- Katılım
- 3 Şub 2006
- Mesajlar
- 6,597
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 118
Hayatımızın hedefini düşünmeye vakit bulabiliyor muyuz? Biz bu hayatı niçin yaşıyoruz? Hayata gönderiliş gayemize uygun geçiyor mu ömrümüz? Hayatımız hedefini buluyor mu? Vicdanen huzur bulacağımız bir hayatı yaşayabiliyor muyuz?
Bu sorularla kendi nefsimi sorguluyorum. Cevap olarak da bana öyle geliyor ki, takılmışız günlük arzularımızın peşine, hızla gidiyoruz. Bu yüzden toplumda huzur ve rahat mümkün olmuyor.
Diyelim ki arzu ve isteklerimizin tümünü karşıladık; hırsla, hasetle, haram-helal demeden elde ettik. Peki bunun sonrasında mutlu muyuz? Olsa olsa bir müddet huzurlu ve mutluyuz. Elde ettiğimiz bu şeylerde alışkanlık meydana gelene kadar� Ondan sonra tekrar yeni arzular, yeni ihtiyaçlar, yeni hedefler peşinde, hırsla, arzuyla koşuşturma... Böylece fırsat kalmadan bir ömür tükeniyor.
İnsan kafasına koyduğu şeyleri elde etmeye çalışırken, üzüntülü, mutsuz ise hemen kendisinden aşağıdakilere baksın. O zaman, "Aman Allah'ım ne büyük nimetler içindeymişim, neler varmış neler!" diyecek ve hırsına, hızına bir ölçüde denge getirecek ve hayatını da bir dengeye göre yaşayıp yaşamadığına dair sorgulama fırsatı bulacaktır.
Eğer hep hırsını tahrik eden yukarılara bakarsa, o yukarıda da bir sınır mevcut olmadığından, yukarı vardığında daha yukarı, oraya varınca daha yukarı derken güm diye uçuruma yuvarlanır. Uçurumun dibine düşünce eyvah der, ama fırsat geçmiş, ömür bitmiş, vakit kalmamıştır; bomboş, koskoca bir hayat tüketilmiştir.
"Yuh çekilecek hayat"
Bu bomboş hayata tasavvufta "Yuh çekilecek hayat" diyorlar. Yani pişmanlık duyulacak, ıstırapla hatırlanacak bir hayat demektir. Cami avlularında, cenaze başlarında dolaşan meczup görünüşlü adamlar görürsünüz. Onların içlerinde bazen veli de olur. O deli görünüşlü veliler cenazeye bakınca nasıl bir hayat yaşamış, keşfedebilirler.
İşte böyle deli görünüşlü bir veli cenazenin başına gelmiş. Yaşlı adam hayatını tamamlamış gidiyor, ama bomboş yaşamış. Gayesine ermemiş. Bunu keşfeden veli eğilmiş ve demiş ki:
"Ey koca ihtiyar, yuh olsun sana, yuh!"
İhtiyarın az ötede duran oğlu, adamın yuh çektiğini duyunca kızmış, ama ne de olsa delidir demiş. "O ölünce, aynı yuhu ben de ona çeker, babamın intikamını alırım" demiş.
Zaman geçmiş ve gerçekten o delinin cenazesini aynı musalla taşına koymuşlar. Çocuk tam fırsattır diyerek eğilmiş cenazeye:
"Ey koca deli, sana da yuh olsun!" demiş.
Tabuttan kulağına bir ses gelmiş:
"Eğer baban gibi bomboş yaşadıysam bana da yuh olsun" demiş ve ses kesilmiş.
Vicdanen kendimizi sorgulamalıyız?
Söylemek istediğimin özeti budur. Mezardakiler bunun çok farkında, ama artık geri dönüş mümkün değil. Bu fırsat bizim için geçmemiştir. Her gün her fırsatta vicdanen kendimize sormalıyız. Hayatım nasıl geçiyor, ibadetlerimi tam olarak yapabiliyor muyum? Haramlardan, yılandan akrepten kaçar gibi kaçıyor muyum; helallerle iktifa ediyor muyum? Konu komşumu rahatsız eden bir tutumda mıyım? Kimsenin kul hakkını alıyor muyum? Tek kelime ile, İslâmı yaşarken çevredekilere de İslâmı sevdirebiliyor muyum?
Geçmiş dönemin insanları İslâmı Kur'an'dan öğreniyorlardı. Camiye gidiyor, oradaki ehil insanlardan öğreniyorlardı. Bugünün insanı sokakta gördüğü insana göre İslâm tarifi yapıyor. Çevresinde kötü örnek bir Müslüman varsa, "Bunun gibi Müslüman olmaktansa" diyor ve yaka silkiyor. İslâmı kendi araştırmamış, sadece kötü örneğe bakıyor.
O kişinin İslâm aleyhtarı olmasına sebep olmak ne kadar büyük bir vebaldir, ne kadar büyük bir günahtır. Kötü örnek olarak başkalarının İslâmdan uzaklaşmasına sebep olan adam kendi vebalinden başka o kimselerin vebalini de sırtına yüklenir. Kambur üstüne kambur olur. Tam aksi durumda, İslâmı hakikaten yaşayan insan da bu sayede İslâmı seven ve yaşayan insanların sevabı kadar sevabı da kazanmış olur.
Gül taşıyan adam
Bazıları gül taşıyan adam gibidir. Kendisine bakanlar tebessüm ederler, onu görenler kalplerinde bir huzur ve mutluluk hissederler. Bazıları da elinde dikenli çalı taşıyan insan gibidir. Onu görenler etrafından kaçarlar, aman çalısı elimize dolanır, kanatır diye. Bu misal Mevlânâ'nındır. Mevlânâ, "Müslüman sırtında gül yaprağı taşıyan hamal gibidir" der.
Kendimizi kontrol etmemizde büyük faydalar vardır. Kendini hesaba çekmeyen, kendini sorgulamayan, kendi tutum ve davranışlarını irdelemeyen Müslüman burada hesaba çekilmeyen insan demektir. Burada kendini hesaba çekmeyeni de ahirette Allah öyle bir hesaba çekecektir ki... O hesabın akıbeti çok korkunçtur.
Onun için sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: "Hesaba çekilmeden evvel dünyada kendinizi hesaba çekin." Çekin ki, o büyük hesapta zorluk çekmeyin. Dünyada kendini hesaba çeken adamı, Rabbimiz ahirette hesaba çekmeyecektir. Hatta meleklerine, "Bırakın onu, o kendini hesaba çekti" diyebilecektir.
Kendimizi nasıl hesaba çekebiliriz?
Herkesin alemi, derinliği farklıdır. Düşünebiliriz ki, akıl baliğ olduktan bu zamana kadar yapamadığım, ihmal ettiğim dini görevlerim var. Mesela kılamadığım kaza namazlarım var. Mesela üzerime hakkı geçip de ödeyemediğim hak sahipleri var. Mesela kırgın olduğum kimseler var.
Bunların hepsini hesaba getirip şöyle bir inceleyince dersin ki: Evet ben önümüzdeki günden itibaren hak sahipleriyle ya hakkını ödeyerek ya da özür dileyerek helalleşeceğim. Kul hakkı varsa başka çare yok. Hak sahibi vefat etmişse mirasçısına hakkını teslim edeceğim. Mirasçısı yok, görüşmek de mümkün değil, bu sefer bu hakkı hak sahibi adına bir yoksula vereceğim. Kul hakkıyla ahirete gitmeyeceğim.
Sonra ben namaza şu tarihte başladı ve şu kadar namaz borcum var. Allah'ın izniyle önümüzdeki günlerde kaza namazlarımı daha çok kılmaya çalışacağım, kısa zamanda namaz borçlarımdan kurtulacağım.
Siz kaza namazlarını kılmaya niyet edip başladınız, tüm boş vakitlerinizde kaza kılıyorsunuz, ama ömrünüz yetmedi, borcunuz bitmeden Rabbinize kavuştunuz. Muhtemeldir ki Rabbimiz, meleklerine şöyle diyecek: "Bu kulum kendini öyle bir hesaba çekti ki, eğer yaşayabilseydi kaza namazlarını tümüyle kılacaktı. Ben onu affettim."
Rabbimiz, "Benim merhametim her şeyi kuşatmıştır" buyuruyor. Allah kullarla kıyas edilemez. Kul kızınca affetmez, ama Rabbimiz öyle değil. "Ey kulum sen Bana bir adım yaklaş, Ben sana iki adım koşarım" diye, takdim ediyor Kendisini. "Rahmetim gazabımı geçmiştir" diyor.
Madem durum böyledir, istikametimizi düzeltelim, hatalarımızı tekrar etmeme niyetine girelim. İbadetlerimizde yapamadıklarımız varsa kaza etmeye başlayalım.
Ahmet Şahin
--------------------------------------------------------------------------------
Bu sorularla kendi nefsimi sorguluyorum. Cevap olarak da bana öyle geliyor ki, takılmışız günlük arzularımızın peşine, hızla gidiyoruz. Bu yüzden toplumda huzur ve rahat mümkün olmuyor.
Diyelim ki arzu ve isteklerimizin tümünü karşıladık; hırsla, hasetle, haram-helal demeden elde ettik. Peki bunun sonrasında mutlu muyuz? Olsa olsa bir müddet huzurlu ve mutluyuz. Elde ettiğimiz bu şeylerde alışkanlık meydana gelene kadar� Ondan sonra tekrar yeni arzular, yeni ihtiyaçlar, yeni hedefler peşinde, hırsla, arzuyla koşuşturma... Böylece fırsat kalmadan bir ömür tükeniyor.
İnsan kafasına koyduğu şeyleri elde etmeye çalışırken, üzüntülü, mutsuz ise hemen kendisinden aşağıdakilere baksın. O zaman, "Aman Allah'ım ne büyük nimetler içindeymişim, neler varmış neler!" diyecek ve hırsına, hızına bir ölçüde denge getirecek ve hayatını da bir dengeye göre yaşayıp yaşamadığına dair sorgulama fırsatı bulacaktır.
Eğer hep hırsını tahrik eden yukarılara bakarsa, o yukarıda da bir sınır mevcut olmadığından, yukarı vardığında daha yukarı, oraya varınca daha yukarı derken güm diye uçuruma yuvarlanır. Uçurumun dibine düşünce eyvah der, ama fırsat geçmiş, ömür bitmiş, vakit kalmamıştır; bomboş, koskoca bir hayat tüketilmiştir.
"Yuh çekilecek hayat"
Bu bomboş hayata tasavvufta "Yuh çekilecek hayat" diyorlar. Yani pişmanlık duyulacak, ıstırapla hatırlanacak bir hayat demektir. Cami avlularında, cenaze başlarında dolaşan meczup görünüşlü adamlar görürsünüz. Onların içlerinde bazen veli de olur. O deli görünüşlü veliler cenazeye bakınca nasıl bir hayat yaşamış, keşfedebilirler.
İşte böyle deli görünüşlü bir veli cenazenin başına gelmiş. Yaşlı adam hayatını tamamlamış gidiyor, ama bomboş yaşamış. Gayesine ermemiş. Bunu keşfeden veli eğilmiş ve demiş ki:
"Ey koca ihtiyar, yuh olsun sana, yuh!"
İhtiyarın az ötede duran oğlu, adamın yuh çektiğini duyunca kızmış, ama ne de olsa delidir demiş. "O ölünce, aynı yuhu ben de ona çeker, babamın intikamını alırım" demiş.
Zaman geçmiş ve gerçekten o delinin cenazesini aynı musalla taşına koymuşlar. Çocuk tam fırsattır diyerek eğilmiş cenazeye:
"Ey koca deli, sana da yuh olsun!" demiş.
Tabuttan kulağına bir ses gelmiş:
"Eğer baban gibi bomboş yaşadıysam bana da yuh olsun" demiş ve ses kesilmiş.
Vicdanen kendimizi sorgulamalıyız?
Söylemek istediğimin özeti budur. Mezardakiler bunun çok farkında, ama artık geri dönüş mümkün değil. Bu fırsat bizim için geçmemiştir. Her gün her fırsatta vicdanen kendimize sormalıyız. Hayatım nasıl geçiyor, ibadetlerimi tam olarak yapabiliyor muyum? Haramlardan, yılandan akrepten kaçar gibi kaçıyor muyum; helallerle iktifa ediyor muyum? Konu komşumu rahatsız eden bir tutumda mıyım? Kimsenin kul hakkını alıyor muyum? Tek kelime ile, İslâmı yaşarken çevredekilere de İslâmı sevdirebiliyor muyum?
Geçmiş dönemin insanları İslâmı Kur'an'dan öğreniyorlardı. Camiye gidiyor, oradaki ehil insanlardan öğreniyorlardı. Bugünün insanı sokakta gördüğü insana göre İslâm tarifi yapıyor. Çevresinde kötü örnek bir Müslüman varsa, "Bunun gibi Müslüman olmaktansa" diyor ve yaka silkiyor. İslâmı kendi araştırmamış, sadece kötü örneğe bakıyor.
O kişinin İslâm aleyhtarı olmasına sebep olmak ne kadar büyük bir vebaldir, ne kadar büyük bir günahtır. Kötü örnek olarak başkalarının İslâmdan uzaklaşmasına sebep olan adam kendi vebalinden başka o kimselerin vebalini de sırtına yüklenir. Kambur üstüne kambur olur. Tam aksi durumda, İslâmı hakikaten yaşayan insan da bu sayede İslâmı seven ve yaşayan insanların sevabı kadar sevabı da kazanmış olur.
Gül taşıyan adam
Bazıları gül taşıyan adam gibidir. Kendisine bakanlar tebessüm ederler, onu görenler kalplerinde bir huzur ve mutluluk hissederler. Bazıları da elinde dikenli çalı taşıyan insan gibidir. Onu görenler etrafından kaçarlar, aman çalısı elimize dolanır, kanatır diye. Bu misal Mevlânâ'nındır. Mevlânâ, "Müslüman sırtında gül yaprağı taşıyan hamal gibidir" der.
Kendimizi kontrol etmemizde büyük faydalar vardır. Kendini hesaba çekmeyen, kendini sorgulamayan, kendi tutum ve davranışlarını irdelemeyen Müslüman burada hesaba çekilmeyen insan demektir. Burada kendini hesaba çekmeyeni de ahirette Allah öyle bir hesaba çekecektir ki... O hesabın akıbeti çok korkunçtur.
Onun için sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: "Hesaba çekilmeden evvel dünyada kendinizi hesaba çekin." Çekin ki, o büyük hesapta zorluk çekmeyin. Dünyada kendini hesaba çeken adamı, Rabbimiz ahirette hesaba çekmeyecektir. Hatta meleklerine, "Bırakın onu, o kendini hesaba çekti" diyebilecektir.
Kendimizi nasıl hesaba çekebiliriz?
Herkesin alemi, derinliği farklıdır. Düşünebiliriz ki, akıl baliğ olduktan bu zamana kadar yapamadığım, ihmal ettiğim dini görevlerim var. Mesela kılamadığım kaza namazlarım var. Mesela üzerime hakkı geçip de ödeyemediğim hak sahipleri var. Mesela kırgın olduğum kimseler var.
Bunların hepsini hesaba getirip şöyle bir inceleyince dersin ki: Evet ben önümüzdeki günden itibaren hak sahipleriyle ya hakkını ödeyerek ya da özür dileyerek helalleşeceğim. Kul hakkı varsa başka çare yok. Hak sahibi vefat etmişse mirasçısına hakkını teslim edeceğim. Mirasçısı yok, görüşmek de mümkün değil, bu sefer bu hakkı hak sahibi adına bir yoksula vereceğim. Kul hakkıyla ahirete gitmeyeceğim.
Sonra ben namaza şu tarihte başladı ve şu kadar namaz borcum var. Allah'ın izniyle önümüzdeki günlerde kaza namazlarımı daha çok kılmaya çalışacağım, kısa zamanda namaz borçlarımdan kurtulacağım.
Siz kaza namazlarını kılmaya niyet edip başladınız, tüm boş vakitlerinizde kaza kılıyorsunuz, ama ömrünüz yetmedi, borcunuz bitmeden Rabbinize kavuştunuz. Muhtemeldir ki Rabbimiz, meleklerine şöyle diyecek: "Bu kulum kendini öyle bir hesaba çekti ki, eğer yaşayabilseydi kaza namazlarını tümüyle kılacaktı. Ben onu affettim."
Rabbimiz, "Benim merhametim her şeyi kuşatmıştır" buyuruyor. Allah kullarla kıyas edilemez. Kul kızınca affetmez, ama Rabbimiz öyle değil. "Ey kulum sen Bana bir adım yaklaş, Ben sana iki adım koşarım" diye, takdim ediyor Kendisini. "Rahmetim gazabımı geçmiştir" diyor.
Madem durum böyledir, istikametimizi düzeltelim, hatalarımızı tekrar etmeme niyetine girelim. İbadetlerimizde yapamadıklarımız varsa kaza etmeye başlayalım.
Ahmet Şahin
--------------------------------------------------------------------------------