feminizm..

pasaklı

New member
Katılım
12 Eki 2005
Mesajlar
6,543
Reaction score
0
Puanları
0
FEMİNİZM


Kadınlığı yüceltme akımı... Kadınlığı yüceltme anlamına gelen ve kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmaları için çaba harcayan bu akımın kökleri antik çağ Yunan Pitagorasçılığına kadar dayanır.

Feminizmin bir kadın hareketi olarak ortaya çıkışı ise kapitalizmin gelişmesine paralel olarak ve özellikle 18. yüzyıl sonlanna doğru, Fransız Devrimi ile birlikte söz konuşu olmuştur. Gelişen kapitalizmin işgücüne ihtiyaç duyduğu kadın, evinden çıkıp toplumsal üretimde yer almaya başlamasıyla birlikte, binlerce yıllık ezilmişliğe, aşağılanmaya, toplum içindeki eşitsizliğe kitlesel bir şekilde başkaldırmaya başladı.

Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olma mücadelesi uzun zaman burjuva toplumu çerçevesi içerisinde eşitlenebilme talepleri olarak şekillendi. Burjuva kadın hareketi olarak feminizm, asıl olarak şu taleplerle kadınlar içerisinde taban buldu:
-Evliliğin kurulması, biçimlendirilmesi ve sona erdirilmesinde eşit hak.
-Kadın ve erkeğin çocuklar üzerinde eşit söz hakkı.
-Her iki cins için bir tek cinsel ahlak.
-Kadının kendi mülkiyeti, geliri ve kazancı üzerinde özgürce kullanma hakkı.
-Kadının meslek öğrenimi ve mesleki çalışma özgürlüğünün garantilenmesi.
-Toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadına erkekle eşit hareket ve çalışma özgürlüğü-hakkı.

Devlette ve onun organlarında tam politik eşitlik vb. haklar. Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde ortaya çıkan bir burjuva kadın hareketi olarak feminizm, ortaya çıktığı dönemde, tıpkı temsil ettiği burjuva sınıfı gibi ilerici ve demokratik bir muhteva taşıyordu. Ancak insanlar arasındaki eşitsizliğin temel kaynağı olan sınıf farklılıklarım dikkate almadığından ve özünde burjuva bir akım olduğundan, tıpkı tekelci asamaya varan kapitalizmin gericileşmesi gibi onunla birlikte gericileşti.

Feminizmin bu gericileşmesinin ve kadın hakları adı altında egemen sınıf olan tekelci burjuvazinin çıkarlarım savunmasının en çıplak halini l.emperyalist paylaşım savaşı sırasında görürüz:
Sözde bütün kadınların kardeşliğini, kadın-erkek tüm insanların eşitliğim savunan feministler, emperyalizmin pazar kavgası uğruna emekçi halklar birbirine boğazlatılmak istenirken başka halklardan kızkardeşlerini çoktan unutmuşlar ve kendi emperyalist hükümetlerine yaranmak için savaş çığırtkanlığı yapıyorlardı. Sosyalist kadınlar emperyalist savaşa karşı kampanyalar düzenlerken; feministler ,,vatana hizmet hakkı" adı altında, orduya-savaşa alınmamalarım protesto ediyor ve üniforma dikmek için ordunun dikimevlerinde çalışma hakkını, silah fabrikalarında çalışma hakkını dillendiriyorlardı.

Kapitalizmin tekelci asamaya ulaşmasıyla birlikte, onun ideolojisinin bir parçası olan feminizm de gericileşti ve demokratik muhtevasın! tamamen yitirdi. ilerleyen yıllarda ise tıpkı çürüyen kapitalizm gibi, çürümüş, sapkın bir akım haline geldi. Burjuva ideolojisinin toplumsal mücadelenin engellenmesi, çarpıtılması amacıylapiyasaya sürdüğü çirkinlikleri, sapkınlıkları bünyesinde topladı. Ortaya çıktığı donemdeki içeriğinden çok daha farklı bir içerik kazandı. Toplumdaki eşitsizliklerin, adaletsizliklerin, baskının, zulmün, sömürünün gerçek kaynağınm gizlenmesinde bir araç işlevine dönüştü.

Cins ayırımcılığma tepki temelinde ortaya çıkan feminizm; kadını toplumsal kurtuluş mücadelesinden uzaklaştırmak, onun eşitsizliklerin gerçek kaynağına yönelmesin! önlemek için cins ayrımcılığım körükleyen, erkek düşmanlığım işleyen ve giderek sapkınlaşan, insanın doğasını inkar eden bir konuma oturdu. Ve bu haliyle, içinde bir çok sapkınlığı savunan çeşitli versiyonları ile birlikte, geniş halk kesimleri tarafından tepkiyle karşılanan, marijinal, gerici bir akım olarak varlığını devam ettiriyor.

Bir burjuva akım olan feminizm kadının kurtuluşunu sağlayamaz. Nasıl ki burjuva devrimleri sırasında burjuvazinin tüm insanlığın temsilcisi olma iddiasıyla sahip çıkar göründüğü insan haklarım bugün ancak sosyalistler temsil ediyor ve sahip çıkıyorsa, feminizmin ileri sürdüğü demokratik taleplerin de gerçek savunucuları ancak sosyalistler olabilirler. Kadın-erkek eşitsizliği de dahil olmak üzere insanlar arasındaki eşitsizliği, toplumdaki adaletsizlikleri, baskıyı, zulmü ve sömürüyü ortadan kaldırabilecek olan tek sistem sosyalizmdir. Kadın, kendi kurtuluşunu, toplumsal mücadele içinde, onun bir parçası olarak sağlayacaktır.

Bunun yolu ise kadının devrime katılmasından ve kadının devrimde kendini ifade etmesinden geçiyor. Kadının sesini devrime taşıyacak olan, kadının taleplerim devrimci mücadeleye yansıtacak olan ise ancak sosyalist kadın hareketi olabilir.

Bu nedenle feminist değiliz. Bu nedenle DEV-KAD'lıyız!
 
icimde varmis demekki siz koruklediniz sadece: )
 
waLla da oldu ßiLla da oLdu.. ßacımmm Etme eyLeme $akasına yaptık ßiz.. geL vazgeçç.. eni$eye yazık :)
 
Feminizm ve Erkeği Sevmek!?

Feminizm ve Erkeği Sevmek!?
Uzun zamandır bu başlıkla bir yazı yazmak benim için kaçınılmaz hale gelmişti. Feminizm ve de feministler bu ülkede çoğunlukla medya tarafından yanlış tanıtılıyor. Bu yazıyı önyargılardan duyduğum rahatsızlık sebebiyle kaleme alıyorum.

Yakın çevremdeki erkekler, kendimi feminist olarak tanımlayabilme cesaretini gösterdikten sonra beni eskisinden farklı bir yere koymaya başladılar; mesela yeni bir grubun içine girip insanlarla tanışırken “bu da Yasemin, feministtir dikkatli konuşun” gibi cümlelerle karşılaşmaya başladım. Kadın erkek herkese bu cümleyle tanıştırılırken karşımdakilerin bana o dakikadan sonra ‘normal’ yaklaşamayacağını gözlerden okumak zor değil, nitekim o şekilde tanıştırıldıktan sonra ben bile kendime göre normal olamıyorum; sessiz sakin otururken birden etraftan dikkatle incelendiğime dair aldığım sinyallerle hareketlerim değişiyor.


İlk başlarda çok kızdığım bu tür tepkilerin daha sonra insanların feminizmin gerçek tanımını bilmemelerinden kaynaklandığını anladım. Bu sebeple her seferinde, erkeklerin topluca ölümünü planlamadığımı, en büyük hayalimin onları eve hapsederek ev işinde ve çocuk bakımında bana yardım etmesinin benim egomu müthiş tatmin edeceği düşüncesinin yanlış olduğunu anlatmaya çalıştım. Bunlar bu konuda bilgi sahibi olmayan insanlara zamanla yerleştirilmiş yanlış önyargılardı.

Feminizm her şeyden önce erkek düşmanlığı değildir ve feministler kadın-erkek eşitliğinden erkek yaparsa kadın da yapmalıdır düşüncesini çıkarmazlar.

Peki, nedir feminizm? Yüzyılı aşan bir tarihi olduğu için feminizmin tabii ki farklı ekollerden çeşitli tanımları var ama en çok kullanılan haliyle feminizm; toplum içersinde kadınların konumunun erkeklere kıyasla eşit olmadığını kabul ederek, kadınlar açısından dezavantajlı olan bu durumu, fırsatlardan daha eşit yararlanabilmek için kadınların lehine değiştirme çabasıdır.

Erkekler genelde bu tanımdan sonra şu şekilde bir çıkış yapabiliyor:
“Kadınlar bizim toplumumuzda eşit olmaz olur mu canım, ben karıma eşit davranıyorum. Bizim ülkemizde kadın erkek ayrımı yoktur, hatta bizim ülkemiz kadına seçme ve seçilme hakkını veren dünyadaki ilk ülkeler arasındadır.”

Peki, mecliste 526 erkek arasında kaç kadın var? Dahası nüfusun yarısının kadın olduğu bir ülkede 3216 belediye başkanı erkek, 19 tanesi kadınsa 35 milyon kadının temsilinde bir problem yok mu demektir? Ayrıca, erkekler bu eşit olmayan temsil durumunda kadın sorunlarını ve ihtiyaçlarını kendi problemleri gibi mahallelerde, belediyelerde veya mecliste dile getirmeye çalıştıklarını iddia da edemezler, çünkü çoğu insan, özellikle de kadınlar buna inanmaz.

Kadınlar feminist hareketle bugün geldikleri noktaya çok ağır bedeller ödeyerek ulaştılar ve feminizm kavram olarak hala var olabiliyorsa bu; toplum içinde kadın-erkek arası eşitsiz ilişkilerin devam ettiği kadar, kadınların da bunu değiştirme çabasının sürdüğünü gösterir. Geçtiğimiz yıl Türk Ceza Kanunu’nda kadın haklarıyla ilgili maddelerde yapılan değişikliklerin feminist avukatlar sayesinde gerçekleştirilmiş olması ve bugünlerde “Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)” üzerine Türkiye’deki sivil toplum örgütleriyle beraber New York’ta sunulan rapor Türkiye’deki kadın hareketine verilecek son örneklerden sadece birkaç tanesi olabilir.

O halde feminizmin derdini doğru anlatmak, ve bilmeyenler veya yanlış bilenleri düzeltmek için yeniden söylenmelidir ki; feminizmin karşı durduğu erkekler değildir, feminizmin karşı durduğu ve değiştirmeye çalıştığı kadınları baskı altında tutmaya çalışan erkek egemen sistem ya da ataerkil sistemdir. Kadınlar toplum içinde çoğu zaman isteyerek seçtikleri için değil, sadece kadın oldukları için kendilerinden ‘doğal olarak’ yapılması beklenen alışkanlıkları ve de sorumlulukları genellikle sorgulamadan kabul etmek durumundadır. Feminizm bütün bu (ataerkil) beklentilerin tarihsel süreç içinde yerleştiğini, yani doğal olmadığını ve değişebilecek birikimler olduğunu açıklar.

Genelde doğal kabuller olarak kemikleşmiş ataerkil davranışlar hem ev içi gibi özel alanlarda hem de sokak, market, işyeri gibi kamusal alanlarda kadınları sürekli bir kontrole tabi tutar. Kadın her daim namusunu kollamak, kolladığına çevresine göstermek, gerekirse kanıtlamak ve de bunları günlük yaşantısı içinde sürekli tekrar etmek durumundadır. Eve giriş-çıkış saatleri, sürekli görüştüğü insanların cinsiyeti, oturuş şekli-edebi, eşi ve çocuklarına karşı gerçekleştirdiği sorumluluklar sürekli teste tabi tutulur. Kadın üzerindeki bu kontrol sadece erkekler değil, bu erkek egemen yapıyı içine sindirmiş, içselleştirmiş ve bu eşitsiz sistemin bir parçası haline gelmiş kadınlar tarafından da yapılmaktadır. Yani ataerkil sistemi devam ettiren sadece erkekler olmadığı gibi, acıdır ki, kadınlar da bu sürece dahil olabilir. Örneğin kadınlar akraba ağırlamaları, kocaya hizmet ve annelik sorumluluklarını kendisinden beklendiği gibi kuramazsa, destek görmek yerine, ailenin diğer kadınları tarafından toparlanması veya daha ‘iyi bir ev kadını olması’ için uyarı alabilir. İşte bu, ataerkilliğin tehlikeli bir biçimde kadınlar tarafından da içselleştirilmesidir.

Öte yandan son yıllardaki erkek yazarlar, daha da net göstermiştir ki ataerkil sistem sadece kadını değil, farklı biçimlerde erkeği de ezmektedir. Kadının yanında veya toplulukta ağlayamayan (ya da kesinlikle ağlamaması gereken) erkekler, ev içi disiplini bozmamak için çocuğuyla karısı gibi yakın diyalog kuramamakta, sürekli baskın ve de yalnız olmaya zorlanmaktadır. Eve ekmek getirmek, aile adına yanılmaksızın doğru kararlar vermek, kötü durumlarda yıkılmamak ve aile namusunu korumak erkeğin omuzlarına doğuştan yüklenmiş sorumluklar arasındadır. Öyle ki, cinsel ilişkinin başarısı tek taraflı bir misyon olarak erkeğe yüklenirken “iktidarsız” gibi bireysel güveni yerle bir eden kavramlar erkek egemen yapının başarısızlığa tahammülü olmadığını gösterir. Bu düşüncenin kadını cinsel ilişkide tamamen isimsiz ve de etkisiz bıraktığı ise hemen fark edilmeyecek kadar ‘normal’ gözüküyor.

Erkeği farklı biçimlerde etkilese de ataerkil sistemin kadınlar için daha çok baskı alanı oluşturduğu göz ardı edilemez bir gerçek. Alışılagelen ezberleri yıkmak lazım; erkek fedakarlık göstermezse yuvayı sadece dişi kuş mutlu veya sağlıklı yapamaz. Yuvayı sadece dişi kuş yapar demek bile erkeğin aileyi bir arada tutmak için kadın kadar çaba göster(e)meyeceğini baştan kabul etmektir.

Feminizmin göstermeye çalıştığı kadın erkek arasındaki iş bölümünün, toplum ve aile içinde eşit dağılmadığıdır. “Özel alan [evin içi] politiktir” sözü bu anlamda feministler için çok şey ifade eder. Baskılardan uzak, kadın erkek eşitliğinin daha çok gerçek olduğu bir toplumda yaşamak arzu ediliyorsa, bu sadece kadınları eğiterek veya kalkındırarak değil erkekleri de bu değişim sürecine dahil ederek mümkün olabilir.

Tüm bu bahsedilen sebeplerden ötürü feminizm erkekleri sevmeye engel değildir. Bununla birlikte erkeklerden cinsiyetleri sayesinde toplumda kendiliğinden sahip oldukları avantajlı konumu, kadınlara karşı baskı aracı olarak kullanmamalarını talep etmek ve eşitsiz oluşan ilişkileri erkeklerle birlikte dönüştürmeye çalışmak, bu sevgiyi daha da güçlendirecektir.
 
yahu ben okuyamam bu kadar uzun yazıyı hem benim okuma yazmam yok hem feminizm neyce yeniliyormu :p
 
yaa ben naptımm.. ßi defa söLedimm sadece ondan sonra inandım olmadıgına sonra sen geLdin söLedinn. ßende sana inandım.. :p haqLıyım ama inanmakta sana söledimm.. neIse oLan OLdu artık :)
Evet kaßul ediyorum ßn yaptım Kara MURAT ßnm:D
 
aßla tamam walla tamam.. ßi$ey demedikk.. gözünü seviymm
 
unlu feminist İnci Aral erkekten yana

Anti-feminist yazar İnci Aral, son romanı Mor'da erkek ruhunu ameliyat masasına yaırıyor: "Erkeklere acıyorum çünkü kadınlar onları mahvediyor."

O aslında erkeklere acıyor. Onlar için üzülüyor. Ama erkeksiz bir hayat da düşünemiyor. Seviyor onları. Ve inanıyor ki, erkeklerin hayatı öyle doğuştan zor değil. Onlar ‘‘doğuştan kötü’’, ‘‘doğuştan şiddete eğilimli’’ değil. Sonradan bu hale getiriliyor. Üstlerine yapıştırılan bir ‘‘erkek rolü’’ var ki, ağır, altından kalkabilene aşk olsun. Kadınları daha donanımlı, ruhsal olarak daha dayanıklı buluyor. Erkekleri daha zayıf ve daha kolay yaralanabilir. Üzerlerindeki o ‘‘erkek rolü’’ de sadece bir zırh, bir maske. Epsilon'dan çıkan son romanı Mor'da İnci Aral, bu maskeyi kaldırıyor ve erkeklere şu mesajı veriyor: ‘‘Bakın ey erkek milleti! Açın gözünüzü. Siz aslında böyle değilsiniz. Sizi anneniz böyle yapıyor, bu toplum, arkadaşlarınız, çevreniz böyle yapıyor. Ve bilin ki, köşeye sıkıştınız. Kadınlar artık sizin gibi erkek istemiyor...’’

Erkeklerle ne alıp veremediğiniz var?

- Yok ki. Onları seviyorum. Hep sevdim. Gençlik yıllarında bana yaptıkları bütün aptalıklara rağmen! Erkeksiz bir hayat düşünemiyorum. Ama onlar için üzülüyorum. Bence kadın-erkek arasında, cinsiyet farkı dışında, duygu ve duyarlık olarak çok büyük farklar yok. Bu sonradan dayatılan bir şey...

Biz Venüs'ten onlar Mars'tan gelmedi yani...

- Ne münasebet. O kadar birbirimize benziyoruz ki. Hatta aynı olduğumuzu düşünüyorum. Ama doğduğumuz andan itibaren kadınlık ve erkeklik rollerine şartlandırılmışız. Bunlar da altından kalkılması kolay roller değil. Ve erkekler, bu erkeklik rolünün altında bizden daha fazla eziliyorlar. Aile içinden başlayarak, toplumda bir ‘‘erkeklik idolü’’ var. Erkek ya kendini buna uyduracak ya da çok büyük acılar çekecek. Kitapta Armağan'ın karısına dediği gibi: ‘‘Senin aradığın tipte erkek binde bir. Onun da yaşama şansı yok!’’

Siz bu kitapta erkekler hakkında yeni ne söylüyorsunuz?

- Yeni şeyler söyleme iddiasında yazmadım bu kitabı. Ama erkeğin genel tanımı içinde beni rahatsız eden bazı kaba, saba çizgiler vardı. Erkeklerin doğuştan kötü, doğuştan acımasız, doğuştan şiddete eğilimli oldukları palavarlarına inanmıyorum. Yapılmış, kurulmuş bir şey bu. Kitapta da bunu söylüyorum. ‘‘Ey erkek milleti! Açın gözünüzü. Siz aslında böyle değilsiniz. Sizi anneniz böyle yapıyor, bu toplum, arkadaşlarınız, çevreniz böyle yapıyor. Ve bilin ki, köşeye sıkıştınız. Kadınlar artık sizin gibi erkek istemiyor...’’

Kitabınızdaki erkek karakterin hepsine bir an geliyor insan hak veriyor...

- Zaten işin acıklı tarafı da bu. Kadınlardan çok daha fazla yaralanıyor erkekler. Kadınlar daha donanımlı. Ruhsal olarak daha dayanıklı. Belki ev içerisinde, annenin dizinin dibinde yetiştirildikleri ve kendilerini daha güvencede hissettikleri için. Ama erkek çocuk, dışarıda, sokakta, babayla beraber. Ve bütün yaralanmalara açık. Üstelik bir de anne motifi var. Kitaptaki erkek karakterlerin bu kadar yara almış olmalarının bir nedeni de annenin trajik ölümü. Erkekler için anne temel dayanma motifi...

HEP ANTİ-FEMİNİST DEDİLER

Erkek ruhunun bilinen özellikleri dışında bizim göremediğimiz sizin fark ettiğiniz ne var?

- Erkekler ‘‘Sen güçlüsün, sen erkeksin’’ diye yetiştiriliyorlar. Bu tabii gerçek değil. Bir balon. Kof bir güven. Ve hayatlarının bir döneminde şu veya bu biçimde birden bire ne kadar güçsüz oldukları keşfediyorlar. Özellikle de hayatlarından bir kadının çekildiği dönemlere rastlıyor bu. Anne olabilir, çok sevdikleri bir büyük anne ama ağırlıklı olarak bir eş. Birdenbire boşluğa düşüyorlar. Hayatın içinde olan acılardan, travmalardan çok daha fazla etkileniyor erkekler. Ama bunu gizlemeye çalışıyorlar. Kadınlar ise dışa vuruyor, ağlıyor, paylaşıyor, yani o acıyı azaltmak için bir çare arıyor. Oysa ‘‘dökülmek’’, erkeklik ideolojisine yakışmıyor, haliyle erkekler bundan kaçınmaya çalışıyor. Çok zor yani hayatları.

Suçlu, belki de kısmen kadınlar. Erkeklerin böyle davranmasını bekliyorlar...

- Valla, kadın-erkek ilişkisi değişecekse, bunu kadınlar ve erkekler birlikte değiştirecek. Bana hep anti-feminist dediler. Evet feminist değilim. Çünkü tahterevallinin bir ucu havada bir ucu yerde, ilerleyebileceğimizi düşünmüyorum. Bir ortak nokta bulup, bu işin içinden çıkmamız gerekiyor. Ben erkekleri anlamaya çalışıyorum. Bu yaşıma rağmen becerebildiğimi söyleyemem ama en azından böyle bir çabam var...

Ya bu kitaptan son ‘‘erkekçi yazar’’ sıfatı üzerinize yapışırsa?

- Bu tür yakıştırmalar beni ilgilendirmiyor. Ben nedense şöyle düşünüyorum: Erkekler yeteri kadar yazılmadı, yeteri kadar anlatılmadı. Tek başına kadını yazmak sonuç veren bir şey değil. Erkekler değişmeden kadının konumu değişmeyecektir.

ERKEKLERİN AHMET ALTAN’I DEĞİLİM

Bu kadar tahammüllü ve hoşgörülü olması için bir kadının kaç yaşında olması gerekiyor?

- Çok genç kadınlar da var bunu görebilen. Şu da var tabii: 20'li, 30'lu yaşlarda bir erkeğe aşık olduğunuz zaman, daha çok incinebiliyorsunuz. O zaman da kızıyorsunuz. Ama yaşınız arttıkça, deneyimleriniz de artıyor ve genel bir tablo oluşturmaya başlıyorsunuz, düşünceleriniz derinleşiyor. Kızmak yerine üzülmeye ve acımaya başlıyorsunuz...

Editörünüz size ‘‘Erkeklerin Ahmet Altan'ısın’’ dese rahatsız olur musunuz?

- Olurum.

Bu kitabı erkeklerin okuyacağını düşünüyor musunuz?

- Zaten epey erkek okuyor beni. Onlara yeni erkekler katılırsa sevinirim.

Peki erkeklerin bu kitaptan ders çıkaracağına inanıyor musunuz?

- Çıkaranlar olacaktır. Kitaptaki erkek tipleriyle bütünleşecek çok erkek tipi olduğunu düşünüyorum. Zaten çevrelerine baktıkları zaman görecekler, o kadar çoklar ki...

İlk aşk, ilk seks kadınlar için o kadar önemli olmayabiliyor, hatta unutabiliyorlar. Ama erkekler asla! Sağlıklı olmayarak yaşanan ilk ilişkiler bir başka biçimde geleceğe taşınıyor: Hastalık olarak. Bir erkeğin kendi kafasındaki erkeklik kavramının oluşmasına giden yol çok uzun ve sancılı. Hep bir sorumluluk ve becerememe korkusu var. Her şeyin yerleşmiş olduğu evliliklerde bile bu var, bıkkınlıkla ya da çok fazla alışkanlıkla istediği cinsel performanısı gösteremeyen erkekler, ‘‘Bittim ben’’ diyor. O kadar korkunç tablolar çiziyorlar. Karısıyla çocuklarıyla iletişimleri bozuluyor, fevkalade mutsuz oluyorlar. Erkeklik kavramı bizim tahmin ettiğimizden çok daha önemli erkekler için.

ONUN ADI ANDROPOZ DEĞİL, BIKKINLIK BU DA ÇOK İNSANİ BİR ŞEY

Bu sorunun cevabını bütün kadınlar merak ediyordur: Erkeklerin bir noktadan sonra şiddetli bir özgürlük arayışına girmelerinin nedeni nedir? Çözdünüz mü?

- Uzun sürmüş beraberlikler, o rutin, farklı yaşam alanları olsa bile bıktırıyor. İnsan sıkılıyor. Kadın da erkek de. Ama kadınlar var olan düzenlerine tutunmaya çalışıyorlar. Genellikle bir macera arama derdine düşmüyorlar. Oysa erkeğin her türlü imkanı var ve adam bıkmış. O kadının her şeyini tanıyor, beraber olmak istemiyor, artık yatmak da istemiyor, konuşacak bir şey de kalmamış. O kaybolan heyecanın içi de doldurulamamış. Hiçbir şey yok. Yaşama alanı ne kadar geniş olursa olsun hayat daralıyor. Ve genellikle maddi olanakları daha iyi olan erkek, o noktada başka bir özgürlük arayışı içine giriyor.

Biz de buna andropoz mu diyoruz!

- Değil aslında. Bir bıkkınlık. İnsan hayatı çok sınırlı. Ve o hayatın içinde yeni bir şey aramak, bana çok insani geliyor. Ben ne böyle adamları ne de aynı biçimde davranan kadınları kınıyorum. Evet, geride kalanlar acı çekiyorlar. Ama o da, o insanın hayatı. Orada çok daralmışsa, gitsin. O yüzden de bu kitapta 27 yıllık eşinden ayrılıp, kendisinden 30 yaş küçük bir kızla aşk yaşayan İlhan'ı savunur bir halim var. Bir de kadınlar çok fazla güveniyorlar kendilerine. Sanki bir adamın soyadını alınca onun geçmişine, geleceğine ve tüm kaderine sahip olduklarını düşünüyorlar. Böyle bir şey yok. Tükenen birşey tükeniyor, bunun çaresi de yok...

Bir de şöyle bir adam tipi var: ‘‘Karımla mutluyum. Boşanmak istemiyorum. Ama n'olur yani arada bir başka bir kadınla yatsam.’’ Ne yapmamız gerekiyor yani, onları hoşgörmemiz mi?

- Valla, eşlerinin bir itirazı yoksa, sorun yok. Onların seçimi. İki insanın arasındaki ilişkiyi bir başkasının anlaması, onunla ilgili yorum yapması bence çok zor. Hatta imkansız. O kadar özel bir şey ki. O kadar, o iki insana ait bir şey ki...

PAKETLENİP ÇEKMECEYE KALDIRILAN SEVGİLER

Paketlenip çekmeceye kaldırılan, arada bir ‘‘İşte orada duruyor!’’ denilen sevginin, evliliklerde ‘‘başarı’’ unsuru olarak değerlendirilmesinin gerekçesi nedir?

- Bu bir erkek düşüncesi. Korkudan kaynaklanıyor. Ne kadar çok sevgini gösterirsen, o kadar çok ipler senin elinden gider. Kadın hakim olur sana...

Kendini ötekinden esirgeyeceksin yani...

- Aslında temel insan ilişkilerinde de var bu. Kendini sakındığın, karşındakine gıdım gıdım verdiğin zaman, o senin üzerine daha çok düşer. Bütün ilişkiler öncelikle bir keşfetme tutkusu. Sende ne olduğunu anlamak için karşıdaki seni deşmeye çalışır, keşfettiği anda da biter, bir esprisi kalmaz çünkü. Oysa, bu çaba sürekli olursa, sürekli kim olduğunu kavramaya çalışırsa, sen onun için hep gizemini korursun. Bunu da kimileri şöyle beceriyor: ‘‘Ben seni seviyorum. Sen bunu biliyorsun. Söylememe gerek yok. Paketledik kaldırdık, çekmecede duruyor’’ Bu, daha çok bir erkek tavrı. İşin tuhafı, hiç durmadığı zaman bile orada durduğunu sanan kadınlar var. Böyle arkadaşlarım var. 30 senedir evli ve durduğuna inanıyor. Diyor ki ‘‘Ama beni seviyor.’’ ‘‘Ya bak sana bunu yaptı, şunu yaptı, şöyle davrandı, 20 yıldır seni sevdiğini söylemedi, hatta gitti başka bir kadınla beraber oldu, bunu da bilmemezlikten geldin. Nasıl inanırsın hala çekmecede bir şeyler olduğuna?’’ ‘‘Hayır, beni seviyor.’’ O beraberliği koparamayacak olanlar inanıyor buna. Onlar, hep ‘dilenci’ olarak kalmaya razı oluyor...

HER ERKEĞİN İÇİNDEKİ KADINI ARARIM

Her erkeğin içinde bir kadın var mıdır? Şart mıdır?

- Şart değil ama vardır...

Ve siz her erkeğin içindeki o kadını arıyorsunuz...

- Evet.

Bulamadığınız olmuyor mu?

- Olmaz mı? Duygusal olarak gelişmemiş erkekler var. Verili kodları olduğu gibi kabul eden ve toplumun ‘‘o güçlü erkek rolünü’’ benimsemiş tipler. Onlar, doğuştan içlerinde var olan kadını boğup atmışlar zaten. Karşılarındaki kadının içindeki erkeği de boğup atma peşindeler. O zaman rahat ediyorlar...

Bizim toplumumuzun çoğu da bu tip erkeklerden mi oluşuyor?

- Mor'u yazarken çıkış noktam biraz da buydu, çünkü artık değişiyor. Erkekler de kendileri hakkında düşünmeye başlıyor. Hatta ilişkilerin daha özgür ve rahat yaşandığı kesimlerde, savunmaya çekiliyorlar. Cinselliklerini esirgiyorlar. Nazlanıyorlar. Kadınları yalvartıyorlar. Evet Türkiye genelini düşünürseniz bu henüz çok küçük bir azınlık ama yavaş yavaş erkekler de uyanıyor...

NEDEN Mİ MOR?

Feministlerin rengi eflatun. Ben de erkeklerin, bütün bu erkelik ideolojisi içinde, itilmiş, kakılmış olduğunu düşündüğüm için eflatunun biraz koyusunu, moru seçtim. Bir de kitapta bir mor duygusu hakim. Kadın-erkek ilişkilerin, saklanmaların, gizlenmelerin, kendisi olmaktan korkmaların yarattığı karşılıklı bir bunalım var. Her şey boğucu. Ruh hastalıklarıyla ilgili simge bir renk ayrıca mor.


 
ateş ile su..
 
Ahuhaha döktür pasaklı döktür sen gene dayak istiyorsun anladım :)
 
feminizmin kotu bisey olmadigini gostermeye calisiyorum: )
 
PasakLı kötü deil tamam.. sÖlesen anLardık ta.. ßu kadar yazı.. :)
 
Feminizm Mi Itici? Hiç Sanmiyorum




Pek çok erkeğe ve kadına derdimi anlattığımda bana hak veriyor, görüşlerimi paylaşıyorlar. Ama sonunda "yine de, sen feminist olma" diye bitiriyorlar. Tamam, tabii ben feminist olmamalıyım. Sokakta bana laf atan erkeklere laf atmak için beni seçtiklerinden dolayı teşekkür etmeliyim. Geceleri ve aslında gündüzleri de sokakların erkeklerin olduğunu kabul ederek, susarak onların şerrinden sakınmalıyım. Medyanın 900’lü telefonlarla kadınları pazara çıkarıp sonra da tecavüze uğrayan kadınların gözlerine bant yapıştırmasını haklı bulmalıyım. Akşam saat 7’de sarkıntılığa uğrayan bir kadın arkadaşımın bizim güvenliğimizden(?) sorumlu bir polisten yardım istemesi üzerine "siz de hareketlerinize dikkat edin, ilgi çekmeyin" cevabını almasına karşılık ben de; "doğru bu kadının 'girilebilecek' bir vajinası olmamalıydı" demeliyim değil mi? Acaba itici olan bu yaşananlara karşı koymak mı yoksa tersine kabullenip bütün bunların taşıyıcılığını yapmak mı? Eğer hâlâ erkeklerin kafasında yatılacak ve sevilecek kadın ayrımı varsa ve kadınlar buna karşılık beyaz atlı prenslerini bekliyorlarsa, korunmaya muhtaç yaratıklar (bireyler) olarak kabul edilip evlenene kadar ailemiz, evlendikten sonra da kocamız tarafından "kötü birşey yapmamamız için" garanti altına alınmamız gerektiği (hele de iyi bir kısmet çıkarsa) söyleniyorsa. Bir erkeğin çapkınlıkları yüceltiliyor aynı çapkınlığı yapan kadınlar "orospu" damgasını yiyorsa. Erkek çocukların cinsel organları bir güç, övünülecek bir şeyken kız çocukların cinsel organlarının bir kapalı kutu olarak evlenene kadar saklanması gerektiği ve sadece o kutuyu açanın evlenilecek erkek olduğu öğretiliyor ve böylece kendi cinsel organızımı aynada incelemeyecek kadar utanır hale geliyor ve bedenimize yabancılaştırılıyorsak. Ve bunun acısını ilk gece tecavüze uğramakla yine biz kadınlar ödüyorsak. Ben feministim.

Bunların yaşanmadığı zamanlara, kadınlar kendilerine erkek gözüyle bakmayı bırakıp kendi bedenlerinin başkalarına sunulacak bir nimet olmadığını anlayana, erkekler kendilerine dev aynasında bakmayı terkedene ve onların da bizimle birlikte dönüştüğü zamana kadar "Feministim." Diğer insanlar feminizmden ne anlıyor bilmiyorum ama yaşadıklarımıza karşı duyarlı olabilen, tepki veren, sesini yükseltmek isteyen ve yükselten her kadın bence feminizmi bilerek ya da bilmeyerek yaşıyor.

Haydi hep birlikte suskun çığlığımızı savuralım gökyüzüne!

yeterli bu kadar: )
 
aheuaheu :) kayßettik sanırım :( ßöLe oLcagını ßilseydim walla sÖlemezdimm
 
biz feminist olmasınlar die uğraşıyoruz .. yine abartıyorlar yine ... taam napalım hayatın kuralı diyeceğiz ....
 
YOK YA kaybetmediniz biras giciklik yapiyim dedim :D
 
yazık yazık buda ditti .. muahaha ne yapalım bunuda cıldırttık .. :)
 
yaptıgını söyleyeßilirimm.. :)
 
Geri
Üst