Hafızanın olmadığı bir yaşamı düşünmek asla mümkün değil. Çünkü hafızanın kullanılmadığı bir yaşamda geçmiş kavramı ve tarih anlayışı yoktur. Ne kadar basit olursa olsun, herhangi bir becerinin öğrenilmesi söz konusu değildir.
Hafızamız hakkında bir benzetme yaparsak, hafızamızın, deneyimlerimizin, duyu organlarımızla algıladıklarımızın içinde birleştiği çok büyük bir kap olduğunu söyleyebiliriz. Şu an bütün gördüklerimiz, yaşadıklarımız hafıza kabımıza toplanıyor ki, daha sonra bu deneyimleri kullanabilelim.
Çoğu insan aslında öğrenmek istediği konuyu defalarca tekrar eder. Fakat bir türlü olmaz. Belki olur ama bir süre sonra yine unutulur. Yani bir bilgiyi beynimize almanın yolu olarak şimdiye kadar öğrenilen yöntem, beş-altı kez tekrar etmektir. Sonra yazarız ve yine tekrar ederiz. Fakat bir süre sonra kullandığımız yöntem yine sonuç vermez. Zaten fazla tekrar, konsantrasyonumuzu bozar. Birkaç kez aynı şeyleri tekrar etmek ilgi azalması, dikkat dağılması, sıkılma gibi birçok olumsuz semptoma neden olur.
Bizim size öğretmek istediğimiz, zekâyı, üretken zekâyı ve kişiye özel hayalleri kullanan dinamik ve aktif bir sistemdir. Bu sistemleri beynimizi zorlamadan en karmaşık konuları dahi doğal bir şekilde hatırlamaya yardımcı olacaktır. Yani zihnimizin daha önce hiç keşfetmediğimiz ve fark etmediğimiz, keşfedilmemiş anlarına doğru bir yolculuğa çıkmaktır.
Zaten araştırmalara göre hafızamız ortalama yetmiş yıl boyunca hayatımızın her saniyesinde on bir olay kaydeder. Ve buna rağmen kullanılmayı bekleyen büyük bir boş alan vardır.
‘Neden unutuyoruz?..’ sorusunun cevabını bulmak için önce ben size iki soru sormak istiyorum.
İşte birinci sorunuz:
‘10 gün önce ne yediğinizi hatırlıyor musunuz?’
Hemen garip yorumlarda bulunmayın… Bu bir imtihan değil. Ayrıca böyle bir soruya doğru cevap vermenizi de beklemiyorum. Ama bir şeyi fark etmenizi bekliyorum.
Burada dikkatinizi çekmek istediğim nokta şu: Bahsettiğim tarih çok uzak olamamasına rağmen bu bilgiyi hatırlayamamanızdır.
Çok daha eskilere gitsek, herhâlde hatırlama oranımız düşer... Yani 1998 gün öncesindeki gibi. Bakalım öyle mi? İkinci sorunuz çok daha eski tarihteki olay ya da bilgileri hatırlamanızla ilgili.
İşte ikinci sorunuz:
Hayatınızda sizi çok etkileyen -korku, heyecan, tehlike, kaza, şaşırtıcı, komik- bir olay hatırlar mısınız?
Bu sorunun cevabı olarak hatırladığınız ve anlatacak çok şeyiniz olmalı. Hatta her şeyi bütün detayına kadar hatırlıyor olmalısınız. Kimler vardı, neler konuşuldu, görüntüler, sesler, ayrıntılar.
Peki nedir bu iki sorunun cevabında yatan sır? Birinci soru çok daha yakın bir tarihte geçtiği hâlde hemen unutmuşsunuz. İkinci soruyu ilgilendiren tarih çok daha eskiydi ama hiç zorlanmadan hemen hatırladınız. Hatta tarih bir tane değil... Bir kaç olay ve tarih hatırladınız.
Sorunun cevabını yine ben vereceğim.
Birinci olayda beyinin kayıt cihazı tamamen kapalıydı. İkinci olayda ise beynin kaydedicisi çalışıyordu ve olayları tamamen, ayrıntılarıyla kaydetti.
Peki beynin kaydedicisi nedir? Nerede bulunur? Ve bu kayıt cihazını çalıştıran ve durduran mekanizma nedir?.. Nasıl çalışır? Beynin kaydedicisini kendi isteğimizle çalıştırıp kapatabilir miyiz? İstediğimiz bilgileri kendi isteğimizle beyne kaydetmesini sağlayabilir miyiz? Yani ders çalışırken, İngilizce öğrenirken, kitap okurken, ders dinlerken… bu cihazı çalıştırıp kontrollü olarak istediğim bilgileri beynime kaydedebilir miyim?
Bu soruların cevabı kocaman bir ‘EVEEET.’ Beynin kayıt düğmesini kendi isteğimizle çalıştırıp istediğimiz bilgileri kaydetmesini sağlayabiliriz. Bilgileri istediğimiz gibi ve istediğimiz zaman beynimize kaydedip lazım olduklarında tekrar kullanabiliriz. EVET. EVET. EVET. Bunu sağlamak için beynin bazı bölümlerinin nasıl çalışacağına çok kısaca bir göz atmamamız gerekiyor.
İnsan beyni yaklaşık olarak bir buçuk kilogram ağırlığındadır ve bir cevizi andırmaktadır. Bu ceviz görüntüsündeki organ, seksen beş yıllık bir süre boyunca saniyede altı yüz birimlik bilgiyi kaydedip işlemek ve programlamak kapasitesine sahiptir. Bu da dakikada 3600, saatte 2 160 000 ve günde 51 840 000 bitlik bilgi demektir. Bu da yedi ton ağırlığındaki bir cray bilgisayarı bir saniyede dört yüz milyon hesap yapsa bile, beynin bir dakikada yapabildiğini başarabilmesi için yüz yıl gibi bir süre gerekiyor. Düşünün ki, beynimizin gücünün kaçta kaçını kullanıyoruz.
Beyin üzerine yapılan araştırmalar gösteriyor ki, insan beynine benzeyebilen bir makinenin yapılması için üç yüz trilyon dolardan fazla para gerekiyor. Böyle bir makinenin çalışabilmesi için de bir trilyon wattlık elektrik enerjisine ihtiyaç var. Yine de hiçbir makine insan beyninin potansiyel gücünü aşamaz. Bütün insanların beyni sıkılmış iki yumruğu kadardır. Ağırlığı kişiden kişiye göre değişir ve bir ile iki kilogram arasında olup vücudun %2’sini teşkil eder.
Bir insan beyninde, çalışan yüz milyardan fazla hücre vardır. Pek çok beynin yaklaşık 1 369 gr. ağırlığında olduğu ve on ile on dört milyar civarında sinir hücresi bulundurduğu bilinmektedir. Bilgi saklama kapasiteleri ise bir-iki milyon bit arasında değişir. Beynin bilgi saklama kapasitesi ömrü boyunca saniyede on yeni bilgi birimidir. Yani bir dakikada altı yüz yeni bilgi, saatte ise otuz altı bin bitlik bilgi saklanabilmektedir. Normal bir ömür süresince, bir insan beyni yüz trilyon bitlik bilgiyi depolama kapasitesine sahiptir.
Bilim adamları beynin küçük bir evren olduğunu ifade eder. Üç yaşındaki bir çocuk zihninde olaylar arsındaki bağlantıları rahatlıkla kurabilir. Hatta dört yaşındaki bir çocuğun evin mutfağı ile ilgili tüm bildikleri, en gelişmiş bilgisayarın kapasitesinden daha fazladır.
Yetişkin bir beyin yaklaşık olarak iki yumruk büyüklüğünde ve 1,4 kg ağılığındadır. Diğer organlarımıza oranla hacim olarak 1/50 yer kaplar. Düşünme ve algılama bölümümüz korteks, yani beynin üst tabakasıdır. Bilincin uyarılmasını sağlar.
Bir sinir hücresinden diğerine aktarılan elektriksel ve kimyasal sinyallerle duygularımız, düşüncelerimiz ve yaptığımız fiiller meydana gelir.
Beyin, vücudun toplam ağırlığının %2’sini oluşturmasına karşın, alınan tüm oksijenin %25’ini, gıdaların kalorisinin %20’sini ve vücutta dolaşan kanın %15’ini kullanmaktadır.
Beyinde büyük potansiyelde atom enerjisi mevcuttur.
Beynimizdeki nöronların -sinir hücrelerinin- sayısı yaklaşık olarak on iki trilyon kadardır.
Protein molekülleri karışım sağlayarak beyin hücreleri arasındaki iletişimi gerçekleşmektedir. Böylelikle kendisinden sonra gelen yüz bin beyin hücresinin bağlantısı gerçekleşmiş olur. Her bir nöron diğerine on milisaniyeden kısa bir zamanda ulaşmaktadır -bu süre bir insanın göz kırpma süresinin onda birinden daha kısa bir süredir.
Beynimiz sesi algılamada yirmi dört bin bağlantı lifi kullanmaktadır. Yani ses beynimize bir mesaj iletmeden önce her kulakta moleküler titreşimlerini en ince ayrımlarına kadar algılar.
Beynimize ulaşan bir koku algısını, havada yoğunluğu trilyonda bir olan ‘koku’ molekülünü burnumuzla algıyabiliriz. Yani burnumuz bir araç niteliğindedir.
Vücudumuzda bulunan milyonlarca hücre her gün ölmekte ve yerine yenisi yenilenmekteyken, beynimizdeki hücreler daha yavaş oranda ölmekte ve tekrardan yeni bir hücre üretilmemektedir. Bu yüzden yaşlılık dönemlerinde insanlar çocukluk hatıralarını daha kolay hatırlamaktadırlar.
Tüm bu bilgilerden alınması gereken mesaj çok açık ve nettir.
İnsanoğlu olarak potansiyelimiz yaşla, beynimizin ve kafatasımızın büyüklüğü ile ve kalıtsal, genetik aktarım özelliğimizle hiçbir alakası yoktur ve sınırlı değildir. Hepimiz hammadde olarak ve ham potansiyel olarak Einstein’ın, Edison’un, Faraday’ın... kapasitesine sahibiz. Tek farkımız, onların potansiyellerini kullandıkları miktarla bizimkinin farklı oluşudur. Yani onlar %6’sını kullanırken bizler %1’ini kullanıyoruz.
Hafızamız hakkında bir benzetme yaparsak, hafızamızın, deneyimlerimizin, duyu organlarımızla algıladıklarımızın içinde birleştiği çok büyük bir kap olduğunu söyleyebiliriz. Şu an bütün gördüklerimiz, yaşadıklarımız hafıza kabımıza toplanıyor ki, daha sonra bu deneyimleri kullanabilelim.
Çoğu insan aslında öğrenmek istediği konuyu defalarca tekrar eder. Fakat bir türlü olmaz. Belki olur ama bir süre sonra yine unutulur. Yani bir bilgiyi beynimize almanın yolu olarak şimdiye kadar öğrenilen yöntem, beş-altı kez tekrar etmektir. Sonra yazarız ve yine tekrar ederiz. Fakat bir süre sonra kullandığımız yöntem yine sonuç vermez. Zaten fazla tekrar, konsantrasyonumuzu bozar. Birkaç kez aynı şeyleri tekrar etmek ilgi azalması, dikkat dağılması, sıkılma gibi birçok olumsuz semptoma neden olur.
Bizim size öğretmek istediğimiz, zekâyı, üretken zekâyı ve kişiye özel hayalleri kullanan dinamik ve aktif bir sistemdir. Bu sistemleri beynimizi zorlamadan en karmaşık konuları dahi doğal bir şekilde hatırlamaya yardımcı olacaktır. Yani zihnimizin daha önce hiç keşfetmediğimiz ve fark etmediğimiz, keşfedilmemiş anlarına doğru bir yolculuğa çıkmaktır.
Zaten araştırmalara göre hafızamız ortalama yetmiş yıl boyunca hayatımızın her saniyesinde on bir olay kaydeder. Ve buna rağmen kullanılmayı bekleyen büyük bir boş alan vardır.
‘Neden unutuyoruz?..’ sorusunun cevabını bulmak için önce ben size iki soru sormak istiyorum.
İşte birinci sorunuz:
‘10 gün önce ne yediğinizi hatırlıyor musunuz?’
Hemen garip yorumlarda bulunmayın… Bu bir imtihan değil. Ayrıca böyle bir soruya doğru cevap vermenizi de beklemiyorum. Ama bir şeyi fark etmenizi bekliyorum.
Burada dikkatinizi çekmek istediğim nokta şu: Bahsettiğim tarih çok uzak olamamasına rağmen bu bilgiyi hatırlayamamanızdır.
Çok daha eskilere gitsek, herhâlde hatırlama oranımız düşer... Yani 1998 gün öncesindeki gibi. Bakalım öyle mi? İkinci sorunuz çok daha eski tarihteki olay ya da bilgileri hatırlamanızla ilgili.
İşte ikinci sorunuz:
Hayatınızda sizi çok etkileyen -korku, heyecan, tehlike, kaza, şaşırtıcı, komik- bir olay hatırlar mısınız?
Bu sorunun cevabı olarak hatırladığınız ve anlatacak çok şeyiniz olmalı. Hatta her şeyi bütün detayına kadar hatırlıyor olmalısınız. Kimler vardı, neler konuşuldu, görüntüler, sesler, ayrıntılar.
Peki nedir bu iki sorunun cevabında yatan sır? Birinci soru çok daha yakın bir tarihte geçtiği hâlde hemen unutmuşsunuz. İkinci soruyu ilgilendiren tarih çok daha eskiydi ama hiç zorlanmadan hemen hatırladınız. Hatta tarih bir tane değil... Bir kaç olay ve tarih hatırladınız.
Sorunun cevabını yine ben vereceğim.
Birinci olayda beyinin kayıt cihazı tamamen kapalıydı. İkinci olayda ise beynin kaydedicisi çalışıyordu ve olayları tamamen, ayrıntılarıyla kaydetti.
Peki beynin kaydedicisi nedir? Nerede bulunur? Ve bu kayıt cihazını çalıştıran ve durduran mekanizma nedir?.. Nasıl çalışır? Beynin kaydedicisini kendi isteğimizle çalıştırıp kapatabilir miyiz? İstediğimiz bilgileri kendi isteğimizle beyne kaydetmesini sağlayabilir miyiz? Yani ders çalışırken, İngilizce öğrenirken, kitap okurken, ders dinlerken… bu cihazı çalıştırıp kontrollü olarak istediğim bilgileri beynime kaydedebilir miyim?
Bu soruların cevabı kocaman bir ‘EVEEET.’ Beynin kayıt düğmesini kendi isteğimizle çalıştırıp istediğimiz bilgileri kaydetmesini sağlayabiliriz. Bilgileri istediğimiz gibi ve istediğimiz zaman beynimize kaydedip lazım olduklarında tekrar kullanabiliriz. EVET. EVET. EVET. Bunu sağlamak için beynin bazı bölümlerinin nasıl çalışacağına çok kısaca bir göz atmamamız gerekiyor.
İnsan beyni yaklaşık olarak bir buçuk kilogram ağırlığındadır ve bir cevizi andırmaktadır. Bu ceviz görüntüsündeki organ, seksen beş yıllık bir süre boyunca saniyede altı yüz birimlik bilgiyi kaydedip işlemek ve programlamak kapasitesine sahiptir. Bu da dakikada 3600, saatte 2 160 000 ve günde 51 840 000 bitlik bilgi demektir. Bu da yedi ton ağırlığındaki bir cray bilgisayarı bir saniyede dört yüz milyon hesap yapsa bile, beynin bir dakikada yapabildiğini başarabilmesi için yüz yıl gibi bir süre gerekiyor. Düşünün ki, beynimizin gücünün kaçta kaçını kullanıyoruz.
Beyin üzerine yapılan araştırmalar gösteriyor ki, insan beynine benzeyebilen bir makinenin yapılması için üç yüz trilyon dolardan fazla para gerekiyor. Böyle bir makinenin çalışabilmesi için de bir trilyon wattlık elektrik enerjisine ihtiyaç var. Yine de hiçbir makine insan beyninin potansiyel gücünü aşamaz. Bütün insanların beyni sıkılmış iki yumruğu kadardır. Ağırlığı kişiden kişiye göre değişir ve bir ile iki kilogram arasında olup vücudun %2’sini teşkil eder.
Bir insan beyninde, çalışan yüz milyardan fazla hücre vardır. Pek çok beynin yaklaşık 1 369 gr. ağırlığında olduğu ve on ile on dört milyar civarında sinir hücresi bulundurduğu bilinmektedir. Bilgi saklama kapasiteleri ise bir-iki milyon bit arasında değişir. Beynin bilgi saklama kapasitesi ömrü boyunca saniyede on yeni bilgi birimidir. Yani bir dakikada altı yüz yeni bilgi, saatte ise otuz altı bin bitlik bilgi saklanabilmektedir. Normal bir ömür süresince, bir insan beyni yüz trilyon bitlik bilgiyi depolama kapasitesine sahiptir.
Bilim adamları beynin küçük bir evren olduğunu ifade eder. Üç yaşındaki bir çocuk zihninde olaylar arsındaki bağlantıları rahatlıkla kurabilir. Hatta dört yaşındaki bir çocuğun evin mutfağı ile ilgili tüm bildikleri, en gelişmiş bilgisayarın kapasitesinden daha fazladır.
Yetişkin bir beyin yaklaşık olarak iki yumruk büyüklüğünde ve 1,4 kg ağılığındadır. Diğer organlarımıza oranla hacim olarak 1/50 yer kaplar. Düşünme ve algılama bölümümüz korteks, yani beynin üst tabakasıdır. Bilincin uyarılmasını sağlar.
Bir sinir hücresinden diğerine aktarılan elektriksel ve kimyasal sinyallerle duygularımız, düşüncelerimiz ve yaptığımız fiiller meydana gelir.
Beyin, vücudun toplam ağırlığının %2’sini oluşturmasına karşın, alınan tüm oksijenin %25’ini, gıdaların kalorisinin %20’sini ve vücutta dolaşan kanın %15’ini kullanmaktadır.
Beyinde büyük potansiyelde atom enerjisi mevcuttur.
Beynimizdeki nöronların -sinir hücrelerinin- sayısı yaklaşık olarak on iki trilyon kadardır.
Protein molekülleri karışım sağlayarak beyin hücreleri arasındaki iletişimi gerçekleşmektedir. Böylelikle kendisinden sonra gelen yüz bin beyin hücresinin bağlantısı gerçekleşmiş olur. Her bir nöron diğerine on milisaniyeden kısa bir zamanda ulaşmaktadır -bu süre bir insanın göz kırpma süresinin onda birinden daha kısa bir süredir.
Beynimiz sesi algılamada yirmi dört bin bağlantı lifi kullanmaktadır. Yani ses beynimize bir mesaj iletmeden önce her kulakta moleküler titreşimlerini en ince ayrımlarına kadar algılar.
Beynimize ulaşan bir koku algısını, havada yoğunluğu trilyonda bir olan ‘koku’ molekülünü burnumuzla algıyabiliriz. Yani burnumuz bir araç niteliğindedir.
Vücudumuzda bulunan milyonlarca hücre her gün ölmekte ve yerine yenisi yenilenmekteyken, beynimizdeki hücreler daha yavaş oranda ölmekte ve tekrardan yeni bir hücre üretilmemektedir. Bu yüzden yaşlılık dönemlerinde insanlar çocukluk hatıralarını daha kolay hatırlamaktadırlar.
Tüm bu bilgilerden alınması gereken mesaj çok açık ve nettir.
İnsanoğlu olarak potansiyelimiz yaşla, beynimizin ve kafatasımızın büyüklüğü ile ve kalıtsal, genetik aktarım özelliğimizle hiçbir alakası yoktur ve sınırlı değildir. Hepimiz hammadde olarak ve ham potansiyel olarak Einstein’ın, Edison’un, Faraday’ın... kapasitesine sahibiz. Tek farkımız, onların potansiyellerini kullandıkları miktarla bizimkinin farklı oluşudur. Yani onlar %6’sını kullanırken bizler %1’ini kullanıyoruz.