, ancak konuyu ele alış biçimi¬nin hatalı olduğunu fark etti. Daha sonra bir gezegenin Güneş çevresindeki hızının Güneş'e olan uzaklığıyla ters orantılı olduğu, yani Güneş' e ne kadar yakınsa çev¬resinde o kadar hızlı döndüğü şeklindeki basit ilkeyi kullanmaya başladı. Fakat bu ilkeden doğan hareket matematiksel olarak nasıl açıklanabilirdi? Bu zor bir so¬ruydu, çünkü dışmerkezli bir yörünge üzerindeki bir gezegenin uzaklığı biraz değişecek, dolayısıyla hızı da değişecekti. Çağdaş bir matematikçi bu etkiyi hesapla¬mak için kalkülüs kullanırdı ama o zamanlarda kalkülüs daha icat edilmemişti.
Kepler önce bir hayli zor bir yaklaşım benimsedi. Dış¬merkezli dairesel bir yörünge üzerindeki tüm dereceler için Güneş'ten Mars'a olan uzaklığı hesapladı ve bu uzaklıkların toplamını bir noktadan diğerine ulaşmakta geçen zamanın ölçüsü olarak kullandı. Bu çok uzun, yo¬rucu ve yetersiz bir deneyimdi, ama deneyimi hakkında düşünürken MÖ 2. yüzyılın sonlarında yaşamış olan Yunanlı matematikçi Arkhimedes'in bir dairenin alanını he¬saplamak için uzaklıkların toplamından yararlandığını anımsadı. Şüphesiz, Mars'ın yörüngesi üzerinde ilerler¬ken taradığı alan, uzaklıkların toplamı için iyi bir ölçü olacaktı. Kepler buradan yola çıkarak, bir gezegenin yö¬rüngesinde ilerlerken taradığı alanın, eşit zaman aralıkla¬rında eşit olacağı gibi tahmini bir ilkeye ulaştı. Bu ilke daha sonra, ilk olarak bulunmuş olmasına rağmen, Kep¬ler'in "ikinci yasası" olarak tanındı.
Kepler yeni alan yasasını, Güneş'in dairenin merke¬zinden geçen bir eksen üzerinde ama merkezden dışarı¬da olduğu hafifçe dışmerkezli, dairesel bir yörüngeye uygulamayı denedi ve Mars'ın Güneş'e en yakın ve en uzak olduğu konumları belirledi. Bunu yaptığında, he¬sapladığı konumda, Mars'ın yörüngesinde hareket eder¬ken eksenden uzak olduğu kısımlarda çok zaman geçir¬diğini fark etti. O kısımlarda daha hızlı hareket ediyor olması gerekiyordu; bu da alanın yani zamanın yörünge¬nin diğer kısımlarına dağıtılması için yörüngenin yan¬lardan biraz sıkıştırılması gerektiği anlamına geliyordu. Kepler'in deyişiyle, şişkin bir sosisi ortasından sıkıp etin uçlara doğru itilmesini sağlamak gibi. Böylece Kepler fi¬zikle ilgili sezgilerini kullanarak, yörüngenin tam bir da¬ire değil, bir tür oval olması gerektiği sonucuna ulaştı. Bundan sonra tüm çabasını hangi ovalin kendi alan ya¬sasıyla birlikte Tycho'nun gözlemlerine de uyduğu nu belirlemeye harcayacaktı.
Hangi ovalin tam olarak uygun olduğunu ve bu ova¬lin nasıloluşturulacağını belirleme işi, 1604 yılı boyun¬ca süren, karmaşık bir işti. Kepler, Longomontanus'a yazdığı mektupta yirmi farklı yol denediğini söylüyor¬du. Sonunda, olası oval yörüngenin bir benzeri olarak elips kullanmayı düşündü. Ovallerin alt kümesi olan elipsler, özellikle alan hesaplarında kullanımlarını ko-laylaştıran matematiksel özellikleri olan şekillerdir. Bu yaklaşık eliptik yörünge ve alan yasasıyla varılan hatalı sonuç, dairesel yörünge ile varılan hatalı sonucun tam tersiydi. Sosis çok fazla sıkılmıştı. Kepler bunun üzeri¬ne doğru yörüngenin arada bir yerde olması gerektiği sonucuna ulaştı.
Aradaki bu yeni elipsin ilginç bir özelliği vardı: Gü¬neş tam olarak odaklarından birinde yer alıyordu. As¬lında Kepler'in bu yeni yörüngeye duyduğu ilgi, Mars'ın yörüngesinin dörtte birini tamamladığı noktada bir da¬ireden tam olarak ne kadar içeri girdiği düşüncesinden kaynaklanıyordu. Daha önceki denemesinde olduğunun yarısı kadar içeriye girmesi gerektiğini biliyordu ve son¬ra birden, Güneş başlangıç olarak alınıp ölçüldüğünde, bu uzaklığı tanımlayacak kısa bir trigonometrik yol ol¬duğunu fark etti; bu da eliptik bir yörünge gerektiriyor¬du. Ayrıca, Mars'ın Güneş'e olan uzaklığının yörüngesi boyunca nasıl değiştiğini anladı. Bu özel elips, alan ya-sasıyla ilgili bir problemi ortadan kaldırmış oluyordu. Bu düşünceler aklına bir anda gelmişti. Kepler bir yazı-sında şöyle diyordu: "Bir rüyadan uyandırılmış ve yeni bir ışık görmüş gibiydim." Böylece gezegenlerin yörün-gelerinin, odaklarından birinde Güneş'in bulunduğu elipsler olduğunu söyleyen, gezegenlerin hareketiyle il¬gili "ilk yasasına" ulaştı.
Kitap sadece Mars'la ilgili yeni bir kuram hakkında değildi. Kepler'in Mars araştırmalarına dayanan, gökbi-lim kuramına tamamen yeni fiziksel bir yaklaşımın ilk kez ortaya çıkışıydı. Bu yüzden Kepler kitabının adını Astronomia Nova AITIOLOGHTOI, Seu Physica Co¬elestis, Tradita Commentariis De Motibus Stellae Mar¬tis yani Mars'ın Hareketi Hakkındaki Yorumlardan Yola Çıkarak Ele Alınan, Nedenlere Yani Göksel Fiziğe Dayanan Yeni Gökbilim koydu. Kitabın, kendi fiziksel gökbiliminin ya da Kopernik sisteminin doğru olduğunu kanıtlayamayacağını biliyordu. Matematikçi gökbilim¬ciler, Kepler'in kitabın en ilgi çekici özelliği olduğunu düşündüğü yeni gökbilim kuramlarının fiziksel temelini göz ardı etmeye çok istekli olacaktı. Kepler, tezini gök¬bilim kuramlarıyla ilgili çalışmalarının üzerine kurmuş¬tu. "Hareketin fiziksel nedenleri üzerine kurulmuş bu yaklaşımdan başka bir yaklaşım başarılı olamazdı." di¬yordu. Ancak elipsi ve belirli bazı sezgileri sayesinde de alan yasasını bulmuş olması akıl yürütme biçiminin de doğru olmasını gerektirmiyordu.
1605 yılının paskalyasında, Kepler Mars'ın yörünge¬sinin elips olduğunu anlamıştı, ama daha yazacak çok şeyi vardı. Kitabı yayımlatabilmek için Kepler'in önce Tycho'nun gözlemlerine dayanarak yaptığı bütün çalış¬maları denetleme hakkını elinde bulunduran Tengnagel ile anlaşması gerekiyordu. Tengnagel'in işine karışması, özellikle de Rudolf Cetvelleri işini elinden aldıktan son¬ra, Kepler'in katlanabileceği bir durum değildi. Kepler, Tengnagel'in kitaba bir önsöz yazmasını kabul etti. Tengnagel önsözde okuyucuları "Kepler'in hiçbir şeyin¬den, özellikle de fiziksel tezler konusunda Brahe'nin fi¬kirlerine karşı çıkma cüretinden etkilenmemeleri" konu-sunda uyarıyordu.
Her şey çok yavaş ilerledi ve Astronomia Nova 1609 yılına kadar yayımlanamadı. Özel matematikçisinin ça¬lışmasını dağıtma hakkı imparatorundu, fakat sonunda Kepler, yapılmayan ödemelere karşılık tüm nüshaları yayımcıya teslim etmek zorunda kaldı. Tarihteki en önemli gökbilimsel çalışmalardan biri olacak bir kitap için hiç şanslı bir başlangıç değildi.
Astronomia Nova 340 sayfalık, anlaşılması biraz zor bir kitaptı. Kepler'in başyapıtı olduğu kabul edilir. Ma-tematiksel de ha ve eşsiz bir yaratıcılık ürünüdür. Kep¬ler'in iddiasının, gezegenlerin hareketiyle ilgili bilgiye sadece bu hareketlerin fiziksel sebeplerinden yola çıkı¬larak ulaşılabileceği iddiasının doğru olduğu sonunda kabul edildi. Gökbilimin fiziksel olması gerektiğini ka¬nıtlamasına rağmen ilginçtir ki zaman içinde ona özgü fizik bir yana atıldı. Ölümünden sonraki nesiller, Gü¬neş'ten gezegenleri hareket ettiren bir kuvvet gelmedi¬ğini kabul etti. Isaac Newton'un geliştirdiği göksel me¬kanik tamamen farklıdır. Gezegenlerin eğilimi düz çiz¬giler üzerinde hareket etmektir, ama Güneş'in çekim gücü onları çevresinde dönmeye zorlar. Ancak bu fark¬lı fizikI e bile Kepler'in ilk iki yasasına ulaşılır: Gezegen¬lerin yörüngeleri, odaklarından birinde Güneş'in yer al¬dığı eliptik şekillerdir ve bir gezegenin eşit zaman ara¬lıklarında taradığı alanlar birbirine eşittir.
Astronomia Nova tamamlanınca Kepler çalışmalarına ara verdi ve dikkatini Galileo'ya çevirdi. Kendisi de Ko¬pernik sistemi için fiziksel kanıtlar aramış olan İtalyan, Kepler'in özenle sunduğu fiziksel gökbilime nasıl bir tepki verecekti? Galileo'nun o sırada Astronomia No¬va'yı incelemediğinden, tüm Avrupa'da kendisinden söz ettirecek ve adını sonsuz kılacak gökbilimsel keşifler yaptığından haberi yoktu.
15 Mart 1610'da, Prag'a şaşırtıcı bir haber ulaştı: Ga¬lileo dört yeni gezegen keşfetmişti. Bu haber Kepler'in arkadaşı, imparatorluk meclisi üyesi J ohann Matthaus Wackher von Wackenfels'i öyle heyecanlandırmıştı ki arabasını Kepler'in evinin önünde durdurup olanları an-latmak için onu sokağa çağırdı. İkisi de çok etkilenmiş¬ti, güç bela konuşabildiler. Haberin heyecanı içinde ağızlarında bir şeyler geveleyip gülüştüler. Kepler heye¬canlanmıştı ancak bir yandan da utanmış ve kafası ka¬rışmıştı. Kendi çokyüzlüler kuramı için bu keşif ne an¬lama geliyordu? Gerekli gezegen sayısını belirlemişti ve başka gezegene yer yoktu.
Haber Prag'a ilk ulaştığında Galileo'nun kitabı daha baskıdan çıkmamıştı. Sidereus Nuncius'un (Yıldızların Habercisi) (1610) şehre ulaşan ilk nüshası, düşünceleri¬ni öğrenmek için kitabı matematikçisine veren meraklı imparatora aitti. Kitabı inceleyen Kepler rahatladı. Ye¬ni gezegenler, Galileo'nun yeni icat edilen teleskopu kullanarak keşfettiği, Jüpiter'in daha önceden bilinme¬yen uydularıydı. Jüpiter'in uydularına ek olarak, Gali¬leo Ay'ın yüzeyinin engebeli olduğunu ve Dünya'ya benzediğini kesin olarak gösteriyordu. Teleskopunu yıl¬dızlara da çevirerek daha önce görülmemiş binlerce yıl¬dız olduğunu açığa çıkardı. Samanyolu'nun, zayıf ışıkla¬rı gökyüzünde bulanık bir şerit halinde birleşen binler¬ce yıldızdan oluştuğunu gösterdi.
Teleskopla gözlem yapmanın ortaya çıkışı gökbilirnde yeni bir çağ başlatacaktı. Bu arada Galileo'nun söyledi¬ği şey o kadar radikaldi ki pek çok insan inanmayacak¬tı. İmparatorluk matematikçisi olduğu için Kepler'in gö¬rüşlerinin önemi olacak ve Galileo'ya inanılırlık sağlaya-caktı. Galileo, Prag'daki Toskana büyükelçisine kitabın bir nüshasıyla beraber Kepler'in görüşünü soran bir mektup gönderdi. 13 Nisan'da Kepler büyükelçinin ko¬nutunu ziyaret etti ve Galileo'nun isteği kendisine bildi¬rildi. Resmi ulak bir hafta içinde Toskana'ya dönüyor¬du, Kepler o zamana kadar cevabını hazırlayacağına söz verdi. Galileo'ya yazdığı mektubu 19 Nisan'da bitirdi.
Pek çok insan mektupta yazanları merak ettiğinden, Kepler mektubunu Dissertatio euro Nunceo Sidereo (Yıldızların Habercisiyle Sohbet) (1610) başlığıyla 35 sayfalık küçük bir kitap halinde bastırdı. Ortaya çıkan alışılmamış bir eserdi. Kepler'in teleskopu yoktu, bu yüz¬den gözlemleri doğrulayamazdı. (Ne kadar uğraştıysa da Galileo'nun kendisine bir teleskop göndermesini sağlaya¬madığından sonunda bu yeni olguyu kendi gözleriyle görmek için bir tane ödünç almak zorunda kaldı.) Kep¬ler'in Galileo'ya destek vermek için yapabileceği ancak, işe teleskoptan başlayarak, Galileo'nun söylediklerinin akla yatkın olduğunu belirtmek olabilirdi. Daha önceki optik kuramlarda, merceklerin bir araya getirilerek imge¬lerin büyütülmesi ilkesinden dolaylı olarak bahsedilmişti. Ancak bu, Kepler'in Astronomia Pars Optica' da gözden kaçırdığı bir şeydi. Beş ay sonra sorunu çözdü ve ertesi yıl Dioptrice (Kırılma) (1611) adlı yapıtında, iki mercek¬li sistemlerle ilgili ilk detaylı optik kuramı yayımladı. Ki¬tapta, günümüzde "gökbilim teleskopu" veya "Kepler teleskopu" olarak isimlendirilen, iki dışbükey merceğin kullanıldığı üstün bir teleskop tasarımı da yer alıyordu.
Kepler'in yapabileceği tek şey Galileo'nun keşiflerini heyecanla karşılamak ve anlamları üzerine tahminler yürütmekti. Galileo'nun Ay'ın coğrafi yapısı ile ilgili olarak söyledikleri konusunda, Kepler Galileo'nun Ay'ın yüzeyindeki dağ ve krater gözlemlerini ve analiz¬lerini inandırıcı bulduğunu söyledi ve bu kraterli görü¬nüşün Ay'ın hafif ve gözenekli olmasından (ki bu du¬rum, Kepler'in fiziksel gökbilimine göre Ay'ın Dünya¬nın çevresindeki hızlı dönüşünü açıklardı) kaynaklana¬bileceği tahmininde bulundu. Belki de kraterler Ay'da yaşayanların, 14 gün boyunca Ay'ın yüzeyine güneş ışı¬ğı gelirken, gölgelerine sığınmak için inşa ettiği büyük yuvarlak siperlerdi.
Jüpiter'in uyduları Galileo'nun en olağanüstü keşfiy¬di. Kepler' e göre bu keşif günmerkezliliği doğruladığı için önemliydi. Jüpiter'in de uydularının olması, Dün¬ya'nın uydusunu kaybetmeden Güneş'in etrafında döne¬meyeceği itirazını ortadan kaldırıyordu. Aynı zamanda, uyduların Jüpiter'in dönüş düzleminde dönüyor olması, uyduların Jüpiter'den gelen bir gezegenleri hareket et¬tiren kuvvet sayesinde hareket ettiğini düşündürüyor¬du. Tıpkı Kepler'in Astronomia Nova'da Ay'ın Dünya¬nın dönüşüyle hareket ettiğini öne sürmesi gibi. Son ola¬rak, Jüpiter'in uyduları Kepler'e Jüpiter'de akıllı yara¬tıklar yaşadığı fikrini verdi. Başka ne sebeple Tanrı, Jü¬piter' e bizim göremediğimiz böyle bir özellik bağışlamış olabilirdi ki?
Dissertatio'nun yayımlanmasıyla Kepler, Galileo'yu ve keşiflerini açıkça destekleyen ilk gökbilimci oldu. İmparatorluk matematikçisinin desteği, kendisini eleşti¬renlerin sözlü saldırılarının etkisini azaltmakta Galileo'ya yardımcı oldu. Ama bunun karşılığında Kepler Galileo'dan hiç teşekkür almadı ve gökbilimdeki daha önemli başarıları için takdir görmedi. Kepler İtalyanla birkaç kez daha bağlantı kurmayı denediyse de, on yedi yıl sonra aldığı önemsiz bir not dışında, Galileo'dan hiç haber almadı. Bu iki büyük gökbilimcinin, aynı devir de yaşamış ve iletişim kurmuş olmalarına rağmen, bağlan¬tıları yoktu. Alçakgönüllü bir kişi olan Kepler hiçbir za¬man Galileo'nun incitici, umursamaz tavrından şikâyetçi olmadı. Görünüşe göre, Galileo Kepler'in gökbilim kuramında yaptığı reformun farkında değildi.
1611 yılına gelinmişti, Kepler 39 yaşındaydı. Prag'a gelişinden bu yana geçen on bir yıl içinde, Johannes Kepler kendine güveni olmayan bir göçmen olmaktan çıkıp imparatorluk başkentindeki bilginler arasında önemli bir şahsiyet ve uluslararası bilimsel üne sahip bir kişi olmuştu. Tycho Brahe'nin bilimsel mirasçısı olması ve kaleminden peş peşe çıkan önemli çalışmalar, Kep¬ler' e gökbilim konusunda her şeyi bilen bir kişi havası verdi. Hatta İngiliz şair John Donne Ignatus his Conc¬lave (1611) adını verdiği yergisinde "Tycho Brahe'nin ölümünden sonra gökbilim Kepler'in sorumluluğunda, öyle ki onun bilgisi haricinde gökyüzünde yeni bir şey olamaz." diye yazdı.
Kepler'in ününün arttığı dönemde sıra dışı bir kişiliğe sahip olan hamisi yavaş yavaş deliriyordu. Prag'a taşın¬madan önce imparatorun yönetimini uzaktan gözlemle¬yen Kepler, imparatorun "Archimedes tavrına" yani bir çeşit dinamik durağanlık olarak nitelediği tavrına şaşır¬mıştı. Gördüğü kadarıyla imparator her şeye rağmen bir şekilde Osmanlı Türkleriyle çıkmaza girmiş uzun bir sa¬vaşı sürdürmeyi, aynı zamanda da imparatorluğun kav¬gacı eyaletlerinin dağılmasını engellemeyi beceriyordu. Ancak Kepler'in 1600' de Prag' a varışından beri, impara¬torun hastalık derecesindeki ürkekliği ve aşırı inatçılığı yalnızlığa, tam bir kararsızlığa ve paranoyaya dönüş¬müştü. Kendisini dünyadan soyutlayarak her şeyden eli¬ni çekmiş, Hradschin'deki değerli koleksiyonlarının ara¬sına kapanıp adeta kendi kalesinde bir mahkûm olmuş¬tu. Pek çok insan zaten dengesiz olan akli durumunun kötüye gittiğini söylüyordu.
Sabit fikirliliği ve pasifliği Hapsburg hanedanını ve imparatorluğu tehlikeye sokmaya başlayınca Rudolf' a karşı bir komplo kuruldu. Nisan 1606'da Avusturyalı Hapsburgların Viyana' da yaptığı gizli bir toplantıda, ai¬le Rudolf'un aileden uzak ve hırslı küçük kardeşi Matt¬hias'ı ailenin başı olarak tanımak konusunda anlaştı. İki yıl sonra Matthias silahlı bir birlikle kardeşine karşı ha¬rekete geçti. 20.000 kişilik bir orduyla Viyana'dan yola çıkarak Moravya' dan geçip Bohemya'ya, oradan da bir günlük yürüyüş mesafesindeki Prag'a vardı. Kesin bir yenilgiyle yüz yüze olan imparator teslim oldu. Rudolf ölümünden sonra Matthias'ın Bohemya Kralı olacağını duyurdu. Macaristan Krallığını, Avusturya ve Moravya arşidüklüklerini o andan itibaren geçerli olmak üzere Matthias' a devretti, kendisine sadece Bohemya, Silezya ve Lusatia'yı ayırdı.
Gücünü yitiren imparator şimdi de zorla kendisinden din özgürlüğünü garanti altına alan bir imparatorluk fermanı alan (1609) Bohemya temsilciler meclisindeki güçlü Protestanların baskısıyla karşı karşıyaydı. Kendi-sinden zorla alınan tavizler karşısında bunalan ve yavaş yavaş delirmekte olan Rudolf, ülkesinin ve başkentin kontrolünü tekrar kazanmak için ümitsiz bir girişimde bulundu. Ertesi kış, RudoIf açıklanamaz bir şekilde Passua piskoposu olan kuzeni Arşidük V. Leopold'dan Bohemya'yı istila etmesini istedi. Leopold'un ordusu Bohemya'dan Prag' a kadar yol üzerindeki yerleri yağ¬maladı, Hradcany ve Küçük Mahalle'yi de istila etti.
Protestan güçlerinin ateşli savunması (onlar da Eski Kent'teki Katolik kiliselerini ve manastırlarını talan et¬mişti) ve yüklü bir rüşvet Leopold'un saldırısına son verdi, ancak artık Rudolf tükenmişti. Bu krizin ortasın¬da Protestan temsilciler Matthias'ın tarafına geçti. 23 Mart 1611'de Rudolf tahttan indirildi ve Matthias Bo¬hemya krallığı tacım giydi. Akli dengesini ve gücünü yitirmiş olan imparator, kalan günlerini Hradschin'de geçirdi ve yaklaşık bir yıl sonra 20 Ocak 1612'de orada öldü.
Kepler sonuna kadar hamisine sadık kalmıştı. Kendi¬sinden tavsiye istenmesine rağmen, astrolojiyi saf bir adam olan imparatorun zaten karışık olan zihninden uzak tutmak için elinden geleni yaptı. İmparatorun düş¬manları kendisine geldiğinde, astrolojik analizleri impa¬ratorun lehine çevirip Rudolf'a uzun bir ömür biçerken Matthias'ın başına belaların geleceğini söyledi. Ama du¬rumun kötüye gittiğini görüyordu. Yukarı Avustur¬ya'mn başkenti Linz'de geleceği olan bir iş buldu. İmparatorun ölümünden sonra Kepler'i Prag'a bağlayan bir şey kalmamıştı. Nisan ortasında Linz'e gitmek üzere şe¬hirden ayrıldı.
 
DÜNYA'NIN UYUMU

Kepler 1612 yılının Mayıs ayında Linz'e vardığında duygusal yönden tükenmiş durumdaydı. İmparatorluk başkentindeki, kendisinin de içinde bulunduğu dönem¬de güçlü bir yaratıcılık ve üretkenlik gösterdiği entelek¬tüel sınıf iç savaşa dalmıştı. Bir önceki yılın korkunç olayları onu gökbilim çalışmalarına devam etme isteğin¬den mahrum bırakmıştı.
1611 yılı sadece Prag için değil Kepler ailesi için de yıkıcı ve üzüntü dolu bir yıl olmuştu. Yılın başında Kep¬ler 'in karısı Barbara, Macar hummasına yakalandı ve akli dengesizlik belirtileri göstermeye başladı. O iyileş¬meye başladığı sırada üç çocukları da çiçek hastalığına yakalandı. Sekiz yaşındaki Susanna (aynı adı taşıyan ikinci kızı) ve üç yaşındaki Ludwig hastalığı atlattı, ancak Kepler'in gözdesi olan altı yaşındaki sevgili oğlu Friedrich 19 Şubat'ta öldü ve Barbara bunalıma girdi. Sonra Arşidük Leopold'un birlikleri şehre saldırdı ve Kepler'in Eski Kent'te yaşadığı bölge başıboş Bohemya¬lı Protestan köylülerce istila edildi. Bu noktada, Kepler ailesini Prag'dan uzaklaştırma çabalarını artırdı. Fakat 1611 Haziranında bir takım anlaşmalar yapmak için git¬tiği Linz'den döndüğünde Barbara'yı, Matthias'ın Avusturyalı birliklerinin Prag'a getirdiği bulaşıcı bir hummaya yakalanmış ve ölmek üzere buldu. 3 Temmuz 1611'de Barbara öldü.
Prag'ın gergin ve güvensiz atmosferinden uzak ol¬maktan memnun olmasına rağmen Linz' e varışına suç¬luluk duygusunun verdiği acı eşlik ediyordu. Üç yıl ön¬ce, sade kişiliği imparatorluk başkentinde huzur bula¬mayan karısını rahat ettirmek için Linz'e taşınma plan¬larına başlamıştı. Orayı Barbara'nın doğduğu yer olan Graz'a benzerliği nedeniyle seçmişti. Linz, Styria'nın kuzeydoğusundaki Yukarı Avusturya dükalığının taşra başkentiydi. Arşidük Ferdinand'ın günah çıkarma te¬mizliğinden önceki komşusu gibi, Yukarı Avusturya'da da hakim inanış Protestanlıktı. Hapsburglara ait top¬raklarda yer aldığı için Kepler işine orada devam edebi¬lecekti. İmparatorluk matematikçisi karısının yokluğun¬da, bir üniversitesi ve matbaası olmayan, Protestan oku¬lu Graz'dakinden bile aşağı seviyede olan bu kentte kendini yabancı hissediyordu.
Kepler'in özelliklerine sahip biri için uygun bir mevki bulmak zordu. Rudolfun tahttan çekilmesinden sonra, bazı Yukarı Avusturyalı soyluların daveti üzerine, Yuka¬rı Avusturya Eyalet temsilcilerine hizmetlerini sunmayı teklif etti. Kepler'in Rudolf Cetvelleri üzerinde çalışmaya devam etmesini, Yukarı Avusturya'nın haritasını çıkar¬masını ve "işe yarar ve uygun" olmak koşuluyla istediği matematiksel, felsefi ve tarihsel çalışmayı yapmasını ön¬gören bir anlaşma yapıldı. Uygulamada, yapacağı iş Graz'daki işinin aynısıydı: Bölge matematikçiliği ve bölge okulunda öğretmenlik. Onun özelliklerine sahip biri için doğrusu bu sıradan bir mevkiydi, ancak Linz'deki yetkililer, yüksek imparatorluk memuriyeti için bile fazla olan 400 florinlik maaşım düzenli olarak ödüyorlardı.
Kepler'in toplum içinde dikkat çekmesine neden olan yüksek vasıfları ne yazık ki Linz'deki dindaşlarının onun her yaptığını soruşturmasına yol açtı. Linz'e varı¬şının hemen ardından Kepler, Tübingen ilahiyat fakül¬tesinin eski mezunlarından başpapaz Daniel Hitzler'den kendini cemaate kabul etmesini istedi. Öğrencilik gün¬lerinden beri Luterci dogmayı sorgulayan Kepler, Lu¬tercilerin katı inanç fermam olan Uyum Formülü'nü im¬zalamayı reddetmişti. Onu özellikle ilgilendiren konu Komünyon'un yorumu konusuydu. Kepler o konuda Lutercilerin nefret ettiği Kalvencilerin tarafında yer alı¬yordu. Hitzler, Kepler'den Uyum Formülü'nü imzala¬masını istedi. Kepler, Komünyon'un yorumu ile ilgili madde sebebiyle imzalamayı reddetti, Hitzler de cema¬ate kabul etme işlemlerini yapmayarak Kepler'i cemaat¬ten dışladı.
Kişisel inançları nedeniyle, hele de bunlar dogmamn sadece ilahiyatçıların takdir edebileceği ince bir noktası ile ilgiliyken, Protestan cemaatinin dışında tutulması Kepler için çok acı vericiydi. Ağustos'ta Stuttgart'taki kilise idare heyetine Hitzler'in kilise yönetimi konusun¬da şikâyette bulundu. Dilekçesi, Hitzleri her konuda destekleyen ve Kepler’e "ilahiyatla ilgili spekülasyonlar¬dan" kaçınmasını, matematik çalışmalarıyla ilgilenmesi¬ni tavsiye eden bir mektupla reddedildi. "Yolunu kay¬betmiş bir koyun" olarak uysallıkla "baş çobanın" sesini takip etmeliydi. Kepler vicdani konularda "koyun gibi" bir yapıya sahip olmamasına rağmen sessiz kalmaya ve sorun çıkarmamaya söz verdi.
Yine de, geleneklere ters düşen görüşleri yüzünden dedikodulara hedef olmaktan kurtulamadı. İnançları baskı altına almak isteyenlerin ve muhaliflerini karala¬yanların aksine, Kepler Lutercilikten, Kalvencilikten ve Katoliklikten dinsel gerçeğin unsurlarını aldı. Kepler ön¬ce döneklikle, sonra da Keplerci bir inanç kurmaya çalış¬makla suçlandı. Bu dedikodulara sert bir cevap verdi:
"Üç büyük mezhebin gerçeği aralarında parçalaması be¬ni o kadar üzüyor ki, gerçeğin parçalarını, her nerede bu¬lursam, bir araya getirmem gerekiyor." Almanca konuşu¬lan bölgeler yıkıcı bir din savaşına doğru karşı konulmaz şekilde ilerlerken bile, inançlar arasında arabulucu rolü üstlenmeye çalışmaktan hiç vazgeçmedi. Ödülü şüphe, dedikodu ve tehdit oldu. Kepler'in cemaatten dışlanması-mn son perdesi, 1617 yılının sonbaharında Tübingen'de¬ki eski ilahiyat hocası Matthias Hafenreffer' e yaptığı acı verici ve sıkıntılı ziyaretin ardından gerçekleşti. Cemaate tekrar kabul edilme umuduyla, Hafenreffer ile Uyum Formülü'nü imzalamayı vicdanen reddetmesi konusunda ateşli ve detaylı bir yazışmaya başladı. Karşılıklı ikişer mektuptan sonra, Hafenreffer yazışmalarım bir karar ve¬rilmesi için ilahiyat fakültesi ve kilise idare heyetine sun¬du. Tartışma zamam geçmişti. Hafenreffer 31 Temmuz 1619'da verilen resmi kararı Kepler'e iletti: "Ya hatalı ve tamamen man tık s ız olan garip fikirlerinizi terk edecek ve ilahi gerçeği alçakgönüllü bir inançla benimseyeceksiniz ya da kilisemizden ve cemaatimizden uzak duracaksınız." Kepler Luterci kiliseden fiilen afaroz edilmişti.
1612'de Linz'e varışından sonra Kepler'in ilk projesi çocuklarına bakıp evini yönetecek yeni bir eş bulmaktı. Bu arayışa çok istekli olarak girişti, ancak ona has tek bir şeye yoğunlaşamama sorunu da arayışına eşlik edi¬yordu. Kepler bir eş bulmak için izlediği eziyetli yolu, adı verilmeyen soylu bir arkadaşına yazdığı, çeşitli adaylardan sadece numaralarıyla bahsetmesinin sürece eğlenceli bir matematiksel hava kattığı bir mektupta an¬latmıştır. Kepler gezegenler kuramı konusunda yıllarca süren çalışmalarını "Mars ile mücadele" olarak adlan¬dırmıştı. Hangi adayı seçeceği konusunda zihninde de aynı şekilde bir mücadele başladı.
Bir Numara, kendisinin ve karısının Prag'dan tanıdı¬ğı, karısının ölmeden önce Kepler' e onu tavsiye ediyor¬muş izlenimini verdiği bir duldu. Gençlik tutkuları geç¬mişte kalmış, olgun bir erkeğin ev idaresinde deneyimli bir kadınla evlenmesi uygun görünüyordu. Fakat bu ka¬dının evlenme yaşına gelmiş iki kızı vardı ve servetini kontrol eden vekili ile ilişkisinin bozulmasını istemiyor¬du. Ayrıca sağlıklı görünmesine rağmen nefesi pis koku¬yordu ve Kepler onu altı yıl sonra gördüğünde hiç de çekici bulmamıştı. Kadının kızlarından birinin zaman içerisinde İki Numara olmasıyla işler iyice karıştı ve bi¬raz da yakışıksız bir hal aldı. Genç kız çekiciydi, iyi yetişmişti ama lükse alışkındı ve bir evi idare edebilecek olgunluğa sahip değildi. İşe yaramaktan çok gösteriş yapmaya yarardı. Bu noktada seçenekler karşısında ser¬semleyen ve karısının böyle bir durumda ne isteyeceği¬ni hesaba katmanın iyi bir fikir olup olmadığını sorgula¬yan Kepler, Prag'dan ayrıldı.
Bu olasılıkların dışında bir de çekici ve çocuklarla iyi anlaşan biri olan Bohemyalı bir dul, Üç Numara, vardı. Kepler'le evlenmeye istekliydi ancak nişanlıydı, ama adam o sıralarda bir fahişeyi hamile bırakınca kadın ni¬şan yükümlülüğünden kurtuldu. Ancak bu da işi sonuç¬landırmaya yetmedi.
Liste, Linz' deki saygın bir aileden gelen, çekici, atle¬tik yapılı Dört Numara'yla devam etti. Kepler'in aklı Beş Numara ile meşgul olmasaydı iyi bir çift olabilirler¬di. Dört Numara'yla karşılaştırıldığında Beş Numara o kadar saygın bir aileden gelmiyordu, daha az mülkü ve daha küçük bir çeyizi vardı. Ama ciddiyeti, bağımsızlığı ve her şeyin ötesinde sevgisiyle ve Kepler'in onun alçak gönüllülüğüne, tutumluluğuna, çalışkanlığına ve üvey çocuklara olan sevgisine olan güveniyle öne çıkıyordu.
Kepler her şeye rağmen Üç Numara'yla evlenip evlen¬memek konusunda tavsiye beklerken bocalıyordu. On¬dan vazgeçtiğinde tekrar Dört Numara'yı düşünmeye başladı ama bu arada Dört Numara beklemekten bıkmış ve başka biriyle nişanlanmıştı. Beş Numara da cazibesi¬ni yitiriyordu. Altı Numara'nın belli bir asaleti vardı ama olgun değildi ve muhtemelen kibirliydi. Beş Numa¬ra' dan vazgeçtiği için kendisini beceriksiz hisseden Kepler ona döndü. Ama o zaman da, kadının sıradan bi-ri olmasından kaygılanan arkadaşları soylu bir kadın olan Yedi Numara'yı tavsiye etti. İyi bir adaydı ama Kepler karar veremedi, bu yüzden kadın onu reddetti.
İmparatorluk matematikçisinin kur yapmaktaki bece¬riksizliği Linz' de dilden dile dolaşıyor, fakat aday geçi¬di de sürüyordu. Sekiz Numara'nın, Kepler'in cemaat¬ten dışlanmış olmasına bağlı tereddütleri vardı. Dokuz Numara ise akciğerlerinden rahatsızdı, Kepler bunu öğ¬renince kadına bir başkasına aşık olduğunu söyledi. On Numara çirkin ve öyle şişmandı ki, Kepler insanların görünüş bakımından bu kadar zıt olmalarına güleceğin¬den korktu. Son olarak On Bir Numara'dan uzun bir bekleyişten sonra vazgeçti çünkü kadın çok gençti.
Beş Numara uzun süredir aklındaydı. Cesaretini top¬layıp ona geri döndü, evlenme teklif etti, o da kabul et¬ti. Kepler'in yeni karısı, uzun yıllar boyunca Kepler'in Linz' deki hamilerinden birinin eşi olan Barones von Starhemberg'in koruması altında yaşamış, bir marango¬zun öksüz kalmış kızı Susanna Reuttinger'di. Susanna'nın 24 yaşında olması ve 41 yaşındaki Kepler'den hayli genç olması yine dedikodulara neden oldu. Kep¬ler'in üvey kızı Regina bile Susanna'nın Kepler'in çocuklarına üveyannelik yapamayacak kadar genç oldu¬ğunu söyledi. Ama Kepler Susanna'yı seviyor ve ona güveniyordu. 30 Ekim 1613'te evlendiler. Susanna Kep¬ler' e ancak biri ya da ikisi hayatta kalan yedi çocuk da¬ha verdi. Bundan sonra Susanna hakkında pek fazla bil¬gi yoktur, çünkü Kepler'in yaşamöyküsünde başına kö¬tü şeyler gelmeyen kişilerden pek bahsedilmez.
Kepler'in soylu arkadaşına, talihsizliklerle dolu yeni bir eş seçme macerasını anlattığı mektubun dokunaklı hatta komik olmasına rağmen Kepler bu süreçten etki¬lenmişti. Gerçek aşkını ona göstermeden önce Kepler'i bir o yana bir bu yana savuran olaylar dizisinde takdiri ilahinin rolünü sorgulamaktan başka bir şey yapama¬mıştı. Bütün o süreçte gelecekteki karısının konumu, ai¬levi yükümlülükleri, zenginliği ve kendisinin toplumda¬ki saygınlığı gibi konular üzerinde düşünerek oyalanmış ama sonunda dürüst ve sıradan bir kadın seçmişti. Yap¬tıkları kendi karakterini sorgulamasına neden oldu. "Evrenin karşısında düşünceye daldığımda neredeyse dokunabildiğim Tanrı'yı kendi içimde de bulabilir mi¬yim?" diye soruyordu.
Kepler bilimsel çalışmalarına döndü. Hala onu tüke¬ten gökbilim çalışmalarına kendini veremiyordu. Şarap fıçılarıyla ilgili ilginç bir matematik problemi üzerinde çalışmaya karar verdi. 1613 yazında, Rudolf'un ölümün¬den sonra tahta geçen ve hemen ardından Kepler'in im¬paratorluk matematikçiliği görevini onaylayan İmpara¬tor Matthias'tan Regensburg'a gelmesi için davet almıştı. Tuna boyunca Linz' e dönerken, nehrin kıyısında farklı şekil ve büyüklüklerde şarap fıçıları olduğunu fark etti ve bu fıçıların hacimlerinin matematiksel olarak nasıl ifade edilebileceğini düşündü.
Fıçıların kenarları düz olmadığından, hacimlerini, her biri bir sonrakinden büyük ya da küçük olan çok sa¬yıda ince diskin toplamı olarak hesaplamanın bir yolunu bulmak zorundaydı. Kısa süre içinde, benzer tekniklerin tüm üçboyutluların hacimlerinin hesaplanmasında kul¬lanılabileceğini fark etti. Çalışmasını, özellikle düzlemle¬rindeki herhangi bir çizgi çevresinde dönen koni biçi¬mindeki kesitlerden oluşan (daire, elips ve parabolü içe-ren eğriler ailesi) şekilleri de içerecek biçimde genelleş¬tirrnek istiyordu. Bazı açıklamalarında matematiksel ke¬sinlik eksik olmasına rağmen bu çalışma (her ne kadar Nova Stereometria Doborum Vinariorum (Şarap Fıçıla¬rının Yeni Bir Stereometrisi) gibi sıkıcı bir başlığı olsa da) integral hesabının 17. yüzyıldaki gelişim tarihinin önemli bir parçası oldu.
Kitap olağanüstü bir başarı sağlamadı. Aslında çalış¬ması hiçbir yayımcının ilgisini çekmeyince Kepler, bir matbaacı olan Johannes Planck'ı Linz'e getirtti ve 1615 yılında Nova Stereometria Doliorum Vinariorum Linz'de basılan ilk kitap oldu. Kepler'in üstleri, yani Eyalet temsilcileri bu çalışmadan etkilenmemişti. Mate¬matikçiye sözleşme de belirtilen konularda, yani Rudolf Cetvelleri ve harita üzerinde çalışmasını tavsiye ettiler. Kepler harita üzerinde çalışmak istemiyordu. Yalnızca, çalışması hakkında yazdığı bir raporda belirtiği gibi, bil¬gi toplamak için çıktığı gezilerin "deneyimsiz, kaba ve şüpheci köylülerin çirkin sözleri ve tehditleriyle" bozul¬ması yüzünden değil. Aynı zamanda harita çalışmaları, Rudof Cetvelleri' ne yoğunlaşmışken, dikkatini dağıtıyor¬du. Temsilciler Kepler'in ne demek istediğini anlayarak haritanın sorumluluğunu bölge mühendisine verdiler.
Nova Stereometria Doliorum Vinariorum'un basımı sırasında yaşadığı deneyimin, Kepler'i kendi yayımcısı olmaya mecbur etmek gibi önemli bir sonucu oldu. Son¬raki yıllarda Planck'a Linz'de yazdığı bir dizi çalışmayı basması için verdi. Biraz Planck'ın elinde başka iş olma¬dığı için, biraz da yeni bir baskı hediye nüshaların dağıtılacağı kişilerin sayısını dolayısıyla da Kepler'in alacağı geleneksel para ödülünü artıracağı için kitabın Almanca bir baskısı yapıldı. Bu tür onursal ücretler çoğunlukla kitabın satışından elde edilen gelirden daha fazla olu¬yordu. Almanca baskı yapılırken, resimlerin ahşap ka¬lıpları zaten olduğu için, Kepler'in sadece yeni dizgi ve baskı için ödeme yapması gerekiyordu. Hediye nüshala¬rı dağıtıp karşılığında aldığı onursal ücretlerle kitabın üretim maliyetini karşıladı ve daha tek bir nüsha satıl¬madan 40 florinlik bir net karı oldu. Buna ek olarak 1616 yılında, 11 yıllık bir aradan sonra yıllık astrolojik tahminlerini yayımlamaya yeniden başladı. Bu işi "di¬lenmekten biraz daha onurlu bir iş" olarak görüyordu. Ayrıca sıradaki yayımcılık macerası, gökbilim ders kita¬bının basılabilmesi için bu paraya ihtiyacı vardı.
Kepler, Astronomia Nova'yı yazarken, pek çok oku¬yucunun sunduğu yeni gökbilimi anlamayacağını bili¬yordu. Kitabın felsefi açıdan yabancı olmasına ek ola¬rak, elips ve alan yasası, hesaplamaları daha da karma¬şık hale getirmişti. Kepler daha 1611'de "okul sıraların-daki" öğrencilere ulaşabilecek, ama Rudolf Cetvelle¬dnin kuramsal temellerini de içerecek, ders kitabına benzer bir kitap tasarlamaya başlamıştı.
Kitabı, hocası Maestlin'in pek çok kez basımı yapıl¬mış Epitome Astronomiae adlı eserine bilinçli bir öy¬künmeyle Epitome Astronomiae Copernicanae (Koper¬nik Gökbiliminin Özeti) olarak adlandırdı. Ancak Ma¬estlin kitabında gökbilime girişi yermerkezli olarak öğ-retirken, Kepler günmerkezli gökbilimi bir ders kitabın¬da sunan ilk kişi oldu. Kepler, gökbilimin doğası ve kap¬samı, Dünya'nın şekli, göksel küre, Dünya'nın Güneş çevresindeki hareketi ve Güneş'in birbirini izleyen do¬ğuş ve batışlarından küresel trigonometrideki bazı problemlere kadar pek çok konuyu içeren ilk cildin el yazmalarını Planck'a 1616'da verdi.
Bu cildi bitirdikten hemen sonra, Kepler Planck'a 1618 Yılı Ephemerisi'ni verdi. Ephem eris, senenin her günü için tüm gezegenlerin konumlarını gösteren cetvel¬leri içerir. Bu cetveller astrologlar ve denizciler için çok gerekli olduğundan, Kepler'in zamanında gökbilimciler için karlı bir işti. Rudolf Cetvelleri herkese, kendisinin¬kiler kadar hassas günlük cetveller hesaplamanın yolla¬rını göstereceği ve bu işin kuramını öğreteceği için, Kep¬ler başkalarına bu işin nasıl yapılacağını göstermeden önce kendisi günlük cetveller hazırlayarak işin ticari po¬tansiyelinden faydalanmak konusunda avantajlı olacaktı.
Kepler Astronomia Nova'da Mars için iyi bir kuram oluşturmuştu. 1614'te Linz'de oturmaya başladığı za¬man ara sıra diğer gezegenler üzerinde de çalışmalar yapmıştı ve 1616 yılının Mayıs ayında günlük cetvelleri oluşturmaya çoktan hazırdı. Ama baskının nasıl yapıla-cağı da bir sorundu. Günlük cetveller çoğunlukla ra¬kamlardan oluşuyordu ve normalde matbaalarda yeterli sayıda rakam bulunmuyordu. Bu yüzden Kepler kendi¬ne ait bir rakam kalıbı almaya karar verdi. Detaylı he¬saplamalar da zaman aldı. Kepler'e asistanları da yar-dım etti ama işin çoğunu kendisi yaptı.
Kepler'in rakam kalıplarının sayesinde Planck'ın matbaası işlemeye devam etti. 1618 yılının astrolojik tahminleri 1617'nin sonlarında bitti. 1618'de 1617 ve 1619 yıllarının günlük cetvelleri ve 1619 yılının astrolo¬jik tahminleri basıldı.

Planck matbaada biriken işleri temizliyordu, ancak özel hayatındaki giderek artan sorunlar Kepler'i Rudolf Cetvelleri'ni tamamlamaktan alıkoyuyordu. Öncelikle cemaatten dışlanmış olması zihninde ağır bir yük oluşturuyordu. Aynı zamanda Württemberg'deki ailesinin bazı sorunları olduğuna dair haberler almaya başlamıştı. 1615 yılının Aralık ayının sonunda akrabalarından, 68 yaşındaki annesinin büyücülükle suçlandığını duydu. Hemen hemen bir yıl sonra, işleri kendisi için daha da kötüleştirmemesi için Kepler'in annesi oğluyla yaşaması için Linz' e gönderildi.

1617 sonbaharında Kepler'in özel hayatındaki fırtına daha da arttı. Önce Susanna ile olan ilk çocukları, iki buçuk yaşındaki kızı Margarethe Regina 8 Eylül 1617'de öksürük, verem ve epilepsi nedeniyle öldü. Kı¬sa bir süre sonra da onun adaşı olan üvey kızı Regina 4 Ekim 1617'de öldü. Kepler Regina'nın annesi Barbara ile evlendiğinde o daha yedi yaşındaydı ve Kepler onu başından beri çok severdi. Prag' da geçen yıllarda bir yandan Mars kuramı ile boğuşurken onun genç bir ka¬dın oluşunu izlemişti. 1608 yılında da, o zamanlar Pfalz Elektörü IV. Frederick'in imparatorluk meclisinde tem-silcililik yapan seçkin bir Augsburg ailesinden gelen ve iyi bir eş olan Philip Ehem ile evlendiğini görmüştü. 1610 yılındaki kargaşada Pfalz'a geri dönmüşlerdi ama Regina mektuplarla babasıyla olan bağlantısını devam ettirmişti. Yirmi yedi yaşında öldüğünde, kocasıyla be¬raber Regensburg yakınlarındaki Walderbach'a daha yeni taşınmışlardı.

Philip Ehem'in, Kepler'in üç torunu için yardıma ih¬tiyacı vardı. Kepler'den 15 yaşındaki en büyük kızı Su¬sanna'yı yardım etmesi için geçici olarak yanına gönder¬mesini rica etti. Kepler kabul etti ve Tuna boyunca Re¬gensburg'a kadar Susanna'ya bizzat eşlik etti. Oradan da bu büyücülük saçmalığına bir son vermek üzere ne yapabileceğini görmek için, annesinin o ayın başında döndüğü Württemberg'e gitti.

Yolculuğu boyunca oyalanmak için yanına gökbilim¬ci Galileo'nun babası Vincenzo Galilei'nin Pythagorasçı uyum kuramını savunduğu Dialogo Della Musica Anti¬ca e Moderne (Antik ve Çağdaş Müzik Üzerine Diya¬log) adlı kitabını almıştı. Kepler uzun süredir matema¬tiksel temelleri nedeniyle uyum kuramlarıyla ilgileni¬yordu. İtalyancada biraz zorlanmasına rağmen Latince¬ye oldukça benzediği için yolculuk boyunca kitabın dörtte üçlük kısmını zevkle okudu.

Annesine karşı açılan dava bir kez daha ertelendiği için Württemberg'e yaptığı seyahat verimli olmadı. Bu arada Tübingen'i ziyaret etme fırsatı buldu. Orada yaş¬lı Maestlin'le yeni cetvellerini her yönüyle tartıştı. Ayrı¬ca, sadece matematik alanında değil İbranice ve Arapça gibi doğu dilleri konusunda da uzman olan etkileyici bir gençle, Wilhelm Schickard ile tanıştı. Ancak Kepler'in Hafenreffer ile uzlaşma girişimi geri çevrildi. Dönüşte nasıl olduğunu görmek için Susanna'yı ziyaret ettikten sonra Linz'e geri döndü.

22 Aralık 1617'de, tam Noel şenliklerinin başladığı sı¬rada Linz'e vardı. Son darbe, dönüşünde Susanna'dan olan ikinci çocuğu altı aylık Katharina'yı ölüm döşeğin¬de bulmasıyla indi. 9 Şubat 1618'de Katharina da öldü. Kepler altı aydan daha kısa bir süre içerisinde üç çocu¬ğunu kaybetmişti.

Sonbaharda ara verdiği Rudolf Cetvelleri üzerinde ça¬lışamayacak kadar kötü bir ruh hali içindeydi. Hayatında meydana gelen terslikler karşısında avuntuyu başka bir çalışmada aradı. Bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Cetveller huzurlu bir çalışma gerektirdiğinden onları bıraktım ve Uyum ile ilgilenmeye başladım."

Kepler ilk olarak, Susanna adındaki ilk kızının ölü¬münden sonra ve Styria'da Protestanlara karşı alınan önlemlerin hiç olmadığı kadar baskıcı olmaya başladığı 1599 yılındaki karanlık dönemde Dünya'daki -"uyum¬lar" olarak adlandırdığı- matematiksel düzenliliklerin belirli türlerine yönelik bir çalışma tasarlamıştı. Mate¬matiksel uyumla ilgili fikirlerini daha o zaman çok de¬taylı olarak kâğıda dökmüş, hatta bir gün yazacağı kita¬bın yapısını belirlemişti.

Claudius Ptolemaios'un Uyum adlı eserinin bir nüs¬hasını -önce bir Latince çevirisini sonra da özgün dili Yunanca el yazmasını- elde etmeyi başardığında arada¬ki benzerlik karşısında şaşırdı. Aralarında bin beş yüz yıllık bir zaman dilimi olan iki adamın aynı noktada bir¬leşmesi Kepler' e kutsal olanı düşünmekte zamanı ve mekânı aştığını gösteriyordu. "Cisimlerin mutlak doğası¬nın, birbirinden yüzyıllarla ayrılmış yorumcular aracılı¬ğıyla kendisini insanoğluna sunması, Tanrı'nın bu işte parmağı olduğunu gösteriyordu." diye yazdı Kepler.

1618'de Kepler'in tekrar döndüğü araştırma, kariye¬ri kiliseden bilime yöneldiği zaman yapmaya başladığı araştırmaydı: Doğa aracılığıyla Tanrı'nın zaferini ilan etmek. Mysterium' da olduğu gibi, Yaratıcısının bilgeli¬ğini ortaya koymak için doğanın altında yatan matema¬tiksel düzenliliği göstermeye çalıştı. Bunun alışılmamış bir çalışma olması, bize Kepler'in Tanrıyla usdışı ruhsal birleşme olan gizemciliğe başvurduğunu düşündürme¬meli. Aksine, yaptığı çalışma gayet mantıklıydı. Uyu¬mun temelinde yatan ussal açıklamayı bulma çabasıyla zaman zaman zorlama bir mantık yürüttüyse de makul cevaplar bulana dek amansızca soruların üzerine gitti.

Uyum, insanoğlunun yaşadığı doğadaki temel mate¬matiksel ilişkilerin ilkidir. MÖ 6. yüzyılda Pythagoras¬çılar sayıların uyumdaki rolünü korku ve merakla karı¬şık dinsel bir saygıyla fark etmişti. Gözlenen ilk olgulardan biri müzikteki uyumdu. Bir tel bir kez çekildi¬ğinde çıkan sesle, tel ortadan bastırılıp çekildiğinde çı¬kan ses arasında 1 oktavlık bir aralık vardır. Tellerin uzunluğunun oranı 1/2'dir. Uyumlu seslerin sayısı sı¬nırlıdır. 2/3'lük bir oran beş oktavlık bir ses, 3/4'lük bir oran dört oktavlık, 3/5'lik bir oran majör üç oktavlık, 5/8'lik bir oran minör üç oktavlık, 4/5'lik bir oran ma¬jör altı oktavlık ve 5/6'lık bir oran da minör altı oktav¬lık bir ses verir. Fakat neden bu uzunluklar ve neden uyumlular?

Uyumun aynı zamanda gezegenlerin Dünya'ya olan uzaklıklarını açıkladığı düşünülürdü. Gezegenler armo-nik aralıklara denk gelen uzaklıklarda dizilmiş olmalıy¬dı. Bu uyumlu aralıklar "kürelerin bir müziği" olduğu düşüncesini uyandırıyordu.

Pythagorasçılar ve Platon sayıların vazgeçilmez oldu¬ğunu düşünüyordu. Ama Kepler' e göre sayılar yani ni¬celikler esas değildi. Bu yüzden, Mysterium Cosmog¬raphicum' da neden sadece altı gezegen olduğunu sordu-ğunda altı sayısının önemi üzerine düşünmemişti. Bunun yerine geometriyi esas almıştı. "Cisimlerin başlangı-cından önce, geometri ilahi Zihin ile eş sonsuzluktaydı." diyordu.

Dolayısıyla, uyum hakkındaki çalışmasının temeli geometri üzerine iki önemli bölümle başladı. Klasik Eukleidesçi geometride kullanılan cetvel ve pergel ile oluşturulabilen eşkenar üçgen, kare, beşgen, altıgen, sekizgen ve birkaç başka şekil için farklı "bilinebilirlik" seviyeleri tanımladı. Yedi kenarı olan yedigen bu şekil¬de oluşturulamayacağı için Tanrı da Dünya'yı yaratırken yedigeni kullanmış olamazdı. Vardığı sonucu en iyi bir arkadaşına yazdığı mektupta dile getiriyordu. Ma¬tematik alanında "gereğince bildiğimiz şeyler yalnızca bunlar ve dine saygısızlık olmayacaksa, Tanrı'nın anla¬yışını benimseyerek bu ölümlü dünyada anlayıp anlaya¬bileceğimiz şey de bu."

Kepler'in kitabının ilk iki bölümünün büyük kısmı özgün matematikti. Örneğin yaptığı "uyumluluk" tanı¬mı, matematiğin günümüzde hala uygulanan bir dalının temeliydi. Kepler "uyumluluk" tanımıyla, bir yüzeyin düzlem çokgenlerle düzenli ve tam olarak doldurulabil¬mesini kastediyordu. Kareler, üçgenler ve altıgenler mükemmel bir uyum gösterir ve yer döşemede kullanı-labilirler. Bu nedenle matematiğin bu dalına günümüz¬de "döşeme kuramı" adı verilir. Kepler her ikisinin de 60 yüzü olan ve yıldız üçboyutluları olarak adlandırılan iki yeni mükemmel üçboyutlu keşfettiğini de açıkladı, ama Platon cisimlerinin üzerine (örneğin bir dörtyüzlünün her yüzüne bir yirmiyüzlü eklenmesiyle) oluşturulduk¬ları için, bunların beş temel Platon cismine göre ikinci derecede önemli olduğunu düşündü.

Kepler, yalnızca bir dairenin çevresini bilinebilir çok¬genlerin yüzlerinin sayısıyla aynı sayıda tümleşik parça¬ya bölen bilinebilir çokgenlerin uyumlu orantılar mey¬dana getirdiğini ileri sürerek, matematiğini müzikteki armoniye uyguladı. Örneğin sekizgen ve beşgen biline¬bilir şekillerdir, yani cetvel ve pergelle oluşturulabilir¬ler. Bir sekizgen bir daireyi sekiz eşit yaya böler. Beş¬gen de bilinebilir bir çokgen olduğu için, bu yayların be¬şini bir araya getirip uzunluklarını dairenin çevresiyle karşılaştırabiliriz. Bu durumda uzunlukların oranı 5/8 olacaktır; bu da bir minör üç oktavlık ses aralığındaki tellerin oranıyla aynıdır. Diğer yandan, yedigen biline¬bilir bir çokgen olmadığından 7/8 oranında karşılaştırı¬lan yaylar uyumlu olmayacaktır. İki tür uyum da enin¬de sonunda Tanrı ile onun yarattığı Evren arasındaki ilişkiden kaynaklanır. İn¬sanoğlu Tanrı'nın imgesin¬de yaratıldığı için matema¬tikten haberi olmasa bile, bilinebilir çokyüzlülerce belirlenen uyumlu orantıla¬rı anlama yeteneği doğasın¬da vardır.

Kepler'in uyum konu¬sunda yazdığı kitabın en önemli bölümü, gezegenle¬rin uzaklıkları ve bunun müzikteki armoniyle ilişkisi üzerinde durduğu beşinci bölümdü. Mysterium Cos¬mographieum'da Tanrı'nın gezegenlerin uzaklıklarını beş Platon cismini temel alarak oluşturduğunu iddia et¬mişti. Bu düşüncesinden vazgeçmemişti, ama iki olgu¬nun daha nedenlerini bulmaya çabalıyordu. Biri geze¬gensel dışmerkezliğin büyüklüğü yani Güneş'in her ge-zegenin yörüngesinin merkezinden ne kadar uzak oldu¬ğuydu. Dışmerkezlik, bir gezegenin Güneş'e en yakın olduğu noktayı (günberi) ve en uzak olduğu noktayı (günöte) belirler. Sonuç olarak, Kepler'in ikinci yasa¬sında saptandığı gibi, dışmerkezlik bir gezegenin gün¬beri noktasında ne kadar hızlı, günöte noktasında ne ka¬dar yavaş hareket ettiğini belirler. Gezegenlerin dışmer¬kezlikleri birbiriyle aynı değildir. Mars'ın dışmerkezliği görece büyükken, Venüs'ün neredeyse hiç dışmerkezli¬ği yoktur. Yirmi yıl önce Mysterium Cosmographi¬eum'da yaptığı gibi, Kepler kendini gezegenlerin neden görünüşte rastlantısal dışmerkezliklere sahip olduğunu açıklamaya adamıştı. Nedenini bulmaya çalıştığı ikinci olgu 25 yıl boyunca zihnini meşgul etti. Gezegenlerin Güneş'ten ortalama uzaklıklarıyla dolanım süreleri (yö¬rüngeleri üzerinde tekrar aynı noktaya gelmeleri için gereken süre) arasındaki kesin matematiksel ilişkiyi me¬rak ediyordu.

Kepler her iki sorunun da yanıtının uyumla ilgili ol¬duğunu düşündü. Ancak çeşitli gezegenlerin günberi, ortalama ve günöte uzaklıklarının doğrudan karşılaştı¬rılması uyumlu ilişkiler ortaya çıkarmıyordu. Bu sefer Kepler, Güneş'ten bakıldığında gezegenlerin açısal hız¬ları arasında ilişki olup olmadığını araştırmaya başladı. Bir gezegenin yörüngesi içinde, günötedeki en yavaş hı¬zı ve günberideki en yüksek hızı arasında bir uyum ola¬bilirdi. Eğer böyle uyumlu bir ilişki varsa, bu uyum ge¬zegenin dışmerkezliğini açıklayabilirdi. Ya da iki geze¬gen arasında, örneğin birinin günöte noktasındaki hızı ile diğerinin günberi noktasındaki hızı arasında böyle bir ilişki olabilirdi. Böyle bir ilişki, gezegenlerin birbir¬lerine olan uzaklıklarına bağlı olmalıydı. Bu Kepler'i düşündüren bir problemdi ama sonunda müzikteki tüm armonileri içeren ve gezegenlerin gözlenen uzaklıkları¬na ve dışmerkezliklerine karşılık gelen bir düzenleme bulmayı başardı.

Kepler kitabını, uyum hakkındaki tüm eski düşünce¬lerinin tekrar zihninde canlandığı bir taşkınlık içinde yazdı ve bu düşüncelerin hepsini kitabına aldı. 15 Ma¬yıs 1618'de bulmacanın son parçası yerine oturdu. 25 yıl boyunca gezegenlerin dolanım süreleriyle Güneş'e olan uzaklıkları arasındaki ilişkiyi araştırmıştı. Cevap çok basitti: Gezegenlerin dolanım sürelerinin karesi ile Gü¬neş'e olan uzaklıklarının küpünün oranı tüm gezegenler için aynıydı. Kepler'in gezegenlerin hareketi ile ilgili "üçüncü yasası" buydu.

Bu son gizemin, tam da hayatı boyunca süren çalışmasının sonucu olan kitabını bitirirken çözülmesi Kep-ler'i çok mutlu etti:

Alacakaranlığın üzerinden on sekiz ay, güne¬şin doğuşunun üzerinden üç ay, en harika dü¬şüncemin güneş gibi parlamasının üzerinden ise ancak birkaç gün geçti. Hiçbir şey beni tutamaz. Kutsal coşkuya teslim olmak, dürüst itirafımla ölümlü insanlarla alay etmek istiyorum: Mı¬sır'dan uzakta kendi Tanrıma bir tapınak kur¬mak için Mısırlıların altın kaplarını çaldım. Eğer beni affederseniz sevinç duyacağım. Kızdıysanız buna katlanacağım. Zarları atıyorum ve kitabı yazıyorum. Çağdaşlarım ya da gelecek kuşaklar için, fark etmez. Tanrı, karşısında tefekküre da¬lacak kişiyi altı bin yıl beklediyse bu kitap da okuyucusunu yüz yıl bekleyebilir.

27 Mayıs 1618'de Kepler kalemini bıraktı. Başyapıtı Harmonices Mundi Libri V (Dünyanın Uyumu Üzerine Beş Kitap) tamamlanmıştı. Kitap İngiltere Kralı ı. Ja¬mes'e ithaf edilmişti. Kepler Avrupa'nın savaşan inanç-ları arasında barış elçisi olacağına inandığı için onu seç¬mişti. Tanrı'nın yarattığı evrende ortaya koyduğu muh-teşem uyuma verdiği örnekler, James'e kiliseler ve ülke¬ler arasındaki uyum ve barış arayışında güç versin diye kitabı ona sunmuştu.

Bu pek gerçekçi bir ümit değildi, zaten geç kalınmış¬tı: Dört gün önce komşu Bohemya' da ayaklanma olmuş, Otuz Yıl Savaşları başlamıştı.
 
BÜYÜCÜLÜK SUÇLAMASI

23 Mayıs 1618'de durumdan hoşnut olmayan bir grup Protestan temsilci Prag'daki Hradschin'de bulunan konsey odasını basarak iki Katolik görevliyi yakaladı ve Bohemya'da, bir isyan başladığını göstermek için eski¬den beri yapıldığı gibi kale penceresinden aşağı attı. "Prag'ın pencereden atılması" olarak adlandırılan bu olay, giderek çoğalan yağmacı orduların Almanya'yı tamamen istila ederek ülkeyi harabeye çevireceği çılgın ve yıkıcı bir savaş olan Otuz Yıl Savaşlarının başlangıcını işaret ediyordu. Bu süreçte nüfusun üçte biri savaşta ya da hastalıktan ve açlıktan ölecek, Almanya eski ihtişam¬lı günlerinin silik bir gölgesi olacaktı. Savaşan taraflar sonunda kendilerini tüketmiş olarak Vestfalya Barışı (1648) ile savaşa son verdiğinde, Kepler çoktan ölmüş olacaktı.

Gerginlik 1618'de son noktasına vardığı halde bir sü¬redir tırmanıyordu. Katolikler ve Protestanlar arasında¬ki çatışma, Kutsal Roma İmparatorluğu'nu oluşturan dükalıkları ve prenslikleri giderek artan bir gerilim altı-na sokmuştu. Hapsburg imparatoruna ait topraklarda bile, örneğin Yukarı ve Aşağı Avusturya gibi yöneticile¬rin Katolik, güçlü arazi sahiplerinin ise Protestan olduğu bölgelerde azımsanmayacak bir dinsel çatışma potansi¬yeli vardı. Arşidük II. Ferdinand kendi payına düşen ai¬le topraklarını tekrar Katolikleştirme sürecini başlatmış¬tı ama onun toprakları imparatorluğun çok küçük bir bölümüydü. Hapsburg topraklarının dışında, imparator¬luğun bağımsız eyaletleri kendilerini savunmak için inançlarına dayanan anlaşmalar yaparak, Protestan Bir¬liği'ni (1608) ve Katolik İttifakı’nı (1609) kurdular. Bu birlikler imparatorluğun dışındaki ülkelerdeki dindaşla¬rından parasal ve askeri destek alarak, savaş başladığın¬da Avrupa'daki tüm büyük güçlerin bu savaşa dahil ol¬masına neden olacak fay hatları oluşturmuş oldular.

Savaş Bohemya'da bir ayaklanma ile başladı. Çoğun¬lukla Protestan olan Bohemyalılar uzun süre ısrarla din özgürlüklerini savunmuştu. 1617'de, Matthias'ın ölümün¬den sonra tahta geçecek kişi olarak Arşidük Ferdinand'ı seçmekteki amaçları, Ferdinand'ın selefleri Rudolf ve Matthias'tan zorla aldıkları dinsel ayrıcalıkları onun da kabul edeceği beklentisiydi. Ferdinand'tan şüphelenmek¬te haklıydılar, uyguladığı dinsel baskıdan kaçan pek çok kişi Bohemya'ya yerleşmişti. Kısa bir süre sonra Bohem¬yalılar, Ferdinand'ı bir sonraki kral olarak seçtiklerine pişman oldu. Ferdinand, Matthias'tan sonra imparatorlu¬ğun başına kendisinin geçmesi konusunu görüşmeye Viyana'daki imparatorluk meclisine (Matthias Prag'ın impa¬ratorluk başkenti olarak yaşadığı altın çağı sona erdirip o payeyi Viyana'ya vermişti) gittiğinde, Prag'ı yedisi Kato¬lik on kral naibinin eline bırakmış, Protestan hareketin durdurulması için kesin talimat vermişti.

1618 ilkbaharında Protestanlar, Protestan karşıtı po¬litikaları tartışmak için Bohemya temsilciler meclisini toplantıya çağırdı. Katolik kral naiplerinin bulunduğu Hradschin'den temsilcilerin dağıtılması emri geldi. Böy¬le bir emir anayasaya aykırı bulundu. Temsilciler Hradschin'e yürüyüp kral naiplerinden ikisini ve onla¬rın sekreterini pencereden aşağı atarak cevap verdi. Ayaklanma başlamıştı.

Protestan eyaletler geçici bir hükümet kurup ordu toplamaya başlarken Ferdinand bir karşı saldırı hazırla¬dı ancak bu zaman aldı. Bu arada Lusatia, Silezya ve Yukarı Avusturya 1618 yazında ayaklanmaya katıldı. Bir sonraki yaz içerisinde bunlara Moravya ve Aşağı Avusturya da katıldı. Şaşırtıcı bir manevra yapan asiler ordusu Aşağı Avusturya'ya yürüyerek imparatorluk başkenti Viyana'yı kuşatma altına aldı. O zamana kadar Ferdinand, İspanya Hapsburglarının ve Papa'nın yardımıyla 30.000 kişilik bir imparatorluk ordusu kurmuştu. Viyana'da asiler ordu¬sunun önünü kesip kuşatmayı kaldıra¬rak güney Bohemya'yı istila ettiler.

Artık politik olaylar en üst nokta¬ya ulaşmıştı. Temmuz 1619'da Bo¬hemya Krallığı eyaletleri, Yukarı ve Aşağı Avusturya eyaletleriyle bir bağlılık antlaşması imzaladı. Bu arada imparator ve Bohemya kralı Matthias ölmüştü. Ağustos¬ta Bohemya Meclisi Ferdinand'ı tahttan indirerek, Pfalz elektörü, Kalvenci V. Friedrich'i kral seçti. Tam bu sırada, 28 Ağustos 1619'da yedi imparatorluk elektörünün Frank¬furt'ta yaptığı toplantıda II. Ferdinand, Kutsal Roma İmparatoru seçildi. Hemen ardından da Ferdinand güneye, Bavyera Dükü ve Kato¬lik İttifakı'nın güçlü lideri Maximilian ile görüşmek üze¬re Münih'e gitti.

Maximilian'ın Katolik İttifak kuvvetlerinin Yukarı Avusturya'dan geçerek doğudan Bohemya'ya girmesi ko¬nusunda anlaştılar. Viyana'dan yola çıkan imparatorluk birlikleri aynı zamanda Aşağı Avusturya'da Bohemya or¬dusuna saldıracak, İspanyol Felemenki'ne ait birlikler eyaleti işgal edecek ve böylece Bavyeralıların arka safları¬nı koruyacaklardı. 17 Temmuz 1620'de 30.000 kişiden oluşan Katolik İttifak kuvvetleri Yukarı Avusturya'yı isti¬la etti. Linz'i tekrar ele geçirmek ilk hedefleriydi.

Yukarı Avusturya eyaletleri için Bohemyalıların ayaklanmasına katılmak tehlikeli bir hareketti. Bavye¬ralı kuvvetler Linz'i işgal eder etmez şiddetli bir ceza verebilirlerdi. Kepler geleceği hakkında endişe duyma¬ya başladı. Daha önce bir kez Ferdinand'ın Reform kar¬şıtı önlemlerine tanık olmuştu. Diğer yandan, görevi he¬nüz Ferdinand tarafından onaylanmadıysa da 18 yıldır önceki iki imparatorun matematikçisiydi. Geçmişi ve Rudolf Cetvelleri ile ilgili çalışması onu Hapsburglara bağlıyordu. Ama gökbilim çalışmalarına devam edebile¬cek ve Protestan olarak kalabilecek miydi?

1620 sonbaharında Bavyera kuvvetleri şehri aldıktan sonra Kepler, Württemberg'e dönmek için Linz'i terk etmek zorunda kaldı. Annesinin büyücülükle suçlandığı davanın gidişatı orada bulunmasını gerektiriyordu. Linz'deki giderek artan belirsizlik nedeniyle ailesini teh¬likeden uzaklaştırmanın mantıklı olacağına karar verdi ve ailesini alıp kalacakları bir yer bulduğu Regensburg'a götürdü. Kepler gidiş nedenini insanlara söylemekten utandığı için aile şehri gizlice terk etti. Kepler asistanı Gringalletus'a bile nereye gideceklerini söylememişti. Hepsinin ortadan kaybolduğunu fark ettiklerinde Linz halkı doğalolarak, imparatorluk matematikçisi ve ailesi¬nin şehirden temelli olarak ayrıldığını düşündü.

Annesinin büyücülük suçlamasıyla yargılanmasıyla doruk noktasına ulaşan olaylar dizisi, beş yıl önce baş¬lamıştı. Büyücülükten çok kişisel kin, dedikodu ve para¬sal amacı olan entrikalardan kaynaklanan adi ve çirkin bir hikâyeydi bu. Yine de, doğaüstü çağrışımları bunun alışılmamış bir durum olduğu anlamına gelmez. Gerçek¬ten de 16. yüzyılın sonunda ve 17. yüzyılın başında gü¬ney Almanya' da büyücülük suçlamasıyla yargılananla¬rın sayısı akıl almaz derecede çoktu. Kepler'in annesinin başı derde girdiği sırada, Leonberg'te birkaç ay içinde en az altı kadın büyücülükle suçlanarak ölüm cezasına çarptırılmıştı.

Bayan Kepler'in sorunu, sevimsiz ve her şeye karışan bir kişi olmasından kaynaklanıyordu. Kepler de annesi¬nin "boş konuşan, her şeye burnu nu sokan, öfkeli ve sü¬rekli her şeyden şikâyet eden" biri olduğunu kabul edi¬yor, ama bu kusurlarını yetmiş dört yaşın verdiği zihin bulanıklığına bağlıyordu. Doğal ilaçlar ve şifalı otarla tedavi konularına olan ilgisi onu büyücülük suçlamaları için kolay bir hedef yapmıştı.

Baş düşmanı, dengesiz bir kadın olan ve Kepler'in "deli" dediği, camcının karısı Ursula Reinbold'du. Ba¬yan Reinbold'un Kepler'in kalaycı kardeşi Christoph ile kendisinin istediği gibi sonuçlanmayan bazı işleri ol¬muştu. Ateşli bir tartışmadan sonra Christoph, fahişe¬lik sabıkası olduğunu yüzüne vurarak onu suçlamıştı. Bayan Reinbold arkadaşı Bayan Kepler' e oğlunu şikâyet ettiğinde ondan destek bulamamıştı. Bayan Kepler oğlunun tarafını tutmuştu. Bu olanlardan sonra Bayan Reinbold ikisine birden kin beslemeye başlamıştı.

Bayan Reinbold'un gayri meşru hamileliklerine son vermek için doğal ilaçlar kullanmak gibi bir alışkanlığı vardı. Bu ilaçlardan birinin onu çok hasta etmesini ne ilaca ne de Württemberg prensinin sarayında berber¬-cerrah olan kardeşinin yaptığı yanlış tedaviye bağladı. Suçu Bayan Kepler'in üç buçuk yıl önce kendisine ver¬diği "cadı şurubu"nda buldu. Erkek kardeşi, Leonberg mahkeme görevlisi Lutherus Einhorn ile içki içerken, sarhoş bir halde Bayan Kepler' e hakaret ederek öldür¬mekle tehdit etti. Kılıcını kadının boğazına dayayacak kadar ileri giderek, kardeşi için bir "panzehir" hazırla¬mazsa onu öldüreceğini söyledi. Bu Bayan Kepler için çok zor bir durumdu, razı olması büyücü olduğu anla¬mına gelecekti. Çok korkmasına rağmen pes etmedi, gü¬cünü toplayarak Bayan Reinbold'u kendisinin hasta etmediğini dolayısıyla da iyileştiremeyeceğini söyledi. So¬nunda mahkeme görevlisi Einhorn biraz kendine geldi ve bu çirkin sahneye son verdi.

Bayan Kepler bu utanç verici hareketin cezasız kal¬masına izin veremezdi. Eğer bir şey yapılmazsa, Ursula Reinbold'un çıkardığı büyücülük dedikoduları iyice ya¬yılacak ve giderek daha tehlikeli bir hal alacaktı. Ağus¬tos 1615'te oğlu Christoph ve köy papazı olan damadı Georg Binder'in desteğiyle, kendisini büyücükle suçla¬yarak iftira ettiği gerekçesiyle Ursula Reinbold'a dava açtı. Ekim ayında Kepler'in kız kardeşi Margarethe Binder, Linz'deki ağabeyine bir mektup yazarak olan biteni anlattı.

Kız kardeşinin mektubu Kepler'in eline ancak 29 Aralık'ta geçti. Kepler 2 Ocak 1616'da Leonberg şehir senatosuna öfke dolu bir mektup gönderdi. İmparator¬luk matematikçisi olarak sahip olduğu statüye de daya¬narak, annesine yapılan muameleye, mahkeme görevli¬sinin davranışına ve kendisinin de "yasak sanatlarla" il¬gilendiği yolundaki çirkin dedikodulara şiddetle itiraz etti. Annesiyle ilgili tüm dava tutanaklarının birer nüs¬hasının kendisine gönderilmesini talep etti.

Kepler, annesinin sorununun kaynağında kendisinin olduğundan kaygılanıyordu. Gökyüzünü Ay'dan görül¬düğü biçimiyle ele alan, bilimsel olmayan bir öğrencilik yazısını birkaç yıl önce tekrar kaleme almıştı. Yazıdaki anlatıcının Ay'ı tanıyabilmesi için bir yol bulmak zorundaydı. Bunun için talihsiz bir yönteme başvurarak, anla¬tıcıya Ay ile ilgili bilgileri, anlatıcının büyü konusunda deneyimli yaşlı annesinin çağırdığı bir cinin verdiğini varsaymıştı. Yaşlı kadının Kepler'in annesine olan ben¬zerliği belki biraz bilerek yapılmıştı ama büyücü olduğu da ima edilmiyordu. Kepler bu yazının el yazması bir nüshasının 1611'de Tübingen'e ulaşmış olabileceğini ve "berber dükkânlarında dedikodusunun" yapıldığını dü¬şündü. Eğer durum öyleyse saray berber-cerrahının, im¬paratorluk matematikçisinin annesinin büyücü olduğun-dan şüphelenmesi için iyi bir nedeni vardı. Aslında Kep¬ler ne kadar içten bir suçluluk duyuyor olsa da, yazısının Leonberg'deki karanlık olaylarla pek bir ilgisi yoktu.

Lutherus Einhorn tuhaf bir duruma düşmüştü. Leon¬berg mahkeme görevlisi olarak şehirde kanunun temsil¬cisiydi. Ama Bayan Kepler'in durumunun bu hale gel¬mesinde onun da payı vardı. Mahkemede tanıklık yap-mamak ve olaylardaki rolünün ortaya çıkmasını engelle¬mek için Kepler-Reinbold davasını elinden geldiğince geciktirdi, bu yüzden 21 Ekim 1616'ya gelindiğinde da¬ha hiç kimsenin ifadesine başvurulmamıştı.

Davanın başlamasına altı gün kala işler kötüleşmeye başladı. Bir gün Bayan Kepler yolda yürürken fırına tuğla taşıyan bir grup kızla karşılaştı. Yol dardı ve kız¬lar hakkında dedikodu yapılan büyücüden uzak durmak için yana çekildi. Bir ağız dalaşı yaşandı. Bayan Kepler yalnızca elbiselerine sürtünerek yanlarından geçtiğini ve kızlara ters ters baktığını söyledi. Kızlardan biri ise kadının koluna vurduğunu, kolunun acısının saatler geçtikçe giderek arttığını, sonunda da o kolunu hissede¬mez ve elini kımıldatamaz hale geldiğini iddia etti.

Sonraki iki günde gizli bir oyun oynandı. Kızın anne¬si, gündelikçi bir işçinin karısı Walburga Haller'in Ur-sula Reinbold'a borcu vardı ve ailesiyle birlikte Rein¬boldların tarafına geçti. Berber-cerrah at sırtında Tü-bingen'den geldi. Olaydan üç gün sonra durup durur¬ken Bayan Haller kızını iyileştirmesini söyleyerek elin¬de bir bıçakla Bayan Kepler'in üzerine yürüdü. Rein¬boldlar ve Hallerler Bayan Kepler hakkında suç duyurusunda bulunmak istiyorlardı, bu nedenle Bayan Kep¬ler mahkeme görevlisinin önüne çıkartıldı ve sorgulan¬dı. Einhorn kızın kolundaki izleri inceledikten sonra ar¬kadaşı berber-cerraha da sözde danışarak "Bu bir cadı¬nın tutuşu, bıraktığı izden öyle anlaşılıyor" şeklinde ke¬sin bir yargıya vardı.

Bayan Kepler o noktada çok aptalca bir şey yaptı. İc¬ra memuruna bu olayı unutması ve kendisinin Bayan Reinbold'a açtığı dava ile ilgili kanıt toplamaya devam etmesi karşılığında gümüş bir kadeh vermeyi teklif etti. Bu, Bayan Kepler'e daha önce yapılan saldırıdaki rolü¬nün ortaya çıkmasını engellemek için Einhorn'un tam aradığı fırsattı. Bayan Kepler'in Bayan Reinbold'a açtı¬ğı davayı askıya aldı; "cadı şurubu", "cadı tutuşu" ve rüşvet teklif etme suçlamalarıyla Stuttgart'taki Yüksek Mahkemeye başvurdu. Mahkeme üyeleri, Bayan Kep¬ler 'in görüldüğü yerde tutuklanmasını, ifadesinin alın¬masını ve kendisine yöneltilen suçlamalar ve dini inanç¬ları konusunda "dikkatle sorgulanmasını" emretti. Bu büyücülük suçlamasıyla bir yargılama başlatmanın ön hazırlığıydı.

Stuttgart'tan tutuklama emri gelmeden Bayan Kepler kaçırılmıştı bile: Önce Heumaden'deki kızına, oradan da 1616 yılının sonundan 1617 Eylül ayına dek yanında kaldığı oğluna yani Linz'e. Kepler olanları duyduğunda, konuyla kendisi ilgilendi. Hemen annesi için Leon¬berg'den, kendisi için de Tübingen ve Stuttgart'tan avu¬katlar tuttu. Württemberg dükünün vekiline bir mektup yazıp mahkeme görevlisinin davada taraf olduğunu an¬lattı ve annesinin suçlu olduğu için yargıdan kaçtığı de¬dikodularını yalanladı.

1617 yılının sonbaharında Kepler annesinin eve dö¬nüşüne eşlik etti ve açtığı davanın görülmesini sağlamaya çalıştı ama çabası boşunaydı. Davanın görüşülmesi, muhtemelen berber-cerrahın dükün sarayındaki etkisi¬nin de yardımıyla, Reinboldların hukuki bir manevrası üzerine ertelenmişti. En azından Bayan Kepler'in tutuk-lanıp sorgulanması konusu kapanmış görünüyordu. So¬nunda Kepler çabalamaktan vazgeçti ve 1618 yılının başlarında Linz'e döndü. Olaylar çok yavaş gelişiyordu.

O yaz Kepler, Tübingen Hukuk Fakültesinin bir üyesi, büyük olasılıkla da oradaki avukatı olan eski sı¬nıf arkadaşı Christoph Besold'dan bir mektup aldı. Be¬sold Kepler'i bir tehlikeye karşı uyarıyordu: Reinbold¬lar ve mahkeme görevlisi bir yolunu bulup Bayan Kep¬ler'in açtığı davanın kendi aleyhine dönmesini, büyücü¬lük suçlamasıyla bir karşı dava açılmasını sağlayabilir¬lerdi. Besold haklı çıktı. 1619 yılının Ekim ayında Re¬inboldlar, "cadı şurubuyla" Bayan Reinbold'u zehirle¬mesinin yol açtığı zararlara karşılık 1000 florinlik taz¬minat talebiyle karşı dava açtılar. Aslında Bayan Kep¬ler'in gerçekten büyücü olduğunu kanıtlayarak, iftira suçlamasına karşı kendilerini savunuyorlardı.

49 maddelik suçlama, Bayan Kepler'in büyücü oldu¬ğu söylentisinden kaynaklanan dedikodulara dayanı¬yordu. Öyle görünüyordu ki, herkes Bayan Kepler ile ürkütücü ve tuhaf karşılaşmalar hatırlıyordu. Başka pek çok şeyin yanı sıra, Bayan Kepler'in ev ve çiftlik hay¬vanlarının ölümünden sorumlu olduğu, genç bir kızı bü¬yücülük yapması için ayartmaya çalıştığı, insanlara do¬kunmadan akıl almaz ağrılar çekmelerine sebep olduğu, kilitli kapılardan geçtiği, beşiklerindeki çocuklara dualar okuyarak onları öldürdüğü ve mezar kazıcısından, gümüşle kaplatıp kadeh yaptırmak ve matematikçi oğlu¬na vermek için babasının kafatasını istediği öne sürülü¬yordu. Hiç olmazsa bu son suçlama doğruydu. Bayan Kepler'in savunması ise dinlediği bir vaazda ölmüş ak¬rabaların kafataslarından kadeh yapılmasının eski bir gelenek olduğunu duymuş olmasıydı.

Hukuki durum çok tehlikeli bir hal almıştı. İcra me¬murunu da kendi taraflarına alan Reinboldların Bayan Kepler' e açtığı davada tanıkların dinlenmesine hemen, Kasım 1619'da başlandı. Yaklaşık kırk tanık çağrıldı ve uzun uzun ifadeleri alındı.

Temmuz 1620'de Reinboldlar, dükün, şikâyetlerini ceza davasına dönüştürmesini sağlamayı başardı. Yük¬sek kurul Katharina Kepler'in tutuklanmasını ve gere¬kirse işkence altında sorgulanmasını emretti. Bir karga¬şa çıkmasını önlemek için, 7 Ağustos 162ü'de Bayan Kepler uykusundan uyandırılıp büyük bir sandığa ka¬patıldı ve gecenin karanlığında Heumaden dışına çıka-rıldı.

Olayların bu hale gelmeSi Keplerleri umutsuzluğa dü¬şürmüştü. Christoph Kepler ve Margarethe'nin kocası Georg Binder, Bayan Kepler'i kaderine terk etmeye ha¬zırdı. Kaybedecek çok şeyleri vardı. Christoph genç bir adamdı ve bu utancı, annesinin büyücülük suçlamasıyla burnunun dibinde, Leonberg'te yargılanmasını kaldıra¬mazdı. Davanın Güglingen'e aktarılmasını sağladı. Ge¬org Binder ise papazdı ve kilisedeki konumunu düşün¬mek zorundaydı.

Margarethe umudu olan tek kişi gibi görünüyordu. J 0¬hannes'e mektup yazarak annesinin yardıma ihtiyacı ol¬duğunu bildirdi. Kepler de Linz'den Württemberg dükü¬ne bir mektup yazarak, kendisi gelene kadar mahkemenin ertelenmesini istedi. Annesinin yardımına koşmasının "Tanrı tarafından verilmiş bir görev ve doğal bir hak" ol¬duğunu yazıyordu. Mahkeme altı hafta ertelendi. 26 Ey¬lül 162ü'de Kepler hapishanede annesiyle görüştü.

Yetmiş dört yaşındaki zavallı kadın zincire vurulmuş¬tu ve paralarını kendisinin ödediği iki gardiyan tarafın¬dan gözaltında tutuluyordu. Mahkeme ertelendiği için, mahkeme gününe kadarki bakım masraflarını da aynı şekilde kendi cebinden ödüyordu. Bu harcamalar Rein¬bold tarafının bariz açgözlülüğünü ortaya çıkardı. Aç¬tıkları davanın bir amacı da başından beri Bayan Kep¬ler'in mal varlığından fayda sağlamaktı. Daha önceden Bayan Kepler'in sahip olduğu malların bir listesinin çı-kartılmasını talep etmişlerdi. Gardiyan olarak tutulan iki adamın boş yere odun harcadığı ve harcamalarıyla Bayan Kepler'in tüm varlığım tüketmesi tehlikesi ortaya çıkınca, Bayan Reinbold "Tanrı'nın merhameti adına" sanığın mal varlığının korunması için dilekçe verdi.

Kepler savunma işini üstlendi. Dava kayıtlarında Kepler'in orada bulunuşunun ne kadar etkili olduğunu gösteren komik bir not vardır. Kâtip "Mahkum mahke¬me huzuruna maalesef oğlu, matematikçi Johannes Kepler'in desteğiyle çıkmaktadır." diye yazmıştı. Kepler annesinin avukatı Johannes Rueff'e tüm savunmayı ya¬zılı olarak yapmasını söylemişti. Bu yavaş ve pahalı bir yoldu, ama sonuç çoğunlukla olumlu oluyordu. İnanma¬sı zor ama kardeşi Christoph Kepler'i fazla masrafa ne¬den olduğu için eleştirdi. Kepler ve Rueff yazılı savun¬malarım 2 Ekim'de sundu. Zor bir duruma düştüğünü sezen Güglingen mahkeme görevlisi, devleti temsilen prensin danışmanı Hieronymous Gabelkofer'i yardıma çağırdı.

Ocak 1621 'de yeni tanıklar dinlendi. Mayıs'ta savun¬ma mahkemeye yazılı olarak ek kanıtlar sundu. Bu sıra¬da Kepler, son savunma üzerinde avukatıyla beraber çalışmak için başkent Stuttgart' a gitti. Tüm suçlamala¬rın asılsız olduğunu kanıtlayan 126 sayfalık bir dava dosyası hazırladılar. Her ne kadar bir hukukçunun yar¬dımıyla hazırlanmış olsa da, Kepler'in son savunmanın hazırlanmasında payı çoktu. Varlığı ve annesinin sa¬vunmasına katkısı dengeyi onların lehine döndürmeye başlamıştı.

Son savunma 22 Ağustos'ta sunuldu. Her zaman ol¬duğu gibi, tutanaklar bir karar verilmesi için Tübingen Üniversitesi hukuk fakültesine gönderildi. Neyse ki, Kepler'in oradaki arkadaşı Christoph Besold ağırlığını koyabilecekti. Kepler'in fedakârca çabalarına ve Be¬sold'un içeriden müdahalesine rağmen hala beraat kara¬rı çıkmasını sağlayamamış olmaları, büyücülük suçla-masından kurtulmanın ne kadar güç olduğunun bir gös¬tergesiydi. Mahkemenin verebileceği en iyi karar delil yetersizliğiydi. Bayan Kepler'in en hafif işkence olan "territia verhalis" yani sözlü işkence altında tekrar sor¬gulanmasına karar verildi.

28 Eylül 1621'de karar emredildiği gibiyerine getiril¬di. Tüm itirazlarına rağmen Bayan Kepler, mahkeme görevlisi Aulber, üç mahkeme temsilcisi ve bir kâtip eş¬liğinde kararlaştırılan yere götürülerek işkencecinin karşısına çıkarıldı. İşkenceci aletlerini gösterdi ve çok acı çekeceği tehditi ile gerçeği söylemesini emretti. Ba¬yan Kepler büyücülükle ilgili tüm suçlamaları reddetti. Mahkeme görevlisinin raporu şöyleydi: "Ona isteyenin istediğini yapabileceğini, vücudundan damarları tek tek çekilip çıkarılsa bile itiraf edeceği bir şeyolmadığını söyledi. Ardından dizlerinin üzerine çöktü, Tanrı'ya dua etti ve eğer cadı ya da şeytan olsaydı veya büyücülükle herhangi bir ilgisi olsaydı Tanrı'nın bunun bir işaretini vermiş olacağını iddia etti. Eğer öldürülürse Tanrı'nın, ölümünden sonra gerçeğin gün ışığına çıkmasını ve ken¬disine adaletli davranılmadığının ve şiddet uygulandığının ortaya çıkmasını sağlayacağını, çünkü Tanrı'nın Kutsal Ruhu kendisinden ayırmayacağını ve her zaman kendisinin yanında yer alacağını bildiğini söyledi."

İşkence tehdidi ile alınan ifadesinin ışığında dava reddedildi. 3 Ekim 1621'de Württemberg dükü Bayan Kepler'in serbest bırakılmasını emretti. Jacob Rein¬bold' a davayı başlattığı için 10 florin, Christoph Kep¬ler' e de davanın Güglingen' e aktarılmasını sağlayarak gereksiz harcamaya neden olduğu için 30 florin ceza ve¬rildi. Yaşadığı büyük sıkıntılar nedeniyle ruhsal çökün¬tü yaşayan Katharina Kepler altı ay sonra, 13 Nisan 1622'de öldü.

Kepler, annesinin son sorgusunun hemen ardından Linz'e dönmüştü. Kasım 1621'de döndüğü Linz, gider¬ken ardında bıraktığı Linz' den çok farklıydı. Ayrılışın¬dan kısa bir süre sonra V. Friedrich ve Bohemyalı asiler ordusu Beyaz Dağ çarpışması'nda yenilmişti. Bohem¬ya'daki ve Tuna boyundaki Avusturya topraklarındaki Protestan ayaklanma bastırılmıştı.

Şehir hala Bavyera ordusunun işgali altındaydı. II. Ferdinand Styria'da yirmi yıl önce yaptığı Reform kar¬şıtı hareketleri tekrarlamak için onların varlığından fay¬dalanacaktı. Şimdilik isyanın Protestan liderlerinin pe¬şindeydi. Haziran'da 27 Protestan elebaşı Prag'da idam edildi. Kepler'in eski arkadaşı Jessenius da bunların arasındaydı; vücudu dört parçaya bölünmeden önce di¬li kesilmişti. Bir düzine kesik baş, çürüyüp düşene ka¬dar on yıl boyunca sessiz birer uyarı olarak köprünün kulesindeki mızraklara takılı kalmıştı. Linz' deki olaylar¬da ölüm daha azdı. Pek çok başka kişinin yanı sıra Kep-ler'in düşmanı Daniel Hitzler de hapse atılmıştı.

Kepler kendisini tuhaf bir durumda bulmuştu. Linz'deki Protestan kardeşlerinin onu reddettiği herkesçe biliniyordu. Şimdi onlar baskı altına alınırken Kepler korunuyordu. Bununla beraber, Harmonice Mundi'deki ithafında V. Friedrich'in kayınpederi i. Ja¬mes'e olan hayranlığını açıkça göstermesi ve bir önceki sene aniden kaçışı imparatorun Kepler'in başına ödül koyduğu söylentilerine yol açmıştı. Aynı şekilde aniden ortaya çıkışı da şaşırtıcıydı. II. Ferdinand tarafından, neredeyse döner dönmez, 30 Aralık 1621'de imparator¬luk matematikçisi olarak atanmasının onaylanması Kep-ler'i şaşırtmıştı.

Bir sonraki yıl diğer Protestan öğretmenlere ve vaiz¬lere karşı önlemler alınmasına rağmen imparatorluk matematikçisi olan Kepler'e dokunulmadı. Birkaç yıl son¬ra da diğer tüm Protestanlardan (yıllar önce Styria'da olduğu gibi) mezheplerini değiştirmeleri ya da kenti terk etmeleri istendiğinde, sadece Kepler'in değil, mat-baacısı Planck'ın ve Planck'ın ihtiyaç duyduğu nitelikli yardımcıların da kalmasına izin verildi.

1622 yılında Kepler'in Rudolf Cetvelleri üzerindeki yıllar süren çalışmaları sona ermek üzereydi. Pek çok gökbilimciye göre çoktan zamanı gelmişti. Onlara göre, Kepler'in Harmonice Mundi ve Mysterium Cosmog-raphicum'un (1621) ikinci baskısı üzerinde yaptığı ça¬lışmalar, dikkatini Tycho Brahe'nin gözlemlerine daya¬nan yeni gökbilimsel cetveller oluşturmak gibi "önemli" bir işten başka yöne çeken çalışmalardı. Kepler onları "Beni tamamen matematiksel hesaplamaların sıkıcılığı¬na mahkûm etmeyin, bana tek zevk kaynağım olan fel¬sefi düşünceler için zaman verin." diyerek cevapladı. Fakat 1623 yılının sonlarında Kepler kendisini adeta doğum sancıları çekiyormuş gibi hissediyordu. "Bu ese¬rin babası olan Tycho Brahe'den devraldığım Rudolf Cetvelleri'ni 22 yıl boyunca içimde taşıdım ve bir fetü¬sün ana karnında yavaş yavaş gelişmesi gibi şekillendir¬dim. Şimdi ise doğum sancıları bana ıstırap veriyor." diyordu.

Bu ıstırabın bir kısmı eseri bastıracak uygun bir yer bulma çabasından kaynaklanıyordu. Ferdinand'a göre çok uzun zamandır Hapsburglar tarafından desteklenen bu gökbilim başarısının normalolarak Avusturya'da ba-sılması gerekirdi. Kepler'in kitabı daha sakin bir kent olan, daha deneyimli matbaacıların bulunduğu Ulm'da bastırmasına izin vermeyecekti. Para konusu da ayrı bir sorundu. Kepler önce Viyana'daki imparatorluk hazine¬sine, oradan da imparatorluk ödemelerini yapacakları söylenen ama bir türlü yapmayan çeşitli şehirlere gide¬rek on ay boyunca boşa kürek çekti. Sonunda 1625 son¬baharında, seyahatlerinden elde ettiği az bir parayla Linz'e döndü. Planck'ın imparatorluğa ait RudolE Cet¬velleri'ni basmak gibi prestijli bir işin üstesinden gelip gelemeyeceğini görmekten başka seçeneği kalmamıştı. Ancak daha onlar işe başlamadan Linz'de iç kargaşa çıktı.

10 Ekim 1625'te II. Ferdinand hükümeti Protestanla¬ra karşı daha ciddi önlemler almaya karar verdi. Styria'da daha önce yapılan uygulamalar Linz'de tek¬rarlanıyordu. Daha önceki uygulamada, sınırdışı edile¬cek öğretmenlere ve vaizlere şehri terk etmeleri için belli bir süre veriliyordu. Şimdi buna bir de idam cezası tehdidi eklenmişti. İnsanlar mezhep değiştirmeye de zorlanıyordu. Protestanlığı uygulamanın bütün yolları yasaklanmıştı. Önlemler herkesin Katolikliği seçmesi, aksi takdirde 1626 Paskalyasına kadar şehri terk etmesi emri ile doruğa ulaştı. Konumu dolayısıyla Kepler tüm bu önlemlerden muaf tutuldu. Onu rahatsız eden tek şey, Katolik Reform Komisyonunun kişisel kütüphane¬sini resmi doktrinlere aykırı kitaplar içermesi ihtimaline karşı mühürlemesiydi. Kepler, Cizvit arkadaşı Paul Guldin kendisinden bir kitap ödünç almak istediğinde, kendi kütüphanesine giremediğini söylemek zorunda kalmıştı.

1626 ilkbaharında Yukarı Avusturya bölünme nokta¬sına geldi. Linz hala, II. Ferdinand'ın Maximilian'a Bo-hemya ayaklanmasını bastırmaktaki rolünden kaynakla¬nan borcuna karşılık teminat olarak, beş bin Bavyera askerinin işgali altındaydı. Borcun faizi yerine Bavyera¬lılar Yukarı Avusturya'yı vergiye bağladı. Ferdinand kendi payına, Katolikliğe zorunlu geçiş planını uygular¬ken ülkeyi kontrol altında tutmak konusunda Bavyera birliklerinin varlığına güveniyordu. Bu durum, Bavye¬ralı işgalcileri tehlikeli bir belirsizlik içine soktu. Bavye¬ra yetkililerinin lideri, Yukarı Avusturya'daki kilise üyelerini Katolik yapmaları için getirtilen İtalyan pa¬pazlara yapılan utanç verici hareketlerin intikamını al¬mak için 15 Mayıs 1626'da, rastgele seçilen 17 kişinin derhal idamını emretti. Bir köylü ayaklanması patlak verdi. Bu ayaklanmanın sonucunda Bavyeralılar ve Fer¬dinand'ın birlikleri Yukarı Avusturya'dan sürüldü.


Köylüler kalabalık birlikler halinde Yukarı Avustur¬ya'yı yakıp yağmaladı ve 24 Haziran 1626'da başkent Linz'i kuşattı. Kepler bir arkadaşına yazdığı mektupta "Tanrı'nın yardımı ve O'nun meleklerinin korumasıyla kuşatmadan sağ salim kurtuldum." diyordu. Fakat tak¬viye imparatorluk kuvvetlerinin gelmesini beklerken şe¬hir surlarının ardında geçirilen iki ay çetin bir sınavdı. Kepler'in evi şehrin surlarındaydı ve günün ve gecenin her saati girip çıkarak onu rahatsız eden askerlerin sü¬rekli işgali altındaydı.

Daha da kötüsü, kuşatma başladıktan kısa bir süre sonra, 30 Haziran' da köylüler şehrin dış kesiminde bir yangın başlattı. Neyse ki Kepler'in çok uzun süre üze¬rinde çalıştığı Rudolf Cetvelleri'nin el yazmalarına bir zarar gelmedi. Amayangın Planck'ın matbaasınıyok et¬ti. Matbaa olmayınca Linz'de kalmak için bir neden de yoktu. Linz, Kepler'in 14 yıl önce geldiği sakin sığınak¬tan, acımasız ve huzur bozucu bir kente dönüşmüştü. Ağustos'ta kuşatma kaldırılınca imparatora mektup ya¬zarak şehirden ayrılmak için izin istedi. 20 Kasım'da ai¬lesiyle birlikte Tuna'da bir gemiyle ilerlerken, Kepler Rudolf Cetvelleri'ni bastırabileceği başka bir yer arı¬yordu.
 
DÜŞ

Her ne kadar Kasım taşınmak için hiç uygun bir ay olmasa da, kış başında Kepler, Linz'deki kargaşadan uzaklaşmak ve Rudolf Cetve1leri'nin basılması işine baş¬lamak istiyordu. Kepler ailesini taşıyan gemi Tuna Neh-ri'nde Regensburg'a kadar ilerleyebildi, ileride nehir donmuştu. Regensburg onlar için tanıdık bir sığınak ol¬muştu bile. Kepler ailesini oraya yerleştirdi, baskı mal¬zemelerini bir yük arabasına yükledi ve tek başına Ulm'a doğru yola çıktı.

10 Aralık l626'da Ulm'a vardığında, Jonas Saur'un matbaasının karşısına yerleşti. Matbaaya her an ulaşa-bilmeliydi. Kitabın 538 sayfalık elyazmasını tamamla¬mıştı, ama kitap yazarın sürekli -özellikle de tabloların mizanpajının hazırlanması sırasında- matbaada olmasını gerektirecek kadar karmaşıktı. Tüm malzemeler hazırdı. Kepler kalan maaşını toplamak için önceki yıl çıktığı verimsiz seyahatler sırasında Memmingen ve Kempten şehirlerinden, imparatordan şehirlerin kendisine ödeme yapması için aldığı yazılı emirlerle takas edebileceğini düşünerek, dört top kâğıt ısmarlamıştı. Fakat sonunda kâğıt parasını kendi cebinden ödemek zorunda kaldı. Rudolf Cetvelleri'ni Ulm'da bastırmasına izin verilece¬ğini düşünen Kepler kâğıtları oraya getirtti. Kendi ra¬kam kalıplarını ve Rudolf Cetvelleri için özel olarak yaptırdığı gökbilimsel sembollere ait baskı kalıplarını da beraberinde getirmişti.

Fiyat konusunda yaşanan bazı anlaşmazlıklara rağ¬men basım işi müthiş bir hızla ilerliyordu. Kepler kita¬bın basımını 1627 sonbaharında Frankfurt'ta açılacak olan kitap fuarına kadar tamamlamayı amaçlamıştı. Cetvellerin mizanpajlarını kontrol etti ve her sayfayı baskı¬dan çıktıkça tekrar kontrol edip düzeltti. Hiç hata olma¬malıydı. Cetvellerin mükemmel olmasını, Tycho Brahe ile işbirliğine ve bir gökbilimci olarak kendi kariyerine uygun olmasını istiyordu.

Hâlâ halledilmesi gereken bazı detaylar vardı. Kitap¬ta, Tycho'nun gözlem defterleri için ödemeler tam ola¬rak yapılmadığı için defterlerin yasal sahibi olan Bra¬he'nin mirasçıları tarafından imparatora yazılmış bir it¬haf olması gerekiyordu. Kepler mirasçılara kitabın ba¬sılmakta olduğunu belirten bir mektup yazdı. Çalışmaya Tycho başlamıştı ve eser onun hayatı boyunca yaptığı gözlemlere dayanıyordu; bu yüzden "Gökbilimcilerin Anka kuşu" olarak adlandırıldığı baş sayfada asıl yazar olarak onun adı geçecekti. Tüm kitabı yazan Kepler ol¬masına rağmen bu onurun Tycho'ya ait olmasından hiç¬bir rahatsızlık duymadı.

Ayrıca, Rudolf Cetvelleri Kepler'in 16. ve 17. yüzyıl kitaplarında yaygın olan iç kapak resmi olan ilk kitabı olacaktı. İç kapak resimleri, sembolizm ve anlam yüklü muhteşem gravürler olurdu. Kepler, istediği resmin tas¬lağını Schickard'a hazırlatmış ve onaylarını almak için Tycho'nun mirasçılarına göndermişti.

İç kapak resmi tamamlandığında ortaya gökbilim pe¬risi Urania tapınağının bir tasviri çıkmıştı. Gökbilimin gelişimi tavanı taşıyan 12 sütun ile temsil ediliyordu. Ar¬kada, kaba ahşap sütunların olduğu yerde, parmakları¬nı kullanarak gözlem yapan Babilli gökbilimci, gökbi¬limin temelini oluşturan eski Babil gözlemlerini temsil ediyordu. Ön kısma doğru, Hipparchos ve Ptolema¬ios'un oturduğu yerdeki sütunlar tuğladan yapılmıştı ve Eski Yunan'da gökbilimdeki gelişmeleri temsil ediyor¬du. Kopemik' e İyon üslubunda bir sütun, Tycho Bra¬he'ye ise üzerinde sofistike gözlem aletlerinin asılı oldu¬ğu Korint üslubunda muhteşem bir sütun ayrılmıştı. Or¬tada, Kopemik ile Tycho günmerkezli sistemi ve Tycho sistemini tartışırken, Tycho kendi sisteminin tasvir edil¬diği tapınağın tavanını göstererek "Quid si sic?" yani "Ya böyleyse?" diye soruyordu.

Tapınağın çatısının çevresinde Kepler'in başarısında payı olan simgesel figürler yer alıyordu. Sağ tarafta elin¬de pusula ibresi ile Magnetica, terazi ve kaldıracayla Stathmica vardı. Bunlar Kepler'in gökbilim kuramının temelini oluşturan göksel fiziği simgeliyordu. Sonra Kep¬ler'in matematikteki yardımcıları Geometria ve halesinde O,5'in doğal logaritması bulunan Logarithmica geliyordu. Solda ise gökbilimin optik bölümleri yer alıyor, biri elin¬de yeni icat edilen teleskopu tutuyordu. Onların üstünde imparatorluk tacı giymiş bir kartal uçuyor ve gagasından paralar düşüyordu. Kartal bu projeye parasal destek sağ¬layan üç Hapsburg imparatorunu temsil ediyordu.

Bu iç kapak resminin, Kepler'in sürekli sorun yaşadı¬ğı mirasçılara gösterilen taslakta yer almayan bir özelli¬ği daha vardı. Figürlerin altında, tapınağın kaidesinin her yüzünde farklı resimler bulunuyordu. Örneğin, or¬tada Tycho'nun gözlemevinin bulunduğu Hven adası¬nın bir haritası vardı. Solda da Kepler'in kendisi resme¬dilmişti. Burada Kepler, üzerinde kendi kitaplarının (yani Mysterium Cosmographicum, Astronomiae Pars Optica, Commentarium Martis diğer adıyla Astronomia Nova ve Epitome Astronomiae Copernicanae) adlarının yazılı olduğu bir bez afiş asılı olan bir masada oturmuş, okuyucuya doğru bakmaktadır. Masa örtüsüne bir ta¬kım sayılar karalamış, mum ışığında çalışıyor. Masanın üzerinde ise tapınağın çatısının maketi duruyor. Kepler bu işte ki rolünü incelikli ama gayet net bir biçimde ifa¬de ediyordu: Sahnede eserini oluştururken temel olarak aldığı kişiler olmasına rağmen, bu başarının tek mimarı Kepler'dir.

Bu gerçekten de muhteşem bir başarıydı. Cetveller sayesinde gelecek ve geçmiş binlerce yıl için gezegenle¬rin konumları hesaplanabiliyordu. Avrupa tarihindeki üçüncü gezegen cetvelleriydi. Kopernik'in ve Ptolema¬ios'un cetvelleri de hemen hemen aynı derecede doğruy¬du, ama Kepler'in hazırladığı cetveller onlarınkilerin ne¬redeyse 50 katı kadar doğruydu. Cetvellerin yayımlanı¬şından sonra birkaç yıl içinde Merkür'ün Güneş'in önünden ne zaman geçeceğini kesin olarak belirlemek mümkündü, böylece insanlık tarihinde ilk kez Mer¬kür'ün geçişini gözlemlemek mümkün olacaktı. Kep¬ler'in cetvellerinin doğruluğunu göstermek için hariku¬Iade bir fırsattı. Kepler'in kuramları, özellikle daha bir¬kaç yıl önce bulunan logaritmik hesapları da kullandığı için elbette daha zordu. Bu yüzden kitabın büyük kısmı okuyucuya cetvelleri nasıl kullanacağını anlatan açıkla¬yıcı metinlerden oluşuyordu. Ayrıca, dünyadaki belli başlı kentlerinin enlem ve boylamları ve Tycho Bra¬he'nin 1000 yıldızın konumunu gösteren kataloğu da ki¬taba dahil edilmişti.

Rudolf Cetvellerinin basımı 1627 Eylülünde, yani tam zamanında tamamlandı ve 15 Eylül'de Kepler, Frankfurt'taki kitap fuarına gitmek üzere kitaplarıyla beraber yola çıktı. Kitapları, kararlaştırdıkları fiyat üze¬rinden komisyonla satması için yayımcı Gottfried Tam¬pach'a bıraktı, ama satışın hızlı gideceğini düşünmüyor¬du. "Matematik kitapları söz konusu olduğunda hep ol¬duğu gibi, hele de bu kargaşada, sadece birkaç alıcı ola¬caktır." diyordu.

Kasım ayı sonuna doğru Kepler Regensburg'da aile¬siyle bir araya geldi. Cetvelleri yayımlatmak için onlardan ayrılmasından bu yana neredeyse bir yıl geçmişti. Birkaç aydır Cetveller tamamlandıktan sonra ne yapa¬cağını düşünüyordu. Yaz boyunca Yukarı Avustur¬ya'daki Katolik olmayan tüm memurların işten çıkarıl¬masını emreden bir dizi yazılı emir yayımlanmıştı. Kep¬ler daha önceleri muaf tutulmuştu, ama artık cetvellerin yayımlanmasıyla, imparatorun onu gerçekten kovabile¬ceğini düşünmek için geçerli bir nedeni vardı.

Noel'den hemen sonra Kepler Rudolf Cetvelleri'nin bir nüshasını imparatora şahsen sunmak için imparator¬luk sarayına biraz korku içinde gitti. Sarayda bir heye¬can vardı. Ferdinand'ın aralıksız sürdürdüğü yaratıcı diplomasi çalışması ve savaş alanında kazandığı önemli zaferler sayesinde Protestan ayaklanması tamamen bas¬tırılmıştı. Ferdinand, zaferlerini taçlandırmak için mai¬yetini Prag'a getirmişti. Prag'ta oğlunun Bohemya kralı ilan edilmesiyle ilgili törenleri denetleyecekti.

Başarıda imparatorun yeni gözdesi General Albrecht Wallenstein'ın payı büyüktü. Bir Luterci olarak yetişti¬rilen Wallenstein 1606 yılında Katolik olduktan sonra Moravya' da geniş arazileri olan dul ve kendinden yaşlı bir kadınla evlenmiş ve böylece önünde başarıya giden bir yol açılmıştı. Wallenstein yeni edindiği servetiyle 1619-1621 yılları arasındaki Bohemya ayaklanmasının bastırılmasında II. Ferdinand'ı destekledi. Ayaklanma sonrasında yaptığı spekülasyonlar sayesinde, sürgüne gönderilen ve idam edilen 60 kadar soylu Protestanın mülkünü alacak kadar parası olmuştu. Kısa sürede Bo¬hemya'nın kuzeybatısının neredeyse tamamına sahip oldu. Geniş kaynakları savaş sırasında da spekülasyon yapmasına olanak verdi. Ferdinand'ın onayıyla hazine¬den harcama yapmadan 24.000 kişilik bir imparatorluk ordusu oluşturdu. Ordu ele geçirdiği topraklardan aldığı haraç ve ganimetlerle kendi parasını çıkaracaktı. Otuz Yıl Savaşlarının etkisiyle ordusundaki asker sayı¬sı 100.000'i buldu. Böylece askeri açıdan Bavyeralı Maximilian'a bağlı olmaktan kurtulan Ferdinand, Wal¬lenstein'ı bütün imparatorluk birliklerinin komutanı yaptı, kısa bir süre sonra da Friedland Düklüğüne terfi ettirdi.

Wallenstein bir general olarak çok başarılıydı. Kato¬lik İttifakı birliklerinin komutanı Tilly Kontu ile birlik¬te, Katolik güçler 162ü'lerin ortalarından sonlarına ka¬dar olan dönemde pek çok Protestan ayaklanmasını bastırdı ve en önemlisi Danimarka'nın Protestan kralı Iv. Christian'ı yendi. Kepler 1627 yılının sonunda im¬paratorun huzuruna çıktığında, Wallenstein'ın Dani¬marka kralını uğrattığı bozgun kutlanıyordu. Christian sadece Alman topraklarından çıkarılmakla kalmamış, Danimarka'nın Jutland yarımadasından da atılmıştı. Ödül olarak Wallenstein'a Silezya'daki Sagan Prensliği verildi ve ardından Mecklenburg Dükü yapıldı.


Linz'deki talihsiz deneyimi imparatoru n huzuruna çıktığında karşılaşacakları konusunda Kepler'i yanılttı. Prag'daki sarayda pek çok hayranının ve iyiliğini iste¬yen kişinin olduğunu görmek onu şaşırttı. Bazıları ora¬daki günlerinden arkadaşları ve tanıdıklarıydı, ama ara¬larında tek bir Protestanın olmayışı düşündürücüydü. Saray da, Ferdinand'ın kontrolü altındaki topraklar gi¬bi kesin olarak Protestanlardan arındırılmıştı.

İmparator, cetvellerden çok memnun kaldığını söyle¬yerek Kepler'i nazik bir biçimde karşıladı. Bir önceki yaz başında Protestanları hizmetinden çıkardığı dönem¬de, Kepler'in de işini kaybetmiş olabileceği konusuna gülünüp geçildi. Aslında, Rudolf Cetvelleri' ne 25 yıl bo¬yunca verdiği emek için Kepler’e on yıllık maaşına eşit bir miktar olan 4000 florinlik bir ödeme vaat edilmişti. Tabii ki Kepler imparatorun yapacağı ödemelere güve¬nilmeyeceğini biliyordu. Nitekim bu durum imparato¬run Kepler'e olan borcunu yaklaşık 12.000 florine çıkar¬mıştı. Eğer bu parayı almak istiyorsa, imparatorun hiz¬metinden ayrılamazdı.

Bununla beraber, Ferdinand Kepler'in Hapsburg topraklarında gelecekte de hizmet verebilmesinin Kato¬lik olması koşuluna bağlı olduğunu açık bir dille belirt¬ti. Cizvit Paul Guldin, Kepler'i Katolik olmaya ikna et¬mekle görevlendirilmişti. Guldin'in bu konuda başarısız olduğunu söylemeye gerek yok. Ancak bir olasılık daha vardı. Kepler, artık General Wallenstein'ın sahip oldu¬ğu topraklardan birinde imparatorluk hizmetinde kala¬bilirdi. Wallenstein, farklı inançların barış içinde bir arada var olabileceğine inandığını ilan etmişti. Bu Kep¬ler'in de gönülden inandığı bir düşünceydi. Wallenste¬in'ın Silezya'daki Sagan prensliğinde Protestanlığın uy¬gulanmasına hala izin veriliyordu.

Kepler ile Wallenstein 20 yıl öncesinden tanışıyordu. Kepler 1608 yılında kim olduğunu bilmediği bir asilzade¬nin yıldız falına bakmıştı. Elindeki doğum bilgilerine da¬yanarak, bu kişiyi "atik, hızlı, çalışkan," sıradan şeylere ilgi duymayan, merhametsiz, emrindekilere sert davra¬nan biri olarak tarif etmişti. Ayrıca "Zaferlere ve dünye¬vi itibar ve güce duyduğu açlık, hem gizli hem açık pek çok tehlikeli düşman edinmesine yol açacak, fakat o bun¬ların üstesinden gelecek." diye yazmıştı. Bu tanım, yıldız falını hazırlatan kişiyi yani Wallenstein'ı gayet iyi anlatı¬yordu. On altı yıl sonra Otuz Yıl Savaşlarının başlama¬sının ardından, Wallenstein o "dünyevi itibar ve gücü" toplamaya başladığında, hazırladığı ilk yıldız falı biraz daha ayrıntıya girmesi isteğiyle tekrar Kepler'e gönderildi. Kepler yıldız falını güncelleştirdi ama 1634 yılına gel¬diğinde o yıl "korkunç bir kargaşa" olacağını söyleyerek durdu. Ürkütücü bir tesadüfle 1634 yılı Wallenstein'ın öldürüleceği yıl olacaktı.

Kepler'in Wallenstein için çalışmasının avantajı, hırs¬lı generalin en son yöntemlere dayanan astrolojik tavsi¬yeler alabilecek olmasıydı. Kepler uzun süredir askeri ve politik gücü olan kişilere astrolojik tavsiyelerde bu-lunmanın barındırdığı tehlikenin farkındaydı ve böyle bir konuma getirilmeye ısrarla karşı koymuştu. Wal-lenstein'la, Kepler'in gezegenlerin durumlarını belirle¬mesi -çünkü Kepler artık bu işin tartışmasız ustasıydı yorumları ise bir başkasının, büyük olasılıkla Wallens¬tein'ın özel astrologu Gianbattista Zeno'nun yapması konusunda anlaştılar.

Sahip olduğu dükalıkları kazandığı askeri zaferler karşılığında ödülolarak alan Wallenstein için Kepler bir statü sembolü de olacaktı. Kepler'in çalışmalarını des¬teklemesi Wallenstein'ın sadece askeri alanda güçlü bir adam olmadığını, aynı zamanda sanatın ve bilimin de destekçisi olduğunu gösterecekti. Gerçekten de daha sonra Wallenstein, Kepler'i yeni sahip olduğu Rostock'a taşınması için ikna etmeye çalıştı. Kepler'in varlığı ora¬daki üniversitenin saygınlığını artırabilirdi.

Yapılacak anlaşmanın ana hatları Şubat 1628'de ka¬rarlaştırılmıştı ama Nisan ayına kadar sonuçlandırıla¬mamıştı. Kepler'e, Sagan'da bir ev, bir matbaa ve yılda 1000 florinlik yüksek bir maaş verilecekti. Görevleri açıkça belirtilmemişti ama asgaride tutulmuştu. Ayrıca Ferdinand, hazinenin Kepler' e borçlu olduğu 11.817 florini toplama konusunu Wallenstein'ın ele almasını "rica etti". Geçmişte Kepler'e imparatorluk şehirlerinin kendisine ödeme yapacağını belirten belgeler verilmiş ancak şehirler ödeme yapmamıştı. Savaşçı Wallenstein parayı toplama konusunda daha başarılı olabilirdi. Yeni görevi dolayısıyla ödenmeyen paralarının toplanması işinin de Wallenstein'ın sorumluluğuna girmesiyle- 1628 yazında Kepler'in geleceği Wallenstein'ın ellerindeydi artık.

Mayıs'ta Kepler, Regensburg'daki ailesinin yanına döndü. Ertesi ay kendisi son bir kez Linz'e gitmek üze¬re yola çıkarken ailesini de eşyalarıyla beraber Prag' a gönderdi. Linz'de yine iyi karşılandı. Hatta Rudolf Cet¬velleri'ni sunduğu için kendisine 200 florin ödendi. Bu, savaşın sıkıntıya soktuğu bir kentten hiç beklemediği bir jestti. Kepler şehirden ayrıldığından beri olanları ve Wallenstein ile yaptığı anlaşmayı anlatarak sözleşmesi¬nin iptal edilmesine izin verilmesini istedi. İsteği kabul edildi ve Kepler hemen, ailesinin yanına gitmek için Prag'a doğru yola çıktı. Hep birlikte kuzeye hareket et¬tiler ve 20 Haziran'da Sagan'a vardılar.

Kepler orada hiçbir zaman kendini rahat hissetmedi. Yerel halkın lehçesini anlayamıyor, onun Almancası da kaba bulunuyordu. Sagan'da entelektüel bir ortam ol¬madığından hiç tanınmıyor ve kendini sudan çıkmış ba¬lık gibi hissediyordu. Bütün bunlar kendini çok yalnız hissetmesine neden oldu. Memnuniyetsizliğine bir de can sıkıntısı eklenmişti. Çünkü kendisine söz verilen matbaanın yapımı o kadar yavaş ilerliyordu ki, şehre ge¬lişinden bir yıl sonra hala bitmemişti. Bu sırada yakın¬daki Görlitz’te bulunan bir matbaayı kullanmak için bir anlaşma yaptı ama bütün dizgiyi kendi elleriyle yapma¬sı gerekiyordu. Ancak 1630 yılının başlarında kendi matbaasında çalışacak bir dizgici ve matbaacı tutabil¬mişti.

Hayal edilemeyecek kadar yürek burkucu bir tesadüf¬le Keplerlerin gelişiyle, Sagan'daki Reform karşıtı hare¬ketlerin başlangıcı aynı zamana denk geldi. Sagan'ın ne¬redeyse tümüyle Protestan olmasına ve Wallenstein'ın farklı inançların bir arada yaşayabileceğine olan inancı¬na rağmen, II. Ferdinand için çalışıyor olmak onun emir¬lerine uymak demekti. Büyük kitlelerin inanç değiştir¬meye zorlanmasına öfke ve acı eşlik etti. Olaylar Kep¬ler'in önceden bildiği gibi gelişti. Protestan Okulu yerini, özellikle bu iş için getirilen Cizvitlerin kurduğu Cizvit okuluna bıraktı, "doktrinlere aykırı" kitaplar yasaklandı, Protestanlar inançlarını uygulamaktan men edildi ve sonunda inançlarını değiştirmeyi reddedenlerin şehri terk etmesi emredildi. Kepler yine bu uygulamalardan muaf tutuldu, ama Reform karşıtı hareketin yol açtığı felaket¬leri üçüncü bir defa yaşamak hiç kolay değildi.

Yalnızlığını ve her şeyden uzak oluşunu unutmak için Strazburg' daki yakın arkadaşı Matthias Bernegger ve Tübingen'deki Wilhelm Schickard ile yazışmalarına sığındı. Dış dünya ile olan bu bağlantı, Kepler'in kızı Susanna'nın evlilik planlarında Bernegger'in etkin bir rol almasıyla daha da önemli hale geldi. Müstakbel da¬mat Jacob Bartsch adında genç bir matematik ve tıp öğrencisiydi. Rudolf Cetvellerini temel alarak yayımla¬dığı günlük cetveller sayesinde Kepler'in takdirini ka-zanmıştı. Evlilik planlarının büyük kısmı Kepler, Ber¬negger ve Bartsch arasında üçlü bir mektuplaşmayla yapıldı. Bartsch daha Susanna ile tanışmadan onunla nişanlanmak üzereydi. Ancak Kepler kendi onayının yanı sıra Susanna'nın da bu evliliğe razı olması gerekti¬ğini belirtti.

Sıra düğün hazırlıklarına geldiğinde Kepler düğün için en iyi yerin Strazburg olduğuna karar verdi. Ama Strazburg Kepler'in gidemeyeceği kadar uzak olduğu için düğün de ge¬linin babasının yerini Bernegger al¬dı. Kepler, düğünle ilgili ayrıntıları ancak Bernegger'in ona yazdıkları n¬dan öğrenebildi. Düğün 12 Mart 1630 günü öğleden sonra yapıldı. Bartsch tıp diplomasını daha o sabah almıştı. Kepler'in kardeşleri Chris¬toph, Margarethe ve oğlu Ludwig oradaydı. Bernegger, gökbilimcinin kızının nedimeleri arasındayken "kü_ çük yıldızlar arasında Ay gibi parla¬dığını" yazıyordu. Kalabalık cadde boyunca dizilmişti ve düğün alayında Strazburg'un seçkinleri yer alıyordu. Bernegger Kepler' e "Bu özellikle seni onurlandırmak için yapıldı." demek gereğini hissetti.

Strazburg'un uzak oluşuna ve artık yaşının ilerlemiş olmasına ek olarak -o sırada 59 yaşındaydı- Kepler'i dü¬ğüne gitmekten alıkoyan bir neden daha vardı: Karısı Susanna sekiz aylık hamileydi. 18 Nisan'da Anna Maria adı verilen bir kız çocuk dünyaya getirdi. Bu, Susan¬na'nın bebekken ölen iki çocuğu da sayılırsa yedinci ço¬cuğuydu. Şimdi iki yetişkin üvey çocuğu, beş de öz ço¬cuğu vardı.

Nisan ayının başında Kepler birkaç haftasını Wal¬lenstein'a danışmanlık yaparak geçirdi. Doğumdan son¬ra ilgisini karısına yöneltmesi Kepler'i matbaadan uzak¬laştırmıştı. O olmayınca günlük cetvellerin baskısı yapı¬lamıyordu. Bu yüzden Kepler matbaaya Ay hakkında yazdığı kitabın, Somnium'un (Düş) üzerinde çalışmaya başlamaları için talimat verdi.

Somnium, Kepler'in 25 yıl önce daha Tübingen' de öğ¬renciyken başladığı bir projeydi. Bildiğimiz gibi Kepler öğrenciliği sırasında Kopernik'in günmerkezli sistemi¬nin doğru olduğuna ikna olmuştu. Fakat diğer insanları buna ikna etmekte zorlanıyordu, çünkü kimse kendileri hissetmeden Dünya'nın dönüyor olabileceğini düşüne-miyordu. Kepler, görülen şeyin nasıl göründüğünün gözlemciye bağlı olduğuna dikkat çekmek için 1593 yı¬lında gökcisimlerinin Ay'daki canlılara nasıl görüneceği üzerine bir deneme yazmıştı.

Sakladığı bu denemeyi yıllar sonra Prag'da, yazdık¬larını genişleterek, ikili anlamlar ve imparatorluk sara¬yındaki bilgili arkadaşlarını hoşnut edecek kurnaz ima¬larla dolu bir öyküye dönüştürdü. Annesinin büyücü¬lük suçlamasıyla yargılanmasında payının olduğunu düşündüğü denemesi de buydu. Annesi özgürlüğüne kavuştuktan sonra, nasıl komik bir şekilde saptırılıp abartıldığını herkes görsün diye, öyküsünü açıklayıcı dipnotlarla yayımlayarak yapılan dedikoduların öcünü almaya karar vermişti. Dipnotlar öykünün kendisinden daha uzundu. 28 sayfalık kısa bir öykü için elinde 50 sayfalık not ve çizim vardı.

Somnium'un olay örgüsü ortak merkezli çerçevelere oturuyordu. Ay'ı ve yıldızları seyretmeye gittikten son¬ra derin bir uykuya dalan en dıştaki anlatıcı Kepler'in kendisidir. Düşünde "Benim adım Duracotus, anavata¬nım eskilerin Thule dedikleri İzlanda. Annemin adı Fi¬olxhilde ... " diye başlayan bir kitap okuduğunu görür (sadece bu satırların bir buçuk sayfa tutan üç dipnotu vardır).
İkinci anlatıcının annesi Fiolxhilde, şifalı otlar topla¬yan, gizemli ayinler yapan ve İzlandalı gemicilere rüzgâr muskaları satan bilge bir kadındır. Duracotus mus¬kalardan birini açıp bozunca Fiolxhilde oğlunu bir gemi kaptanına satar. Kaptan, Duracotus'u Tycho Brahe'nin Hven adasına götürür. Duracotus orada gökbilimi öğre¬nir. Beş yıl sonra evine döner. Oğlunun dönüşü ve gökbilim hakkında bilgi edinmiş olması vicdan azabı çek¬mekte olan anneyi mutlu etmiştir. Oğluna onun kitap-lardan öğrendiği şeyleri kendisinin zararsız bir cinden öğrendiğini söyler. Orada yaşayanların Ay' a verdiği ad¬la "Levania'yı" Duracotus'a anlatması için cini çağırma¬yı kabul eder. Bir kavşağa giderler, Fiolxhilde bir şeyler söyler, başlarını paltolarıyla örttükten sonra cinin derin¬den gelen sesini duyarlar.

Ardından söz üçüncü anlatıcıya, cine geçer. Cin Ay¬dan bakıldığında gökyüzünün nasıl göründüğünü anla¬tır. Kepler'in de bildiği gibi günlük olaylar tamamen farklıdır. Dünya'da bir gün 24 saattir. Bu sürede Ay gökyüzünde bir kere görülür. Yıldızlar arasındaki eski yerini alması, bu arada da yeniay halinden dolunaya ge¬çişi ve tekrar yeniay haline dönüşü ise bir ay sürer. Ay'ın bir yüzü hep Dünya'ya baktığından, oradan Dünya havada asılıymış gibi görünür. Kepler "Sanki gökyüzüne çiviyle çakılmış gibi." diye yazar. Asılı dur¬duğu yerde 24 saatte bir devir yaptığı için Ay' da yaşa¬yan canlılar Dünya'yı "Volva" olarak adlandırmakta¬dır. Onların bir günü Ay'ın evrelerinin devrine uygun olarak tam bir ay sürmektedir.

Eğer Ay'ın bir yüzü hep Dünya'ya bakıyorsa, öbür yüzü Dünya'ya hiç bakmıyor demektir tabii ki. Bu ne¬denle Ay'ın Dünya'yı gören yüzü "Subvolva", görme¬yen yüzü ise "Privolva" olarak adlandırılır. Subvolva' da uygarlık kök salmışken, Volva'nın yumuşatıcı etkisin¬den yoksun bir halde uzun sıcak günler ve uzun soğuk geceler yaşanan Privolva, göçebelerin gezindiği ıssız bir yerdir.

Neyazık ki Kepler Ay'dayaşayan bu yabancı yaratık¬lar hakkında daha fazla bir şey anlatmamıştır. Kitap bo¬yunca üzerinde durduğu asıl konu gökbilim ve gökyüzü¬nün Ay'dan nasıl göründüğüdür. Edebi bir amacı olma¬dığından, bu konuyu daha fazla geliştirmemiştir. Hayal ürünü yaratıkları tarif etmeye başladıktan hemen sonra, rüyasındaki cin çağırma ayinine gönderme yapan bir espriyle, başını yastığının altına sokmuş olarak uyanır.

İlgi çekici olan Somnium'un olaylar dizisi değil türü¬dür. Kimilerine göre Kepler'in başka bir dünya hakkın¬da hayal ürünü bir öykünün çatısını kurmak için bilim¬sel bilgiyi kullanması, Somnİum'u bilimkurgu türünde önemli bir ilk çalışma yapmaktadır. Dipnotlar -neredey¬se öyküye yoğunlaşmayı olanaksız kılacak kadar çok ol¬salar bile- Kepler'in sezgilerini kısmen ortaya koydukla¬rı için kendi başlarına ilginçtir. Kepler, örneğin Dünya ile Ayarasındaki, iki cismin kütleçekiminin birbirini dengelediği noktayı açıkça tanımlamıştır.

Kepler günlük cetvellerle ilgilenebilecek duruma gel¬diğinde Somnium'un basılması işi askıya alındı. Ama Ekim ayında bir iş gezisine gitmesi gerektiğinde Somnium'un basımına tekrar başlandı. Kepler'in yine mali so¬runları vardı. İlk olarak, Yukarı Avusturya'da yatırmış olduğu 3500 Barin vardı. Borçlular onu bir yıl oyaladık¬tan sonra 11 Kasım'da Linz' e gelirse parasının faizini vereceklerine söz verdiler. İkinci olarak, Ağustos'ta Wallenstein imparatorluk ordusunun başkomutanlığın¬dan alınmıştı. İmparator II. Ferdinand İmparatorluk Kurultayını hiç toplantıya çağırmamıştı, ama şimdi yeni imparator seçiminde oy hakkı olan yedi imparatorluk eyaletinin desteğine ihtiyacı vardı. 1630 yazında bu eya¬letlerle Regensburg'da yapılan toplantıda, Ferdinand Wallenstein'ın gücünden çekinen eyaletlerin baskısıyla karşılaştı. Eyaletler W allenstein' ın görevden alınmasını istedi, Ferdinand da bu isteğe uydu. Kepler, Wallenste¬in'a fazlasıyla bağımlı olduğundan, hamisinin gözden düşmesi, özellikle da imparatorun kendisine borçlu ol¬duğu 12.000 Barin düşünülürse, ciddi bir konuydu. Re-gensburg'daki toplantıya gitmesi ve olanları kendi göz¬leriyle görmesi yerinde bir hareket olacaktı.

Kepler 8 Ekim 1630'da yola çıktı. Tüm olasılıklara karşı hazırlıklı olmak için mal varlığı ile ilgili neredeyse tüm belgeleri de yanına almıştı. Ayrıca, basımını bitir¬mek için büyük bir hızla çalıştıkları 1621 - 1 636 yıllarına ait günlük cetvellerin 57 nüshasını içeren büyük bir pa¬keti önceden gemiyle Leipzig' e göndermişti. Pakette Rudolf Cetvelleri'nin 16 nüshasıyla 73 başka kitap da¬ha vardı. Leipzig'de sonbaharda düzenlenecek kitap fu¬arına da gideceği için, yanında satabileceği kitaplarının olmasını istiyordu. Baskıyı yetiştirmeye çalışmanın ya¬rattığı gerilim ve sarayda onu neyin beklediğini bilme¬mesi Kepler'i ümitsizliğe sürüklemişti. Şehirden ayrılır¬ken, ailesi kıyamet gününü görmenin onu tekrar canlı görmekten daha büyük bir olasılık olduğunu düşünü¬yordu.

Leipzig' deki fuardan sonra arabacıyı önden Regens¬burg'a gönderdi, kendisi de birkaç gün sonra yola çık¬tı. 2 Kasım' da üşümüş, yorgun ve şehre varır varmaz 11 florine sattığı yaşlı atının üzerinde Stone Köprüsü'nden geçerek Regensburg'a girdi. Soğuk sonbahar havasın¬da seyahat etmek onu hasta etmişti. Durumunu önce pek önemsemedi ama sonra kötüleşti. Ateşi çok yüksel¬di ve sayıklamaya başladı. Çağırılan doktor Kepler'in kanını akıtarak bir tedavi uyguladı ama bu işe yarama¬dı. Sonunda onu rahatlatmak için başucuna rahipler geldi.

Kepler birkaç gün bilincini kaybetmiş bir halde yattı. Arada kendine geldiğinde, Protestanlarla Katolikleri bir araya getirmek için elinden geleni yaptığını anlatmaya çalıştı. Fakat nefret dolu olan Protestan papaz bunun İsa ile Şeytanı uzlaştırabileceğini düşünmekten farksız olduğu yanıtını verdi. Nihayet, hayatının sonuna yakla¬şırken, ruhunun kurtuluşu için umudunu neye bağladı-ğını sordular. Kepler kendinden emin bir şekilde cevap verdi: "Sadece, her sığınağın, tesellinin ve kurtuluşun onda olduğu kurtarıcımız İsa'nın erdemlerine." 15 Ka¬sım l630'da öğle vakti hayata gözlerini yumdu.

Kepler iki gün sonra, eyaletler toplantısı için Regens¬burg' da bulunan imparatorluğun en tanınmış kişilerin¬den bazılarının da katıldığı cenaze töreninin ardından Regensburg surlarının dışındaki St. Peter Protestan mezarlığına gömüldü. O akşam orada olanlar gökten ateşten topların düştüğünü söylemiş. Biz meteorların doğal olaylar olduğunu biliyoruz. Ama böyle olayların doğaüstü kehanetler olarak görüldüğü Kepler'in zama¬nında belki de bu olay göklerin kendi yorumcusu için ağlaması olarak kabul edilmiştir.


Kepler'in mezarının yeri artık bilinmiyor. Hayatında derin izler bırakan dinsel hoşgörüsüzlüğün ve savaşın yarattığı fırtınalar ölümünde bile huzur içinde yatması¬na izin vermedi. Ölümünün üzerinden birkaç yıl geçmeden, İsveç birlikleri Regensburg'u ele geçirdi, ancak da¬ha sonra Bavyera ve imparatorluk birlikleri tarafından şehirden sürüldüler. Kilise avlusu ve Kepler'in mezarı bu olaylar sırasında, belki şehri savunanlar belki de şeh¬re saldıranlar tarafından yok edildi.

Kepler'in mezarına ait elimizdeki tek kayıt, mezar ta¬şındaki yazının bir arkadaşı tarafından çıkarılmış kop¬yasıdır. Bu yazı, onu üç imparatora hizmet etmiş bir ma¬tematikçi olarak tanımlar ve gökbilimcilerin en önde ge¬leni olduğunu söyler. Ayrıca Kepler tarafından yazılmış bir yazıt da vardır mezar taşında:
Gökleri ölçtüm,
Şimdi Dünya'nm gölgelerini ölçüyorum. Zihnim zaten göklerdeydi,
Şimdi bedenimin gölgesi orada yatıyor.

HAKLI ÇIKIŞ

Kepler'in gezegenlerin hareketleri ile ilgili yasalarını uygulamanın matematiksel zorluğu ve Kepler'in göksel fi¬ziğe alışılmadık bağlılığı, düşüncelerinin zamanının gökbi¬lim çevrelerince kabul edilmesini zorlaştırdı. Sonunda, ge¬zegenlerin konumlarının önceden belirlenmesinin doğru¬luğundaki çok büyük artış, gökbilimcileri Kepler'in dü¬şüncelerini anlamaya zorlayacaktı. Çok az sayıda gökbi¬limci Kepler'in başarısını hemen anladı.

Yaşamının sonuna doğru Kepler, daha önce hiç tanık olunmamış iki göksel olayı önceden bildi. Oluşturduğu Merkür kuramı, Merkür'ün 7 Kasım 1631'de Güneş'in önünden geçeceğini öngörüyordu (Venüs de aynı şekilde bir ay sonra geçecek fakat Avrupa'dan gözlemlenemeye¬cekti). Teleskopun icadı ve Güneş'in görüntüsünü beyaz bir zemine yansıtmakta kullanılması, 161ü'ların başlarında gökbilimcilerin güneş lekelerini gözlemlemesine olanak ta¬nımıştı. Aynı yöntem, Merkür'ün geçişinin de ilk kez göz¬lemlenmesini sağlayacaktı. Kepler heyecanla bu haberleri olabildiğince çok yere duyurmak istedi, böylece tüm Av¬rupa'daki gözlemciler bu olaylara tanık olabilirdi. 1629' da bu doğa olaylarını önceden haber verdiği ve gözlemlene¬bilmeleri için neler yapılması gerektiğini anlattığı De Raris Mirisque Anni 1631 Phaenomenis, Veneris Puta Mer-curii in Solem İncursu, Admonitio ad Astronomos, Re¬rumque Coelestium Studiosos (Nadir Görülen ve Şaşırtı¬cı 1631 Fenomeni Yani Merkür ve Venüs'ün Güneş'e Akı¬nı Hakkında Gökbilimcilere ve Göksel Olaylarla İlgile¬nenlere Bir Uyarı) adında sekiz sayfalık bir kitapçık ya¬yımladı. Yazık ki Kepler önceden bildiği bu sıra dışı olay¬lara tanık olamadan öldü.

Önceden uyarılmış olan gökbilimciler Merkür'ün 7 Kasım 1631'deki geçişi için teleskoplarını hazırlamıştı. Kepler'in tahmininde küçük bir hata vardı; Merkür Kepler'in söylediği zamandan 6 saat sonra Güneş'in önünden geçti. "Onu buldum!" diyordu Pierre Gassen¬di Fransa'dan yazdığı açık mektupta. "Onu daha önce hiç kimsenin görmediği bir yerde gördüm!" Gökbilimci¬ler, Kepler'in gezegenlerle ilgili kuramının diğer tüm kuramlardan en az 20 kat daha doğru olduğunu kabul etmek zorundaydı.

Ancak 17. yüzyılın sonuna doğru, Isaac Newton'un çalışmalarıyla Kepler'in üç yasasının fiziksel gerekliliği anlaşıldı. Newton, mekanik ve çekim yasalarını oluştur¬mayı başardı ve bunları Güneş sisteminin dinamiklerini tanımlamada kullandı. Cisimlerin kütleçekimi etkisi al¬tındaki hareketlerinin, Kepler'in yasalarında nasıl ta¬nımlandığını gösterdi. Newton fiziği, Kepler'in göksel fiziğinden anlayış olarak tamamen farklıydı, bu yüzden Newton'un Kepler'in ilkelerini göz ardı etmesi kaçınıl¬mazdı.

Her ne kadar Kepler dahi bir gökbilimci ve çok temel keşifler yapmış biri olarak hiçbir zaman unutulmadıysa da -gezegenlerin hareketleriyle ilgili üç yasa hala onun adını taşımaktadır- fikirleri ancak bilim adamları dik¬katlerini bilimsel bilginin doğasına ve bilimsel düşünme tarzlarına yönelttiklerinde ayrıntısıyla incelenmeye baş¬landı. Bilim adamlarının Kepler'in dehasını tam anla-mıyla anlamasının, Albert Einstein'ın dehasıyla tanış¬malarından sonra mümkün olduğu söylenebilir.

FİLM ŞERİDİ :)

27 Aralık 1571
Kepler Almanya'nın Weil der Stadt şehrinde doğdu.
1584 -1588
Adelberg ve Maulbronn'daki seminerlere gitti.
1589 -1594
Tübingen Üniversitesi'nde lisans (sınavla, 1588) ve yüksek lisans (1591) derecelerini aldı. Üç yıllık tanrıbi¬lim eğitimini tamamlamasına birkaç ay kala Üniversi¬te' den ayrılmak zorunda kaldı.
Nisan 1594
Matematik öğretmeni ve bölge matematikçisi olarak Styria'nın başkenti Graz'a gitti.
1596 - Mart 1597
Mysterium Cosmographicum Tübingen' de basıldı.
27 Nisan 1597
Barbara Müller ile evlendi.
28 Eylül 1598
Styria' da Reform Karşıtı hareketler başladı. Protestan öğretmen ve vaizler Graz' dan sürüldü. Bir ay sonra Kepler'in geri dönmesine izin verildi.
Ocak - Haziran 1600
Benatky Kalesinde Tycho Brahe'yi ziyaret etti.
30 Eylül 1600
Kalan tüm Protestanların sürülmesine karar verildiğinde, ailesi ve tüm mal varlığı ile beraber Styria' dan ayrıldı.
24 Ekim 1601
Tycho Brahe öldü. İki gün sonra Kepler Tycho'nun ha¬lefi olarak Prag' daki II. Rudolf'un imparatorluk mate¬matikçiliğine atandı.
1605 Paskalya civarı
Mars'ın yörüngesinin oval olduğunu keşfetti.
Mart 1610
Galileo, teleskopla ilgili keşiflerini de içeren Sidereus Nuncius adlı kitabını yayımladı. Kepler Mayıs ayında Prag' da Dissertatio eum Nunceo Sidereo'yu yayımla¬yarak cevap verdi.
1611 yazı
Teleskopla ilgili açıklamaların da yer aldığı Dioptrice adlı kitabını yayımladı.
3 Temmuz 1611 Barbara Kepler öldü.
20 Ocak 1612
Kutsal Roma İmparatoru II. Rudolf öldü. Yerine Arşi¬dük Matthias geçti.
Mayıs 1612
Linz'de Yukarı Avusturya Eyaletleri matematikçisi ola¬rak çalışmaya başladı.
Temmuz 1615
Linz'de Nova Stereometria Doliorum Vinariorum'u ya¬yımladı.
1617 Sonbaharı
Linz'de Epitome Astronomiae Copernicanae'nin ilk cil¬dini yayımladı.
1617 Sonbahan - 1618 başlan
Annesiyle beraber Württemberge'e döndü, ancak mah¬keme ertelendi.
15 Mayıs 1618
Gezegenlerin hareketleriyle ilgili üçüncü yasasını keş¬fetti.
23 Mayıs 1618
"Prag'ın pencereden atılışı". Otuz Yıl Savaşları başladı.
20 Mart 1619
Kutsal Roma İmparatoru Matthias öldü. Beş ay sonra yerine Arşidük II. Ferdinand geçti.
1620 başları
Linz'de Epitome Astronomiae Copernicanae'nin ikinci cildi yayımlandı.
7 Ağustos 1620 - Ağustos 1621
Katharina Kepler büyücülükle suçlanarak tutuklandı. Kepler annesinin savunmasına yardımcı olmak için Württemberg'e döndü.
Epitome Astronomiae Copernicanae'nin son cildi Frankfurt'ta yayımlandı.
Ekim 1625
Yukarı Avusturya'da Reform Karşıtı hareket başladı.
Kasım 1626
Kepler ve ailesi Liz' den ayrıldı.
Arahk 1626 - Eylül 1627
Dım' da Rudolf Cetvelleri yayımlandı.
Temmuz 1628
General Wallenstein'ın özel matematikçisi olarak Sa¬gan'a gitti. Dört ay sonra Sagan'da Reform Karşıtı ha¬reket başladı.
15 Kasım 1630
İmparatorluk seçmenleri toplantısı sırasında, Regens¬burg'da öldü.
 
Geri
Üst