düşhekimi
Banned
- Katılım
- 4 Ocak 2007
- Mesajlar
- 35
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Haydi “ahlâksızlık” ahlâklılığın karşıtıdır diyelim, peki “ahlâkçılık”ın karşıtı ne?
En azından “kayıtsızlık”. Her kayıtsızlık bir sorumsuzluktur, bu kesin. Sorumsuz davranmanın ahlâkîliğini savunmak mümkün olmadığına göre, kayıtsızlık da ahlâki bir problemdir, değil mi?
Yazıya niçin böyle girdim?
Sorumluluk duygusuyla ahlâka davet eden hemen herkesi, “ahlâkçılık” klişesiyle mahkum etmeye çalışmanın, kayıtsızlık ve sorumsuzluk olduğunu dile getirmek için. Sorumsuz davranmaktansa, “ahlâk” lafı geçince pirelenenlerden “ahlâkçı” damgasını yemeye razıyım. Vicdanının üzeri ses ve ışık geçirmez bir perdeyle örtülmemiş herkesin, bu toplumun maruz bırakıldığı ahlâki çürüme ve yozlaşma karşısında, avazı çıktığı kadar haykırması gerekiyor: Bu gidiş nereye?
80 yıl önce, “Ahlâkı ve dini olanlar aç kalmaya mahkûmdur” zihniyetinden yola çıkanların geldiği bu hazin nokta, hiçbirimiz için sürpriz değil. Oradan çıkan buraya gelecekti. Korkulan oldu ve sonunda bu toplum “çağdaşlaşma projesi” adı altında tepeden yürütülen toplum mühendisliğiyle, yolun sonuna gelip dayandı.
BİZİ ATEŞE VERDİLER
Toplum mühendislerinin zihniyetine göre; ahlâkı verecek, “çağdaşlık” alacaktık. Dini verecek, “uygarlık” alacaktık. Ahlâk, çağdaşlaşmanın önündeki en büyük engeldi. Din, “ilerleme” mitinin önündeki en büyük engeldi. Zincirlerimizi kırmalı ve özgürleşmeliydik. Bunun için “biz”i biz yapan tüm değerlerimizden soyunmalı, kimliğimizi yakmalı, kişiliğimizi yıkmalıydık.
Bizi biz eden değerleri yıkıp yakanlar, bizi kendi küllerimizden yeniden doğacağımız masalına inandırdılar. Ve bizi ateşe verdiler.
Bu yangından iki farklı kesim iki farklı sonuç çıkardı: Neyi kaybettiğinin farkında olan duyarlı kesim, yangını pişmek için bir vesile bildi ve yandı, pişti. Direnirse, olacak.
Sürü güdüsüyle çobanının sürdüğü yere sorgusuz sualsiz seğirten kitlelerse yandı, bitti, kül oldu. Yeniden doğmak mı? Ba’su ba’de’l-mevt’e inanmayanların söylediği tür ancak masallarda ve kurgufilmlerde olur. İman edenler ise, şu âyete inanırlar: “Allah, geceyi gündüzün başına sarar, gündüzü gecenin başına; ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü.”
İşte bugünkü manzara, bilinçli bir politikayla ahlâk ve dinden arındırılmış nesillerin sergilediği o beklenen manzaradır. Sahte şöhretlere, onların sırtından ahlâk katliamı gerçekleştiren malum medyaya ve bunların peşine takılan bilinçsiz kitlelere kızmadan önce, şu soruyu soralım: Dinsiz bir ahlâkı, ahlâksız bir vicdanı, nasıl oluşturacaksınız?
Sahada dua etti diye hakeme homurdanan kafayla mı? Sahada şükür secdesi yaptılar diye futbolcuları mahkemeye vererek mi? Bir parkın bir köşesine cami yapılacağını duyunca, al görmüş boğaya dönerek mi? Çıplaklığı devlet politikası olarak benimseyip tesettürü yasaklayarak mı? Kur’an’ı kapatıp kadınları açarak mı? Kızlarını örtülü okutmak isteyen başbakanına dahi sınır dışını göstererek mi? Alkol ve zinayı rejimin kutsalları arasına sokup, aileyi aslanların ağzına atarak mı?
Evet, sonuç ortada. Ahlâkla zenginliğin bir arada olmayacağına inandıkları için ahlâksız bir ekonomimiz oldu. Parayı laikleştirelim derken, parayı ahlâksızlaştırdık.
Bunun haramzade üreteceğini hesap edemedik. Haram para ile helal paraya aynı muamele yapıldı. Ondan sonra da hortumculuktan, rüşvetten, suiistimalden şikâyet ettik. Dahası, ülke ekonomisinin belini ikiye büken faiz yükünden ve rantiye kesiminden şikâyet ettik.
Eğitimi laikleştirelim derken, eğitimi ahlâksızlaştırdık. Laikleştirme, aslında geleneksel değerlerden arındırma operasyonuydu.
Bir eğitim sistemi, sistem denmeyi hak edebilmesi için “değerlere” yaslanmak zorundadır. Bizim eğitim sistemimiz kendi değerlerini inkâr etti, ikame değerler de tutmadı. Çünkü değer “ithal” edilecek bir meta değildi ki ithal olunsun. Aslını inkâr eden haramzadedir. Haramzade bir eğitim, “eğitim-zede” nesiller üretti. Değersiz, kimliksiz, kişiliksiz...
Aynı şey siyaset, sanat, edebiyat alanlarında da oldu. Özetle ahlâk, bu ülkede bir kesimin değil, her kesimin sorunudur. Ahlâk, bu ülkenin “bekâ sorunu”dur.
En azından “kayıtsızlık”. Her kayıtsızlık bir sorumsuzluktur, bu kesin. Sorumsuz davranmanın ahlâkîliğini savunmak mümkün olmadığına göre, kayıtsızlık da ahlâki bir problemdir, değil mi?
Yazıya niçin böyle girdim?
Sorumluluk duygusuyla ahlâka davet eden hemen herkesi, “ahlâkçılık” klişesiyle mahkum etmeye çalışmanın, kayıtsızlık ve sorumsuzluk olduğunu dile getirmek için. Sorumsuz davranmaktansa, “ahlâk” lafı geçince pirelenenlerden “ahlâkçı” damgasını yemeye razıyım. Vicdanının üzeri ses ve ışık geçirmez bir perdeyle örtülmemiş herkesin, bu toplumun maruz bırakıldığı ahlâki çürüme ve yozlaşma karşısında, avazı çıktığı kadar haykırması gerekiyor: Bu gidiş nereye?
80 yıl önce, “Ahlâkı ve dini olanlar aç kalmaya mahkûmdur” zihniyetinden yola çıkanların geldiği bu hazin nokta, hiçbirimiz için sürpriz değil. Oradan çıkan buraya gelecekti. Korkulan oldu ve sonunda bu toplum “çağdaşlaşma projesi” adı altında tepeden yürütülen toplum mühendisliğiyle, yolun sonuna gelip dayandı.
BİZİ ATEŞE VERDİLER
Toplum mühendislerinin zihniyetine göre; ahlâkı verecek, “çağdaşlık” alacaktık. Dini verecek, “uygarlık” alacaktık. Ahlâk, çağdaşlaşmanın önündeki en büyük engeldi. Din, “ilerleme” mitinin önündeki en büyük engeldi. Zincirlerimizi kırmalı ve özgürleşmeliydik. Bunun için “biz”i biz yapan tüm değerlerimizden soyunmalı, kimliğimizi yakmalı, kişiliğimizi yıkmalıydık.
Bizi biz eden değerleri yıkıp yakanlar, bizi kendi küllerimizden yeniden doğacağımız masalına inandırdılar. Ve bizi ateşe verdiler.
Bu yangından iki farklı kesim iki farklı sonuç çıkardı: Neyi kaybettiğinin farkında olan duyarlı kesim, yangını pişmek için bir vesile bildi ve yandı, pişti. Direnirse, olacak.
Sürü güdüsüyle çobanının sürdüğü yere sorgusuz sualsiz seğirten kitlelerse yandı, bitti, kül oldu. Yeniden doğmak mı? Ba’su ba’de’l-mevt’e inanmayanların söylediği tür ancak masallarda ve kurgufilmlerde olur. İman edenler ise, şu âyete inanırlar: “Allah, geceyi gündüzün başına sarar, gündüzü gecenin başına; ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü.”
İşte bugünkü manzara, bilinçli bir politikayla ahlâk ve dinden arındırılmış nesillerin sergilediği o beklenen manzaradır. Sahte şöhretlere, onların sırtından ahlâk katliamı gerçekleştiren malum medyaya ve bunların peşine takılan bilinçsiz kitlelere kızmadan önce, şu soruyu soralım: Dinsiz bir ahlâkı, ahlâksız bir vicdanı, nasıl oluşturacaksınız?
Sahada dua etti diye hakeme homurdanan kafayla mı? Sahada şükür secdesi yaptılar diye futbolcuları mahkemeye vererek mi? Bir parkın bir köşesine cami yapılacağını duyunca, al görmüş boğaya dönerek mi? Çıplaklığı devlet politikası olarak benimseyip tesettürü yasaklayarak mı? Kur’an’ı kapatıp kadınları açarak mı? Kızlarını örtülü okutmak isteyen başbakanına dahi sınır dışını göstererek mi? Alkol ve zinayı rejimin kutsalları arasına sokup, aileyi aslanların ağzına atarak mı?
Evet, sonuç ortada. Ahlâkla zenginliğin bir arada olmayacağına inandıkları için ahlâksız bir ekonomimiz oldu. Parayı laikleştirelim derken, parayı ahlâksızlaştırdık.
Bunun haramzade üreteceğini hesap edemedik. Haram para ile helal paraya aynı muamele yapıldı. Ondan sonra da hortumculuktan, rüşvetten, suiistimalden şikâyet ettik. Dahası, ülke ekonomisinin belini ikiye büken faiz yükünden ve rantiye kesiminden şikâyet ettik.
Eğitimi laikleştirelim derken, eğitimi ahlâksızlaştırdık. Laikleştirme, aslında geleneksel değerlerden arındırma operasyonuydu.
Bir eğitim sistemi, sistem denmeyi hak edebilmesi için “değerlere” yaslanmak zorundadır. Bizim eğitim sistemimiz kendi değerlerini inkâr etti, ikame değerler de tutmadı. Çünkü değer “ithal” edilecek bir meta değildi ki ithal olunsun. Aslını inkâr eden haramzadedir. Haramzade bir eğitim, “eğitim-zede” nesiller üretti. Değersiz, kimliksiz, kişiliksiz...
Aynı şey siyaset, sanat, edebiyat alanlarında da oldu. Özetle ahlâk, bu ülkede bir kesimin değil, her kesimin sorunudur. Ahlâk, bu ülkenin “bekâ sorunu”dur.