KUYRUKLU YILDIZ
1577 yılı, kayıtlı tarihteki en olağanüstü kuyrukluyıldızlardan biriyle onurlandırılmıştı. Tüm yıldızlardan daha parlak olan göz kamaştırıcı baş kısmı ve dolunaydan 50 kat daha geniş kuyruğuyla, tüm Avrupa’da heyecan uyandırarak görkemli bir şekilde gökyüzünden geçip gitmişti. Almanya’nın en güneyindeki Württemberg dükalığında, Katherina Kepplervs beş yaşındaki oğlu Johannes’i manzarayı izlemesi için Leonberg köyüne yukarıdan bakan tepeye götürmüştü. Zaten zayıf olan görme gücü saat ilerledikçe iyice zayıflamış, kuyrukluyıldız Johannes’in üzerinde pek bir etki bırakmamıştı. Ama annesinin onu kuyrukluyıldızı izlemesi için tepeye götürüşünü aslında acı içinde ve zor geçen çocukluğundan güzel bir anı olarak hatırlayacaktı. Aynı anda uzaklarda, kuzeyde Danimarka Boğazı’ndaki özek adasında bir asilzade, kuyrukluyıldızı ayrıntılı olarak gözlemleyebilmek için, dünyanın en büyük gözlemevini inşa etme işine ara vermişti.
Aslında çevremizdeki en sıradan ve belirli aralıklarla tekrarlana olaylardan biri olan kuyrukluyıldızlar gökyüzünde önceden hiçbir işaret vermeden belirir. O dönemde kuyrukluyıldızlar bir şeylerin olacağına, değişeceğine ilişkin işaretler olarak görülürdü. İşaretin görkemi öneminin bir belirtisi ise bu seferki değişiklik çok büyük olacak demekti. Belki de imparatorun veya Osmanlı padişahının ölümünü, hatta İsa’nın ikinci gelişinin yakın olduğunu haber veriyordu. Sonradan anlaşılacağı gibi, kuyrukluyıldız gerçekten de bir değişikliği önceden haber vermişti. Gökyüzündeki hayaleti izlemek için gece sokaklara dökülen binlerce insanın yanı sıra, değişik yerlerde birkaç gökbilimci sonunda bir düşünce devrimine yol açacak dikkatli ve kesin ölçümler yapıyordu. Bilimsel Devrim olduğu doğruydu. Tepenin üzerindeki, esneyen küçük çocuk bu devrimin en önemli düşünürlerinden biri olacaktı.
Johannes Kepler, 27 Aralık 1571 günü 14.30'da büyükbabası Sebald'ın Weil der Stadt şehrindeki küçük ama rahat evinde dünyaya geldi. Ailenin ilk çocuğuydu ve babası Heinrich hala anne ve babasıyla yaşıyordu. Kepler ailesi bir zamanlar seçkin ve soylu bir aileydi fakat o dönemde durumları kötüye gidiyordu. Nesiller önce, 1433 yılında, Kepler'in beşinci kuşaktan dedesi, askerlik hizmeti sırasında gösterdiği kahramanlıklardan dolayı İmparator Sigismund tarafından şövalyelikle ödüllendirilmişti. O günden sonra aile zamanla imparatorluk hizmetinden ayrılmış, soylular sınıfından ayrılıp zanaatçılar sınıfına girmiş ve küçük, sakin bir kent olan Weil der Stalt'a yerleşmişti. Fakat eski görkemli günlerini unutmuyorlardı. Hala aile armaları taşıyorlardı ve Kepler'in dedesinin babasının ve dedesinin, İmparator 5. Charles ve haleflerinin emri altında kazandığı askeri zaferlerin hikayeleri anlatılıyordu.
Eskisi kadar ünlü olmasalar da, ailenin Weil der Stadt'ın yaşamında saygın bir yeri vardı. Kepler doğduğunda on yıldır belediye başkanı olan büyükbaba Sebald, kırmızı şişman yüzü, seçkin görünüşlü sakalı ve güzel giyimiyle otoriter bir adamdı. Ailesinin Protestan azınlığa mensup olmasına rağmen belediye başkanlığına seçilmesi, toplumdaki seçkin konumunun bir göstergesiydi. Bir lider olarak Sebald, uzlaştırıcı olmaktan çok bir diktatördü, fakat fikirleri etkiliydi ve halk ona güveniyordu. Buna rağmen genç Johannes'in üzerinde hemen öfkeleniveren, inatçı bir kişi etkisi bırakmıştı.
Sebald ailenin reisiydi ve Johannes'in sahip olup olabileceği tek baba figürü de oydu. Kepler ailesinin kötüye giden durumu, Sebald'ın dördüncü oğlu olan, Johannes'in babası Heinrich yüzünden iyice kötüleşti. Heinrich, Kepler'in çocukluğunun büyük kısmında onun yanında olmayan, kaba, cahil bir adamdı. Kepler bir yazısında babası için "Her şeyi mahvederdi. Günahkâr, kaba ve kavgacı bir adamdı." demişti. Kepler ailesinde imparatorun hizmeti altında kendini gösteren savaşçı ruh Heinrich'te fazlasıyla baskın çıkmıştı. Baba evinde bunalan Heinrich, oğlu daha üç yaşına gelmeden macera aramak amacıyla, paralı asker olarak Hollanda'ya savaşmaya gitti. Bu, Johannes'in çocukluğu boyunca tekrarlanacaktı: Babası bir süre için eve dönecek, fakat savaş alanının cazibe si onu geri çağıracaktı. Evdeyken sert ve aksi bir adamdı. Sonunda, 1588 yılında, Kepler on altı yaşındayken bir daha dönmemek üzere gitti. Napoli Krallığı adına donanma kaptanı olarak savaştığına ve eve dönerken Augsburg'da öldüğüne dair söylentiler vardı, fakat kimse işin doğrusunu bilmiyordu.
Kepler, Eltingen köyünün hancısı ve belediye başkanı Melchior Guldenmann'ın kızı olan annesi Katharina tarafından büyütülmüştü. Kepler pek çok yönden ona çekmiştir. Annesi gibi esmer ve ufak tefekti. İkisi de huzursuz ve meraklı bir zihne sahipti. Kepler'in annesi okula gitmemişti, şifalı bitkiler ve evde yapılan ilaçlarla ilgileniyordu. Bu uğraş yaşlılığında talihsiz sonuçlara yol açacak, büyücü olduğu şüphesiyle yargılanacaktı. Şuna hiç şüphe yok ki, Katharina Kepler insanların sevmediği garip ve aksi biriydi. Keskin zekasını kolayca saldırıya yönlendirirdi. Kepler onu" sivri dilli ve kavgacı bir kadın" olarak tanımlardı. Kaba bir adam olan babası ve aksi bir kişiliğe sahip annesi arasında sık sık şiddetli tartışmalar yaşanıyordu. Bu durum Heinrich askerlik için bir yerlere gitmediği zamanlarda evde dayanılmaz bir ortam yaratmış olmalı. Kepler yıllar sonra, astrolojik ilkeleri kullanarak ana rahmine düştüğü zamanı hesapladığında 17 Mayıs 1571, saat 04.37 sonucuna ulaştı. Küçük ve hastalıklı bir bebek olduğundan, anne ve babasının da 15 Mayıs'ta evlendiğini bildiğinden, "yedi aylık" prematüre bir bebek olarak doğduğu sonucuna vardı. Ama eğer bu doğru değilse, anne ve babasının hiç hesapta olmayan hamilelik sebebiyle alelacele evlenmiş olması olasılığı daha sonraki mutsuz ilişkilerini açıklar.
Kepler yedi kardeşin en büyüğüydü. Bunlardan sadece dördü hayatta kaldı. On altıncı yüzyılda bebek ölümleri çok yüksek düzeydeydi. Kepler'den iki yıl sonra diğer oğul, Heinrich dünyaya geldi. Adını aldığı babası gibi huzursuz ve şanssız bir adam oldu. Yaşamı çeşitli talihsizliklerle, tehlikeli kazalar ve kavgalarla geçti. Kepler'in diğer kardeşleri maceraperest değildi ve sıradan hayatlar yaşadılar. Kız kardeşi Margarethe bir din adamıyla evlendi. En küçükleri Christoph, atalarının yaptığı gibi, sonradan zanaatçı sınıfına geçerek oldukça iyi bir kalaycı oldu.
Yaklaşık 200 olan küçük nüfusuna rağmen Weil der Stadt bağımsız bir imparatorluk kentiydi. Yani Württemberg dükalığı ile çevrili olmasına rağmen, Alman Ulusunun Kutsal Roma İmparatorluğunu oluşturan dükalıklar, prenslikler, piskoposluklar ve kentler sistemi içerisinde bağımsız bir birimdi. Kutsal Roma İmparatorluğu, tüm Almanya'yı ve Avusturya'yı kapsıyor, doğuda Bohemya'yı (bugünkü Çek Cumhuriyeti), batıda ise Fransa'nın ve Hollanda'nın bir kısmını içine alıyordu. Kutsal Roma İmparatoru II. Rudolf, bölgeyi Bohemya'daki Prag'da bulunan tahtından yönetiyordu. Bağımsız bir imparatorluk kenti olarak Weil der Stadt sadece imparatora bağlılık duyuyordu ve imparatorluktaki tüm güçlerin bir araya geldiği İmparatorluk Meclisi'ne kendi temsilcisini gönderiyordu. Kendisini çevreleyen Württemberg'in koyu Protestan bir eyalet olmasına rağmen, Weil der Stadt'ın konumu ve tarihi hem Katolikliğin hem Protestanlığın uygulanmasına izin verilmesini sağlıyordu. O tarihlerde Almanya' da dinin uygulanışı çok tartışılan bir konuydu ve Kepler'in hayatında maddi, düşünsel ve manevi açıdan büyük önem taşıyacaktı.
İleride Kepler'in yaşamını etkileyecek olan mezhepler arası çatışmalar, o doğduğunda 50 yıldan beri süregeliyordu. lS17'de Martin Luther, tanrı katında insanı yalnızca inancın akladığını ve herkesin Kutsal Kitabı kendisi için okuması gerektiğini ilan ederek Katolik Kilisesi'yle bağlarını kopardıktan sonra, bir süre kargaşa hüküm sürdü. Avrupa'da, özellikle de Kuzey Avrupa'da pek çok insan, o dönemde Batı Avrupa'da hemen hemen tamamen Katolik olan Hıristiyan Kilisesi'nde reform yapılması gerektiğine yürekten inanıyordu. Fakat siyasi etmenler bu tabloyu gölgeledi. Katolik Kilisesi, güç merkezi Alplerin ötesindeki Roma’da olan zengin ve güçlü bir kurumdu. Yerel serveti Katolik Kilisesi’nin elinden almak ve Protestanlarla bir olarak Katolik Kilisesi'nin siyasi gücünden kaçmak, birçok düke ve prense cazip bir fikir olarak görünüyordu.
Diğer yandan pek çok insan, Hıristiyanlığı bin yıldan fazla süredir destekleyen Katolik Kilisesi'ne içten bir bağlılık duyuyordu. Almanya birleşik bir devlet değil de parçalardan oluşan bir siyasal yapı olduğundan, bölgeyi dinsel ve siyasal ayaklanmalar sardı. Sonunda, düzeni yeniden kurmak amacıyla Augsburg Barışı adı altında bir anlaşmaya varıldı (1555). Bu anlaşmaya göre her yerellider kendi bölgesinde Katolikliğin mi yoksa Protestanlığın mı uygulanacağına kendisi karar verecekti. Sadece, Weil der Stadt gibi önceden de her iki mezhebin bulunduğu bağımsız imparatorluk kentleri durumunu koruyabilecekti. Weil der Stadt'ın kent merkezini çevreleyen Württemberg'in yöneticisi olan dükün önemli ve güçlü bir Protestanlık taraftarı olması, Weil der Stadt'ın durumunu daha da karmaşıklaştırıyordu. Keplerler kendilerini Protestan bir dükalığın ortasındaki bağımsız bir kentte, Protestan bir azınlığın üyesi olmak gibi alışılmamış bir durumda buldular.
Dinle ilgili konular Kepler'in eğitiminde büyük rol oynadı. Kardeşlerinden farklı olarak üniversite eğitimi almayı amaçlıyordu. 1577'de, beş yaşındayken bu yola ilk adımını attığı sırada ailesi Weil der Stadt'tan, yakındaki bir kasaba olan Leonberg'e taşındı. Leonberg, geldikleri bağımsız kentten farklı olarak Württemberg dükalığının bir parçasıydı. Böylece Kepler, düklerin uyrukları için kurduğu iyi bir eğitim sistemi içinde öğrenimine başladı. İlk olarak geleneksel Alman okuluna gitti, fakat kısa süre içinde üniversite eğitimine hazırlayan benzer bir eğitim sisteminin parçası olan Latin okuluna geçti. Alman okulunda öğrenciler günlük hayatta ihtiyaç duyacakları Almancayı öğrenirken, Latin okulundaki öğrencilere okuma ve yazma uluslararası öğrenim dili olan Latince ile öğretiliyordu. Hatta öğrencilerin birbirleriyle sadece Latince konuşması isteniyordu. Tüm Avrupa' da bütün disiplinlerde ciddi çalışmalar Latince yapılıyordu; kitaplar, üniversitelerdeki dersler ve tartışmalar bile Latinceydi. Kepler'in eğitiminin ilginç bir sonucu da Latince üslubunun oldukça iyi olmasına rağmen anadilinde aynı şekilde yazmayı hiçbir zaman öğrenememiş olmasıdır. Tüm önemli kitaplarını, mektuplarını (hatta Almanlara yazdıklarını bile) Latince yazmıştır.
Kepler için eğitim sisteminde kesintisiz bir yükselişin hiçbir garantisi yoktu. Aile bu sefer Ellmendingen'e taşındığında biraz zaman kaybetti. Daha da kötüsü, 1580-1582 yılları arasında, yani sekiz yaşından on yaşına kadar ailesiyle beraber tarlada çalışması gerekti. Ufak tefek ve zayıf bir çocuk olduğundan tarlada çalışmaya uygun değildi ve· tekrar okula kaydettirilmesi hem onun için hem de ailesi için bir rahatlama oldu. Eyalet sınavlarını kazanıp, 16 Ekim 1584'te Adelberg'teki alt seminere kabul edilmesiyle eğitim sisteminde önemli bir adım atmış oldu. Alt seminer, üniversiteye girişi sağlayan iki aşamadan ilkiydi. Başarılı oldu ve iki yıl sonra Maulbronn' daki eski Cistercium manastırında üst seminere yükseldi.
Belki ufak tefek ve hastalıklı bir çocuk olduğundan, belki de çocukluğunun hoş olmayan atmosferinden kurtulmak istediğinden, zor zihinsel alıştırmalardan zevk alıyordu. Bu sayede okulda başarılı oldu. Şiire ve kafiyeye ilgi duymaya başladı, zor klasik tarzlarda şiirler yazmak ona zevk veriyordu. Fıkralar ve bulmacalar hoşuna gidiyor, birçok şiirinde anagramlar (harfler farklı şekillerde bir araya getirildiğinde farklı sözcük ve sözcük öbeklerinin oluşturulabildiği tarz) ve akrostiş (dizelerin ilk harfleri yukarıdan aşağı doğru okunduğunda yeni bir sözcüğün ya da sözcük öbeğinin ortaya çıktığı tarz) kullanıyordu. Belleğini eğitmek için en uzun ilahileri seçip ezberliyordu.
Annesi gibi huzursuz ve meraklı bir zihne sahipti. Bunun sonucu olarak, kompozisyonları daldan dala atlayan, kesik kesik düşüncelerle doluydu. Bu zihin çabukluğu ve bir düşünceden diğerine atlama eğilimi hayatı boyunca sürdü. Babasından da kavgacılık özelliğini almıştı. Aşırı derecede rekabetçiydi. Okuldaki ((düşmanlarının" yani birçoğu sınıf birinciliği için kendisiyle yarışan öğrencilerin bir listesini yapmıştı (geride bir arkadaş listesi bırakmamış olması dikkat çekicidir). Notlar ilan edildiğinde öyle bir heyecan yaşanırdı ki, yumruk yumruğa kavgalar çıkardı çoğu zaman ancak Kepler'in rakipleri onun akademik üstünlüğüne meydan okumaya son verdiğinde bir uzlaşmaya varılırdı.
Arada sırada parlaması bir yana, Kepler ciddi ve dindar bir öğrenciydi. Küçükken bile din derslerini çok ciddiye alırdı. Kendisine öğretilenleri hemen kabul etmez, cevabı kendisi de bulmak isterdi. Hıristiyan mezheplerinden herhangi birini kınayan bir vaaz duyduğunda, önce konuyu anladığına emin olup, söylenenleri Kitabı Mukaddes'te yazanlarla kıyaslar, sonra kendisi bir sonuca varırdı. Dinsel inancın, “gerçek inananlarla" inanmayanları yani kilisenin genel geçer öğretilerini kabul etmeyenleri ayıran duvarlar ören çok ince noktaları vardı. Bu duvarlar, derslerinde ve vaazlarında diğerlerinin inançlarını hiddetle kınayan genç ve ciddi vaizler tarafından korunuyordu. Sadece Protestanlar ve Katolikler arasında değil, Protestanlığın çeşitli mezhepleri arasında özellikle de Lutercilerle Kalvenciler arasında anlaşmazlıklar vardı. Kepler gerçeğin, çeşitli mezheplerin hararetle koruduğu sınırların dışında bir yerde yattığını görüyor ve "doktrinlere aykırı" görüşlerde bile bir gerçek payı olduğunu kabul ediyordu. Birbirleriyle çatışan tanrıbilimsel yorumların olumlu noktalarını kabul etmekteki gönüllülüğü, onun içten inancını ve iyi kalpli doğasını ortaya koyuyordu. Çok samimi olduğu için, öğretmenleri Ortodoks olmayan ve şüpheli buldukları inançları araştırmasına hoş görüyle yaklaştı, fakat Kepler ne iyi niyetin ne de mantıklı tezlerin Hıristiyan mezhepleri arasındaki anlaşmazlığı çözmeye yetmeyeceğini ileride öğrenecekti. Aslında çabaları onu çok değer verdiği kendi Luterci cemaatine yabancılaştıracaktı.
Kepler, okuldaki çabalarının doruğuna 25 Eylül 1588'de, Tübingen Üniversitesi'nin mezuniyet sınavını geçtiğinde ulaştı. Hala Maulbronn' daki üst seminerde olmasına rağmen neredeyse bir yıldır Tübingen Üniversitesi'nde kayıtlı öğrenciydi. Böylece, Maulbronn'da lisans çalışmalarını tamamladı ve Tübingen'de girdiği mezuniyet sınavını geçerek, orada daha hiç derse girmeden diploma almaya hak kazandı. Artık üniversitede daha da ilerleyip yüksek lisans derecesi almasının ve tanrıbilim konusunda ileri eğitim alabileceği ilahiyat fakültesinde okuyabilmesinin yolu açılmıştı. Bunca yıllık eğitimden sonra, uzun zamandır en büyük arzusu olan kilise hizmetine girebilecekti.
Ertesi yıl Eylül başında, Dük Ludwig beş öğrenciyi burslu olarak Tübingen Üniversitesi'ndeki Luterci ilahiyat fakültesi Stift' e seçti. Kepler de bunların arasındaydı. Bu bursu kabul etmekle kendisini hayatı boyunca Württemberg dükünün hizmetine adamış oluyordu. Bunun karşılığında ihtiyacı olan her şey sağlanacaktı. Stift, yüksek lisans derecesini alması için gereken iki yıl süresince Kepler' e kalacak bir yer verecek ve bakımını üstlenecekti. Sonraki üç yıllık tanrıbilim çalışmaları sırasında da tüm sorumluluğu Stift üstlenecekti. Kepler özel eşyalarını topladı ve Tübingen' e gitmek üzere yola koyuldu. Aşağı yukarı 17 Eylül 1589'da Stift'teki kayıt defterine adını yazdı:
Leonbergli Johannes Kepler
Doğum, 27 Aralık 1571
17 yaşındaydı. Eğitim planına göre, kendisini tamamen tanrıbilime adamadan önce iki yıl daha üniversitenin edebiyat fakültesinde okuyacaktı. O zamana dek üzerinde çalıştığı konular arasında en çok ilgisini çeken ve hayatının geri kalanında da temel ilgi alanını oluşturan iki konu matematik (gökbilimi de kapsıyordu) ve tanrıbilirndi. Bu iki alan bir bakıma birbirine benziyordu: Her ikisi de ebedi gerçek arayışında dünyevi deneyimlerimizin dışına taşıyordu. Kepler' e göre geometrik kanıtlar, ölümlü yaşamımızda erişebileceğimiz en k-esin bilgiydi. Gökbilime gelince, Güneş sisteminin düzeninde Tanrı'nın imgesini görüyordu.
Kepler'in matematik ve gökbilim öğretmeni büyük bir hayranlık duyduğu, katı ve kaba görünümlü Michael Maestlin'di. Matematik bilimleri Almanya'daki Luterci üniversitelerin uzmanlık alanıydı ve Maestlin, Kepler' e gökbilimdeki en son gelişmeleri, yani elli yıl önce ölen Polonyalı gökbilimci Mikolaj Kopemik'in günmerkezli sistemini öğretebilecek yeterlilikteydi. Kelime anlamı "Güneş merkezli" demek olan günmerkezli sistemde, Güneş, Güneş sisteminin merkezinde sabittir, gezegenler onun çevresinde dolaşır. Maestlin, günmerkezli sistemin doğruluğuna gerçekten inanan çok az sayıda kişiden biriydi. Ama yine de yeni öğrencilerine eski, yermerkezli (Dünya merkezli) Ptolemaiosçu gökbilimi öğretiyordu.
MS 2. yüzyılda Claudius Ptolemaios tarafından geliştirilen Ptolemaiosçu gökbilim, 1500 yıl boyunca hakim olan kozmolojik sistem olmuştu. Ptolemaios, kendi zamanında bile artık eski bir bilgi olan Dünya'nın küre şeklinde olduğu bilgisinden yola çıkmıştı. Ayrıca, Dünya'nın evrenin merkezinde durduğu ve çevresini de yıldızlar küresinin sardığı inancını kabul etmişti. Ptolemaios, bu temel Kozmolojik çerçeveye gezegenlerin hareketini açıklayan detaylı matematiksel kuramlar ekledi. Birkaç küçük düzeltmeyle, bu kuramlar Kepler'in dönemine dek gezegenlerin hareketlerini tahmin etmekte yeterli oluyordu.
Ptolemaios'un kozmolojisi Aristoteles'in daha eskilere dayanan temel elementler kuramına uyuyordu. MÖ 4. yüzyılın en önemli ve etkili filozofu olan Yunanlı Aristoteles, gökyüzünün esir denilen bir maddeden oluştuğunu düşünüyordu. Toprak, hava, ateş ve su gibi, doğal devinimleri sınırlı olan (Dünya'nın merkezine doğru ve tersi yönde) dünyevi elementlerden farklı olarak, yalnız esir, doğal ve sonsuz bir dairesel devinime sahipti.
Kopernik'in günmerkezli sistemini yayımladığı lS43'ten sonraki elli yıl içerisinde, pek fazla kişi bu sistemin doğru olabileceğini düşünmedi. Dünya'nın biz hissetmeden dönüyor olması inanılmayacak bir düşünceydi. Güneş etrafındaki yıllık hareketi bir yana, günlük devri saatte yaklaşık 1500 km gibi baş döndüren bir hızda olmalıydı. Üstelik cisimler Dünya'nın kendi eksenindeki dönüş yönünün tersi yönde değil, dümdüz aşağı doğru düşüyor, havadaki kuşlar ve diğer cisimler Dünya onların altında dönerken geride kalmıyordu. Dünya'nın hareket ediyor olması fiziksel olarak imkânsız görünüyordu. Diğer yandan Ptolemaios'un yermerkezli sistemi, Aristoteles fiziğiyle mükemmel bir uyum gösteriyordu.
Bununla beraber, on altıncı yüzyılın ikinci yarısında esir kuramı ile ilgili sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Aristoteles'e göre esir değişmezdi. Fakat 1572'de göz kamaştıran bir nova yani “yeni bir yıldız” belirdi. Dikkatle yapılan gözlemler, bu yeni yıldızın Ay'ın altındaki Dünya'ya ait bölgede değil, esirin içinde yükseklerde bir yerde olduğunu gösterdi. Sonra da 1577'nin görkemli kuyrukluyıldızı geldi.
Kepler, Leonberg'in dışındaki tepenin üzerinde annesinin elini tutarken, uzaklarda, kuzeydeki Hven adasında, Danimarkalı asilzade Tycho Brahe (Galileo ve Michelangelo gibi o da ilk adıyla tanınır) kuyrukluyıldızı detaylı olarak gözlemlemiş, hassas ölçümler yapmıştı. Gözlemleri, bu yıldızın da kuyrukluyıldızların bulunduğu düşünülen Ay'ın altındaki ateş diyarında değil, Aydan daha yüksekte bulunduğunu göstermişti. Ayrıca kuyrukluyıldız, esir küreleriyle dolu olduğu düşünülen bölgeden geçmekteydi. On bir yıl süren hazırlıklardan sonra 1588'de Tycho, kesin kanıtlar göstererek esir kürelerinin var olmadığını açıkladı. Bir Kopernikçi olması için bu yeterli değildi -önünde günmerkezliliğin fizik açısından anlamsızlığı ve Kutsal Kitap'ta yazanlar vardı fakat Ptolemaios sistemi tehdit altındaydı.
1590'ların başında Maestlin'le beraber çalışan Kepler'e, Dünya'nın hareket etmekte olduğu düşüncesine fizik bilimi açısından yapılan itirazlar önemsiz görünüyordu. Ona göre Kopernik sisteminin daha kapsamlı, dinsel bir önemi vardı. Ona göre evren, yaratıcısının yani Tanrı'nın imgesinden başka bir şey değildi. En göz kamaştırıcı kütle olan Güneş merkezde yer alıyor, gezegenlere ışık, ısı, hareket veriyor ve Tanrı'yı, Baba'yı simgeliyordu. Sistemin en dışında yıldızlar vardı. Merkezinde Güneş olan evreni içine alan ve onun alanını belirleyen, geometrik şekillerin en mükemmeli olan sabit bir kürenin üzerinde yer alıyorlardı. Bu ise Oğul'u yani İsa'yı temsil ediyordu. Bir küre, kendisi ve merkezi arasındaki boşluğu dolduran, merkezden çıkan eşit uzunluktaki sonsuz sayıda düz çizgiden oluşur. Aradaki boşluk Kutsal Ruh'un simgesiydi. Teslis kavramında Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'un bir Tanrı olarak birleşmesi gibi, küre de de elemanların -merkez, yüzey ve hacim- hiçbiri bir diğeri olmadan var olamaz. Gezegenlerin dolanım sürelerinin ve uzaklıklarının da Kopernik'in düzenlemesinde bir anlamı vardı. Tüm değişimin ve hareketin kaynağı olan Güneş'e ne kadar yakınlarsa o kadar hızlı dönüyorlardı. Kepler, Tübingen Üniversitesi'nde olduğu sıralarda, iki ayrı akademik tartışmada bu tezi kullanarak Kopernik'in sisteminin doğruluğunu savundu. Fakat gökbilimi ve Kopernik sistemini, dinsel çalışmalarının yanında her zaman ikincil ilgi alanları olarak gördü.
Kepler'in tanrıbilim çalışmaları programa uygun olarak ilerlerken, II Ağustos lS91'de edebiyat fakültesinde tamamlaması gereken iki yıllık ileri çalışmayı da bitirip yüksek lisans derecesini aldı. İki ay sonra üniversite senatosu, Weil der Stadt belediye başkanına ve şehir konseyine bir mektup yazarak Kepler'in bursunun yenilenmesini istedi. Mektuplarında “Genç Kepler o kadar sıra dışı ve parlak bir zekaya sahip ki, ondan çok özel şeyler beklenebilir." diyorlardı.
1594'ün başlarında planları bozan çok büyük bir değişiklik oldu. Kepler üç yıllık tanrıbilim eğitimini tamamlamasına birkaç ay kala, çalışmalarını bırakmak zorunda kaldı. Bir yıl önce Styria'nın (Steiermark, Avusturya'nın bir bölgesi) başkenti Graz'daki Protestan seminerinde matematik öğretmeni olan Georg Stadius ölmüştü. Kasım ayında, Styrialı temsilciler Tübingen'in seçkin Luterci üniversitesine, tercihan tarih ve Yunanca da bilen yeni birini tavsiye etmeleri için başvurdu. Kepler, Maestlin ile yaptığı gayretli çalışmalarla ve diğer tüm çalışmalarıyla da kendini göstermişti, böylece tanrıbilim fakültesi onu seçti.
Tutkusu ve görev duygusu arasında kalan Kepler acı bir kişisel çatışma yaşıyordu. Önceden, Stift'teki arkadaşları uzak yerlere atandıklarında durumdan açıkça şikayetçi olmuş ve bu tür atamalardan kurtulmaya çalışmışlardı. Bunlara şahit olan Kepler, kendisine bir çağrı gelecek olursa, görevi ağırbaşlılıkla hemen kabul etmeye karar vermişti. Ama kendini beğenmişlik huyu baskın çıktı. Onun canını sıkan Graz'ın çok uzakta, yabancı bir ülkede olması değil, papaz olup kiliseye hizmet etme şansının elinden alınıyor olmasıydı. Matematik öğretmenliği gibi aşağı bir konumda olmak istemiyordu. Üstelik matematiğe özel bir yeteneği olduğunu düşünmüyordu. Diğer yandan, bencil olmak istemiyordu; insan dünyaya sadece kendi yararı için gelmezdi. Sonunda, ilerde kilise hizmetine dönebilmesine açık kapı bırakan bir uzlaşma önerdi.
Evrak işleri hemen halledildi. Tübingen'deki Stift'in müdürü ve Graz'daki Protestan okulunun müfettişleri Württemberg düküne mektup yazıp Kepler'in Württemberg'ten ayrılıp işe başlaması için izin istediler. 5 Mart'ta dük gerekli imzayı attı. Tübingen'deki işlerini bitiren Kepler, 13 Mart 1594'te uzaklardaki Styria'ya gitmek üzere sevgili üniversitesinden ayrıldı.
1577 yılı, kayıtlı tarihteki en olağanüstü kuyrukluyıldızlardan biriyle onurlandırılmıştı. Tüm yıldızlardan daha parlak olan göz kamaştırıcı baş kısmı ve dolunaydan 50 kat daha geniş kuyruğuyla, tüm Avrupa’da heyecan uyandırarak görkemli bir şekilde gökyüzünden geçip gitmişti. Almanya’nın en güneyindeki Württemberg dükalığında, Katherina Kepplervs beş yaşındaki oğlu Johannes’i manzarayı izlemesi için Leonberg köyüne yukarıdan bakan tepeye götürmüştü. Zaten zayıf olan görme gücü saat ilerledikçe iyice zayıflamış, kuyrukluyıldız Johannes’in üzerinde pek bir etki bırakmamıştı. Ama annesinin onu kuyrukluyıldızı izlemesi için tepeye götürüşünü aslında acı içinde ve zor geçen çocukluğundan güzel bir anı olarak hatırlayacaktı. Aynı anda uzaklarda, kuzeyde Danimarka Boğazı’ndaki özek adasında bir asilzade, kuyrukluyıldızı ayrıntılı olarak gözlemleyebilmek için, dünyanın en büyük gözlemevini inşa etme işine ara vermişti.
Aslında çevremizdeki en sıradan ve belirli aralıklarla tekrarlana olaylardan biri olan kuyrukluyıldızlar gökyüzünde önceden hiçbir işaret vermeden belirir. O dönemde kuyrukluyıldızlar bir şeylerin olacağına, değişeceğine ilişkin işaretler olarak görülürdü. İşaretin görkemi öneminin bir belirtisi ise bu seferki değişiklik çok büyük olacak demekti. Belki de imparatorun veya Osmanlı padişahının ölümünü, hatta İsa’nın ikinci gelişinin yakın olduğunu haber veriyordu. Sonradan anlaşılacağı gibi, kuyrukluyıldız gerçekten de bir değişikliği önceden haber vermişti. Gökyüzündeki hayaleti izlemek için gece sokaklara dökülen binlerce insanın yanı sıra, değişik yerlerde birkaç gökbilimci sonunda bir düşünce devrimine yol açacak dikkatli ve kesin ölçümler yapıyordu. Bilimsel Devrim olduğu doğruydu. Tepenin üzerindeki, esneyen küçük çocuk bu devrimin en önemli düşünürlerinden biri olacaktı.
Johannes Kepler, 27 Aralık 1571 günü 14.30'da büyükbabası Sebald'ın Weil der Stadt şehrindeki küçük ama rahat evinde dünyaya geldi. Ailenin ilk çocuğuydu ve babası Heinrich hala anne ve babasıyla yaşıyordu. Kepler ailesi bir zamanlar seçkin ve soylu bir aileydi fakat o dönemde durumları kötüye gidiyordu. Nesiller önce, 1433 yılında, Kepler'in beşinci kuşaktan dedesi, askerlik hizmeti sırasında gösterdiği kahramanlıklardan dolayı İmparator Sigismund tarafından şövalyelikle ödüllendirilmişti. O günden sonra aile zamanla imparatorluk hizmetinden ayrılmış, soylular sınıfından ayrılıp zanaatçılar sınıfına girmiş ve küçük, sakin bir kent olan Weil der Stalt'a yerleşmişti. Fakat eski görkemli günlerini unutmuyorlardı. Hala aile armaları taşıyorlardı ve Kepler'in dedesinin babasının ve dedesinin, İmparator 5. Charles ve haleflerinin emri altında kazandığı askeri zaferlerin hikayeleri anlatılıyordu.
Eskisi kadar ünlü olmasalar da, ailenin Weil der Stadt'ın yaşamında saygın bir yeri vardı. Kepler doğduğunda on yıldır belediye başkanı olan büyükbaba Sebald, kırmızı şişman yüzü, seçkin görünüşlü sakalı ve güzel giyimiyle otoriter bir adamdı. Ailesinin Protestan azınlığa mensup olmasına rağmen belediye başkanlığına seçilmesi, toplumdaki seçkin konumunun bir göstergesiydi. Bir lider olarak Sebald, uzlaştırıcı olmaktan çok bir diktatördü, fakat fikirleri etkiliydi ve halk ona güveniyordu. Buna rağmen genç Johannes'in üzerinde hemen öfkeleniveren, inatçı bir kişi etkisi bırakmıştı.
Sebald ailenin reisiydi ve Johannes'in sahip olup olabileceği tek baba figürü de oydu. Kepler ailesinin kötüye giden durumu, Sebald'ın dördüncü oğlu olan, Johannes'in babası Heinrich yüzünden iyice kötüleşti. Heinrich, Kepler'in çocukluğunun büyük kısmında onun yanında olmayan, kaba, cahil bir adamdı. Kepler bir yazısında babası için "Her şeyi mahvederdi. Günahkâr, kaba ve kavgacı bir adamdı." demişti. Kepler ailesinde imparatorun hizmeti altında kendini gösteren savaşçı ruh Heinrich'te fazlasıyla baskın çıkmıştı. Baba evinde bunalan Heinrich, oğlu daha üç yaşına gelmeden macera aramak amacıyla, paralı asker olarak Hollanda'ya savaşmaya gitti. Bu, Johannes'in çocukluğu boyunca tekrarlanacaktı: Babası bir süre için eve dönecek, fakat savaş alanının cazibe si onu geri çağıracaktı. Evdeyken sert ve aksi bir adamdı. Sonunda, 1588 yılında, Kepler on altı yaşındayken bir daha dönmemek üzere gitti. Napoli Krallığı adına donanma kaptanı olarak savaştığına ve eve dönerken Augsburg'da öldüğüne dair söylentiler vardı, fakat kimse işin doğrusunu bilmiyordu.
Kepler, Eltingen köyünün hancısı ve belediye başkanı Melchior Guldenmann'ın kızı olan annesi Katharina tarafından büyütülmüştü. Kepler pek çok yönden ona çekmiştir. Annesi gibi esmer ve ufak tefekti. İkisi de huzursuz ve meraklı bir zihne sahipti. Kepler'in annesi okula gitmemişti, şifalı bitkiler ve evde yapılan ilaçlarla ilgileniyordu. Bu uğraş yaşlılığında talihsiz sonuçlara yol açacak, büyücü olduğu şüphesiyle yargılanacaktı. Şuna hiç şüphe yok ki, Katharina Kepler insanların sevmediği garip ve aksi biriydi. Keskin zekasını kolayca saldırıya yönlendirirdi. Kepler onu" sivri dilli ve kavgacı bir kadın" olarak tanımlardı. Kaba bir adam olan babası ve aksi bir kişiliğe sahip annesi arasında sık sık şiddetli tartışmalar yaşanıyordu. Bu durum Heinrich askerlik için bir yerlere gitmediği zamanlarda evde dayanılmaz bir ortam yaratmış olmalı. Kepler yıllar sonra, astrolojik ilkeleri kullanarak ana rahmine düştüğü zamanı hesapladığında 17 Mayıs 1571, saat 04.37 sonucuna ulaştı. Küçük ve hastalıklı bir bebek olduğundan, anne ve babasının da 15 Mayıs'ta evlendiğini bildiğinden, "yedi aylık" prematüre bir bebek olarak doğduğu sonucuna vardı. Ama eğer bu doğru değilse, anne ve babasının hiç hesapta olmayan hamilelik sebebiyle alelacele evlenmiş olması olasılığı daha sonraki mutsuz ilişkilerini açıklar.
Kepler yedi kardeşin en büyüğüydü. Bunlardan sadece dördü hayatta kaldı. On altıncı yüzyılda bebek ölümleri çok yüksek düzeydeydi. Kepler'den iki yıl sonra diğer oğul, Heinrich dünyaya geldi. Adını aldığı babası gibi huzursuz ve şanssız bir adam oldu. Yaşamı çeşitli talihsizliklerle, tehlikeli kazalar ve kavgalarla geçti. Kepler'in diğer kardeşleri maceraperest değildi ve sıradan hayatlar yaşadılar. Kız kardeşi Margarethe bir din adamıyla evlendi. En küçükleri Christoph, atalarının yaptığı gibi, sonradan zanaatçı sınıfına geçerek oldukça iyi bir kalaycı oldu.
Yaklaşık 200 olan küçük nüfusuna rağmen Weil der Stadt bağımsız bir imparatorluk kentiydi. Yani Württemberg dükalığı ile çevrili olmasına rağmen, Alman Ulusunun Kutsal Roma İmparatorluğunu oluşturan dükalıklar, prenslikler, piskoposluklar ve kentler sistemi içerisinde bağımsız bir birimdi. Kutsal Roma İmparatorluğu, tüm Almanya'yı ve Avusturya'yı kapsıyor, doğuda Bohemya'yı (bugünkü Çek Cumhuriyeti), batıda ise Fransa'nın ve Hollanda'nın bir kısmını içine alıyordu. Kutsal Roma İmparatoru II. Rudolf, bölgeyi Bohemya'daki Prag'da bulunan tahtından yönetiyordu. Bağımsız bir imparatorluk kenti olarak Weil der Stadt sadece imparatora bağlılık duyuyordu ve imparatorluktaki tüm güçlerin bir araya geldiği İmparatorluk Meclisi'ne kendi temsilcisini gönderiyordu. Kendisini çevreleyen Württemberg'in koyu Protestan bir eyalet olmasına rağmen, Weil der Stadt'ın konumu ve tarihi hem Katolikliğin hem Protestanlığın uygulanmasına izin verilmesini sağlıyordu. O tarihlerde Almanya' da dinin uygulanışı çok tartışılan bir konuydu ve Kepler'in hayatında maddi, düşünsel ve manevi açıdan büyük önem taşıyacaktı.
İleride Kepler'in yaşamını etkileyecek olan mezhepler arası çatışmalar, o doğduğunda 50 yıldan beri süregeliyordu. lS17'de Martin Luther, tanrı katında insanı yalnızca inancın akladığını ve herkesin Kutsal Kitabı kendisi için okuması gerektiğini ilan ederek Katolik Kilisesi'yle bağlarını kopardıktan sonra, bir süre kargaşa hüküm sürdü. Avrupa'da, özellikle de Kuzey Avrupa'da pek çok insan, o dönemde Batı Avrupa'da hemen hemen tamamen Katolik olan Hıristiyan Kilisesi'nde reform yapılması gerektiğine yürekten inanıyordu. Fakat siyasi etmenler bu tabloyu gölgeledi. Katolik Kilisesi, güç merkezi Alplerin ötesindeki Roma’da olan zengin ve güçlü bir kurumdu. Yerel serveti Katolik Kilisesi’nin elinden almak ve Protestanlarla bir olarak Katolik Kilisesi'nin siyasi gücünden kaçmak, birçok düke ve prense cazip bir fikir olarak görünüyordu.
Diğer yandan pek çok insan, Hıristiyanlığı bin yıldan fazla süredir destekleyen Katolik Kilisesi'ne içten bir bağlılık duyuyordu. Almanya birleşik bir devlet değil de parçalardan oluşan bir siyasal yapı olduğundan, bölgeyi dinsel ve siyasal ayaklanmalar sardı. Sonunda, düzeni yeniden kurmak amacıyla Augsburg Barışı adı altında bir anlaşmaya varıldı (1555). Bu anlaşmaya göre her yerellider kendi bölgesinde Katolikliğin mi yoksa Protestanlığın mı uygulanacağına kendisi karar verecekti. Sadece, Weil der Stadt gibi önceden de her iki mezhebin bulunduğu bağımsız imparatorluk kentleri durumunu koruyabilecekti. Weil der Stadt'ın kent merkezini çevreleyen Württemberg'in yöneticisi olan dükün önemli ve güçlü bir Protestanlık taraftarı olması, Weil der Stadt'ın durumunu daha da karmaşıklaştırıyordu. Keplerler kendilerini Protestan bir dükalığın ortasındaki bağımsız bir kentte, Protestan bir azınlığın üyesi olmak gibi alışılmamış bir durumda buldular.
Dinle ilgili konular Kepler'in eğitiminde büyük rol oynadı. Kardeşlerinden farklı olarak üniversite eğitimi almayı amaçlıyordu. 1577'de, beş yaşındayken bu yola ilk adımını attığı sırada ailesi Weil der Stadt'tan, yakındaki bir kasaba olan Leonberg'e taşındı. Leonberg, geldikleri bağımsız kentten farklı olarak Württemberg dükalığının bir parçasıydı. Böylece Kepler, düklerin uyrukları için kurduğu iyi bir eğitim sistemi içinde öğrenimine başladı. İlk olarak geleneksel Alman okuluna gitti, fakat kısa süre içinde üniversite eğitimine hazırlayan benzer bir eğitim sisteminin parçası olan Latin okuluna geçti. Alman okulunda öğrenciler günlük hayatta ihtiyaç duyacakları Almancayı öğrenirken, Latin okulundaki öğrencilere okuma ve yazma uluslararası öğrenim dili olan Latince ile öğretiliyordu. Hatta öğrencilerin birbirleriyle sadece Latince konuşması isteniyordu. Tüm Avrupa' da bütün disiplinlerde ciddi çalışmalar Latince yapılıyordu; kitaplar, üniversitelerdeki dersler ve tartışmalar bile Latinceydi. Kepler'in eğitiminin ilginç bir sonucu da Latince üslubunun oldukça iyi olmasına rağmen anadilinde aynı şekilde yazmayı hiçbir zaman öğrenememiş olmasıdır. Tüm önemli kitaplarını, mektuplarını (hatta Almanlara yazdıklarını bile) Latince yazmıştır.
Kepler için eğitim sisteminde kesintisiz bir yükselişin hiçbir garantisi yoktu. Aile bu sefer Ellmendingen'e taşındığında biraz zaman kaybetti. Daha da kötüsü, 1580-1582 yılları arasında, yani sekiz yaşından on yaşına kadar ailesiyle beraber tarlada çalışması gerekti. Ufak tefek ve zayıf bir çocuk olduğundan tarlada çalışmaya uygun değildi ve· tekrar okula kaydettirilmesi hem onun için hem de ailesi için bir rahatlama oldu. Eyalet sınavlarını kazanıp, 16 Ekim 1584'te Adelberg'teki alt seminere kabul edilmesiyle eğitim sisteminde önemli bir adım atmış oldu. Alt seminer, üniversiteye girişi sağlayan iki aşamadan ilkiydi. Başarılı oldu ve iki yıl sonra Maulbronn' daki eski Cistercium manastırında üst seminere yükseldi.
Belki ufak tefek ve hastalıklı bir çocuk olduğundan, belki de çocukluğunun hoş olmayan atmosferinden kurtulmak istediğinden, zor zihinsel alıştırmalardan zevk alıyordu. Bu sayede okulda başarılı oldu. Şiire ve kafiyeye ilgi duymaya başladı, zor klasik tarzlarda şiirler yazmak ona zevk veriyordu. Fıkralar ve bulmacalar hoşuna gidiyor, birçok şiirinde anagramlar (harfler farklı şekillerde bir araya getirildiğinde farklı sözcük ve sözcük öbeklerinin oluşturulabildiği tarz) ve akrostiş (dizelerin ilk harfleri yukarıdan aşağı doğru okunduğunda yeni bir sözcüğün ya da sözcük öbeğinin ortaya çıktığı tarz) kullanıyordu. Belleğini eğitmek için en uzun ilahileri seçip ezberliyordu.
Annesi gibi huzursuz ve meraklı bir zihne sahipti. Bunun sonucu olarak, kompozisyonları daldan dala atlayan, kesik kesik düşüncelerle doluydu. Bu zihin çabukluğu ve bir düşünceden diğerine atlama eğilimi hayatı boyunca sürdü. Babasından da kavgacılık özelliğini almıştı. Aşırı derecede rekabetçiydi. Okuldaki ((düşmanlarının" yani birçoğu sınıf birinciliği için kendisiyle yarışan öğrencilerin bir listesini yapmıştı (geride bir arkadaş listesi bırakmamış olması dikkat çekicidir). Notlar ilan edildiğinde öyle bir heyecan yaşanırdı ki, yumruk yumruğa kavgalar çıkardı çoğu zaman ancak Kepler'in rakipleri onun akademik üstünlüğüne meydan okumaya son verdiğinde bir uzlaşmaya varılırdı.
Arada sırada parlaması bir yana, Kepler ciddi ve dindar bir öğrenciydi. Küçükken bile din derslerini çok ciddiye alırdı. Kendisine öğretilenleri hemen kabul etmez, cevabı kendisi de bulmak isterdi. Hıristiyan mezheplerinden herhangi birini kınayan bir vaaz duyduğunda, önce konuyu anladığına emin olup, söylenenleri Kitabı Mukaddes'te yazanlarla kıyaslar, sonra kendisi bir sonuca varırdı. Dinsel inancın, “gerçek inananlarla" inanmayanları yani kilisenin genel geçer öğretilerini kabul etmeyenleri ayıran duvarlar ören çok ince noktaları vardı. Bu duvarlar, derslerinde ve vaazlarında diğerlerinin inançlarını hiddetle kınayan genç ve ciddi vaizler tarafından korunuyordu. Sadece Protestanlar ve Katolikler arasında değil, Protestanlığın çeşitli mezhepleri arasında özellikle de Lutercilerle Kalvenciler arasında anlaşmazlıklar vardı. Kepler gerçeğin, çeşitli mezheplerin hararetle koruduğu sınırların dışında bir yerde yattığını görüyor ve "doktrinlere aykırı" görüşlerde bile bir gerçek payı olduğunu kabul ediyordu. Birbirleriyle çatışan tanrıbilimsel yorumların olumlu noktalarını kabul etmekteki gönüllülüğü, onun içten inancını ve iyi kalpli doğasını ortaya koyuyordu. Çok samimi olduğu için, öğretmenleri Ortodoks olmayan ve şüpheli buldukları inançları araştırmasına hoş görüyle yaklaştı, fakat Kepler ne iyi niyetin ne de mantıklı tezlerin Hıristiyan mezhepleri arasındaki anlaşmazlığı çözmeye yetmeyeceğini ileride öğrenecekti. Aslında çabaları onu çok değer verdiği kendi Luterci cemaatine yabancılaştıracaktı.
Kepler, okuldaki çabalarının doruğuna 25 Eylül 1588'de, Tübingen Üniversitesi'nin mezuniyet sınavını geçtiğinde ulaştı. Hala Maulbronn' daki üst seminerde olmasına rağmen neredeyse bir yıldır Tübingen Üniversitesi'nde kayıtlı öğrenciydi. Böylece, Maulbronn'da lisans çalışmalarını tamamladı ve Tübingen'de girdiği mezuniyet sınavını geçerek, orada daha hiç derse girmeden diploma almaya hak kazandı. Artık üniversitede daha da ilerleyip yüksek lisans derecesi almasının ve tanrıbilim konusunda ileri eğitim alabileceği ilahiyat fakültesinde okuyabilmesinin yolu açılmıştı. Bunca yıllık eğitimden sonra, uzun zamandır en büyük arzusu olan kilise hizmetine girebilecekti.
Ertesi yıl Eylül başında, Dük Ludwig beş öğrenciyi burslu olarak Tübingen Üniversitesi'ndeki Luterci ilahiyat fakültesi Stift' e seçti. Kepler de bunların arasındaydı. Bu bursu kabul etmekle kendisini hayatı boyunca Württemberg dükünün hizmetine adamış oluyordu. Bunun karşılığında ihtiyacı olan her şey sağlanacaktı. Stift, yüksek lisans derecesini alması için gereken iki yıl süresince Kepler' e kalacak bir yer verecek ve bakımını üstlenecekti. Sonraki üç yıllık tanrıbilim çalışmaları sırasında da tüm sorumluluğu Stift üstlenecekti. Kepler özel eşyalarını topladı ve Tübingen' e gitmek üzere yola koyuldu. Aşağı yukarı 17 Eylül 1589'da Stift'teki kayıt defterine adını yazdı:
Leonbergli Johannes Kepler
Doğum, 27 Aralık 1571
17 yaşındaydı. Eğitim planına göre, kendisini tamamen tanrıbilime adamadan önce iki yıl daha üniversitenin edebiyat fakültesinde okuyacaktı. O zamana dek üzerinde çalıştığı konular arasında en çok ilgisini çeken ve hayatının geri kalanında da temel ilgi alanını oluşturan iki konu matematik (gökbilimi de kapsıyordu) ve tanrıbilirndi. Bu iki alan bir bakıma birbirine benziyordu: Her ikisi de ebedi gerçek arayışında dünyevi deneyimlerimizin dışına taşıyordu. Kepler' e göre geometrik kanıtlar, ölümlü yaşamımızda erişebileceğimiz en k-esin bilgiydi. Gökbilime gelince, Güneş sisteminin düzeninde Tanrı'nın imgesini görüyordu.
Kepler'in matematik ve gökbilim öğretmeni büyük bir hayranlık duyduğu, katı ve kaba görünümlü Michael Maestlin'di. Matematik bilimleri Almanya'daki Luterci üniversitelerin uzmanlık alanıydı ve Maestlin, Kepler' e gökbilimdeki en son gelişmeleri, yani elli yıl önce ölen Polonyalı gökbilimci Mikolaj Kopemik'in günmerkezli sistemini öğretebilecek yeterlilikteydi. Kelime anlamı "Güneş merkezli" demek olan günmerkezli sistemde, Güneş, Güneş sisteminin merkezinde sabittir, gezegenler onun çevresinde dolaşır. Maestlin, günmerkezli sistemin doğruluğuna gerçekten inanan çok az sayıda kişiden biriydi. Ama yine de yeni öğrencilerine eski, yermerkezli (Dünya merkezli) Ptolemaiosçu gökbilimi öğretiyordu.
MS 2. yüzyılda Claudius Ptolemaios tarafından geliştirilen Ptolemaiosçu gökbilim, 1500 yıl boyunca hakim olan kozmolojik sistem olmuştu. Ptolemaios, kendi zamanında bile artık eski bir bilgi olan Dünya'nın küre şeklinde olduğu bilgisinden yola çıkmıştı. Ayrıca, Dünya'nın evrenin merkezinde durduğu ve çevresini de yıldızlar küresinin sardığı inancını kabul etmişti. Ptolemaios, bu temel Kozmolojik çerçeveye gezegenlerin hareketini açıklayan detaylı matematiksel kuramlar ekledi. Birkaç küçük düzeltmeyle, bu kuramlar Kepler'in dönemine dek gezegenlerin hareketlerini tahmin etmekte yeterli oluyordu.
Ptolemaios'un kozmolojisi Aristoteles'in daha eskilere dayanan temel elementler kuramına uyuyordu. MÖ 4. yüzyılın en önemli ve etkili filozofu olan Yunanlı Aristoteles, gökyüzünün esir denilen bir maddeden oluştuğunu düşünüyordu. Toprak, hava, ateş ve su gibi, doğal devinimleri sınırlı olan (Dünya'nın merkezine doğru ve tersi yönde) dünyevi elementlerden farklı olarak, yalnız esir, doğal ve sonsuz bir dairesel devinime sahipti.
Kopernik'in günmerkezli sistemini yayımladığı lS43'ten sonraki elli yıl içerisinde, pek fazla kişi bu sistemin doğru olabileceğini düşünmedi. Dünya'nın biz hissetmeden dönüyor olması inanılmayacak bir düşünceydi. Güneş etrafındaki yıllık hareketi bir yana, günlük devri saatte yaklaşık 1500 km gibi baş döndüren bir hızda olmalıydı. Üstelik cisimler Dünya'nın kendi eksenindeki dönüş yönünün tersi yönde değil, dümdüz aşağı doğru düşüyor, havadaki kuşlar ve diğer cisimler Dünya onların altında dönerken geride kalmıyordu. Dünya'nın hareket ediyor olması fiziksel olarak imkânsız görünüyordu. Diğer yandan Ptolemaios'un yermerkezli sistemi, Aristoteles fiziğiyle mükemmel bir uyum gösteriyordu.
Bununla beraber, on altıncı yüzyılın ikinci yarısında esir kuramı ile ilgili sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Aristoteles'e göre esir değişmezdi. Fakat 1572'de göz kamaştıran bir nova yani “yeni bir yıldız” belirdi. Dikkatle yapılan gözlemler, bu yeni yıldızın Ay'ın altındaki Dünya'ya ait bölgede değil, esirin içinde yükseklerde bir yerde olduğunu gösterdi. Sonra da 1577'nin görkemli kuyrukluyıldızı geldi.
Kepler, Leonberg'in dışındaki tepenin üzerinde annesinin elini tutarken, uzaklarda, kuzeydeki Hven adasında, Danimarkalı asilzade Tycho Brahe (Galileo ve Michelangelo gibi o da ilk adıyla tanınır) kuyrukluyıldızı detaylı olarak gözlemlemiş, hassas ölçümler yapmıştı. Gözlemleri, bu yıldızın da kuyrukluyıldızların bulunduğu düşünülen Ay'ın altındaki ateş diyarında değil, Aydan daha yüksekte bulunduğunu göstermişti. Ayrıca kuyrukluyıldız, esir küreleriyle dolu olduğu düşünülen bölgeden geçmekteydi. On bir yıl süren hazırlıklardan sonra 1588'de Tycho, kesin kanıtlar göstererek esir kürelerinin var olmadığını açıkladı. Bir Kopernikçi olması için bu yeterli değildi -önünde günmerkezliliğin fizik açısından anlamsızlığı ve Kutsal Kitap'ta yazanlar vardı fakat Ptolemaios sistemi tehdit altındaydı.
1590'ların başında Maestlin'le beraber çalışan Kepler'e, Dünya'nın hareket etmekte olduğu düşüncesine fizik bilimi açısından yapılan itirazlar önemsiz görünüyordu. Ona göre Kopernik sisteminin daha kapsamlı, dinsel bir önemi vardı. Ona göre evren, yaratıcısının yani Tanrı'nın imgesinden başka bir şey değildi. En göz kamaştırıcı kütle olan Güneş merkezde yer alıyor, gezegenlere ışık, ısı, hareket veriyor ve Tanrı'yı, Baba'yı simgeliyordu. Sistemin en dışında yıldızlar vardı. Merkezinde Güneş olan evreni içine alan ve onun alanını belirleyen, geometrik şekillerin en mükemmeli olan sabit bir kürenin üzerinde yer alıyorlardı. Bu ise Oğul'u yani İsa'yı temsil ediyordu. Bir küre, kendisi ve merkezi arasındaki boşluğu dolduran, merkezden çıkan eşit uzunluktaki sonsuz sayıda düz çizgiden oluşur. Aradaki boşluk Kutsal Ruh'un simgesiydi. Teslis kavramında Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'un bir Tanrı olarak birleşmesi gibi, küre de de elemanların -merkez, yüzey ve hacim- hiçbiri bir diğeri olmadan var olamaz. Gezegenlerin dolanım sürelerinin ve uzaklıklarının da Kopernik'in düzenlemesinde bir anlamı vardı. Tüm değişimin ve hareketin kaynağı olan Güneş'e ne kadar yakınlarsa o kadar hızlı dönüyorlardı. Kepler, Tübingen Üniversitesi'nde olduğu sıralarda, iki ayrı akademik tartışmada bu tezi kullanarak Kopernik'in sisteminin doğruluğunu savundu. Fakat gökbilimi ve Kopernik sistemini, dinsel çalışmalarının yanında her zaman ikincil ilgi alanları olarak gördü.
Kepler'in tanrıbilim çalışmaları programa uygun olarak ilerlerken, II Ağustos lS91'de edebiyat fakültesinde tamamlaması gereken iki yıllık ileri çalışmayı da bitirip yüksek lisans derecesini aldı. İki ay sonra üniversite senatosu, Weil der Stadt belediye başkanına ve şehir konseyine bir mektup yazarak Kepler'in bursunun yenilenmesini istedi. Mektuplarında “Genç Kepler o kadar sıra dışı ve parlak bir zekaya sahip ki, ondan çok özel şeyler beklenebilir." diyorlardı.
1594'ün başlarında planları bozan çok büyük bir değişiklik oldu. Kepler üç yıllık tanrıbilim eğitimini tamamlamasına birkaç ay kala, çalışmalarını bırakmak zorunda kaldı. Bir yıl önce Styria'nın (Steiermark, Avusturya'nın bir bölgesi) başkenti Graz'daki Protestan seminerinde matematik öğretmeni olan Georg Stadius ölmüştü. Kasım ayında, Styrialı temsilciler Tübingen'in seçkin Luterci üniversitesine, tercihan tarih ve Yunanca da bilen yeni birini tavsiye etmeleri için başvurdu. Kepler, Maestlin ile yaptığı gayretli çalışmalarla ve diğer tüm çalışmalarıyla da kendini göstermişti, böylece tanrıbilim fakültesi onu seçti.
Tutkusu ve görev duygusu arasında kalan Kepler acı bir kişisel çatışma yaşıyordu. Önceden, Stift'teki arkadaşları uzak yerlere atandıklarında durumdan açıkça şikayetçi olmuş ve bu tür atamalardan kurtulmaya çalışmışlardı. Bunlara şahit olan Kepler, kendisine bir çağrı gelecek olursa, görevi ağırbaşlılıkla hemen kabul etmeye karar vermişti. Ama kendini beğenmişlik huyu baskın çıktı. Onun canını sıkan Graz'ın çok uzakta, yabancı bir ülkede olması değil, papaz olup kiliseye hizmet etme şansının elinden alınıyor olmasıydı. Matematik öğretmenliği gibi aşağı bir konumda olmak istemiyordu. Üstelik matematiğe özel bir yeteneği olduğunu düşünmüyordu. Diğer yandan, bencil olmak istemiyordu; insan dünyaya sadece kendi yararı için gelmezdi. Sonunda, ilerde kilise hizmetine dönebilmesine açık kapı bırakan bir uzlaşma önerdi.
Evrak işleri hemen halledildi. Tübingen'deki Stift'in müdürü ve Graz'daki Protestan okulunun müfettişleri Württemberg düküne mektup yazıp Kepler'in Württemberg'ten ayrılıp işe başlaması için izin istediler. 5 Mart'ta dük gerekli imzayı attı. Tübingen'deki işlerini bitiren Kepler, 13 Mart 1594'te uzaklardaki Styria'ya gitmek üzere sevgili üniversitesinden ayrıldı.