türk ocağı
serdengeçti
Sakaryada DTP nin barış ve kardeşlik(!) mitingi Alperen Ocakları Sakarya şubesi tarafından İstiklal Marşı okunup, Türk Bayrağı açılarak protesto edilmişti.
Protestoya daha yeni şehid vermiş Sakarya halkıda katılınca, Türkün öfkesi sel olup, bölücüleri miting alanına gömdü. Alperenlerin gazası mübarek olsun...
Ancak yaşanan olaydan hoşnut olmayan barış kardeşlik martavalı atmaya meraklı, demokrasi havarisi bazı köşe yazarları fırsat bu fırsat başladılar Alperen Ocakları ve Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili iftira ve kötüleme yazılarına...
Önce radikal, ardından yeni şafak derken, AB şakşakcısı ne kadar milliyetsiz varsa kinini kustu.. Yazdıkları yazılar PKK nın, DTP nin, bölücü komünistlerin sitelerini süslemeye başladı.
Ne yapıp edip Türk Milliyetçisi gençlerin önünü tıkama, ruhlarını pörsütme amacıyla bugün ülkü ocaklarını kapatmaya kalkanlar için yeni hedef belirendi: Alperen Ocakları...
Ancak ağabeylerinin misyonunu keyifle ve gururla taşımaktan zerre şaşmayan Ülkücü-Alperenlerin bu oyunlara gelmeye niyeti olmadığı iyi bilinmelidir. Bu ülkede AB yanlısı sahte milliyetçilerin, ABD yanlısı sahte İslamcıların karşısında Tavizsiz bir müslüman, şuurlu bir Türk Milliyetçisi olarak tarihe damgasını vurmaya hazır genç alperenler ordusunu selamların en güzeliyle selamlıyorum.
Ne demişlerdi:
Kapıdaki büyük tehlike…
Hep aynı hadiseler, hep aynı anlayış, hep aynı yapı… Yer Sakarya…
29 Mart 2006: Biri kız 2 öğrenci bildiri asarken linç edilmek istendi.
1 Nisan 2006: İstanbul'dan basın açıklaması yapmak için gelen 19 kişi, saldırıya uğradı.
7 Eylül 2006: Diyarbakırlı 4 fındık işçisini 500 kişi linçe kalkıştı.
4 Haziran 2007: Ahmet Kaya tişörtü giyen iki gence saldırıldı. Polis kalabalığı biber gazı sıkarak dağıttı.
İki gece önce Sakarya'da bir kez daha felaketin eşiğinden dönüldü.
Sabah Gazetesi'nin manşete çektiği ayrıntılı haberi birlikte okuyalım:
"Alperen Ocakları'nın, DTP'nin 'Barış ve Kardeşlik Gecesi' düzenlediği düğün salonunun önünde yaptığı Türk bayraklı basın açıklaması olayların fitilini ateşledi. Ardından geçtiğimiz hafta şehit olan Sakaryalı askerin yakını ve arkadaşı 100 kişi, düğün salonu önüne geldi. Polis, içeri girmek isteyen grubu engelledi, ancak şehit yakını oldukları için dağıtmadı. Bu arada Alperen Ocakları üyeleri de yeniden salon önüne gelerek olaya katılırken, derbi maçın ardından sokağa çıkan vatandaşların da dahil olmasıyla eylemci grubun sayısı kısa sürede bine yaklaştı. İzinli polisler evlerinden çağrıldı, ilçelerden ve Kocaeli'nden takviye ekipler ve jandarma robocoplar da olay yerine geldi. Vali iki kez kalabalığa dağılmaları ve sağduyulu olmaları çağrısında bulundu…"
Devam edelim:
"Dağılmamakta ısrar eden kalabalık, üç girişi olan binaya girmek için her yolu denedi. Düğün salonunda mahsur kalan yaklaşık 800 DTP'liden kalp krizi geçiren 65 yaşındaki Ebubekir Kalkalı, kaldırıldığı hastanede öldü. Eylemciler, fenalık geçiren DTP'lileri hastaneye götüren ambulanslara da saldırdılar. Salonda bulunan DTP Şanlıurfa milletvekili İbrahim Binici polisle tartıştı. Polisin kalabalığı dağıtmasından sonra yaklaşık 7 saat mahsur kalan DTP'liler, Büyükşehir Belediyesi'ne ait 10 ayrı otobüsle polis ve panzerlerin eşliğinde kent dışına çıkarıldı. Otobüsler, kent merkezinde bazı gruplar tarafından taşlandı ve camları kırıldı. DTP'nin etkinliğinin bazı kişilerce iki gün öncesinden e-mail yoluyla duyurulduğu ve eylem için organize olunduğu belirtildi..."
Son dönemlerde tüm vahim siyasi gelişme ve hadiselerde Alperenler Ocağı ya da bu ocakla ilişkisi olan isimler anılır hale geldi.
Dink Davası'nda tutuksuz yargılanan BBP eski Trabzon İl Başkanı Yaşar Cihan birkaç celse önce, ellerini açıp etrafındaki tutukluları işaret ederek "bunlar benim çocuklarım, hata yapmış olabilir, onlara hapishanede çok iyi bakıyorum" diyordu.
Dink cinayetinin azmettiricisi Yasin Hayal ve Erhan Tuncel'in Alperenler Ocağı'yla içli dışlı oldukları biliniyordu.
Alperenler Ocağı'nın eski başkanı bu davada tutuklular arasındaydı…
O.S. Alperenler Ocağı'nda yaşıtı gençlere "Dink'i öldüreceğim" diyerek alkış topluyordu…
BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Dink cinayeti sonrasında yaptığı gibi bu kez de Adapazarı'ndaki olayın BBP ve Alperen Ocakları ile ilgisi olmadığını öne sürüyor, "Alperen Ocakları'na mensup gençler orada, düğün salonundaki tören başlamadan bir saat önce İstiklal Marşı okuyup dağıldılar. Asıl DTP o bölgeyi karıştırmak istiyor…" diyordu…
1970'lerin ikinci yarısında bu tür sözler, bir başka siyasi lider tarafından söylendiği zamanlarda, günde ortalama 5 kişi siyasi çatışmalarda, pusularda hayatını kaybederdi.
İyi niyetimizi koruyalım: Muhsin Yazıcıoğlu ya olup bitenin farkında değil ya da olup bitene hakim değil…
Tehlikeli bir havuzun üzerinde duruyor ve sorumluluk taşıyor…
Bu ülke Kahramanmaraş, Çorum katliamlarını henüz unutmadı…
Bu ülke kritik ve her tür provokasyona açık günler yaşıyor.
Bu ülkede terör ve çatışmaların ürettiği Kürt getolarıyla Türk gruplarını tehlikeli biçimde yan yana yaşıyor.
Bu ülkeye oynamaktan artık vazgeçin…
Ali BAYRAMOĞLU
yenişafak
Türkiye'nin önümüzdeki dönemi belirleyecek en kritik konusunun Kürt sorunu olduğunu bu köşede sürekli dile getiriyorum. Türkiye'de bu konunun kaşımaya, yani tahrike en açık konulardan birisi olduğu da kesin. PKK'nin son günlerde yollara döşediği mayınlar, kurduğu pusular da tahrik zeminini elverişli hale getiriyor.
İşte bu ortam içinde Sakarya'da DTP'nin düzenlediği salon toplantısına yapılan saldırıyı bir yere oturtabiliriz. DTP toplantısı, örgütlü bir şekilde ve saldırganların önceden kendi aralarında haberleşmesiyle basılmıştır. Önce bildik bir örgüt olan Alperen Ocakları'ndan bir grup, ellerinde bayraklarla DTP'nin toplantı yaptığı salonun önüne gelerek basın açıklaması düzenliyor. Ardından şehit yakınları otobüslerle yine salonun önüne toplanıyor. Örgütlü kalabalık kısa sürede bin kişiyi buluyor.
Ardından taş ve sopalarla salona hücuma geçiliyor. İçeride toplantı yapan DTP'liler salonun kapılarını kapatarak kendilerini korumaya çalışıyorlar. Havasızlık ve panik nedeniyle içeride fenalaşanlar oluyor. Bir yurttaş bu nedenle kalp krizi geçirerek yaşamını yitiriyor. Diğer fenalaşan insanlar dışarıyı çıkıp hastaneye götürülmek istendiğinde ise saldırganlar ambulansların içindeki insanları da hedef almaktan çekinmiyorlar.
***
Sakarya'daki olaylar, aslında nasıl bir ortam içinde bulunduğumuzu da gözler önüne seriyor. Bu kadar örgütlü bir hazırlık kimler ve hangi örgütler tarafından yapılabilir? Sakarya, geçmişte faili meçhul diye bilinen birçok cinayete tanıklık eden bir bölge. Bu bölgede devlet içindeki güçlerin bazı insanları kaçırarak öldürdükleri ve örgütlü infaz yaptıklarını biliyoruz.
Şimdi benzer bir girişim yeniden harekete mi geçirildi? Bu soruyu ciddiyetle sormalıyız. Alperen örgütü, Hrant Dink cinayeti davasından yargılananların gidip geldiği yerler arasındaydı. Bu işin arkasında devlet içinde bazı güçler yeniden harekete mi geçti endişesi haklı bir endişe olarak görülmeli.
Kürt-Türk çatışması kimin işine yarar? Kim böyle bir çatışmadan yarar umabilir? Sakarya olayını bu açıdan incelemekte yarar bulunuyor. Tabii önlemlerin de ona göre alınması gerekiyor.
***
Türk-Kürt çatışması bugüne kadar bütün tahriklere rağmen, toplumun sağduyusu ve devlete egemen olan anlayışın özeniyle bir büyük tehlikeye dönüşmedi. Dönüştürmek isteyenler de başarıya ulaşamadı. Ancak bunu isteyenlerin ve bundan siyasi sonuç elde etmek isteyenlerin bulunduğu da bir gerçek.
Soruyu yeniden soralım: Kim ve kimler böyle bir çatışmadan yararlanırlar? Bu çatışma öncelikle parlamenter rejimi köşeye sıkıştırır. Sorunun demokratik bir sistem içinde çözülmesinin mümkün olmadığı fikrinin yaygınlaşmasına hizmet eder.
Yani bundan demokrasi dışı güçler yararlanırlar. Onlar çatışmadan kendi hedefleri doğrultusunda sonuçlar çıkarmak isterler. O zaman bu tür gerginlik ve tahriklerde bu tür güçlerin parmağını aramakla işe başlayabiliriz.
***
Bu tahrikçileri tecrit etmenin ve tertiplerini boşa çıkarmanın yolu, şiddet eylemlerine karşı ortak bir siyasi tutum almaktır. Sonuç olarak düdük çalıp, Meclis saf dışı kaldığında siyasi partiler de yok oluyorlar. Bu tür tertipler tümüyle parlamenter rejime ve demokrasiye yöneliktir.
Parmaklarıyla "kurt" işareti yapan gençler, belli bir siyasi akımı simgeliyorlar. Bu nedenle öncelikle bu siyasi akımın temsilcilerinin dikkatli olması gerekiyor. Kendi taraftarlarına çekidüzen vermeleri gerekiyor.
Unutmayalım ki düdük çalınca gelenler, siyaset alanında pek de ayrım yapmıyor. 12 Eylül döneminde cezaevinde MHP yöneticileri ülkücülerin kullanıldığından şikâyet ediyorlardı. Bundan ders çıkardıklarını da sanıyorum.
Ancak yine "açık" ve "yakın" bir tehlike ile yüz yüze gelebiliriz. Bu konuda kullanılması mümkün olan siyasi akımların sorumlularına öncelikle görev düşüyor.
***
Türkiye'nin Kürt sorunu vardır. Bu sorun makul bir noktaya çekilemezse önümüzdeki dönemde çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir.
Sakarya'daki olaylar bir sinyaldir. Bu sinyali hep birlikte, Türk'üyle Kürt'üyle iyi algılamamız gerekiyor.
Yarın çok geç olmadan...
Oral Çalışlar
Gene Muhsin başkan...
Gene onun ismi dolaşıyor ortalıkta.
Hrant'ın katledilmesinde önemli rol oynadığı ortaya çıkan, içerideki küçük çetenin en afili abisi Erhan Tuncel'in bir telefon kaydında geçiyor şimdi de. Kayıtlar, Tuncel ile emniyette kendisinden sorumlu polis memuru Muhittin Zenit'in kentten ayrılması sonrası birlikte görev yaptığı ve 'Memduh abi' diye hitap ettiği polis memuru arasında geçen konuşmaları kapsıyor.
Tuncel, abisine Muhsin Yazıcıoğlu'nun Trabzon gezisinde (birlikte fotograflarını da görmüştük) görev alacağıyla böbürleniyor ve ona, "Muhsin Başkan geliyor. Ona eşlik edeceğim" dedikten sonra gezinin programını ayrıntılı olarak bildiriyor.
Sanayi'deki Cuma namazını müteakiben esnafla görüşülecek. Ve sonra da Muhsin Başkan'ıyla özel olarak önemli meseleler görüşecek: "Yasin'in konusunu da görüşeceğiz. Avukatı da çağıracağız, avukat da gelecek. Hee Yasin'in sonraki ceza olayını mı, hı, hı, tamam görüşürüz."
BBP ve Yazıcıoğlu, Hrant cinayetinin gönülsüz aydınlatılma tefrikasında sıkça karşımıza çıktılar. Yazıcıoğlu, Tuncel'le birlikte görüldüğü fotograf için, "Ben halkın içindeyim, herkesle fotografım olabilir. Sözünü ettiğiniz Tuncel'i tanımam bile. Alperen Ocakları'nın da üyesi değildir" demişti.
Azmettirici Yasin Hayal de 2000 yılında amcasıyla birlikte gidip BBP'ye üye olmuş, MacDonalds'ı bombalayıp yattığında da bir BBP'li olarak il başkanı tarafından maddi yardımla taltif edilmişti.
Muhsin Yazıcıoğlu'nu unutmak üzereydiniz, öyle değil mi?
On yıldan fazla zaman geçmiş. Gene bir kilitlenmenin anahtarı olduğu ikbal günlerinde onun için 'Parlamenter Sistemin Azizi' başlıklı bir yazı yazmıştım. "Her şeyin battığı, oyunun tökezlediği, etik'in tamamıyla ayaklar altına alındığı noktada görmezden gelinen çatlaklardan, aralık bırakılmış kapılardan çıkıveren azizlerden biri o. Kir pas içinde."
Muhsin Başkan'ın gölgesi, Hrant katillerinin olduğu gibi birçok kanlı katilin üstüne düşmüştür. Hatırlayalım.
"Ben yoksulluğun cenderesinden geçmiş bir çiftçi ailesinin çocuğuyum" diyor. "Koltuğumuzun altında tezek götürerek okullar okuduk."
12 Eylül öncesi, ülkücülerin kalesi olan Veteriner Fakültesi'nden mezun oldu. Fakültedeyken güreşmiş. Adı pehlivana çıkmış. Fakülteden sonra Ülkü Ocakları içinde sivrilerek 1977'de Genel Başkan oldu. 12 Eylül darbesinden sonra Mamak'da yedi yıl geçirdi. Bir sürü cinayetin ve bombalamanın sorumluluğundan idam talebiyle yargılandı. Ülkücü Gençlik Derneği'nin bir dönem hukuk masası şefliğini yürütmüş olan itirafçı Ali Yurtaslan, Yazıcıoğlu'nun cinayet ve bombalama emirleri veren, soygun çeteleri kuran bir lider olduğunu kaydediyor. 1978'de ülkücü militan Baki Yeşiloğlu'nun öldürülmesinden sonra Balıkesir Cezaevi'nde çıkan isyan üzerine de, "Muhsin Yazıcıoğlu, bunun öcü alınmalıdır, dedi. Bunun üzerine cezaevinde isyan çıkarıldı. Hatırladığıma göre iki-üç kişi öldürüldü. Ülkücülerin burnu bile kanamamıştı" diye ekliyor.
Bahçelievler'deki katliamın üzerinde de izi var. Katliama karışan ülkücülerin hepsini tanıdığı, onların kimliğini açıklamayı reddettiği, Haluk Kırcı'ya kaçak yaşadığı yıllarda para yardımında bulunduğu biliniyor. Kendisi de ifadesinde bunu kabul ediyor.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun aynı babalığı, aynı sadakati Abdullah Çatlı'dan da esirgemediğini biliyoruz. Çatlı, 1978'de Balgat katliamı sanıklarından Mustafa Pehlivan ile birlikte yakalandığında Yurtaslan'a göre, "Ankara'ya geldiklerinden bir saat kadar sonra Yazıcıoğlu şubeye telefon etti. 'Bu size son ihtarım. Abdullah'ı bırakmazsanız Ankara'nın 150 yerinde bomba patlatacağız' diye tehdit etti. Gerçekten de ihtar olarak Demirtepe Köprüsü'ne bir bomba konulmuştu. Polis patlamadan bombayı aldı. Abdullah, tehditten sonra bırakıldı."
Yazıcıoğlu'nun bir yığın soygun ve gasp olayı örgütlemiş olduğu, gerekli silahları temin ettiği, sonra 'pis silah' denilen kullanılmış silahların taşraya sevkini sağladığı da yaygın olarak ileri sürülen iddialardan.
Yurtaslan itiraflarında, Yazıcıoğlu'nun 1978 yılında, Sivas katliamında da başrol üstlendiğini belirtiyor: "1978 sonlarındaki Sivas olaylarını Mustafa Mit ve Muhsin Yazıcıoğlu tertiplemişlerdir.
Yazıcıoğlu Sivas'a giderek bizzat olaylara önderlik etti."
Pehlivan'ın geçmişi hakkında ilk elde oltaya yakalananlar bunlar. Cinayet, gasp, soygun, katliam.
Kırcıların, Çatlıların, Tuncellerin hamisi. Muhsin Başkan.
Memleket tarihinin son 30 yılında hemen her felaketin, her karanlığın kıyısında gölgesiyle karşılaştığımız parlamenter aziz. Gerçek 'bir bilen'.
Nitekim, Çatlı için, "Kanaatim o. Kaçmayıp mahkemeye çıksaydı beraat ederdi. Birçokları gibi şimdi Meclis'te olurdu" diyordu. Haksız mı?
Muhsin Yazıcıoğlu, seçimleri çoktan kazanmış olduğunu, her partiden, her kademeden dost ve ahbapları olduğunu bilmenin verdiği rahatlık içinde hiçbir zaman sağ partileri karşısına almadı. Refahyol'a destek verirken de Anayol'a arka çıkarken de hep hükümette olduğunu biliyordu. ANAP'a şükranlarını sunuyor, kendisine 'katil' demiş olan Çiller'i kısa zaman sonra affediyordu. Çiller ondan özür dilemişti. Meğer, 'seçim atmosferinde danışmanlarından önüne gelen bildirimlere göre değerlendirme' yapmış. O hep partilerüstü bir lider olmayı amaçladı. "Milliyetçilik anlayışımızın katı ırkçılık noktasına gitmesini dengelemek için İslam'ın birleştirici, hoşgörülü prensiplerinden istifade ediyoruz" diye açıklıyordu partisinin duruşunu. Bu beyanatını desteklemek için de insanı allak bullak edecek bir ayrıntıya başvurduğunu hatırlarız: "Mesela partimiz mensubu milletvekili arkadaşlarımızdan hanımı Kürt olan var." Ne büyük esneklik, ne derin inkişaf, değil mi? Demek geçmişte olsa o kadının, hatta kocası murdar olduğuna göre her ikisinin de beynine birer kurşun. Ama İslam anlayışı, Anadolu geleneğine uygun: Hoşgörülü şeriat.
Gerçi partisinin yayın organında kendisini eleştiren gazetecilere, "Onları gecenin karanlığında ya da gündüzün aydınlığında ansızın bir sürpriz bekliyor. Kınından çıkarılan bir kılıcın kahpe soyluların kökünü kazıyana kadar bir daha kınına girmeyeceği bilinmelidir" gibi tehditler yayınlanıyordu, ama Muhsin Başkan her şeye rağmen ayakta kaldı.
Şimdi, gündüzün aydınlığında Hrant'ımızı alçakca katledenlerin de başkanı, hâmisi olduğunu görüyoruz. On bir yıl önce onun hakkındaki yazıyı şöyle bitirmişim: "Muhsin Yazıcıoğlu çok güçlü olduğunu biliyor. Devletinin başında. Kendisi ile uzlaşmayanı geçmişinin karanlığına çekiverecek bir güç var onda. Onun diyeti daha uzun süre ödenecek. Gün, onun günü."
Şimdi kim bilir, devran döndü mü?
Hrant'ın katillerinin davası için bugün saat 9.30'da Beşiktaş'dayız. Hayat için. Adalet için.
Yıldırım Türker
BBP CAMİASINDAN TEPKİLER
BBP, Müfteri Köşe Yazarları Hakkında Hukuki İşlem Başlatıyor
Düşüncelere, inançlara set çekmeyen, yalnızca barış içinde tartıştırıp yarıştıran, adalet süzgecinden geçmiş ve insanları özgürleştiren bir hukuk; böyle bir hukukun egemenliğinde, düşünce ve inançlara eşit mesafede, halkına güvenen, tarafsız ve meşruluğunu hukuktan alan güçlü bir devlet arzu eden Büyük Birlik Partisi ve Sayın Genel Başkanı hakkında bazı yazılı basın kuruluşları ve köşe yazarları mesnetsiz, karalayıcı ithamlarda ve haberlerde bulunmuştur.
Yangına körükle giden, meselenin aslını bilmeden sorgulamadan tamamen ideolojik saplantılarından kaynaklanan bir haset ve iftira ile “suçlu ilan etme” yarışına giren bu tip gazeteler ve gazeteciler, provokasyon amaçlı terör örgütü organizasyonlarını ve kutuplaşmaya yol açan oyunları sorgulamadan, Alperenleri ve BBP’yi suçlu ilan ederek en hafif tabir ile insafsızlık ve art niyet örneği sergilemektedirler.
Geçtiğimiz gün Sakarya ilimizde yaşanan ve bir kısım basın-yayın organlarında maksatlı bir şekilde işlenen talihsiz olaylar, kamuoyunu ve bizleri endişeye sevk etmiştir. Bu nevi yayın organlarının değer yargıları ve milli hassasiyetleri sağlam çevrelere karşı sürdürdüğü menfi tutum artık bıkkınlık vermektedir ve tabiri caizse bu tutumlar provokasyonun en yüksek seviyesidir. Zaten meyvesini vermiş, amaca ulaşmış Güngören ilçe teşkilatımız Vatan ve Millet düşmanlarınca kundaklatılmıştır.
Siyaseti terörle paralel yürütme eğiliminde olan bir partinin, sempatizan ve seçmen bakımından, hedeflerini gerçekleştirme potansiyeli olmayan; aksine terör örgütüne karşı tavizsiz tutumu ile bilinen bu partice üç gün evvel şehit vermiş bir şehirde "Gençlik Şöleni" tertip etmeleri çok düşündürücüdür. Bu başlı başına açık bir provokasyon değil midir? Farklı şehirlerden gelen örgüt sempatizanları, söz konusu partinin bir milletvekili eşliğinde, teröristbaşı posterleri ve örgüt flamaları ile Sakarya ilimizde gerçekleştirilen bu tahrikçi eylemine karşı, Alperenler bir sivil toplum kuruluşunun en tabii demokratik hakkını kullanmış; İstiklal Marşımızı okuyup, basın açıklaması yapmış ve hiçbir saldırganlığa mahal vermeden düğün salonunun önünü terk etmiştir.
1984 yılından bugüne kadar sivil halka karşı ayırım yapmaksızın çocuklara, hatta bebeklere, kadınlara, yaşlılara ve bölge halkına hizmet eden, çoğunluğu öğretmen, din adamı ve devlet görevlilerine karşı uyguladığı terör eylemleri nedeniyle 30 binin üzerinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hayatını kaybetmiştir. Yine bölge halkının hizmetinde faaliyet gösteren 250’si okul, 110’u cami, 50’si sağlık kuruluşu olmak üzere toplam 2 bin civarında tesis yapılan saldırılarla tahrip edilmiştir. Bugüne kadar bölücü terör örgütü ile yapılan mücadele için toplam 150 milyar dolar civarında harcama yapıldığı tahmin edilmektedir.
Yukarıdaki bilançonun sorumlusu olan ve “her türlü dış müdahaleye açık” terör örgütü sempatizanlarının ve siyasal uzantılarının her şeyden müstağni tutularak mağdur gösterilmesi ve olayların müsebbibi olarak da Alperen Ocakları ve BBP’nin gündeme taşınması iftiradır, ahlaki değildir, aksine gerçekleri örterek provokatörlerin ekmeklerine yağ sürmektir…
Yukarıda bahsi geçen konular hakkında; tamamen yanlı, kulaktan dolma rivayetlere ve kendileri gibi düşünen yazılı ve görsel basının aynı tornadan çıkma ürettiklerine itibar ederek köşe yazısı kaleme alan Ali Bayramoğlu ile tamamen ideolojik saplantıdan mütevellit düşmanlık besleyen ve hala 12 Eylül öncesinde yaşadığını zanneden anakronik kafalı Yıldırım Türker'e gerekçelerimizle birlikte itirazlarımızı tekzip metni şeklinde yayınlama talebinde bulunuyoruz.
Kanuni haklarımız saklı kalmak kaydı ile yalanladığımız ve Noter kanalı ile de yalanlama ihtarında bulunduğumuz köşe yazarları hakkındaki müracaatlarımız gerçekleşmiştir. Büyük Türk Milleti’ne ve Değerli Kamuoyuna saygıyla arz olunur.
Yalçın TOPÇU
Büyük Birlik Partisi
Genel Sekreteri
Alperen Ocakları Genel Merkezi Gündeme İlişkin Açıklama
Geçtiğimiz gün Sakarya'da yaşanan ve bazı basın-yayın organlarında maksatlı bir şekilde işlenen talihsiz olaylar, kamuoyunu ve bizleri endişeye sevk etmiştir. Bazı basın-yayın organlarının değer yargıları ve milli hassasiyetleri sağlam çevrelere karşı sürdürdüğü menfi tutum artık bıkkınlık vermektedir ve tabiri caizse bu tutumlar provokasyonun en yüksek seviyesidir.
Siyaseti terörle paralel yürütme eğiliminde olan bir partinin, Sakarya gibi sempatizan bakımından, seçmen bakımından, söz konusu partinin hedeflerini gerçekleştirme bakımından hiçbir potansiyeli olmayan; aksine terör örgütüne karşı tavizsiz tutumu ile bilinen, üstelik üç gün evvel şehit vermiş bir şehirde "Gençlik Şöleni" tertip etmeleri çok düşündürücüdür.
Bu başlı başına açık bir provokasyondur. Farklı şehirlerden gelen örgüt sempatizanları, DTP Urfa milletvekili, teröristbaşı posterleri ve örgüt flamaları eşliğinde Sakarya'da gerçekleştirilen bu tahrikçi eylemine karşı, arkadaşlarımız bir sivil toplum kuruluşunun en tabii demokratik hakkını kullanmış; İstiklal Marşımızı okuyup basın açıklaması yapmış ve hiçbir saldırganlığa mahal vermeden düğün salonunun önünü terk etmiştir.
Arkadaşlarımız orayı terk ettikten sonra, hiçbir ilgileri olmadığı halde düğün salonu önünde yaşananlardan Alperenleri sorumlu tutmak en hafif tabir ile insafsızlıktır.
Son zamanlarda bir etnik çatışma ortamının tetiklenmeye çalışıldığı ülkemizde, milli ve manevi duyarlılıkları yüksek olan gençlerimiz bu oyunlara düşmemelidir. Zaten gerek sahip olduğumuz fikriyat, gerekse bizatihi arkadaşlarımızın kendisi, etnik çatışma ihtimallerine imkan vermemektedir. Sakarya'da söz konusu olaylarda bazı basın-yayın organları tarafından suçlanan arkadaşlarımızdan, Alperen Ocakları sorumlusu arkadaşımız Abhaz kökenli, yardımcısı ise Kürt kökenlidir.
Terör örgütüne karşı tutumumuz ile Kürt kökenli kardeşlerimize karşı sevgimiz tam anlamıyla ters orantılıdır. Ne etnik milliyetçiliği reddeden fikriyatımız, ne de farklı etnik kökenlerden gelen arkadaşlarımız bu kurgulanan etnik çatışmaya müsaade edecek durumdadır. Dolayısıyla birilerinin her toplumsal olayda Alperenleri suçlaması ve bu suçlamaların içini de etnik şovenizm ile doldurmaları hem yanlış, hem çirkindir.
Söz konusu haberin altında imzası olan muhabir ile yaptığımız görüşmede de kendisi "bu haberi bu şekilde yazmadığı, kendi haberinin gazete tarafından saptırıldığı ve dava açılması halinde de ifadesine başvurulabileceği" şeklinde bir izahat yapmış ve kendi adına özür dilemiştir.
Bazı basın-yayın organlarının bu ayıbı temizlemeleri beklenmektedir. Aksi taktirde suçlanan arkadaşlarımızın hukuki süreci başlatacağı bilinmelidir. Artık bıkkınlık veren çirkin suçlamalara karşı en doğru kararlar hiç şüphesiz mahkeme-i kübrada verilecektir.
--------------------------------------------------------------------------------
Protestoya daha yeni şehid vermiş Sakarya halkıda katılınca, Türkün öfkesi sel olup, bölücüleri miting alanına gömdü. Alperenlerin gazası mübarek olsun...
Ancak yaşanan olaydan hoşnut olmayan barış kardeşlik martavalı atmaya meraklı, demokrasi havarisi bazı köşe yazarları fırsat bu fırsat başladılar Alperen Ocakları ve Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili iftira ve kötüleme yazılarına...
Önce radikal, ardından yeni şafak derken, AB şakşakcısı ne kadar milliyetsiz varsa kinini kustu.. Yazdıkları yazılar PKK nın, DTP nin, bölücü komünistlerin sitelerini süslemeye başladı.
Ne yapıp edip Türk Milliyetçisi gençlerin önünü tıkama, ruhlarını pörsütme amacıyla bugün ülkü ocaklarını kapatmaya kalkanlar için yeni hedef belirendi: Alperen Ocakları...
Ancak ağabeylerinin misyonunu keyifle ve gururla taşımaktan zerre şaşmayan Ülkücü-Alperenlerin bu oyunlara gelmeye niyeti olmadığı iyi bilinmelidir. Bu ülkede AB yanlısı sahte milliyetçilerin, ABD yanlısı sahte İslamcıların karşısında Tavizsiz bir müslüman, şuurlu bir Türk Milliyetçisi olarak tarihe damgasını vurmaya hazır genç alperenler ordusunu selamların en güzeliyle selamlıyorum.
Ne demişlerdi:
Kapıdaki büyük tehlike…
Hep aynı hadiseler, hep aynı anlayış, hep aynı yapı… Yer Sakarya…
29 Mart 2006: Biri kız 2 öğrenci bildiri asarken linç edilmek istendi.
1 Nisan 2006: İstanbul'dan basın açıklaması yapmak için gelen 19 kişi, saldırıya uğradı.
7 Eylül 2006: Diyarbakırlı 4 fındık işçisini 500 kişi linçe kalkıştı.
4 Haziran 2007: Ahmet Kaya tişörtü giyen iki gence saldırıldı. Polis kalabalığı biber gazı sıkarak dağıttı.
İki gece önce Sakarya'da bir kez daha felaketin eşiğinden dönüldü.
Sabah Gazetesi'nin manşete çektiği ayrıntılı haberi birlikte okuyalım:
"Alperen Ocakları'nın, DTP'nin 'Barış ve Kardeşlik Gecesi' düzenlediği düğün salonunun önünde yaptığı Türk bayraklı basın açıklaması olayların fitilini ateşledi. Ardından geçtiğimiz hafta şehit olan Sakaryalı askerin yakını ve arkadaşı 100 kişi, düğün salonu önüne geldi. Polis, içeri girmek isteyen grubu engelledi, ancak şehit yakını oldukları için dağıtmadı. Bu arada Alperen Ocakları üyeleri de yeniden salon önüne gelerek olaya katılırken, derbi maçın ardından sokağa çıkan vatandaşların da dahil olmasıyla eylemci grubun sayısı kısa sürede bine yaklaştı. İzinli polisler evlerinden çağrıldı, ilçelerden ve Kocaeli'nden takviye ekipler ve jandarma robocoplar da olay yerine geldi. Vali iki kez kalabalığa dağılmaları ve sağduyulu olmaları çağrısında bulundu…"
Devam edelim:
"Dağılmamakta ısrar eden kalabalık, üç girişi olan binaya girmek için her yolu denedi. Düğün salonunda mahsur kalan yaklaşık 800 DTP'liden kalp krizi geçiren 65 yaşındaki Ebubekir Kalkalı, kaldırıldığı hastanede öldü. Eylemciler, fenalık geçiren DTP'lileri hastaneye götüren ambulanslara da saldırdılar. Salonda bulunan DTP Şanlıurfa milletvekili İbrahim Binici polisle tartıştı. Polisin kalabalığı dağıtmasından sonra yaklaşık 7 saat mahsur kalan DTP'liler, Büyükşehir Belediyesi'ne ait 10 ayrı otobüsle polis ve panzerlerin eşliğinde kent dışına çıkarıldı. Otobüsler, kent merkezinde bazı gruplar tarafından taşlandı ve camları kırıldı. DTP'nin etkinliğinin bazı kişilerce iki gün öncesinden e-mail yoluyla duyurulduğu ve eylem için organize olunduğu belirtildi..."
Son dönemlerde tüm vahim siyasi gelişme ve hadiselerde Alperenler Ocağı ya da bu ocakla ilişkisi olan isimler anılır hale geldi.
Dink Davası'nda tutuksuz yargılanan BBP eski Trabzon İl Başkanı Yaşar Cihan birkaç celse önce, ellerini açıp etrafındaki tutukluları işaret ederek "bunlar benim çocuklarım, hata yapmış olabilir, onlara hapishanede çok iyi bakıyorum" diyordu.
Dink cinayetinin azmettiricisi Yasin Hayal ve Erhan Tuncel'in Alperenler Ocağı'yla içli dışlı oldukları biliniyordu.
Alperenler Ocağı'nın eski başkanı bu davada tutuklular arasındaydı…
O.S. Alperenler Ocağı'nda yaşıtı gençlere "Dink'i öldüreceğim" diyerek alkış topluyordu…
BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Dink cinayeti sonrasında yaptığı gibi bu kez de Adapazarı'ndaki olayın BBP ve Alperen Ocakları ile ilgisi olmadığını öne sürüyor, "Alperen Ocakları'na mensup gençler orada, düğün salonundaki tören başlamadan bir saat önce İstiklal Marşı okuyup dağıldılar. Asıl DTP o bölgeyi karıştırmak istiyor…" diyordu…
1970'lerin ikinci yarısında bu tür sözler, bir başka siyasi lider tarafından söylendiği zamanlarda, günde ortalama 5 kişi siyasi çatışmalarda, pusularda hayatını kaybederdi.
İyi niyetimizi koruyalım: Muhsin Yazıcıoğlu ya olup bitenin farkında değil ya da olup bitene hakim değil…
Tehlikeli bir havuzun üzerinde duruyor ve sorumluluk taşıyor…
Bu ülke Kahramanmaraş, Çorum katliamlarını henüz unutmadı…
Bu ülke kritik ve her tür provokasyona açık günler yaşıyor.
Bu ülkede terör ve çatışmaların ürettiği Kürt getolarıyla Türk gruplarını tehlikeli biçimde yan yana yaşıyor.
Bu ülkeye oynamaktan artık vazgeçin…
Ali BAYRAMOĞLU
yenişafak
Türkiye'nin önümüzdeki dönemi belirleyecek en kritik konusunun Kürt sorunu olduğunu bu köşede sürekli dile getiriyorum. Türkiye'de bu konunun kaşımaya, yani tahrike en açık konulardan birisi olduğu da kesin. PKK'nin son günlerde yollara döşediği mayınlar, kurduğu pusular da tahrik zeminini elverişli hale getiriyor.
İşte bu ortam içinde Sakarya'da DTP'nin düzenlediği salon toplantısına yapılan saldırıyı bir yere oturtabiliriz. DTP toplantısı, örgütlü bir şekilde ve saldırganların önceden kendi aralarında haberleşmesiyle basılmıştır. Önce bildik bir örgüt olan Alperen Ocakları'ndan bir grup, ellerinde bayraklarla DTP'nin toplantı yaptığı salonun önüne gelerek basın açıklaması düzenliyor. Ardından şehit yakınları otobüslerle yine salonun önüne toplanıyor. Örgütlü kalabalık kısa sürede bin kişiyi buluyor.
Ardından taş ve sopalarla salona hücuma geçiliyor. İçeride toplantı yapan DTP'liler salonun kapılarını kapatarak kendilerini korumaya çalışıyorlar. Havasızlık ve panik nedeniyle içeride fenalaşanlar oluyor. Bir yurttaş bu nedenle kalp krizi geçirerek yaşamını yitiriyor. Diğer fenalaşan insanlar dışarıyı çıkıp hastaneye götürülmek istendiğinde ise saldırganlar ambulansların içindeki insanları da hedef almaktan çekinmiyorlar.
***
Sakarya'daki olaylar, aslında nasıl bir ortam içinde bulunduğumuzu da gözler önüne seriyor. Bu kadar örgütlü bir hazırlık kimler ve hangi örgütler tarafından yapılabilir? Sakarya, geçmişte faili meçhul diye bilinen birçok cinayete tanıklık eden bir bölge. Bu bölgede devlet içindeki güçlerin bazı insanları kaçırarak öldürdükleri ve örgütlü infaz yaptıklarını biliyoruz.
Şimdi benzer bir girişim yeniden harekete mi geçirildi? Bu soruyu ciddiyetle sormalıyız. Alperen örgütü, Hrant Dink cinayeti davasından yargılananların gidip geldiği yerler arasındaydı. Bu işin arkasında devlet içinde bazı güçler yeniden harekete mi geçti endişesi haklı bir endişe olarak görülmeli.
Kürt-Türk çatışması kimin işine yarar? Kim böyle bir çatışmadan yarar umabilir? Sakarya olayını bu açıdan incelemekte yarar bulunuyor. Tabii önlemlerin de ona göre alınması gerekiyor.
***
Türk-Kürt çatışması bugüne kadar bütün tahriklere rağmen, toplumun sağduyusu ve devlete egemen olan anlayışın özeniyle bir büyük tehlikeye dönüşmedi. Dönüştürmek isteyenler de başarıya ulaşamadı. Ancak bunu isteyenlerin ve bundan siyasi sonuç elde etmek isteyenlerin bulunduğu da bir gerçek.
Soruyu yeniden soralım: Kim ve kimler böyle bir çatışmadan yararlanırlar? Bu çatışma öncelikle parlamenter rejimi köşeye sıkıştırır. Sorunun demokratik bir sistem içinde çözülmesinin mümkün olmadığı fikrinin yaygınlaşmasına hizmet eder.
Yani bundan demokrasi dışı güçler yararlanırlar. Onlar çatışmadan kendi hedefleri doğrultusunda sonuçlar çıkarmak isterler. O zaman bu tür gerginlik ve tahriklerde bu tür güçlerin parmağını aramakla işe başlayabiliriz.
***
Bu tahrikçileri tecrit etmenin ve tertiplerini boşa çıkarmanın yolu, şiddet eylemlerine karşı ortak bir siyasi tutum almaktır. Sonuç olarak düdük çalıp, Meclis saf dışı kaldığında siyasi partiler de yok oluyorlar. Bu tür tertipler tümüyle parlamenter rejime ve demokrasiye yöneliktir.
Parmaklarıyla "kurt" işareti yapan gençler, belli bir siyasi akımı simgeliyorlar. Bu nedenle öncelikle bu siyasi akımın temsilcilerinin dikkatli olması gerekiyor. Kendi taraftarlarına çekidüzen vermeleri gerekiyor.
Unutmayalım ki düdük çalınca gelenler, siyaset alanında pek de ayrım yapmıyor. 12 Eylül döneminde cezaevinde MHP yöneticileri ülkücülerin kullanıldığından şikâyet ediyorlardı. Bundan ders çıkardıklarını da sanıyorum.
Ancak yine "açık" ve "yakın" bir tehlike ile yüz yüze gelebiliriz. Bu konuda kullanılması mümkün olan siyasi akımların sorumlularına öncelikle görev düşüyor.
***
Türkiye'nin Kürt sorunu vardır. Bu sorun makul bir noktaya çekilemezse önümüzdeki dönemde çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir.
Sakarya'daki olaylar bir sinyaldir. Bu sinyali hep birlikte, Türk'üyle Kürt'üyle iyi algılamamız gerekiyor.
Yarın çok geç olmadan...
Oral Çalışlar
Gene Muhsin başkan...
Gene onun ismi dolaşıyor ortalıkta.
Hrant'ın katledilmesinde önemli rol oynadığı ortaya çıkan, içerideki küçük çetenin en afili abisi Erhan Tuncel'in bir telefon kaydında geçiyor şimdi de. Kayıtlar, Tuncel ile emniyette kendisinden sorumlu polis memuru Muhittin Zenit'in kentten ayrılması sonrası birlikte görev yaptığı ve 'Memduh abi' diye hitap ettiği polis memuru arasında geçen konuşmaları kapsıyor.
Tuncel, abisine Muhsin Yazıcıoğlu'nun Trabzon gezisinde (birlikte fotograflarını da görmüştük) görev alacağıyla böbürleniyor ve ona, "Muhsin Başkan geliyor. Ona eşlik edeceğim" dedikten sonra gezinin programını ayrıntılı olarak bildiriyor.
Sanayi'deki Cuma namazını müteakiben esnafla görüşülecek. Ve sonra da Muhsin Başkan'ıyla özel olarak önemli meseleler görüşecek: "Yasin'in konusunu da görüşeceğiz. Avukatı da çağıracağız, avukat da gelecek. Hee Yasin'in sonraki ceza olayını mı, hı, hı, tamam görüşürüz."
BBP ve Yazıcıoğlu, Hrant cinayetinin gönülsüz aydınlatılma tefrikasında sıkça karşımıza çıktılar. Yazıcıoğlu, Tuncel'le birlikte görüldüğü fotograf için, "Ben halkın içindeyim, herkesle fotografım olabilir. Sözünü ettiğiniz Tuncel'i tanımam bile. Alperen Ocakları'nın da üyesi değildir" demişti.
Azmettirici Yasin Hayal de 2000 yılında amcasıyla birlikte gidip BBP'ye üye olmuş, MacDonalds'ı bombalayıp yattığında da bir BBP'li olarak il başkanı tarafından maddi yardımla taltif edilmişti.
Muhsin Yazıcıoğlu'nu unutmak üzereydiniz, öyle değil mi?
On yıldan fazla zaman geçmiş. Gene bir kilitlenmenin anahtarı olduğu ikbal günlerinde onun için 'Parlamenter Sistemin Azizi' başlıklı bir yazı yazmıştım. "Her şeyin battığı, oyunun tökezlediği, etik'in tamamıyla ayaklar altına alındığı noktada görmezden gelinen çatlaklardan, aralık bırakılmış kapılardan çıkıveren azizlerden biri o. Kir pas içinde."
Muhsin Başkan'ın gölgesi, Hrant katillerinin olduğu gibi birçok kanlı katilin üstüne düşmüştür. Hatırlayalım.
"Ben yoksulluğun cenderesinden geçmiş bir çiftçi ailesinin çocuğuyum" diyor. "Koltuğumuzun altında tezek götürerek okullar okuduk."
12 Eylül öncesi, ülkücülerin kalesi olan Veteriner Fakültesi'nden mezun oldu. Fakültedeyken güreşmiş. Adı pehlivana çıkmış. Fakülteden sonra Ülkü Ocakları içinde sivrilerek 1977'de Genel Başkan oldu. 12 Eylül darbesinden sonra Mamak'da yedi yıl geçirdi. Bir sürü cinayetin ve bombalamanın sorumluluğundan idam talebiyle yargılandı. Ülkücü Gençlik Derneği'nin bir dönem hukuk masası şefliğini yürütmüş olan itirafçı Ali Yurtaslan, Yazıcıoğlu'nun cinayet ve bombalama emirleri veren, soygun çeteleri kuran bir lider olduğunu kaydediyor. 1978'de ülkücü militan Baki Yeşiloğlu'nun öldürülmesinden sonra Balıkesir Cezaevi'nde çıkan isyan üzerine de, "Muhsin Yazıcıoğlu, bunun öcü alınmalıdır, dedi. Bunun üzerine cezaevinde isyan çıkarıldı. Hatırladığıma göre iki-üç kişi öldürüldü. Ülkücülerin burnu bile kanamamıştı" diye ekliyor.
Bahçelievler'deki katliamın üzerinde de izi var. Katliama karışan ülkücülerin hepsini tanıdığı, onların kimliğini açıklamayı reddettiği, Haluk Kırcı'ya kaçak yaşadığı yıllarda para yardımında bulunduğu biliniyor. Kendisi de ifadesinde bunu kabul ediyor.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun aynı babalığı, aynı sadakati Abdullah Çatlı'dan da esirgemediğini biliyoruz. Çatlı, 1978'de Balgat katliamı sanıklarından Mustafa Pehlivan ile birlikte yakalandığında Yurtaslan'a göre, "Ankara'ya geldiklerinden bir saat kadar sonra Yazıcıoğlu şubeye telefon etti. 'Bu size son ihtarım. Abdullah'ı bırakmazsanız Ankara'nın 150 yerinde bomba patlatacağız' diye tehdit etti. Gerçekten de ihtar olarak Demirtepe Köprüsü'ne bir bomba konulmuştu. Polis patlamadan bombayı aldı. Abdullah, tehditten sonra bırakıldı."
Yazıcıoğlu'nun bir yığın soygun ve gasp olayı örgütlemiş olduğu, gerekli silahları temin ettiği, sonra 'pis silah' denilen kullanılmış silahların taşraya sevkini sağladığı da yaygın olarak ileri sürülen iddialardan.
Yurtaslan itiraflarında, Yazıcıoğlu'nun 1978 yılında, Sivas katliamında da başrol üstlendiğini belirtiyor: "1978 sonlarındaki Sivas olaylarını Mustafa Mit ve Muhsin Yazıcıoğlu tertiplemişlerdir.
Yazıcıoğlu Sivas'a giderek bizzat olaylara önderlik etti."
Pehlivan'ın geçmişi hakkında ilk elde oltaya yakalananlar bunlar. Cinayet, gasp, soygun, katliam.
Kırcıların, Çatlıların, Tuncellerin hamisi. Muhsin Başkan.
Memleket tarihinin son 30 yılında hemen her felaketin, her karanlığın kıyısında gölgesiyle karşılaştığımız parlamenter aziz. Gerçek 'bir bilen'.
Nitekim, Çatlı için, "Kanaatim o. Kaçmayıp mahkemeye çıksaydı beraat ederdi. Birçokları gibi şimdi Meclis'te olurdu" diyordu. Haksız mı?
Muhsin Yazıcıoğlu, seçimleri çoktan kazanmış olduğunu, her partiden, her kademeden dost ve ahbapları olduğunu bilmenin verdiği rahatlık içinde hiçbir zaman sağ partileri karşısına almadı. Refahyol'a destek verirken de Anayol'a arka çıkarken de hep hükümette olduğunu biliyordu. ANAP'a şükranlarını sunuyor, kendisine 'katil' demiş olan Çiller'i kısa zaman sonra affediyordu. Çiller ondan özür dilemişti. Meğer, 'seçim atmosferinde danışmanlarından önüne gelen bildirimlere göre değerlendirme' yapmış. O hep partilerüstü bir lider olmayı amaçladı. "Milliyetçilik anlayışımızın katı ırkçılık noktasına gitmesini dengelemek için İslam'ın birleştirici, hoşgörülü prensiplerinden istifade ediyoruz" diye açıklıyordu partisinin duruşunu. Bu beyanatını desteklemek için de insanı allak bullak edecek bir ayrıntıya başvurduğunu hatırlarız: "Mesela partimiz mensubu milletvekili arkadaşlarımızdan hanımı Kürt olan var." Ne büyük esneklik, ne derin inkişaf, değil mi? Demek geçmişte olsa o kadının, hatta kocası murdar olduğuna göre her ikisinin de beynine birer kurşun. Ama İslam anlayışı, Anadolu geleneğine uygun: Hoşgörülü şeriat.
Gerçi partisinin yayın organında kendisini eleştiren gazetecilere, "Onları gecenin karanlığında ya da gündüzün aydınlığında ansızın bir sürpriz bekliyor. Kınından çıkarılan bir kılıcın kahpe soyluların kökünü kazıyana kadar bir daha kınına girmeyeceği bilinmelidir" gibi tehditler yayınlanıyordu, ama Muhsin Başkan her şeye rağmen ayakta kaldı.
Şimdi, gündüzün aydınlığında Hrant'ımızı alçakca katledenlerin de başkanı, hâmisi olduğunu görüyoruz. On bir yıl önce onun hakkındaki yazıyı şöyle bitirmişim: "Muhsin Yazıcıoğlu çok güçlü olduğunu biliyor. Devletinin başında. Kendisi ile uzlaşmayanı geçmişinin karanlığına çekiverecek bir güç var onda. Onun diyeti daha uzun süre ödenecek. Gün, onun günü."
Şimdi kim bilir, devran döndü mü?
Hrant'ın katillerinin davası için bugün saat 9.30'da Beşiktaş'dayız. Hayat için. Adalet için.
Yıldırım Türker
BBP CAMİASINDAN TEPKİLER
BBP, Müfteri Köşe Yazarları Hakkında Hukuki İşlem Başlatıyor
Düşüncelere, inançlara set çekmeyen, yalnızca barış içinde tartıştırıp yarıştıran, adalet süzgecinden geçmiş ve insanları özgürleştiren bir hukuk; böyle bir hukukun egemenliğinde, düşünce ve inançlara eşit mesafede, halkına güvenen, tarafsız ve meşruluğunu hukuktan alan güçlü bir devlet arzu eden Büyük Birlik Partisi ve Sayın Genel Başkanı hakkında bazı yazılı basın kuruluşları ve köşe yazarları mesnetsiz, karalayıcı ithamlarda ve haberlerde bulunmuştur.
Yangına körükle giden, meselenin aslını bilmeden sorgulamadan tamamen ideolojik saplantılarından kaynaklanan bir haset ve iftira ile “suçlu ilan etme” yarışına giren bu tip gazeteler ve gazeteciler, provokasyon amaçlı terör örgütü organizasyonlarını ve kutuplaşmaya yol açan oyunları sorgulamadan, Alperenleri ve BBP’yi suçlu ilan ederek en hafif tabir ile insafsızlık ve art niyet örneği sergilemektedirler.
Geçtiğimiz gün Sakarya ilimizde yaşanan ve bir kısım basın-yayın organlarında maksatlı bir şekilde işlenen talihsiz olaylar, kamuoyunu ve bizleri endişeye sevk etmiştir. Bu nevi yayın organlarının değer yargıları ve milli hassasiyetleri sağlam çevrelere karşı sürdürdüğü menfi tutum artık bıkkınlık vermektedir ve tabiri caizse bu tutumlar provokasyonun en yüksek seviyesidir. Zaten meyvesini vermiş, amaca ulaşmış Güngören ilçe teşkilatımız Vatan ve Millet düşmanlarınca kundaklatılmıştır.
Siyaseti terörle paralel yürütme eğiliminde olan bir partinin, sempatizan ve seçmen bakımından, hedeflerini gerçekleştirme potansiyeli olmayan; aksine terör örgütüne karşı tavizsiz tutumu ile bilinen bu partice üç gün evvel şehit vermiş bir şehirde "Gençlik Şöleni" tertip etmeleri çok düşündürücüdür. Bu başlı başına açık bir provokasyon değil midir? Farklı şehirlerden gelen örgüt sempatizanları, söz konusu partinin bir milletvekili eşliğinde, teröristbaşı posterleri ve örgüt flamaları ile Sakarya ilimizde gerçekleştirilen bu tahrikçi eylemine karşı, Alperenler bir sivil toplum kuruluşunun en tabii demokratik hakkını kullanmış; İstiklal Marşımızı okuyup, basın açıklaması yapmış ve hiçbir saldırganlığa mahal vermeden düğün salonunun önünü terk etmiştir.
1984 yılından bugüne kadar sivil halka karşı ayırım yapmaksızın çocuklara, hatta bebeklere, kadınlara, yaşlılara ve bölge halkına hizmet eden, çoğunluğu öğretmen, din adamı ve devlet görevlilerine karşı uyguladığı terör eylemleri nedeniyle 30 binin üzerinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hayatını kaybetmiştir. Yine bölge halkının hizmetinde faaliyet gösteren 250’si okul, 110’u cami, 50’si sağlık kuruluşu olmak üzere toplam 2 bin civarında tesis yapılan saldırılarla tahrip edilmiştir. Bugüne kadar bölücü terör örgütü ile yapılan mücadele için toplam 150 milyar dolar civarında harcama yapıldığı tahmin edilmektedir.
Yukarıdaki bilançonun sorumlusu olan ve “her türlü dış müdahaleye açık” terör örgütü sempatizanlarının ve siyasal uzantılarının her şeyden müstağni tutularak mağdur gösterilmesi ve olayların müsebbibi olarak da Alperen Ocakları ve BBP’nin gündeme taşınması iftiradır, ahlaki değildir, aksine gerçekleri örterek provokatörlerin ekmeklerine yağ sürmektir…
Yukarıda bahsi geçen konular hakkında; tamamen yanlı, kulaktan dolma rivayetlere ve kendileri gibi düşünen yazılı ve görsel basının aynı tornadan çıkma ürettiklerine itibar ederek köşe yazısı kaleme alan Ali Bayramoğlu ile tamamen ideolojik saplantıdan mütevellit düşmanlık besleyen ve hala 12 Eylül öncesinde yaşadığını zanneden anakronik kafalı Yıldırım Türker'e gerekçelerimizle birlikte itirazlarımızı tekzip metni şeklinde yayınlama talebinde bulunuyoruz.
Kanuni haklarımız saklı kalmak kaydı ile yalanladığımız ve Noter kanalı ile de yalanlama ihtarında bulunduğumuz köşe yazarları hakkındaki müracaatlarımız gerçekleşmiştir. Büyük Türk Milleti’ne ve Değerli Kamuoyuna saygıyla arz olunur.
Yalçın TOPÇU
Büyük Birlik Partisi
Genel Sekreteri
Alperen Ocakları Genel Merkezi Gündeme İlişkin Açıklama
Geçtiğimiz gün Sakarya'da yaşanan ve bazı basın-yayın organlarında maksatlı bir şekilde işlenen talihsiz olaylar, kamuoyunu ve bizleri endişeye sevk etmiştir. Bazı basın-yayın organlarının değer yargıları ve milli hassasiyetleri sağlam çevrelere karşı sürdürdüğü menfi tutum artık bıkkınlık vermektedir ve tabiri caizse bu tutumlar provokasyonun en yüksek seviyesidir.
Siyaseti terörle paralel yürütme eğiliminde olan bir partinin, Sakarya gibi sempatizan bakımından, seçmen bakımından, söz konusu partinin hedeflerini gerçekleştirme bakımından hiçbir potansiyeli olmayan; aksine terör örgütüne karşı tavizsiz tutumu ile bilinen, üstelik üç gün evvel şehit vermiş bir şehirde "Gençlik Şöleni" tertip etmeleri çok düşündürücüdür.
Bu başlı başına açık bir provokasyondur. Farklı şehirlerden gelen örgüt sempatizanları, DTP Urfa milletvekili, teröristbaşı posterleri ve örgüt flamaları eşliğinde Sakarya'da gerçekleştirilen bu tahrikçi eylemine karşı, arkadaşlarımız bir sivil toplum kuruluşunun en tabii demokratik hakkını kullanmış; İstiklal Marşımızı okuyup basın açıklaması yapmış ve hiçbir saldırganlığa mahal vermeden düğün salonunun önünü terk etmiştir.
Arkadaşlarımız orayı terk ettikten sonra, hiçbir ilgileri olmadığı halde düğün salonu önünde yaşananlardan Alperenleri sorumlu tutmak en hafif tabir ile insafsızlıktır.
Son zamanlarda bir etnik çatışma ortamının tetiklenmeye çalışıldığı ülkemizde, milli ve manevi duyarlılıkları yüksek olan gençlerimiz bu oyunlara düşmemelidir. Zaten gerek sahip olduğumuz fikriyat, gerekse bizatihi arkadaşlarımızın kendisi, etnik çatışma ihtimallerine imkan vermemektedir. Sakarya'da söz konusu olaylarda bazı basın-yayın organları tarafından suçlanan arkadaşlarımızdan, Alperen Ocakları sorumlusu arkadaşımız Abhaz kökenli, yardımcısı ise Kürt kökenlidir.
Terör örgütüne karşı tutumumuz ile Kürt kökenli kardeşlerimize karşı sevgimiz tam anlamıyla ters orantılıdır. Ne etnik milliyetçiliği reddeden fikriyatımız, ne de farklı etnik kökenlerden gelen arkadaşlarımız bu kurgulanan etnik çatışmaya müsaade edecek durumdadır. Dolayısıyla birilerinin her toplumsal olayda Alperenleri suçlaması ve bu suçlamaların içini de etnik şovenizm ile doldurmaları hem yanlış, hem çirkindir.
Söz konusu haberin altında imzası olan muhabir ile yaptığımız görüşmede de kendisi "bu haberi bu şekilde yazmadığı, kendi haberinin gazete tarafından saptırıldığı ve dava açılması halinde de ifadesine başvurulabileceği" şeklinde bir izahat yapmış ve kendi adına özür dilemiştir.
Bazı basın-yayın organlarının bu ayıbı temizlemeleri beklenmektedir. Aksi taktirde suçlanan arkadaşlarımızın hukuki süreci başlatacağı bilinmelidir. Artık bıkkınlık veren çirkin suçlamalara karşı en doğru kararlar hiç şüphesiz mahkeme-i kübrada verilecektir.
--------------------------------------------------------------------------------