Mayhoş
mayhoş
Güzeldere Şelalesi’ni, yaylaları ve Efteni Gölü’nü gezmenin en görkemli zamanıdır sonbahar.
Su sesi... Dağların tepelerinden inen, kayalara çarparak uğuldayan, derin vadilerden salınarak akan, insanın ruhunu tazeleyen suyun sesi.
Rüzgâr sesi... Tepeleri yalayarak ormana inen, yaprakları okşayarak yayılan, yorgun yeşilin, güz kızılının kokusuyla yoğrulmuş rüzgârın sesi.
Kuş sesi... Göç yoluna çıkanlarla onları uğurlayanların birbirine karıştığı kuşların sesi.
Güz kokusu... Sarının, kırmızının tonlarına bürünmüş her yapraktan dağılan hüznün kokusu.
Suyun, rüzgârın ve seslerin yoğrulduğu eşsiz doğa parçası, Güzeldere.
Sonbaharın en renkli gününde derin vadinin devasa kayalıklarından adeta püsküren suyu, Güzeldere Şelalesi’ni seyre dalmıştım. İnsanın içinden derdi, tasayı alıp giden billur renkli su zerrecikleriyle zihnim boşalmıştı adeta. Kızıla çalmış kayın yaprakları uçuşuyordu vadide. Suya düşen yapraklar Mevlevi dervişleri gibi semah dönüyordu suyun oluşturduğu göletlerde.
Düzce’nin Elmacık Dağları’ndan çıkan kaynak suları birleşerek birbirinden güzel dereler oluşturur. Bu derelerin en güzelidir ismiyle müsemma Güzeldere. Vadiyi çevreleyen ormanlar her mevsim en hoş renklerini yansıtır. Kışın beyaz sessizlik kaplar her bir yanı. İlkbaharda taze yeşilin, eflatun komarların (ormangülleri) ahengine bürünür. Yazın koyu bir yeşil hakim olur dağlara. Ya sonbaharda? Kayınların, gürgenlerin kırmızısı, ıhlamurların sarısı, güze direnen çalıların yeşili birbirine karışır sonbaharda. Güzeldere’nin en görkemli zamanıdır sonbahar...
DAĞLARIN BALKONUNDA
Elmacık Dağı’ndan çıkan küçük dereler birbirinden güzel yaylaları dolaşır. Ahşap kokuların sindiği Hira, Pürenli, Kızık, Balıklı ve Derebalık yaylalarından usul usul akan dereler kilometrelerce kat eder ormanları. Kah kanyonlara dalar, kah düzlüklerde salınır. Ormanlara hayat bahşeder. Öyle gürdür ki bu ormanlar, yaz aylarında koyu yeşile büründüğü vakit gece karanlığını andırır kuytuları. Görkemli kayın ağaçlarının karaltılarında geyikler, karacalar dolaşır.
On sekizinci yüzyılın başlarında keşfedilmiş bu bakir ormanlar. İstanbul’dan Anadolu’ya ulaşan kervan yolları geçermiş dağların arasından. Osmanlı donanmalarının inşa edildiği Kocaeli tersaneleri için gerekli keresteler de bu ormanlardan kesilen ağaçlardan elde edilirmiş. Zorlu dağ yollarından Güzeldere ve diğer derelerin oluşturduğu Efteni Gölü’ne indirilen ağaçlar buradan Melen Çayı’na taşınırmış. Binlerce kütük su bentleriyle derinleştirilen nehir yatağından Karadeniz sahiline dek ulaştırılırmış. O zamanlar Düzce Ovası’nı kaplayan devasa bir gölmüş Efteni Gölü. 1918 yılındaki verilere göre 67 kilometrekarelik bir alanı kaplayan, Subasar Ormanları’nı da içeren capcanlı bir göl olan Efteni civarında bol yaban hayvanı yaşarmış. Öyle ki buradaki yaban hayvanlarının avlanması ihaleye çıkar, elde edilen gelir hazinedeki açıkların kapatılmasında kullanılırmış. Gölde envai çeşit kuş, bol balık da varmış. Lakin sıtma mikrobu taşıyan sivrisinekler de pek çokmuş. O zamanlar sıtma korkulan bir hastalık olduğundan halk Güzeldere ve Efteni Gölü civarına pek yerleşmemiş. Ancak ılıman iklimi nedeniyle kışları kullanılırmış civardaki birkaç yerleşim alanı. Ancak tarım alanları açmak için Efteni Gölü ve bataklıklar ne yazık ki yok edilmiş. Ne yaban hayvanı kalmış, ne kuşlar, ne Subasar Ormanları, ne bataklıklar. Son yıllarda göl, yaban hayatı koruma sahası ve kuş cenneti ilan edildi ve tekrar genişletme çalışmaları yapılmaya başlandı. Ayakta kalabilen küçük sulak orman alanlarında tiz sesli mandalar, gür sesli inekler yaşıyor artık. Geyiklerin yerini onlar almış.
SEVDANIN İSMİ EFTELYA
Efteni Gölü hakkında birçok efsane anlatılmakta. Bunlardan en ilginci, Bizans prensesi Eftelya ile ilgili olanı. Zaten gölün isminin de Eftelya’dan geldiği söyleniyor. Rivayet o ki, Efteni Gölü’nün ucu ufka dayandığı zamanlardan birinde Bizans ordusu savaştan dönerken gölün kıyısındaki alanda konaklamış. Yolda amansız bir hastalığa tutulan prenses Eftelya’nın ellerinde ve yüzünde yaralar çıkmış. Bu konaklama esnasında göl kıyısında yerden çıkan sıcak sularla banyo yapan prensesin tüm yaraları ertesi sabaha iyileşmeye başlamış. Bunu gören Bizans imparatoru hemen bir hamam inşa edilmesi emri vermiş. Prensesin yanına doktor ve yardımcılarını bırakıp ayrılmışlar. Yaraları iyileşen prenses göl üzerinde sandal sefası sürerken karşı kıyıda yaşayan bir Osmanlı Beyi’ne vurulmuş. Karşılıklı olarak birbirlerini ziyaret etmeye başlamışlar. Ve bu ziyaretler bir gün prensesin kayığının gölde batması ve prensesin ölümüyle sonlanmış. O gün bugündür gölün adı Efteni kalmış.
Efsanenin gerçekliği tartışılsa da Gölyaka’da yüzlerce yıldır çalışan bir küçük kaplıca bulunuyor. Kaplıca etrafında bir pansiyon da mevcut. Yüzlerce kuşun uçuştuğu Efteni Gölü’ne nazır kaplıcanın sularının romatizma ve cilt hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor.
Yüzlerce yıldır kereste için ağaç kesilen Güzeldere ormanlarında kesim hâlâ devam ediyor. Düzce’deki orman sanayisinin hammaddesi de buradan sağlanıyor. Orman yollarından inen dev kayın ağaçlarını taşıyan kamyonların gıcırtısı, arı vızıltısını andıran derinlerden gelen motorlu testere sesleri pek eksik olmuyor. Zümrüt yeşili halı gibi dağları kaplayan ormanlardan bir yıldız gibi kayıp yok olan ağaçlar büyük bir gürültüyle devrilip dağlarda yankılanıyor.
Güzeldere Şelalesi çevresinde bundan yüz yıl öncesinde temizlenen ormanlık alanlara fındık ağaçları dikilmiş. Çevre halkının en büyük geçim kaynağı da fındık üretimi. Ek olarak küçük, mis kokulu meyvelerinden reçel yapılan yaban çileği tarlaları da göze çarpıyor. Civar köylerin çoğu Kafkas göçmenlerinden oluşuyor. Bir zamanlar bu zengin ormanlık alanlarda insan izine rastlanmazken zamanla artan nüfus, köylerin bölünerek daha yukarılarda mahalleler açılmasına ve yeni köy oluşumlarına neden olmuş.
Güzeldere Şelalesi’nin bulunduğu alan günümüzde mesire yeri olarak kullanılıyor. Özellikle hafta sonları kalabalık gezgin gruplarını ağırlayan şelale çevresi, yaylalar ve Efteni Gölü sonbahar aylarının tadını çıkarmak isteyenler için güzel bir fırsat.
Halim Diker (Skylife)

Su sesi... Dağların tepelerinden inen, kayalara çarparak uğuldayan, derin vadilerden salınarak akan, insanın ruhunu tazeleyen suyun sesi.
Rüzgâr sesi... Tepeleri yalayarak ormana inen, yaprakları okşayarak yayılan, yorgun yeşilin, güz kızılının kokusuyla yoğrulmuş rüzgârın sesi.
Kuş sesi... Göç yoluna çıkanlarla onları uğurlayanların birbirine karıştığı kuşların sesi.
Güz kokusu... Sarının, kırmızının tonlarına bürünmüş her yapraktan dağılan hüznün kokusu.

Suyun, rüzgârın ve seslerin yoğrulduğu eşsiz doğa parçası, Güzeldere.
Sonbaharın en renkli gününde derin vadinin devasa kayalıklarından adeta püsküren suyu, Güzeldere Şelalesi’ni seyre dalmıştım. İnsanın içinden derdi, tasayı alıp giden billur renkli su zerrecikleriyle zihnim boşalmıştı adeta. Kızıla çalmış kayın yaprakları uçuşuyordu vadide. Suya düşen yapraklar Mevlevi dervişleri gibi semah dönüyordu suyun oluşturduğu göletlerde.
Düzce’nin Elmacık Dağları’ndan çıkan kaynak suları birleşerek birbirinden güzel dereler oluşturur. Bu derelerin en güzelidir ismiyle müsemma Güzeldere. Vadiyi çevreleyen ormanlar her mevsim en hoş renklerini yansıtır. Kışın beyaz sessizlik kaplar her bir yanı. İlkbaharda taze yeşilin, eflatun komarların (ormangülleri) ahengine bürünür. Yazın koyu bir yeşil hakim olur dağlara. Ya sonbaharda? Kayınların, gürgenlerin kırmızısı, ıhlamurların sarısı, güze direnen çalıların yeşili birbirine karışır sonbaharda. Güzeldere’nin en görkemli zamanıdır sonbahar...
DAĞLARIN BALKONUNDA
Elmacık Dağı’ndan çıkan küçük dereler birbirinden güzel yaylaları dolaşır. Ahşap kokuların sindiği Hira, Pürenli, Kızık, Balıklı ve Derebalık yaylalarından usul usul akan dereler kilometrelerce kat eder ormanları. Kah kanyonlara dalar, kah düzlüklerde salınır. Ormanlara hayat bahşeder. Öyle gürdür ki bu ormanlar, yaz aylarında koyu yeşile büründüğü vakit gece karanlığını andırır kuytuları. Görkemli kayın ağaçlarının karaltılarında geyikler, karacalar dolaşır.
On sekizinci yüzyılın başlarında keşfedilmiş bu bakir ormanlar. İstanbul’dan Anadolu’ya ulaşan kervan yolları geçermiş dağların arasından. Osmanlı donanmalarının inşa edildiği Kocaeli tersaneleri için gerekli keresteler de bu ormanlardan kesilen ağaçlardan elde edilirmiş. Zorlu dağ yollarından Güzeldere ve diğer derelerin oluşturduğu Efteni Gölü’ne indirilen ağaçlar buradan Melen Çayı’na taşınırmış. Binlerce kütük su bentleriyle derinleştirilen nehir yatağından Karadeniz sahiline dek ulaştırılırmış. O zamanlar Düzce Ovası’nı kaplayan devasa bir gölmüş Efteni Gölü. 1918 yılındaki verilere göre 67 kilometrekarelik bir alanı kaplayan, Subasar Ormanları’nı da içeren capcanlı bir göl olan Efteni civarında bol yaban hayvanı yaşarmış. Öyle ki buradaki yaban hayvanlarının avlanması ihaleye çıkar, elde edilen gelir hazinedeki açıkların kapatılmasında kullanılırmış. Gölde envai çeşit kuş, bol balık da varmış. Lakin sıtma mikrobu taşıyan sivrisinekler de pek çokmuş. O zamanlar sıtma korkulan bir hastalık olduğundan halk Güzeldere ve Efteni Gölü civarına pek yerleşmemiş. Ancak ılıman iklimi nedeniyle kışları kullanılırmış civardaki birkaç yerleşim alanı. Ancak tarım alanları açmak için Efteni Gölü ve bataklıklar ne yazık ki yok edilmiş. Ne yaban hayvanı kalmış, ne kuşlar, ne Subasar Ormanları, ne bataklıklar. Son yıllarda göl, yaban hayatı koruma sahası ve kuş cenneti ilan edildi ve tekrar genişletme çalışmaları yapılmaya başlandı. Ayakta kalabilen küçük sulak orman alanlarında tiz sesli mandalar, gür sesli inekler yaşıyor artık. Geyiklerin yerini onlar almış.

SEVDANIN İSMİ EFTELYA
Efteni Gölü hakkında birçok efsane anlatılmakta. Bunlardan en ilginci, Bizans prensesi Eftelya ile ilgili olanı. Zaten gölün isminin de Eftelya’dan geldiği söyleniyor. Rivayet o ki, Efteni Gölü’nün ucu ufka dayandığı zamanlardan birinde Bizans ordusu savaştan dönerken gölün kıyısındaki alanda konaklamış. Yolda amansız bir hastalığa tutulan prenses Eftelya’nın ellerinde ve yüzünde yaralar çıkmış. Bu konaklama esnasında göl kıyısında yerden çıkan sıcak sularla banyo yapan prensesin tüm yaraları ertesi sabaha iyileşmeye başlamış. Bunu gören Bizans imparatoru hemen bir hamam inşa edilmesi emri vermiş. Prensesin yanına doktor ve yardımcılarını bırakıp ayrılmışlar. Yaraları iyileşen prenses göl üzerinde sandal sefası sürerken karşı kıyıda yaşayan bir Osmanlı Beyi’ne vurulmuş. Karşılıklı olarak birbirlerini ziyaret etmeye başlamışlar. Ve bu ziyaretler bir gün prensesin kayığının gölde batması ve prensesin ölümüyle sonlanmış. O gün bugündür gölün adı Efteni kalmış.
Efsanenin gerçekliği tartışılsa da Gölyaka’da yüzlerce yıldır çalışan bir küçük kaplıca bulunuyor. Kaplıca etrafında bir pansiyon da mevcut. Yüzlerce kuşun uçuştuğu Efteni Gölü’ne nazır kaplıcanın sularının romatizma ve cilt hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor.
Yüzlerce yıldır kereste için ağaç kesilen Güzeldere ormanlarında kesim hâlâ devam ediyor. Düzce’deki orman sanayisinin hammaddesi de buradan sağlanıyor. Orman yollarından inen dev kayın ağaçlarını taşıyan kamyonların gıcırtısı, arı vızıltısını andıran derinlerden gelen motorlu testere sesleri pek eksik olmuyor. Zümrüt yeşili halı gibi dağları kaplayan ormanlardan bir yıldız gibi kayıp yok olan ağaçlar büyük bir gürültüyle devrilip dağlarda yankılanıyor.



Güzeldere Şelalesi çevresinde bundan yüz yıl öncesinde temizlenen ormanlık alanlara fındık ağaçları dikilmiş. Çevre halkının en büyük geçim kaynağı da fındık üretimi. Ek olarak küçük, mis kokulu meyvelerinden reçel yapılan yaban çileği tarlaları da göze çarpıyor. Civar köylerin çoğu Kafkas göçmenlerinden oluşuyor. Bir zamanlar bu zengin ormanlık alanlarda insan izine rastlanmazken zamanla artan nüfus, köylerin bölünerek daha yukarılarda mahalleler açılmasına ve yeni köy oluşumlarına neden olmuş.
Güzeldere Şelalesi’nin bulunduğu alan günümüzde mesire yeri olarak kullanılıyor. Özellikle hafta sonları kalabalık gezgin gruplarını ağırlayan şelale çevresi, yaylalar ve Efteni Gölü sonbahar aylarının tadını çıkarmak isteyenler için güzel bir fırsat.


Halim Diker (Skylife)