sözlerim yanlış anlaşılmasın ama "ermeni=köpek,şerefsiz ya da bilmem ne" demek değildir.genelleme yaparak hepsine dil uzatmanız pek doğru bişi değil.evet tarihte kanı bozuklar çok olmuş bu milletten ama insanlığa yararlı,eli yüzü düzgün adamları da vardır.ne de olsa yüzyıllardır bizle yaşamışlar bizden bazı güzel şeyler kapmışlardır elbet.edindiğim bazı arkadaşlar da 2. gruba dahil ve kendileri ermeni.bu olay nasıl çözülür bilmem ama "Ermeniler köpektir." vs sözlerinden bir Türk olarak rahatsızlık duyuyorum onlar adına.uzun uzun anlatmak isterdim ama yapamayacağım sadece biraz hassasiyet bekliyorum umarım beni anlıyorsunuzdur.teşekkürler . . .
yalkın arkadaşım BİTLİSLİYİM forumdada bir çok yerde belli etmişimdir. Rus savaşı öncesi bitlisin nüfusu 200 bin kişi iken savaş sonrası 10 bine inmiştir. Peki ruslar Bitlisi ele geçirdiği zaman kimlerden destek aldılar bunuda ben sana söylüyeyim Bitliste yaşayan ermeinlerden.... ıspatını istiyorsansa aşağıdaki Bir Bitlislinin çocukken yaşadıklarını ve bitlisten neden göç ettiğni öğrenebilirsin.... ERMENİLER KÖPEK MİDİR? HAŞA KÖPEK OĞLU KÖPEKTİR.... SÜLALESİ İTTİR... DOMUZDUR DOMUZ OLMASAYDILAR BİRLİK VE BERABERLİK İÇERİSİNDE YAŞADIKLARI BİTLİSTE RUSLARLA İŞBİRLİĞİ YAPMAZLARDI. İŞTE BU YÜZDEN DOMUZDUR.............
LÜTFEN İYİ OKU ARKADAŞIM....
(bu yazıyı formun başka yerlerinde vermiştim ama ne yapayım ermeni duyunca sinir katsayım artıyor, bu yüzden kusura kalmayın)
Ben Bildiriyorum - 16.10.2006 - 17:51
Sen Ermeni misin? Ah oğlum! Rahmetli babaannem bu ibareyi çok
kullanırdı... Kardeşlerimi haksız yere dövdüğümde: Ermeni misin sen?
diye bana kızardı. Annem, babam kızdığında ise hep korurdu.
Ellerinin üst derisi siyah noktalı buruşuklarla, her bir nokta tüm
benliğe işlenmiş ayrı bir anı, canlı tarihti babaanem. Beni çok
severdi. Belki de en sevdiği torunu bendim. Diğerlerinin yanında hiç
çekinmeden söylerdi. İsmail’im derdi. Ömrüm sana kalsın derdi.
Bir de annemin babası vardı. Allah Rahmet etsin. O da hep
Ermeniler'den bahsederdi. Allah o muhacirlik zamanlarını bir daha
göstermesin derdi.
Belki size biraz tuhaf gelecek fakat, Babamın Annesi ile Annemin
babası kardeştirler. Aralarında 4 yaş var.
Hem babaanem ve hem de annemin babası muhacirlik zamanlarında biri
12 yaşında diğeri 8 yaşında 2 kardeştirler. Bitlis şehir merkezinde,
iyi ve sade bir Osmanlı ailesinin 2 çocuğu. Muhacirlikte
birbirlerinden ayrılmışlar, tekrar buluşmak için 7 sene beklemeleri
gerekmiş. Anlatırken muhakkak gözleri buğulanır, derinlere dalar
fakat bir türlü ağlayamazdı babaannem. O yıllarda anne ve babası ile
birlikte ağlama duygusunu da kaybetmiş.
"O kadar çok ağladık ki; gözlerimizin yaşı kurudu, genç kızlığımdan
beri ağlayamaz oldum" derdi.
Sanırım 13 yaşlarındaydım. Ben yanına oturduğumda, başımı dizine
koymayı çok severdim. Çok güzel kokardı. Babaanne kokusu. Hala
burnumda tüter.
Başımı okşarken ben sorardım. Babaanne neden ellerin bu kadar
buruşuk? Belki yüz kez sormuştum o da en az 100 kez usanmadan cevap
vermişti. Amacım hep aynıydı. Onu konuşturup dinlemek. Bayılırdım
anlatışına. Arada bir bi şey sorsam tatlı biçimde kızardı: "Sözümü
kesme" diye.
Yine aynı hikayeye başlardı. Her seferinde ilk defa anlatıyor gibi
dinlerdim. Yüzü koyun tam karşısına uzanır, yanaklarımı iki avucum
arasına alır, gözlerim yüzüne dikerdim. Hadi n’olur yine anlat.
Hafifçe doğrulur. Tütün tabakasından filtresiz bir sigara çıkarır.
Elindeki benzinli çakmak ile onu yakar ve ilk nefesi çekerken
derinlere dalardı.
Ne anlatıyım.. Muhacirlik günleriydi. Zor günlerdi. Hele Ermeniler
var ya. Çok çektik Ermenilerden. Sigarasından bir nefes daha çekip,
özenle külünü döktükten sonra devam ederdi: O gün ben ve annem evde
oturuyorduk, kardeşim içeride uyumuş. Yemek yok, ekmek yok. Süpürge
tohumlarını (eskiden ev süpürmekte kullanılan sert saplı bir bitki)
tencerede kaynatır, içine arpa unu katar yerdik.
Sonra o gün kapıya çapulcular geldi.
-Çapulcular kimlerdi babaanne?
-Kızarak… "Oğlum sen de benden babasızın, babasını soruyorsun, ne
bileyim babasızın babası kim. Çapulcular, Ermeniler işte… Uruslar
bile onlara göre nur nimetti. Ne de olsa Asil millet Ruslar.
Ermeniler öyle değildi. Ermeniler'den kaçanlar Uruslara sığınırdı."
- Neyse işte Ermeniler kapıya geldi. Annemle beni çağırdılar.
- Hadi çikin dişari.
Babam harpteydi. Annem gelenlerden bir ikisini tanıyordu. Karşı
mahallede otururlardı. Çaresiz çıktık evden.
-Yürüyün…
Yürüdük.
Hacı şevketin avlusuna götürdüler. Bütün mahalleli orada. Avlu
lebaleb dolu insan. Anam bizi getirenlerden tanıdığı iki ermeni ile
konuşmaya çalıştı. Yüzleri nefret doluydu. Sanki yıllarca kapı
komşuluğu yapmamıştık. Anlamıştı anam kötü bir şeyler olacak. Beni
ve hacı şevketin küçük oğlunu tandırın içine sarkıttı. Tandıra 2
çocuk zor sığdık.
Hırkasını da üstümüze attı. Sadece başımı okşadı. Öpemedi bile beni,
tabi ben de onu. Sadece yüzüne baktım. Bu, son görüşümdü annemi.
Babam harbe gitmeden iki üç gün öpüp koklamıştı bizi. Ama annem…
Kardeşimi evde bırakmıştı. Uyuyordu. Koklayamamıştı bile. Benim ise
sadece başımı okşadı. O kadar.
Tandırda ne kadar bekledim bilmiyorum. Tandır kapağından sadece hava
giriyordu. Komşulardan bir kapağın üstüne oturmuştu. Bizi fark
etsinler istememişti.
Uyuyakalmışım. Sonra deli gibi bağırmaya silahla ateş etmeye
başladılar. Ardından iniltiler. Sonra ses tamamen kesildi. Ben,
benimle aynı tandırda ve yanıbaşımdaki şevketin oğlu ağlamasın diye
elimi ağzında tutuyordum. Orda kaç gün kaldım bilmiyorum. Sonra
gelenler bizi tandırdan çıkarmışlar. Şevketin oğlu hiç uyanmadı.
Benimse yürüyecek takatim kalmamıştı. Ayaklarım cansızlaşmıştı.
Tandırdan çıktığımızda sadece yerde kokular ve kan vardı. Gelenler
ağlıyordu. Herkes ölmüş. Ölmeyenleri kesmişler.
Beni bir aile yanına aldı. Aynı yokluk aynı zor günler devam etti.
Bir süre sonra Ruslar ve Ermeniler Bitlis'ten çekildiler.
Tam 7 sene sonra gördüm kardeşimi. 7 sene ben başka, o başka bir
ailenin yanında kaldı. Sonra evlendim baban doğdu, sonra da sen
doğdun. Şimdi benim bir tanecik torunum büyüyecek ve doktor olacak,
subay olacak…
(Not: Ben Avukat oldum)