:durdurun
yanı okadar olur
bir hikayede benden
Osmanlı padişahlarından biri, adamlarıyla birlikte avlanmaya çıkmıştı. Bir ceylanın peşinden koşarlarken zamanın nasıl geçtiğinin ayırdına varamadılar.
“Biz nerelere geldik böyle?” diyerek çevrelerine bakındıklarında hava kararmaya yüz tutmuştu.
Gök kararmakla kalmamış, şiddetli bir rüzgar ve ardından da savruntulu bir yağmur bastırmıştı. Hünkar ve adamları, bu dağ başında bulabildikleri bir kulübeye kendilerini zor attılar.
Sığındıkları kulübede, geçimini odunculuk yaparak sağlayan yoksul bir köylü yaşıyordu. Adamcağız bu Tanrı konuklarını içeri aldı, onlara elinden geldiğince yardımcı olmaya başladı.
Padişah kendini özellikle tanıtmak istememişti; ama yoksul oduncu onun kim olduğunu anlamakta gecikmedi. O nedenle ocağa büyük büyük odunlar atıp kulübeyi iyice ısıttı.
Dışarıda hem ıslanıp hem üşüyen padişah ve adamları bu durumdan pek memnun kalmışlardı. Geceyi orada rahatça geçirdiler. Hatta padişah bir ara çevresindekilere, “Doğrusu şu ateş bin altın eder” diye de söylendi.
Ertesi gün yola çıkmadan önce padişah oduncuya önce memnuniyetini bildirdi:
“Efendi! Bizi ihya ettin. Harlı ateşin sayesinde geceyi pek rahat geçirdik” dedi ve sordu:
“Söyle bakalım borcumuz ne kadar?”
Oduncu, kırk yılda bir eline geçen bu olanağı değerlendi ve parayı biraz yüksek söyledi:
“Bin altın yeter, beyzadem” dedi.
Ateşi karşılığında oduncunun yüksek bir bedel istediği, kısa sürede halk arasında yayıldı. Bu olaydan sonra değerinin üstünde fiyat
biçilen mallar ve hizmetler için “Ateş pahası” sözü kullanılmaya başladı. Bu söz yıllar geçtikçe yaygın kullanılan bir deyime dönüştü.