- Katılım
- 3 Şub 2006
- Mesajlar
- 6,597
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 118
İslâm, mensuplarından insânî ilişkileri hakkaniyet üzere tesis etmelerini ister. Zarar görmemek ve hiç kimseye zarar vermemek bizim dinimizde esastır.
Faiz ise, temelde karşılıksız/haksız bir muameledir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim mü’minlerini faiz gibi bir illetten şiddetle sakındırır. Peygamber Efendimiz, o sömürü aracının “ebediyyen ayaklar altında” olduğunu bildirir...
Hepimiz bu günkü toplumun içinde yaşamaktayız. Doğrusu, cemiyet hayatının geldiği nokta itibariyle; faiz yasağını bildiren ayetleri yeniden teslimiyetle okumak, manası üzerinde düşünmek ve bazı sualleri nefsimize sormak gerektiğine inanıyoruz.
Bakara sûresinde ilgili ayetlerin meali şöyledir: “Faiz yiyenler (kabirlerinden) şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların; “alış veriş de faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alış verişi helal, faizi haram kılmıştır.
Bundan sonra kime Rabbi’nden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir; orada devamlı kalırlar.
Allah, faizi tüketir; (faiz karışan malın bereketini giderir) sadakaları ise bereketlendirir. Allah, küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.” (2/275-276)
***
Ne dersiniz? Allah’ın buyruğunu yukarıdaki Peygamber kavliyle birlikte düşünsek... Belki o zaman bunların, ufkumuzu açan birer kutlu davet olduğunu yeniden idrak edeceğiz; nefsimizi bu manada sorgulayacağız. Her işi hakkaniyetle yapmaya çağıran ayetlerin davetini can kulağıyla dinleyeceğiz.
Düşünün ki; bu ayetler bize günün telaşı içinde boğulup kalmamayı tembih etmektedir. İleriyi, daha ileriyi hedef göstermekte; “önemli olan kıyamet günündeki duruşundur. Muâmelâtına dikkat et!” demektedir... Tercihlerin, o büyük günde huzura alnı ak olarak taşıyacak netlikte olmalı...
İnsanın tasavvur etmesi istenen tablo şudur; faiz malı yiyen (başkasının emeğini gerçek manada hak etmeden alan) kişi, kıyamet günü kabrinden sar’a nöbetine tutulmuş gibi kalkacaktır. Öyleyse onun aldığı ne fenadır. Buğz-ı ilahiyi celb eden ne kötü bir metadır ki, etkisi dünya hayatından tâ haşre kadar sürmektedir. Öyle kötü bir koku görülmemiş; hiçbir çözücü onu bulaştığı yerden çıkartamıyor. Yıllar ve asırlar onu söküp atamıyor...
Âyet-i kerimede belirtildiği üzere; ribacıların söz konusu cezaya çarptırılmaları, “alış veriş de faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki gerçekte durum onların iddia ettiklerinden farklıdır. Ve faiz işlemi, alış veriş gibi karşılıklı mübâdele değildir. İkisi birbirine benzemediği içindir ki Allah, bunlardan birini helal, diğerini haram kılmıştır.
Nitekim dînî literatürde ribâ; “herhangi bir alışverişte karşılıksız kalan fazlalık” olarak tarif edilir. Başka bir deyişle o, karşılık kastıyla bir şeyi karşılıksız bırakmaktır. Bu cihetle ribâ, aslı esası olmayan mevhum bir şeydir. Elmalılı merhum, ribâcının mübadele iddiasını şöyle tarif eder; “bu, altınların şıngırtısı karşısında altın satmaktan daha hayâlî bir muameledir.”
Cenâb-ı Hak âyetlerde; faiz karışan malın bereketini gidereceğini, sadaka verilen malı ise arttıracağını duyurmaktadır. Demek ki, her şey zahirde görüldüğü gibi değildir. İşler sadece maddî sebeplerle yürümemektedir. Belki, görünen kısmın manaya tabi olduğunu söylemek daha doğrudur.
Şu halde içine Allah katından bir bereket sinmeyen mal, çoğalıyor gibi görünse dahi, gerçekte erimektedir. Daha doğrusu kahr ile kesb edilen şey, dünyada ve ahirette yüz güldürmeyecek...
Görünürde eksildiği zannedilse dahi, hakiki artış, Allah’ın “bereketli kılacağım” buyurduğundadır; içinden sadaka verilen maldadır.
***
“Ribâ illeti, sadece iki ucundan tutanları değil, toplumun tamamını ilgilendirir. Bu sebeple onun bir cemiyette neşv ü nemâ bulması, oradaki huzuru ifsad eder; sıhhatli bir toplumun vücut bulmasına mani olur. Ve onun revaç bulduğu bir toplulukta, insânî erdemler dinin öngördüğü ölçüde tekamül etmez. Kardeşlik ve yardımlaşma duyguları istenen seviyede filiz vermez.
Çünkü orada toplumun huzur ve refahı bazı kişilerin çıkarı uğruna feda edilmiş olur. Mü’minler birbirini ikaz edip, büyüyen tehlikeye karşı yekdiğerini uyarmazsa, bezginlik duygusu zamanla cemiyete sirayet edebilir. İnsanlarda artık ribasız sosyal hayatın tesis edilemeyeceği hissi uyanabilir. El emeği göz nuru ile kazananlar ümitsizliğe düşebilir...
Düşünün; İslam ferdî ve ictimâî hayatı ifsad eden bu illetin karanlık gölgesini insanlığın üzerinden kaldırmıştı. Oysa günümüz toplumlarının geldiği seviyede bu henüz bir ütopyadır. Ve hali hazırdaki eğilim, faizin bütünüyle kaldırılması yönünde olmayıp, belki oranlarının aşağı çekilmesi cihetindedir.”
***
Hz. Ömer’in bu konudaki titizliği müsellemdir. O, Hazreti Peygamber’in, bu ayetleri tamamen beyân etmeden irtihal ettiğini söylerdi. Biz, ribâya düşme korkusuyla helal şeylerin onda dokuzunu terk ettik, derdi.
Şu halde aslolan; ribâyı da, içinde ribâ şüphesi bulunanı da terk etmek olmalı... Nitekim fıkıh ilminde; “ribâda şüphe muteberdir,” denir. Kişi ribâdan sakındığı gibi, ribâ şüphesi olandan sakınmalıdır.
Bizce, bu konuda Müslüman’a gereken şuuru tazelemek için, Hak Dini Kur’ân Dili’nden ilgili ayetlerin izahına bakılmalı. Bilinmesi elzem olan bilgileri edinmek için ise; Hamdi DÖNDÜREN’in Ticaret ve İktisat İlmihali’nden, ilgili maddeler okunmalıdır. En azından, “kâr ile faiz arasındaki fark” gibi mühim konularda görüşümüz netleşmeli... Prof DÖNDÜREN; “mala karışan haramın temizlenmesi” konusunda şöyle diyor: “servetteki helal ile haram birbirine karışmışsa ve bunların hangisinin ne olduğu bilinmezse; şüpheyi giderecek ölçüde haram sayılan kısım ayıklanmalıdır. İlk bakışta uygulaması zor gibi görünen bu çözüm, inanç ve azimle yürütülürse; darlık değil bolluk, sıkıntı değil rahatlık getirir.”
***
Kur’ân-ı Kerim’de, övgü ya da yergi için seçilen kelimelerin niteliği önemlidir. Ancak mealini arz ettiğimiz ayetlerdeki ilahi ikazı, sadece faiz yiyenlere yönelik olduğu zannıyla okuyup geçmek büyük bir yanılgı olur. Basit gerekçelerle faizli işlemlere karışıp, faiz veren taraf olmayı kabullenmek, Müslüman kişiliği rahnedâr eder... Rasûlullah (s.a.v.)’in; “Faiz yiyene, yedirene, şahit olana ve onu yazana Allah lanet etsin” sözü ortada iken, buna nasıl cesaret edilebilir?
İnanıyoruz ki, bu gün herkes, muâmelâta karıştığı ölçüde inancı kemiren bir illetle, arasında bulunması gereken mesafeyi yeniden ölçmek durumundadır. Çünkü ribâsız bu günkü işlerin yürümeyeceğini düşünmek, kişiyi tehlikeli bir inanç zaafına sürükler...
Günün sorusu şu olmalı; dinin açık hükmüne rağmen ribâdan ve ribâ şüphesi bulunan işlemlerden gereğince sakınıyor muyum?
Bizce asıl tehlike; insanların faizli muameleleri kanıksayıp, onu alış veriş gibi görmeye başlamasıdır. Ribâdan sakınma hassasiyetinin yitirilmesidir. Kesin ve açık bir harama kalplerin meyl etmesidir. Tahripkâr ve yıkıcı olan budur.
Alıntıdır...
Faiz ise, temelde karşılıksız/haksız bir muameledir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim mü’minlerini faiz gibi bir illetten şiddetle sakındırır. Peygamber Efendimiz, o sömürü aracının “ebediyyen ayaklar altında” olduğunu bildirir...
Hepimiz bu günkü toplumun içinde yaşamaktayız. Doğrusu, cemiyet hayatının geldiği nokta itibariyle; faiz yasağını bildiren ayetleri yeniden teslimiyetle okumak, manası üzerinde düşünmek ve bazı sualleri nefsimize sormak gerektiğine inanıyoruz.
Bakara sûresinde ilgili ayetlerin meali şöyledir: “Faiz yiyenler (kabirlerinden) şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların; “alış veriş de faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alış verişi helal, faizi haram kılmıştır.
Bundan sonra kime Rabbi’nden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir; orada devamlı kalırlar.
Allah, faizi tüketir; (faiz karışan malın bereketini giderir) sadakaları ise bereketlendirir. Allah, küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.” (2/275-276)
***
Ne dersiniz? Allah’ın buyruğunu yukarıdaki Peygamber kavliyle birlikte düşünsek... Belki o zaman bunların, ufkumuzu açan birer kutlu davet olduğunu yeniden idrak edeceğiz; nefsimizi bu manada sorgulayacağız. Her işi hakkaniyetle yapmaya çağıran ayetlerin davetini can kulağıyla dinleyeceğiz.
Düşünün ki; bu ayetler bize günün telaşı içinde boğulup kalmamayı tembih etmektedir. İleriyi, daha ileriyi hedef göstermekte; “önemli olan kıyamet günündeki duruşundur. Muâmelâtına dikkat et!” demektedir... Tercihlerin, o büyük günde huzura alnı ak olarak taşıyacak netlikte olmalı...
İnsanın tasavvur etmesi istenen tablo şudur; faiz malı yiyen (başkasının emeğini gerçek manada hak etmeden alan) kişi, kıyamet günü kabrinden sar’a nöbetine tutulmuş gibi kalkacaktır. Öyleyse onun aldığı ne fenadır. Buğz-ı ilahiyi celb eden ne kötü bir metadır ki, etkisi dünya hayatından tâ haşre kadar sürmektedir. Öyle kötü bir koku görülmemiş; hiçbir çözücü onu bulaştığı yerden çıkartamıyor. Yıllar ve asırlar onu söküp atamıyor...
Âyet-i kerimede belirtildiği üzere; ribacıların söz konusu cezaya çarptırılmaları, “alış veriş de faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki gerçekte durum onların iddia ettiklerinden farklıdır. Ve faiz işlemi, alış veriş gibi karşılıklı mübâdele değildir. İkisi birbirine benzemediği içindir ki Allah, bunlardan birini helal, diğerini haram kılmıştır.
Nitekim dînî literatürde ribâ; “herhangi bir alışverişte karşılıksız kalan fazlalık” olarak tarif edilir. Başka bir deyişle o, karşılık kastıyla bir şeyi karşılıksız bırakmaktır. Bu cihetle ribâ, aslı esası olmayan mevhum bir şeydir. Elmalılı merhum, ribâcının mübadele iddiasını şöyle tarif eder; “bu, altınların şıngırtısı karşısında altın satmaktan daha hayâlî bir muameledir.”
Cenâb-ı Hak âyetlerde; faiz karışan malın bereketini gidereceğini, sadaka verilen malı ise arttıracağını duyurmaktadır. Demek ki, her şey zahirde görüldüğü gibi değildir. İşler sadece maddî sebeplerle yürümemektedir. Belki, görünen kısmın manaya tabi olduğunu söylemek daha doğrudur.
Şu halde içine Allah katından bir bereket sinmeyen mal, çoğalıyor gibi görünse dahi, gerçekte erimektedir. Daha doğrusu kahr ile kesb edilen şey, dünyada ve ahirette yüz güldürmeyecek...
Görünürde eksildiği zannedilse dahi, hakiki artış, Allah’ın “bereketli kılacağım” buyurduğundadır; içinden sadaka verilen maldadır.
***
“Ribâ illeti, sadece iki ucundan tutanları değil, toplumun tamamını ilgilendirir. Bu sebeple onun bir cemiyette neşv ü nemâ bulması, oradaki huzuru ifsad eder; sıhhatli bir toplumun vücut bulmasına mani olur. Ve onun revaç bulduğu bir toplulukta, insânî erdemler dinin öngördüğü ölçüde tekamül etmez. Kardeşlik ve yardımlaşma duyguları istenen seviyede filiz vermez.
Çünkü orada toplumun huzur ve refahı bazı kişilerin çıkarı uğruna feda edilmiş olur. Mü’minler birbirini ikaz edip, büyüyen tehlikeye karşı yekdiğerini uyarmazsa, bezginlik duygusu zamanla cemiyete sirayet edebilir. İnsanlarda artık ribasız sosyal hayatın tesis edilemeyeceği hissi uyanabilir. El emeği göz nuru ile kazananlar ümitsizliğe düşebilir...
Düşünün; İslam ferdî ve ictimâî hayatı ifsad eden bu illetin karanlık gölgesini insanlığın üzerinden kaldırmıştı. Oysa günümüz toplumlarının geldiği seviyede bu henüz bir ütopyadır. Ve hali hazırdaki eğilim, faizin bütünüyle kaldırılması yönünde olmayıp, belki oranlarının aşağı çekilmesi cihetindedir.”
***
Hz. Ömer’in bu konudaki titizliği müsellemdir. O, Hazreti Peygamber’in, bu ayetleri tamamen beyân etmeden irtihal ettiğini söylerdi. Biz, ribâya düşme korkusuyla helal şeylerin onda dokuzunu terk ettik, derdi.
Şu halde aslolan; ribâyı da, içinde ribâ şüphesi bulunanı da terk etmek olmalı... Nitekim fıkıh ilminde; “ribâda şüphe muteberdir,” denir. Kişi ribâdan sakındığı gibi, ribâ şüphesi olandan sakınmalıdır.
Bizce, bu konuda Müslüman’a gereken şuuru tazelemek için, Hak Dini Kur’ân Dili’nden ilgili ayetlerin izahına bakılmalı. Bilinmesi elzem olan bilgileri edinmek için ise; Hamdi DÖNDÜREN’in Ticaret ve İktisat İlmihali’nden, ilgili maddeler okunmalıdır. En azından, “kâr ile faiz arasındaki fark” gibi mühim konularda görüşümüz netleşmeli... Prof DÖNDÜREN; “mala karışan haramın temizlenmesi” konusunda şöyle diyor: “servetteki helal ile haram birbirine karışmışsa ve bunların hangisinin ne olduğu bilinmezse; şüpheyi giderecek ölçüde haram sayılan kısım ayıklanmalıdır. İlk bakışta uygulaması zor gibi görünen bu çözüm, inanç ve azimle yürütülürse; darlık değil bolluk, sıkıntı değil rahatlık getirir.”
***
Kur’ân-ı Kerim’de, övgü ya da yergi için seçilen kelimelerin niteliği önemlidir. Ancak mealini arz ettiğimiz ayetlerdeki ilahi ikazı, sadece faiz yiyenlere yönelik olduğu zannıyla okuyup geçmek büyük bir yanılgı olur. Basit gerekçelerle faizli işlemlere karışıp, faiz veren taraf olmayı kabullenmek, Müslüman kişiliği rahnedâr eder... Rasûlullah (s.a.v.)’in; “Faiz yiyene, yedirene, şahit olana ve onu yazana Allah lanet etsin” sözü ortada iken, buna nasıl cesaret edilebilir?
İnanıyoruz ki, bu gün herkes, muâmelâta karıştığı ölçüde inancı kemiren bir illetle, arasında bulunması gereken mesafeyi yeniden ölçmek durumundadır. Çünkü ribâsız bu günkü işlerin yürümeyeceğini düşünmek, kişiyi tehlikeli bir inanç zaafına sürükler...
Günün sorusu şu olmalı; dinin açık hükmüne rağmen ribâdan ve ribâ şüphesi bulunan işlemlerden gereğince sakınıyor muyum?
Bizce asıl tehlike; insanların faizli muameleleri kanıksayıp, onu alış veriş gibi görmeye başlamasıdır. Ribâdan sakınma hassasiyetinin yitirilmesidir. Kesin ve açık bir harama kalplerin meyl etmesidir. Tahripkâr ve yıkıcı olan budur.
Alıntıdır...