Mephisto
RBL
- Katılım
- 10 Ara 2005
- Mesajlar
- 7,669
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
14 Mart Cuma günü Yargıtay Başsavcısı’nın AKP için kapatma davası açtığı haber gündemine düştü...Ve AKP’ye hizmet veren çok sayıda televizyon kanalında anında goygoy ve şamata başladı!..Vay efendim, nasıl olur da iktidar partisi için kapama davası açılabilir, nasıl olur da koskoca partinin kapanması istenebilir!
Bunlar o sırada ne iddianamenin kapsamını biliyordu, ne başka bir şey. İddianame akşam saatlerinde Anayasa Mahkemesi Başkanlığına, yani Haşim Kılıç’a imza karşılığında teslim edilmişti. Metni sadece Cumhuriyet Başsavcısı ve Anayasa Mahkemesi Başkanı sıfatıyla Haşim Kılıç görmüştü.
Akşamın geç saatlerinde ve özellikle ertesi sabah, iddianame AKP’nin eline geçmişti. Hatta AKP tarafından basına bile el altından dağıtıldı. Peki ama bu belgeyi AKP’ye derhal kim sızdırmıştı? Herhalde Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya değil. Ötesini biraz düşünün, siz bulursunuz.
14 Mart günü geceyarısına kadar ekranlarda yapılan goygoy ve şamatayı izledik. Televizyonlar dışında ertesi gün buna Türk medyasının anlı şanlı gazeteleri de katıldı. Böyle bir dava açılamazdı! Karşıda koskoca iktidar partisi vardı ve bu dava tam bir rezaletti! TRT (Tayyip Radyo Televizyonu bile) tavrını açıktan koymuştu. Gazete manşetleri ilginçti:
“Bu ne cüret... İstikrara en büyük haksızlık...Abdullah Gül Başsavcı’yı derhal azletsin...Velev ki kapattın...Hedef demokrasi ve milletin iradesi...Yok artık, daha neler...İyice şaşırdılar...Kapatabilirsen milleti kapat...Uzaydan halk getirin...Milli iradeye kilit vurulamaz...Şok olduk...Bu delilik...AB karşı çıkıyor...Demokrasi nerede?”
Az sayıda onurlu, yürekli, yurtsever medya kuruluşu ve gazeteci dışında, çıkarılan ve ısrarla sürdürülen patırtı hep aynıydı. Goygoy, şamata ve beyin yıkama kampanyası olanca hızıyla sürüyordu. AKP tarafından çıkar karşılığı veya tehditle, korkutarak teslim alınan medya içerisinde sadece birkaç “sağlam ses” çıkarabiliyordu...
Çünkü medya ve her biri büyük işadamı, holding, banka vesaire sahipleri olan medya patronları AKP iktidarı tarafından çoktaaan sindirilmişti. Yargıtay Başsavcısı vatan haini ilan edilmek üzereydi. Özellikle AKP’ye destek veren şeriatçı medya hızını alamıyordu.
Hakaretler, aşağılamalar, alay etmeler, hatta küfürler gırla gidiyordu. O kadar ki, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker yazılı bir açıklama yapıp “Yeter artık” demek zorunda kaldı.
Devletin AKP’li Kültür Bakanı –CHP’den dönme ve AKP’de yerini sağlamlaştırma çabasındaki- Ertuğrul Günay piyasaya çıkmış nutuklar atıyor, devletin içine sızmış gizli güçlerden, yani yargıdan söz ediyordu. Yargıtay Başsavcısı onlardan biriydi! Bu dava Ergenekon çetesini unutturmak ve ikinci plana düşürmek için açılmıştı! Benzer lafları Tayyip de söylüyordu.
Tayyip, Güneydoğu gezisinde idi. O da kürsülere çıkmış bağırıp çağırıyor, veryansın ediyordu... Çünkü kendisinin, ekibinin ve partisinin yasalar karşısında dokunulmazlığı vardı! Anayasa ve yasalar onlara işlemezdi! Öyle zannediyordu. Öyle olması gerektiğine inanıyordu. Baktı ki iş ciddiye gidiyor ve goygoyla sonuç alınmayacak, Pazartesi günü yumuşamak zorunda kaldı. Partisine ve elemanlarına direktif verdi: “Susun, fazla konuşmayın, ortalık karışmasın.”
Zorlandığı belliydi. O kadar ki, Pazartesi günü Meclis’teki Grup toplantısını bile basına kapalı yapmak zorunda kaldı. Konuşmasında Ergenekon’a değinmeden yapamadı. Kapatma davası, Ergenekon’u unutturmak için gizli güçler ve derin devlet tarafından gündeme getiriliyordu!
VE DESTEKÇİLER
Bu süreçte AKP’ye ilk ve en büyük destek yine MHP’den geldi. AKP’nin gizli ortağı MHP anında ortaya çıktı ve parti kapamaya karşı olduğunu açıkladı. Oysa DTP ve öteki partiler hakkında kapama davası açılırken MHP’nin sesi soluğu hiç çıkmamıştı! MHP, bir kez daha AKP’nin kurtarıcılığına soyunmuştu. Aynen Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinde, sıkmabaş yasağının Anayasa değiştirerek kaldırılması olayında olduğu gibi!
İç desteği veren MHP ve medyanın yanında, dış destek kıtaları da derhal harekete geçti. AB ötmeye başladı: “Anayasa Mahkemesi, bizim için anlaşılmaz olan bu kapama talebini kabul etmemelidir. Bu istek ve beklenti içindeyiz.”
Tayyip bu konularda ağzını açabilir mi? Emrinde ve hizmetinde olduğu AB ülkelerine “Siz konuşmayın, bu bizim iç işimizdir. Siz bizim mahkemelerimize ve yargımıza karışma hakkına sahip değilsiniz” diyebilir mi? Elbette diyemez. Nitekim diyemedi. Bu küstahlığı, kapitülasyon döneminden arta kalan bu terbiyesizliği sineye çekmenin ötesinde, içinden mutlaka “Allah AB’den razı olsun, bana arka çıktı” demiştir.
Burada “demokrasi masallarına” da değinmek gerekiyor. Biz hangi, ne tür bir demokraside yaşıyoruz? Yasama ve yürütme tek parti iktidarının elinde. Meclis onlarda. Hele MHP’yi de eklediğinizde korkunç bir çoğunluğa sahipler. Kaldır elini, indir elini!..Kabul edenler...Etmeyenler...Kabul edilmiştir! Meclis her türlü denetim yetkisini bırakmış, kanun çıkarma makinasına dönüşmüş. “Benim hırsızım iyidir” anlayışı ile her türlü yolsuzluk, vurgun, soygun olayı hasıraltı edilmiş. Türkiye yerli ve yabancılara peşkeş çekilirken, vatanın malı mülkü eşe dosta, yabancılara üç yıllık kazançları karşılığında utanmazca satılırken, insanlar açlık sınırında yaşarken, emekçi kitleler sokaklara dökülürken ses çıkarmayanlar, şimdi bu dava sonrasında ağlaşıyorlar, hakaret yağdırıyorlar, üstelik milli iradeden söz ediyorlar.
Türkiye “Din devleti” olma yolunda hızla ilerlerken, AKP iktidarı yıllardır dikensiz gül bahçesinde icraat yaparken, medya patronları sindirilmişken, AKP’nin emrine giren medya her türlü goygoy ve şamata ile insanların beynini yıkarken, entel-liboş-dönek-şeriatçı işbirliği ile Türkiye İran olma yoluna sokulurken, dava açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı neredeyse vatan haini ilan ediliyor!..Ve işin acı verici yanı, Tayyip bu konuda ahkam keserken bir de mutluluk sergiliyor ve “Toprağımıza bereket ekiyorlar” diyebiliyor. Yani mağdur olduk, oylar bize gelecek edebiyatı! Aynen koalisyon ortağı MHP’nin gerek türban değişikliğinde verdiği destek, gerekse şimdi parti kapatılmasına karşı çıkıp AKP’ye bir kez daha stepne olması gibi.
Yargıtay Başsavcısı anayasal görevini yerine getirdi ve AKP’nin kapatılması için dava açtı. İddianamesi yüzlerce belgeyle dolu. Bugüne kadar açılan parti kapama davalarında ses çıkarmayanlar, şimdi sıra kendilerine gelince göstermelik “demokrasi” nutukları atmaya başladılar.
DİNLERİ İMANLARI PARA
Bunların dinleri imanları para. Açılan bu dava sonrasında bunu bir kez daha gördük. Bütün dünyada ekonomik kriz yaşanırken, bütün dünyada borsalar düşerken, bizde de düştü. Şimdi hep birlikte bağırıyorlar: “Borsada 20 milyar dolar zarar var. Bizim borsa bu dava yüzünden çöktü.” Hemen anımsayalım, bizim borsanın yüzde 74’ü yabancıların elinde. Yabancıların ve yerli para babalarının çıkarlarını bile Allah’tan korkmadan, kuldan utanmadan böyle savunuyorlar. Dünyadaki krizden bile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’yı sorumlu tutmaya kalkışıyorlar. Dün bunların gazetelerinden birinde manşet vardı: “Bu zararı sen öde Abdurrahman.”
Ülkemizi beş yıldan fazla bir süredir yönetiyorlar. Parasal çıkarları hep ön planda kaldı. En kötüsü, Türkiye’de laiklik ilkesini yok etmek amacıyla alıştıra alıştıra, uyuştura uyuştura çaba harcadılar. Müslümanlığı, kutsal dinimizi bir metrekarelik bir bez parçasına indirgemekten ve bu yolla oy avcılığı yapmaktan hiç utanmadılar. Medyanın çok önemli bir bölümünü sindirerek, korkutarak, kendi yayın organlarını kurarak ele geçirdiler. Türkiye AKP iktidarı açısından tam bir dikensiz gül bahçesi olmuştu. Onun rahatlığı ve rehaveti içerisinde yaşıyor, istedikleri gibi at oynatıyorlardı. Onlar ne derse o olurdu. Hukuk mukuk masaldı!
Şimdi ilk kez Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bunların tekerine çomak soktu. Gördüler ve anladılar ki, bu ülkede kendilerine gerektiğinde karşı çıkabilecek bir güç vardır, yargı vardır. İlk kez sendelediler...Ve ilk kez korktular...
Şimdi Anayasa Mahkemesi önünde (yolsuzlukların değil) sadece laiklik ilkesini çiğnemenin hesabını verecekler. Onları sanık durumunda izleyeceğiz. İddianamede yer alan suçlamalar ve belgelerle ilgili olarak kendilerini savunmak zorunda kalacaklar.
Telaşları, yaratılan şamata, posta koymalar, haykırmalar, tehditler, yedek ortak MHP’yi de yanlarına alıp hemen anayasa değişikliğine gitme arayışları işte bu yüzden. Kafalarındaki “Bize kimse dokunamaz, biz ne istersek onu yaparız” efsanesi bir anda yıkılıverdi.
Cumhuriyet rejiminin olmazsa olmaz ilkeleri vardır. Bunlar anayasada sıralanmıştır ve değiştirilmesi mümkün değildir. Bunların en başında laiklik ilkesi gelir. Sen iktidar olacaksın, bu ilkeyi bazen açıktan, bazen çaktırmadan çiğnemeye ve yok etmeye yelteneceksin ve hiç kimse sana ses çıkarmayacak! Niçin?..Çünkü sen milli iradesin (!) ve sen milleti temsil (!) ediyorsun.
Kimse kusura bakmasın! Bizler, Atatürk Cumhuriyetine sahip çıkan milyonlarca insan, o kadar “demokrat” değiliz. Eğer bir parti Cumhuriyet rejiminin ilkelerini çiğniyorsa, DTP olayında olduğu gibi bölücülük ve terörle işbirliğine girmişse, AKP olayında olduğu gibi laiklik karşıtı eylemlerin odağına yerleşmişse yargı bunu inceler, anayasa ve yasalar uyarınca Yargıtay Başsavcılığı iddianame hazırlayıp dava açar. Mahkeme, gerektiği takdirde kapama kararını şakır şakır verir. İktidar partisi olmak hiç kimseye yasalar önünde ayrıcalık sağlamaz. Bunu artık öğrenecekler. Öğrenmek zorundalar.
Kapatmak çaredir veya değildir, mahkeme kapatır veya kapatmaz, o konular başkadır. Atalarımız ne güzel söylemiş “İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” diye. Bugüne kadar başkalarına çuvaldız batırmaya ses çıkarmayan AKP, şimdi iğnenin ucu kendisine dokunduğunda feryada başladı!
Burunları ilk kez sürtülmüş oldu. Meydanın boş olmadığını anladılar. Pek yakında onları Yüce Divan önünde hesap verirken ve savunma yaparken göreceğiz. Çok dikkatle izleyeceğiz. Hem bir ibret belgesi, hem de şenlikli olacak!
Bunlar o sırada ne iddianamenin kapsamını biliyordu, ne başka bir şey. İddianame akşam saatlerinde Anayasa Mahkemesi Başkanlığına, yani Haşim Kılıç’a imza karşılığında teslim edilmişti. Metni sadece Cumhuriyet Başsavcısı ve Anayasa Mahkemesi Başkanı sıfatıyla Haşim Kılıç görmüştü.
Akşamın geç saatlerinde ve özellikle ertesi sabah, iddianame AKP’nin eline geçmişti. Hatta AKP tarafından basına bile el altından dağıtıldı. Peki ama bu belgeyi AKP’ye derhal kim sızdırmıştı? Herhalde Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya değil. Ötesini biraz düşünün, siz bulursunuz.
14 Mart günü geceyarısına kadar ekranlarda yapılan goygoy ve şamatayı izledik. Televizyonlar dışında ertesi gün buna Türk medyasının anlı şanlı gazeteleri de katıldı. Böyle bir dava açılamazdı! Karşıda koskoca iktidar partisi vardı ve bu dava tam bir rezaletti! TRT (Tayyip Radyo Televizyonu bile) tavrını açıktan koymuştu. Gazete manşetleri ilginçti:
“Bu ne cüret... İstikrara en büyük haksızlık...Abdullah Gül Başsavcı’yı derhal azletsin...Velev ki kapattın...Hedef demokrasi ve milletin iradesi...Yok artık, daha neler...İyice şaşırdılar...Kapatabilirsen milleti kapat...Uzaydan halk getirin...Milli iradeye kilit vurulamaz...Şok olduk...Bu delilik...AB karşı çıkıyor...Demokrasi nerede?”
Az sayıda onurlu, yürekli, yurtsever medya kuruluşu ve gazeteci dışında, çıkarılan ve ısrarla sürdürülen patırtı hep aynıydı. Goygoy, şamata ve beyin yıkama kampanyası olanca hızıyla sürüyordu. AKP tarafından çıkar karşılığı veya tehditle, korkutarak teslim alınan medya içerisinde sadece birkaç “sağlam ses” çıkarabiliyordu...
Çünkü medya ve her biri büyük işadamı, holding, banka vesaire sahipleri olan medya patronları AKP iktidarı tarafından çoktaaan sindirilmişti. Yargıtay Başsavcısı vatan haini ilan edilmek üzereydi. Özellikle AKP’ye destek veren şeriatçı medya hızını alamıyordu.
Hakaretler, aşağılamalar, alay etmeler, hatta küfürler gırla gidiyordu. O kadar ki, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker yazılı bir açıklama yapıp “Yeter artık” demek zorunda kaldı.
Devletin AKP’li Kültür Bakanı –CHP’den dönme ve AKP’de yerini sağlamlaştırma çabasındaki- Ertuğrul Günay piyasaya çıkmış nutuklar atıyor, devletin içine sızmış gizli güçlerden, yani yargıdan söz ediyordu. Yargıtay Başsavcısı onlardan biriydi! Bu dava Ergenekon çetesini unutturmak ve ikinci plana düşürmek için açılmıştı! Benzer lafları Tayyip de söylüyordu.
Tayyip, Güneydoğu gezisinde idi. O da kürsülere çıkmış bağırıp çağırıyor, veryansın ediyordu... Çünkü kendisinin, ekibinin ve partisinin yasalar karşısında dokunulmazlığı vardı! Anayasa ve yasalar onlara işlemezdi! Öyle zannediyordu. Öyle olması gerektiğine inanıyordu. Baktı ki iş ciddiye gidiyor ve goygoyla sonuç alınmayacak, Pazartesi günü yumuşamak zorunda kaldı. Partisine ve elemanlarına direktif verdi: “Susun, fazla konuşmayın, ortalık karışmasın.”
Zorlandığı belliydi. O kadar ki, Pazartesi günü Meclis’teki Grup toplantısını bile basına kapalı yapmak zorunda kaldı. Konuşmasında Ergenekon’a değinmeden yapamadı. Kapatma davası, Ergenekon’u unutturmak için gizli güçler ve derin devlet tarafından gündeme getiriliyordu!
VE DESTEKÇİLER
Bu süreçte AKP’ye ilk ve en büyük destek yine MHP’den geldi. AKP’nin gizli ortağı MHP anında ortaya çıktı ve parti kapamaya karşı olduğunu açıkladı. Oysa DTP ve öteki partiler hakkında kapama davası açılırken MHP’nin sesi soluğu hiç çıkmamıştı! MHP, bir kez daha AKP’nin kurtarıcılığına soyunmuştu. Aynen Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinde, sıkmabaş yasağının Anayasa değiştirerek kaldırılması olayında olduğu gibi!
İç desteği veren MHP ve medyanın yanında, dış destek kıtaları da derhal harekete geçti. AB ötmeye başladı: “Anayasa Mahkemesi, bizim için anlaşılmaz olan bu kapama talebini kabul etmemelidir. Bu istek ve beklenti içindeyiz.”
Tayyip bu konularda ağzını açabilir mi? Emrinde ve hizmetinde olduğu AB ülkelerine “Siz konuşmayın, bu bizim iç işimizdir. Siz bizim mahkemelerimize ve yargımıza karışma hakkına sahip değilsiniz” diyebilir mi? Elbette diyemez. Nitekim diyemedi. Bu küstahlığı, kapitülasyon döneminden arta kalan bu terbiyesizliği sineye çekmenin ötesinde, içinden mutlaka “Allah AB’den razı olsun, bana arka çıktı” demiştir.
Burada “demokrasi masallarına” da değinmek gerekiyor. Biz hangi, ne tür bir demokraside yaşıyoruz? Yasama ve yürütme tek parti iktidarının elinde. Meclis onlarda. Hele MHP’yi de eklediğinizde korkunç bir çoğunluğa sahipler. Kaldır elini, indir elini!..Kabul edenler...Etmeyenler...Kabul edilmiştir! Meclis her türlü denetim yetkisini bırakmış, kanun çıkarma makinasına dönüşmüş. “Benim hırsızım iyidir” anlayışı ile her türlü yolsuzluk, vurgun, soygun olayı hasıraltı edilmiş. Türkiye yerli ve yabancılara peşkeş çekilirken, vatanın malı mülkü eşe dosta, yabancılara üç yıllık kazançları karşılığında utanmazca satılırken, insanlar açlık sınırında yaşarken, emekçi kitleler sokaklara dökülürken ses çıkarmayanlar, şimdi bu dava sonrasında ağlaşıyorlar, hakaret yağdırıyorlar, üstelik milli iradeden söz ediyorlar.
Türkiye “Din devleti” olma yolunda hızla ilerlerken, AKP iktidarı yıllardır dikensiz gül bahçesinde icraat yaparken, medya patronları sindirilmişken, AKP’nin emrine giren medya her türlü goygoy ve şamata ile insanların beynini yıkarken, entel-liboş-dönek-şeriatçı işbirliği ile Türkiye İran olma yoluna sokulurken, dava açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı neredeyse vatan haini ilan ediliyor!..Ve işin acı verici yanı, Tayyip bu konuda ahkam keserken bir de mutluluk sergiliyor ve “Toprağımıza bereket ekiyorlar” diyebiliyor. Yani mağdur olduk, oylar bize gelecek edebiyatı! Aynen koalisyon ortağı MHP’nin gerek türban değişikliğinde verdiği destek, gerekse şimdi parti kapatılmasına karşı çıkıp AKP’ye bir kez daha stepne olması gibi.
Yargıtay Başsavcısı anayasal görevini yerine getirdi ve AKP’nin kapatılması için dava açtı. İddianamesi yüzlerce belgeyle dolu. Bugüne kadar açılan parti kapama davalarında ses çıkarmayanlar, şimdi sıra kendilerine gelince göstermelik “demokrasi” nutukları atmaya başladılar.
DİNLERİ İMANLARI PARA
Bunların dinleri imanları para. Açılan bu dava sonrasında bunu bir kez daha gördük. Bütün dünyada ekonomik kriz yaşanırken, bütün dünyada borsalar düşerken, bizde de düştü. Şimdi hep birlikte bağırıyorlar: “Borsada 20 milyar dolar zarar var. Bizim borsa bu dava yüzünden çöktü.” Hemen anımsayalım, bizim borsanın yüzde 74’ü yabancıların elinde. Yabancıların ve yerli para babalarının çıkarlarını bile Allah’tan korkmadan, kuldan utanmadan böyle savunuyorlar. Dünyadaki krizden bile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’yı sorumlu tutmaya kalkışıyorlar. Dün bunların gazetelerinden birinde manşet vardı: “Bu zararı sen öde Abdurrahman.”
Ülkemizi beş yıldan fazla bir süredir yönetiyorlar. Parasal çıkarları hep ön planda kaldı. En kötüsü, Türkiye’de laiklik ilkesini yok etmek amacıyla alıştıra alıştıra, uyuştura uyuştura çaba harcadılar. Müslümanlığı, kutsal dinimizi bir metrekarelik bir bez parçasına indirgemekten ve bu yolla oy avcılığı yapmaktan hiç utanmadılar. Medyanın çok önemli bir bölümünü sindirerek, korkutarak, kendi yayın organlarını kurarak ele geçirdiler. Türkiye AKP iktidarı açısından tam bir dikensiz gül bahçesi olmuştu. Onun rahatlığı ve rehaveti içerisinde yaşıyor, istedikleri gibi at oynatıyorlardı. Onlar ne derse o olurdu. Hukuk mukuk masaldı!
Şimdi ilk kez Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bunların tekerine çomak soktu. Gördüler ve anladılar ki, bu ülkede kendilerine gerektiğinde karşı çıkabilecek bir güç vardır, yargı vardır. İlk kez sendelediler...Ve ilk kez korktular...
Şimdi Anayasa Mahkemesi önünde (yolsuzlukların değil) sadece laiklik ilkesini çiğnemenin hesabını verecekler. Onları sanık durumunda izleyeceğiz. İddianamede yer alan suçlamalar ve belgelerle ilgili olarak kendilerini savunmak zorunda kalacaklar.
Telaşları, yaratılan şamata, posta koymalar, haykırmalar, tehditler, yedek ortak MHP’yi de yanlarına alıp hemen anayasa değişikliğine gitme arayışları işte bu yüzden. Kafalarındaki “Bize kimse dokunamaz, biz ne istersek onu yaparız” efsanesi bir anda yıkılıverdi.
Cumhuriyet rejiminin olmazsa olmaz ilkeleri vardır. Bunlar anayasada sıralanmıştır ve değiştirilmesi mümkün değildir. Bunların en başında laiklik ilkesi gelir. Sen iktidar olacaksın, bu ilkeyi bazen açıktan, bazen çaktırmadan çiğnemeye ve yok etmeye yelteneceksin ve hiç kimse sana ses çıkarmayacak! Niçin?..Çünkü sen milli iradesin (!) ve sen milleti temsil (!) ediyorsun.
Kimse kusura bakmasın! Bizler, Atatürk Cumhuriyetine sahip çıkan milyonlarca insan, o kadar “demokrat” değiliz. Eğer bir parti Cumhuriyet rejiminin ilkelerini çiğniyorsa, DTP olayında olduğu gibi bölücülük ve terörle işbirliğine girmişse, AKP olayında olduğu gibi laiklik karşıtı eylemlerin odağına yerleşmişse yargı bunu inceler, anayasa ve yasalar uyarınca Yargıtay Başsavcılığı iddianame hazırlayıp dava açar. Mahkeme, gerektiği takdirde kapama kararını şakır şakır verir. İktidar partisi olmak hiç kimseye yasalar önünde ayrıcalık sağlamaz. Bunu artık öğrenecekler. Öğrenmek zorundalar.
Kapatmak çaredir veya değildir, mahkeme kapatır veya kapatmaz, o konular başkadır. Atalarımız ne güzel söylemiş “İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” diye. Bugüne kadar başkalarına çuvaldız batırmaya ses çıkarmayan AKP, şimdi iğnenin ucu kendisine dokunduğunda feryada başladı!
Burunları ilk kez sürtülmüş oldu. Meydanın boş olmadığını anladılar. Pek yakında onları Yüce Divan önünde hesap verirken ve savunma yaparken göreceğiz. Çok dikkatle izleyeceğiz. Hem bir ibret belgesi, hem de şenlikli olacak!
Emin Çölaşan