AntidepresaN
New member
Hırsın Maymunu, Özgürlüğün Efendisi...
‘Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır.
Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır.
Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur.
Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz.
Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması imkansızdır.
Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz.
Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçamaz.
Aslında bu maymunu, tutsak eden hiçbir şey yoktur.
Onu sadece onun kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir.
Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır.
Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur.
Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır.’
Joseph Goldstein’a ait satırlar bunlar...
Sezar’ın hakkını Sezar’a, yazarın hakkını yazara verelim önce...
Hepimiz ihtiraslarımızın, tutkularımızın, saplantılarımızın ve alışkanlıklarımızın maymunuyuz aslında...
Bir kez Hindistan cevizine sokmuşuz elimizi...
Kimimiz iş, kimimiz kariyer, kimimiz mevkii kimimiz para derdinde...
Dört taraftan kuşatılmış bir dünyada, ki bu dünyaya büyük bir tuzak dersek, kendimizi hapsedecek başka tuzaklar arıyoruz.
Elimiz Hindistan cevizinin içinde, elimiz yumruk, elimizde olmayanı var farz ediyoruz... Hayattan pay kapma yarışı değil bu...
Yaşama savaşı da değil...
İçimizdeki maymunu susturma savaşı...
Kendimiz için nelerden vaz geçebiliriz?
Neleri terk edebiliriz ruhumuz için?
Savaşın kendisi değil yaşamak, yaşamanın gereği çoğu zaman savaş...
Ama tabancada tek mermi, ordulara karşı savaşıyoruz çoğu zaman...
Olmayacağımız kişiler olmaya, uzanamayacağımız dala zıplamaya devam ediyoruz...
Bir elimiz Hindistan cevizinin içinde, öbür elimiz bir başka Hindistan cevizi arıyor içine girmek için...
Vazgeçemeyeceklerimiz bu kadar mı çok?
Elimizi soktuğumuz tuzağın içinde, dışarıya çıkartamayacağımız hazine mi bizi büyük yapan?
Bu, sırtında altın külçeleriyle çölü geçmeye çalışan, ama matarasında bir damla suyu olmayan adamın yolculuğu değil mi?
Çöl bitmeden takat bitecek...
Altın külçeleri giderek daha ağır gelecek...
Sırtında bir dolu altın, mataranda su yok...
Altınları atacak mecburen bir bir, daha fazla yol almak için...
Belki çölün sonunu göremeden ölecek sırtında bir çuval altınla...
Veya zor bela geçecek, yolda hafiflemek için altınları atarak...
Yaşamak için yetecek bir matara su mu daha önemli, sırtında öleceğin bir çuval altın mı?
Hatırı sayılır lezzette yiyecek mi daha kıymetli ağzına götüremediğin ve tutsak olduğun, yoksa yaşamanı sağlayacak kuru bir besin mi?
Bu hep böyle...
İş, aşk, gelecek...
Ama bir yandan da işin doğası gereği kimi maymunluğu, kimi de özgürlüğü seçecek...
Abdullah ÖZDOĞAN
‘Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır.
Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır.
Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur.
Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz.
Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması imkansızdır.
Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz.
Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçamaz.
Aslında bu maymunu, tutsak eden hiçbir şey yoktur.
Onu sadece onun kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir.
Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır.
Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur.
Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır.’
Joseph Goldstein’a ait satırlar bunlar...
Sezar’ın hakkını Sezar’a, yazarın hakkını yazara verelim önce...
Hepimiz ihtiraslarımızın, tutkularımızın, saplantılarımızın ve alışkanlıklarımızın maymunuyuz aslında...
Bir kez Hindistan cevizine sokmuşuz elimizi...
Kimimiz iş, kimimiz kariyer, kimimiz mevkii kimimiz para derdinde...
Dört taraftan kuşatılmış bir dünyada, ki bu dünyaya büyük bir tuzak dersek, kendimizi hapsedecek başka tuzaklar arıyoruz.
Elimiz Hindistan cevizinin içinde, elimiz yumruk, elimizde olmayanı var farz ediyoruz... Hayattan pay kapma yarışı değil bu...
Yaşama savaşı da değil...
İçimizdeki maymunu susturma savaşı...
Kendimiz için nelerden vaz geçebiliriz?
Neleri terk edebiliriz ruhumuz için?
Savaşın kendisi değil yaşamak, yaşamanın gereği çoğu zaman savaş...
Ama tabancada tek mermi, ordulara karşı savaşıyoruz çoğu zaman...
Olmayacağımız kişiler olmaya, uzanamayacağımız dala zıplamaya devam ediyoruz...
Bir elimiz Hindistan cevizinin içinde, öbür elimiz bir başka Hindistan cevizi arıyor içine girmek için...
Vazgeçemeyeceklerimiz bu kadar mı çok?
Elimizi soktuğumuz tuzağın içinde, dışarıya çıkartamayacağımız hazine mi bizi büyük yapan?
Bu, sırtında altın külçeleriyle çölü geçmeye çalışan, ama matarasında bir damla suyu olmayan adamın yolculuğu değil mi?
Çöl bitmeden takat bitecek...
Altın külçeleri giderek daha ağır gelecek...
Sırtında bir dolu altın, mataranda su yok...
Altınları atacak mecburen bir bir, daha fazla yol almak için...
Belki çölün sonunu göremeden ölecek sırtında bir çuval altınla...
Veya zor bela geçecek, yolda hafiflemek için altınları atarak...
Yaşamak için yetecek bir matara su mu daha önemli, sırtında öleceğin bir çuval altın mı?
Hatırı sayılır lezzette yiyecek mi daha kıymetli ağzına götüremediğin ve tutsak olduğun, yoksa yaşamanı sağlayacak kuru bir besin mi?
Bu hep böyle...
İş, aşk, gelecek...
Ama bir yandan da işin doğası gereği kimi maymunluğu, kimi de özgürlüğü seçecek...
Abdullah ÖZDOĞAN